Singer 1968’de, kendiliğinden doğan bir yükselmeyi, aşağıdan devrimi görmüştü. Bu hareketlenme önce Paris’teki üniversitelerde başlamıştı.Daha sonra on milyon işçinin çalıştığı yerleri işgal etmesiyle birlikte fabrikalara sıçramıştı. Singer, aşağıdan devrimin önünü kesmiş olarak gördüğü Komünistlerin egemenliğinde bulunan sendika hareketine olan ateşli öfkesini ifade etmişti. Fransız işçiler oturma eylemleri, fabrikaları ele geçirmek gibi doğrudan eylemlere başvurmuşlardı. Söz […]
Singer 1968’de, kendiliğinden doğan bir yükselmeyi, aşağıdan devrimi görmüştü. Bu hareketlenme önce Paris’teki üniversitelerde başlamıştı.Daha sonra on milyon işçinin çalıştığı yerleri işgal etmesiyle birlikte fabrikalara sıçramıştı. Singer, aşağıdan devrimin önünü kesmiş olarak gördüğü Komünistlerin egemenliğinde bulunan sendika hareketine olan ateşli öfkesini ifade etmişti. Fransız işçiler oturma eylemleri, fabrikaları ele geçirmek gibi doğrudan eylemlere başvurmuşlardı. Söz konusu hareketlilik, hükümetinkiyle benzerlik taşıyan, biçim olarak sendika olarak değil de devrimci eylem komiteleri şeklinde ortaya çıkan “ikili kuvvet”‘in yaratılmasıydı. Singer’a göre, Fransa’da 1968 yılında öğrenciler ve işçiler ” yalnızca nadiren yapılan seçimlere dayanmayan endüstriyel demokrasiyi de kapsayan yeni bir tür demokrasi amaçlıyorlardı.” İster işçiler ister öğrenciler tarafından dile getirilmiş olsun, Mayıs 1968’in ideolojisi” yukarıdan inen her şeye, merkeziyetçiliğe, otoriteye, hiyerarşik düzene olan tepkilerin dışavurumuydu.”
Daniel Singer’a göre, 1968’de Fransa’da olanlar , hayatının geri kalan kısmında kapitalizmden sosyalizme geçiş için umut veren toplumsal güçlerin karşılıklı ilişkileri için bir paradigma haline gelmişti. Bu paradigmayı “Singer Modeli” olarak adlandırabiliriz.Singer Modeli’nin göze çarpan özellikleri şunlar: 1) Öğrenciler işçilerden önce harekete geçer ( her ne olursa olsun ve onlardan bağımsız olarak) ama 2) işçiler öğrencileri desteklemek için müdahale ettiklerinde ( ya da ortak düşmana karşı harekete geçtikleri zaman) “isyan gizil bir devrime dönüşür.”Singer, Fransa’da “öğrencilerin mücadelelerinin ayrık bir mücadele olduğunu düşünmediklerini” önemle belirtti. Öğrenciler gettolarından çıkıp yüzlerini işçilere çevirmek istiyorlardı.
Bu önerilen devrim modelinin eşine daha önce rastlanmamıştı. Singer, “işçilerin kapitalist sistemde, burjuvazinin feodalizmde başardığı gibi, ekonomik iktidarı ele geçiremeyeceğini fark etmişti.” İşçi sınıfı için, eskinin kabuğu altında yeni bir toplum kurmak burjuvazi için olmuş olandan daha az olasıydı.Singer buna rağmen, Fransa’daki olaylarda gençlerin isyanına, fizikçilerin deyimiyle, ‘paralel’ olarak hareket eden işçi sınıfının yol açacağı adımlar dizisinin sosyalizme geçişi başlatabileceğini görmüştü.
Bu yeni, kapitalizmden sosyalizme geçiş kuramı (İngilizcede André Gorz tarafından popülerleştirilen) “yapısal reform”, “devrimci reform” hakkındaki İtalyan ve Fransız fikirlerden yararlandı. Mayıs 1968, bir başlangıca uygun düşecek şekilde, bu düşüncelerin yalnızca dağınık somut ifadelerini ortaya koydu.Birkaç olayda, işçiler fabrikalarını ele geçirmekle kalmadılar, üretimi yeniden başlattılar. Belki de gelecek için ışık tutacak en önemli kurum da, 1995’te Fransa’daki genel grevlerde yeniden ortaya çıkacak olan, işçilerin işyerinde ” her gün toplanan genel kurullarda” bir araya gelerek ne yapacaklarını karar verme pratikleriydi. Hem Latin Amerika hem de Avrupa için gelecek adına en çok ümit veren sözcük ise “autogestion” ya da “özyönetim”di. Singer’ın yazdıklarına bakılırsa, “özyönetim işçilerin denetiminden yönetimin paylaşılmasına sonra da kolektif üreticilerin tam denetimine hızla geçişi sağlamanın olanaklarını sağlıyordu.” Otuz yıl kadar sonra, ölümünden hemen önce , Singer geleceğe giden yol için “yapısal reform” ya da “devrimci reformizm” stratejilerini rehber görüyordu.
