1. Krizle birlikte tüm dünyada olduğu gibi, yaşadığımız bölgede de değişim rüzgarları esiyor. İran’daki son seçimler bu değişim basıncının ne denli güçlü olduğunun ilk göstergelerinden biri kabul edilmeli. Bu doğrultuda Türkiye’de de yeni bir siyasal düzleme girilmekte olduğuna dair emareler her geçen gün artıyor. Her geçen gün bir dönem bitmekte, bir diğerinin başlamakta olduğuna dair […]
1. Krizle birlikte tüm dünyada olduğu gibi, yaşadığımız bölgede de değişim rüzgarları esiyor. İran’daki son seçimler bu değişim basıncının ne denli güçlü olduğunun ilk göstergelerinden biri kabul edilmeli. Bu doğrultuda Türkiye’de de yeni bir siyasal düzleme girilmekte olduğuna dair emareler her geçen gün artıyor. Her geçen gün bir dönem bitmekte, bir diğerinin başlamakta olduğuna dair işaretlerle karşılaşıyoruz.
Merkez sağda, merkez solda yeni yeni parti girişimleri oluyor. Toplumsal muhalefet içinde çözülmeye dönük olgular güçlenirken, yeni siyasal oluşumlar gündeme geliyor. Tüm bunların yanı sıra, ekonomik kriz daha da derinleşerek sürüyor.
2. Önümüzdeki dönem iki dinamiğin gelişmelere damga vuracağı görülüyor.
a) Ekonomik kriz
b) Kürt sorunu
Kürt sorununa ilişkin sahte demokratikleşme söylemleri eşliğinde, esas olarak baskıcılık etrafında sahte bir “çözüm” dillendiriliyor. Bu gelişme seyri aslında Kürtlerin kaderini giderek emekçilerle ve gericiliğe karşı mücadeleyle iç içe geçmek zorunda bırakıyor. Buna karşın önümüzdeki dönemde tüm devrimciler, demokratlar da Kürt sorununda daha duyarlı davranmak zorunda kalacak. Ancak siyaset arenasında solun yer alması esas olarak, krize karşı, krizin emekçilerin, yoksulların yaşadığı yıkıma karşı mücadelenin yükseltilmesi üzerinden gelişecek.
Bu nedenle, bugün solun gerçek bir güç haline gelebilmesi, siyasal arenaya müdahale edebilmesi öncelikle krizin etkilerine karşı geniş kitlelerin kayıplarına ve yaşam özlemlerine değebilen, onları bu doğrultuda harekete geçirebilen bir noktadan ele alınmasına bağlıdır.
3. Halkevleri bugüne dek hak mücadelelerini yükseltme çizgisi izledi; “parasız eğitim parasız sağlık” kampanyası ile başlayan, “Halkın Hakları Forumu” ile halkı kendi talepleri etrafında bir araya getirebilen ve hak bilincini geliştiren süreci, somut kazanımlara dönüştürmek üzere “Aklamıyoruz Haklıyoruz” mitingine taşıdık. Bu sürece paralel olarak solun da mücadele programının hak mücadeleleri üzerinden gelişmesi yönünde etkili bir öncü eylemler çizgisi izledik. Yerel seçim sürecini kitlelerin doğrudan söz, yetki ve karar sahibi olacağı mücadele zeminleri gibi tasarlayıp, hak mücadelesinin geliştirilmesi ve çoğaltılması açısından sunduğu özgün örgütlenme olanaklarıyla birlikte hak mücadelelerinde mevzi kazanma, halkın taleplerini yaygınlaştırma faaliyeti olarak yürüttük.
Gelinen noktada, artık öncü eylemlerle, tek başına taleplerin söylem bazında yaygınlaştırılması ile yetinmemeli. Krizin mağdurları olan emekçileri, yoksulları, kadınları, geniş kitleleri harekete geçirmeyi hedeflemeli ve hak kazanımları elde etmeliyiz. Bu çizgi, solun gerçek kitle dinamikleri ile buluşmasının önünü açmaya yönelik etkili bir çizgidir. Hak kazanımları hedefleyen ve mağdur kitleleri harekete geçirmeyi önüne koyan fiili-demokratik mücadelenin yırtıcı eylem pratikleriyle geliştirildiği bir hattı hedeflemeliyiz. Elbette Kürt sorunu, gericiliğe karşı mücadele ve bağımsızlık mücadelesi de önemli başlıklar olacaktır. Ama esas olarak solun gerçek bir toplumsal güç haline gelebilmesinin yolu buradan geçmektedir.
4. “Krize Karşı Halkın Şartları Var” kampanyası da bu doğrultuda ele alınmalı, ülkenin ve toplumsal muhalefetin gelişimine yönelik bir müdahale olarak değerlendirilmelidir.
Bu kampanya çerçevesinde;
a. Öncü eylemler
b. Bugün örgütlemeye yöneleceğimiz kitlesel talep ve protesto, direniş hareketleri
c. Spontan gelişmeleri, sosyal patlamaların içine girerek veya sürece dahil olarak, sürecin yönünü bu doğrultuda geliştirecek politik inisiyatifler geliştirmeliyiz.
