6 Mayıs günü Cumhuriyet gazetesi “felaket”i manşetinden ilan etmişti: “AKP hükümeti mali disiplini bitirdi, faiz dışı fazlada indirime gitti: hedefler alt üst”. Doğan medyaya bağlı yayınlar da hükümetin seçim dönemi sıkı mali politikaları gevşeterek popülizme yöneleceğini yazdılar. Peşinden CHP milletvekili Faik Öztrak CNN Türk’e çıkarak iç talebin kısılması ve YTL’nin de acilen devalüe edilmesi gerektiğini […]
6 Mayıs günü Cumhuriyet gazetesi “felaket”i manşetinden ilan etmişti: “AKP hükümeti mali disiplini bitirdi, faiz dışı fazlada indirime gitti: hedefler alt üst”. Doğan medyaya bağlı yayınlar da hükümetin seçim dönemi sıkı mali politikaları gevşeterek popülizme yöneleceğini yazdılar. Peşinden CHP milletvekili Faik Öztrak CNN Türk’e çıkarak iç talebin kısılması ve YTL’nin de acilen devalüe edilmesi gerektiğini söyleyerek, yani halkın daha fazla yoksullaştırılmasını isteyerek, “popülist” olduğunu iddia ettiği AKP’ye çattı ve bu durumdan IMF’nin de rahatsız olduğunu savundu.
TÜSİAD’a en yakın medya grubundan “popülizm” endişesini okumak kimseye garip gelmedi ancak kendine “sosyal demokrat” diyenlerin, hükümeti IMF’ye ve sermayeye şikayet ederken görülmesi tam anlamıyla bir trajediydi. Malum sosyal demokratların özünde “kapitalizm” ile, “üretim araçlarının özel mülkiyeti” ile, “sermaye” ile bir alıp veremediği yoktur ama kendilerini tanımlarken kullanmayı en çok sevdikleri kavram “bölüşüm”dür. Bölüşümle kast ettikleri de devletin “yeniden bölüşüm mekanizmaları” ile sömürünün toplumsal sonuçlarını kısmen hafifletmesidir. Buna da genel olarak “sosyal devlet” derler.
O devletin ekonomi politikalarının başarı kriteri borç çevrimine dayalı “faiz dışı fazla” oranının yüksekliği ve tutturulması değil, istihdam ve yatırım gibi göstergelerdir. Devletin gelirleri borç faizlerine değil transfer harcamalarına yönelik seferber edilir. Bunun için gerekirse açık da verilir. Sosyal demokrasinin emekçi sınıfların gönlünü çalmaya yönelik bilinen tek evrensel iddiası da budur. Gelin görün ki, “sosyal demokrat” Cumhuriyet gazetesi “efendilerin” gerçekten rahatsız olacağını düşündüğü bir açığını bulduğu AKP’ye yükleniyor: “Faiz dışı fazla hedefi indiriliyor, hedeflerden sapılıyor”. Sapıldığı iddia edilen hedeflerin IMF ile yapılan stand by anlaşmalarının koyulan hedefler olduğunu, sıkı ulusalcı gazetemiz gözden kaçırıveriyor.
Bu manşetten birkaç gün sonra hükümet ile IMF arasındaki görüşmeler tamamlanıyor. 19’uncu stand by anlaşmasının SSGSS yasasının çıkmasıyla başarıyla tamamlandığı ve “Program Sonrası İzleme Süreci”ne geçileceği açıklanıyor. Bu arada, ne Cumhuriyet gazetesi ve CHP’nin ne de Doğan Grubu yayınlarının “kıyamet” senaryolarının hiç de doğru olmadığı ortaya çıkıyor. AKP’nin IMF’ye verdiği niyet mektubundaki maddeler bir gevşemeye değil, kemer sıkma dönemine girildiğine işaret ediyor.
“Gevşeme” iddialarının aksine niyet mektubunun ana teması “harcamaların kısılması”. Personel ve sağlık harcamaları, emekli maaşları, kısılacak harcamaların başında sıralanıyor. Sağlıkta katkı payı uygulamasına geçileceğine, elektrikte, doğalgazda ve KİT ürünlerinde bu yıl içerisinde otomatik zam sistemine geçileceğine dair söz veriliyor. Tekel, Telekom, elektrik dağıtımı ve üretimi, şeker fabrikaları, otoyol ve köprü geçişleri, Milli Piyango ve Halk Bankası’nın özelleştirileceği vurgulanıyor.
Madem her türlü harcama kısılıp, zamların yağdırılmasına ve özelleştirmelerin hız kesmeden devam etmesine niyet ediliyor peki o zaman niye faiz dışı fazla düşüyor? Bunun en kolay görünür nedeni 2008’in kriz yılı olması. Ama niyet mektubunun satır araları, işin aslını gösteriyor: “Finansal işlemler ve istihdam üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesine imkan sağlanması için harcamaların kontrol altına alınmasına ihtiyaç duyuluyor.” Halka yönelik her türlü harcamaları kısmayı, otomatiğe bağlanmış zamları ve sağlık hizmetlerini paralı hale getirmeyi hedeflediğini açıkça ilan eden hükümet, bunu patronlardan daha az vergi almak için yaptığını da söylemekten geri durmuyor.
İşin özü, AKP emekçiye değil sermayeye gevşiyor. Toplumsal muhalefet açısından ise “gevşemeye gelmeyeceği” açık değil mi?