Bu çerçevede yapılacak imza kampanyaları; halkın ortak hareket edebileceği zeminlerin yaratılması, mücadelenin süreklileşmesi ve siyasallaşması açısından kullanılırlığı süresiz geçerli araçlardan biridir.
Kendi özgünlüğü içinde örgütlenecek geniş halk toplantıları, öfkesi birikmiş kalabalıkların içine girip onun dilini ve eylemini politikleştirmek üzere devrimci, fiili müdahaleler önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda yeni sosyal güçlerle; köy dernekleri, muhtarlıklar ve daha pek çok yerel dinamiği kapsayarak, onlarla hareket edebilme yeteneği kazanmalıyız.
Bunları sadece Halkevleri içinde ya da sadece Halkevlerinin olduğu illerde değil, çeşitli güçleri de sürükleyerek gerçekleştirmeliyiz; İşsizlerle, kadınlarla kendi taleplerini örgütleyecek mekanizmalar içinde buluşmalı; onun devrimci eylemini örgütlemeli, bu doğrultuda tüm Türkiye’de halk hareketinin mayalarını atmalıyız.
Onun için halkın şartları olarak ifade ettiğimiz 10 şartı, halkı kendi çıkarları etrafında bağımsız bir politik güç olarak yan yana getirmenin şartı olarak düşünmeli; onun somut ve yaratıcı biçimlerini geliştirmeliyiz.
Bu sebeple, hak gasplarının giderek artması sonucu ortaya çıkan tepkileri, direniş eğilimlerini hiçbir şansa ve tesadüfe bırakmadan örgütlemek gerekiyor. Mücadelenin sürekliliği, kalıcılaştırılıp kurumsallaşması için devrimcilerin bu dinamikleri sıkı kucaklaması gerekecek. Şimdiden sonbahara yönelik dipten gelişecek hak mücadelelerini bizzat mağdurlarla somut projeler etrafında örgütlemeliyiz.
Bunun için, bu zamana kadar biriktirdiklerimizi daha ileri bir noktaya sıçratana kadar hak mücadelelerini mağdurların hareket kabiliyetini geliştirecek, kazanımla sonuçlanmaya dönük adımlara teşvik edecek bir tarzı çalışmanın merkezine koymakta fayda var. Dikmen Vadisi Direnişi bu kapsamda değerlendirilecek ve örnek alınacak üç yılı aşan uzun soluklu bir direniş öyküsü; kazanımla sonuçlanmış bir hak mücadelesidir. Bu mücadele bugün Çayırova’ya, Gülsuyu’na “halkın en temel yaşamsal ihtiyaçlarından biri olan barınma hakkı garanti altına alınsın” talebiyle taşındığı sürece kalıcılaşacak; Vadi halkının da bundan sonra krizin sebep olacağı yıkımlara karşı gireceği mücadele kulvarında daha emin ve kararlı bir yürüyüşünü sağlayacaktır.
İstanbul’da “ulaşım hakkı” eylemleri ile başlayıp on kişilik eylemler ile örülen, alışveriş merkezi eyleminde meşruiyetini görünürleştiren simgesel hak eylemleri ve bunların sonucunda çıkan “paralı ulaşımı boykot” eylemlerine kadar varan süreç krize karşı kampanyada izlenecek rotayı tüm Türkiye’ye resmetmesi açısından önemli olup, taleplerin toplumsallaşması için atılacak somut kalıcı örgütlenme adımlarını hızla örmeyi gerektiriyor. İmza kampanyası yine bu anlamda; sorunun gözle görünür hale geldiği bu zaman diliminde gerçekleştirilmesi mümkün araçlarından biri olarak tasarlanabilir. Bu gereklilik evleri kapı kapı çalmak, meydanlarda şartlarını dile getirebilmek ve halkın şartlarını tek tek herkese anlatmak, belletmek için bir zorunluluk olarak ele alınmalı. İmza kampanyası, bizim 10 şartın yer aldığı imza dilekçelerini halka dağıttığımız ve herkesten işyerinde, mahallesinde 10 kişiden imza toplayarak en yakın halkevi şubelerine ya da açacağımız standlara ulaştırmalarını isteyeceğimiz, halkın doğrudan şartları sahiplendiği ve “eyleme katıldığı” bir şekilde örgütlenmelidir.
Bunların dışında eğitim, sağlık, enerji, su hakkı talepli örgütlenecek mücadele alanları zam başlığı altında veya genel olarak temel ihtiyaçların paralı hale getirilmesine karşı
örgütlenecek mücadele başlıkları olarak önümüzde duruyor; şart çok açık; İnsanca yaşama hakkımız var; temel kamusal hizmetler yaşamsal ihtiyaçlar ölçüsünde parasız hale getirilsin. Dolayısıyla, “kayıt paralarının toplanması engellensin, sağlık hizmetleri nitelikli ve parasız hale getirilsin, her haneye ihtiyacı karşılayacak birimde parasız su, elektrik ve doğalgaz sağlansın.” İzmir’de, Bolu’da eğitim ve sağlık hakkı, Bursa’da aile hekimliği, yine İstanbul’da su sayaçlarının kartlı sayaçlara dönüştürülmesi üzerinden yürütülecek ve derinleştirilecek her türden kitle çalışması krize karşı halkın tepkilerinin buluşturulması konusunda atılacak somut ve yaratıcı adımlar mücadelenin devrimci eylemini kendi özgünlüğü içinde örgütleme olanaklarını sağlayabilecek pratiklerdir (ÖDEMİYORUZ! eylemleri; belediye önlerinde, doğalgaz satış noktalarında…)
Özellikle yaz aylarında tarım sektörünün gelişkin olduğu bölgelerde kriz sebebiyle emekçilerin karşılaşacağı temel sorunlardan biri, ürünlerin ücretlerinin ödenmemesi olacak. Buralara acil müdahale edip; çayda, fındıkta gerçekleşen sömürüye karşı “tarımsal üretimin desteklenmesi” talebi ile halkın ortak hareket edeceği eylem zeminleri örgütlemeliyiz; yine ülkede gerçekleşen özelleştirme fırtınası içinde yok edilen derelerin, kurulmaya çalışılan nükleer santrallerin karşısında “halkın temiz çevre ve güvenli gelecek” hakkını garanti altına alan yerel şartlar geliştirerek, Karadeniz bölge halkının bu sorunlar üzerinden yan yana gelebileceği irtibat kanalları oluşturulmalı, hukuki boşlukları göz önünde bulundurarak, halkın taleplerinin etkin kılındığı zeminler yaratılmalıdır. Bu talepler bölgede en özgün biçimlerle; kadınların, işçilerin kendi talepleriyle örgütlendiği eylemlerle gerçekleştirilmeli; halkın belli meclislerde, platformlarda söz hakkının sağlandığı doğrudan demokrasi kanalları zorlanmalıdır.
Eskişehir’de ekmek zammına karşı kent muhalefeti ile yürütülen mücadele; Halkevcilerin hak mücadelesinde keşfettiği özgün mekanizmaların işlevlendirilmesi konusundaki ısrarı sonucu kazanımla sonuçlandı. Zam protestosu ile başlayan süreç, neoliberal politikaları temsil eden sistemin aygıtlarını zora soktu; zammı resmen geri çekmek zorunda kaldılar. Buradan yola çıkarak “halkın beslenme hakkının garantiye alınması” talebini krizle birlikte yoğunlaşacak hak gaspları ile paralel düşünüp, yaşamsal ihtiyaçların sağlanması için gıda ürünlerine zam yapılmasını engelleyecek; parasız ürün almayı sağlayacak eylem biçimlerine yönelmeliyiz. Aynı şekilde GDO’lu ürünlerin üretilmesini teşvik eden yasa tasarısına karşı halkın sağlıklı beslenme hakkını kapsayacak pratikler geliştirmeli; kent merkezlerinde bu amaçla kurulacak platformlarda yer alarak gerek tarım arazilerine gerekse halkın beslenme hakkına yönelik bu saldırıyı engellemeliyiz. Bu konuda özellikle pirinç üretiminin yoğun olduğu bölgeler öncelik kazanıyor; dolayısıyla Çukurova, Balıkesir bu konuyu acilen gündemine almalı.
Bölgelerde yerel sorunlar olarak ön plana çıkan, ancak krizin yaratacağı yıkımlarla da ilişkisini doğrudan kurmanın da mümkün olduğu halkın insanca yaşam talebi ile iç içe geçirilmiş ve yükselen işsizlik, işten çıkarılma koşullarında halkın en temel haklarının çok açık bir biçimde gasp edileceği içinden geçtiğimiz bu süreçte; başta üretimin durdurulduğu fabrika veya atölyelerde; işçi havzalarında işsiz grevleri örgütleyerek bu dinamiği en ileri noktaya taşıyacak; halkın topyekün arkasında duracağı; İnsanca çalışma hakkımız var! Herkese insan onuruna yaraşır bir iş sağlansın talebini yükseltmeliyiz. İşten atılan veya atılma tehdidi yaşayan mağdur kitleyi işe yeniden aldıracak, güvenceli iş istihdamı sağlayacak, “kadınlara sosyal güvence ve asgari geçim ödeneği” şartı ile birlikte ev kadınlarının iş talebini emekçilerin taleplerinden ayırmaksızın; işsizin işsizlik fonunu garantiye alacak, amacı dışında kullanılmasını engelleyecek fiili, devrimci eylem çizgisini sokağa taşımalıyız. Artan borçlanma karşısında “kredi kartı, esnaf ve çiftçi kredisi borç faizlerinin silinsin” şartının hayata geçirecek kitlesel eylem biçimlerini bir an evvel gerçekleştirmeliyiz.
Biriktirdiklerimizi taşıyacak mevcut mücadele programı her bölgenin kendi özgün dinamiklerini keşfetmesi ile daha hızlı yaygınlaşacak ve etkilerini daha net görmeye başlayacağımız sonbaharda emeğe, halkın haklarına uzanan her türden neoliberal saldırıya bir barikat oluşturacaktır.
Hepimize kolay gelsin.
*Dilşat Aktaş
Halkevleri MYK üyesi