Singer modeli hakkında ne düşünmeliyiz? Yazdığından otuz kadar yıl geçtikten sonra bu düşünce hala anlam taşıyor mu? Singer’ın düşünceleri Lenin’in,Rosa Luxemburg’un ve C.L.R. James’in düşünceleriyle karşılaştırıldığında nasıl görünüyor? 1968’de Fransa’da olanlar 1905’te Rusya’da, Macaristan’da 1956’da, Vietnam savaşına karşı olan harekette, ya da 1980-81 arasında Polonya’da olanlardan ne ölçüde farklı, ya da ne ölçüde onlara benziyor?
Ne Yapmalı ?, Rosa Luxemburg , ve 1905 Devrimi
Lenin’in 1902 yılında basılan Ne Yapmalı isimli kitabı tartışma için kaçınılmaz başlangıç noktası özelliğini taşıyor.Hatırlanacağı üzere, Lenin bu kitapta bütün ülkelerdeki sendikacılık deneyiminin,”işçi sınıfının yalnız kendi çabasıyla sadece sendika bilinci geliştirebileceğini kanıtladığını” ısrarla vurgulamıştı. Lenin aynı broşürün başka bir yerinde,kendiliğinden işçi hareketinin “saf ve basit bir sendikacılık” olduğunu söylemişti. Politik, sosyalist bilinç ise yalnızca, görevi işçi hareketinin kendiliğinden, sendikacı yönünü değiştirmek olan Marxist entelektüeller tarafından dışarıdan verilebilirdi.
Çoğu kez , Lenin’in Ne Yapmalı’da ortaya serdiği çözümlemenin 1905 Devrimi tarafından çürütüldüğü düşünülür. O yıl Rusya’da , işçi sınıfı “belki de tarihin gördüğü en kapsamlı genel grevlere” girişmiş ve aşağıdan özerk kurumlar oluşturmuştu: ilk yerel grev komiteleri ve sonra da kendiliğinden oluşmuş “sovyet” (meclis,şura) adıyla bilinen , şehir çapındaki işçi birlikleri.Lenin’in broşürünü “acımasız merkeziyetçiliği” yüzünden sert bir şekilde eleştiren ve Lenin’i de ” bir müfettişin kısır ruhuna ” sahip olmakla suçlayan Rosa Luxemburg, 1905 devriminde işçi sınıfının kendiliğinden, kendi kendini yönlendiren etkinliğine olan inancının dramatik bir doğrulanışını bulmuştu.
Luxemburg, 1905’te Almanya’dan doğduğu yer olan Polonya’ya dönmüş, devrimci çalışmalara başlamış ve ardından tutuklanmıştı.Hapisten çıktıktan sonra, Genel Grev,Politik Parti ve Sendikalar başlıklı broşürünü yazdı.
Luxemburg’un temel savı, 1905’te Rus işçi sınıfını kendine çeken genel grev dalgasının merkezi bir devrimci komite tarafından, “suni olarak ortaya çıkarılmamış”, ” karar verilmemiş”, ” propaganda edilmemiş” olduğuydu.Luxemburg, “her kim evden eve dolaşarak işçi sınıfını genel grev düşüncesi için yanına çekmeye çalışırsa bunun nafile,verimsiz ve saçma bir çaba olacağını yazmıştı.”Sadece 1905 yılında değil önceki on yıl süresince de, Rus Sosyal Demokrat Partisi bir mekandan ötekine, tekrar tekrar “silik” bir karakter taşımıştı; görünüşe göre, işyeri hayatına dair küçük vakalar işçilerin öncülüğündeki bütün işçi sınıfı topluluklarını tetiklemişti.
Şu an öyle görünüyor ki 1905 Rus Devrimi Lenin’in mümkün olabileceğini düşündüğünden çok daha kendiliğindendi ve Luxemburg’un sandığından da daha az bir şekilde aşağıdan harekete geçmişti. Hakikaten, 1905 Rus Devrimi, “Singer Modeli”ne örnek oluşturuyor.Öğrenciler( ve çeşitli orta sınıf çalışanları) önce harekete geçtiler ve protestoyu işçilerin ağırlığını koyacağı devrime dönüştürdüler.
Genellikle Rus 1905 Devrimi’nin Baba Gapon’un 1905 Ocak ayının “Kanlı Pazar”ında beraberindeki birkaç bin işçiyle birlikte Çar’ın St.Petersburg’taki Kışlık Sarayı’na doğru yola çıktığı zaman başladığı düşünülür. İşçiler minimum ücret, konuşma, basın ve toplanma özgürlüğünü, politik suçlardan dolayı hapiste yatmakta olanların serbest bırakılmasını, sendika kurma hakkını, kurucular meclisi seçimini talep eden dilekçeler taşıyorlardı .Askerler ateş açtılar ve onlarca insanı öldürdüler.Gerisi hikaye.
Ancak bir de “Kanlı Pazar”ın öncesi vardı. Japonlar tarafından askeri yenilgiye uğranmasının ve içişleri bakanının suikastle öldürülmesinin ardından, öğretmenlerin ve doktorların toplantılarına
polis müdahale etmişti. Yerel idare kurumlarından gelen vekillerin toplandığı bir kongre(zemtsvos), gerçek güçleri olan ulusal bir meclisi destekleyen bir önergeyi kabul etti. Liberaller, 1904 Kasım ayının sonlarından başlayarak yirmi altı şehirde, görünüşte adli reformun kırkıncı yıldönümünü ve diğer yıldönümlerini kutlayan şenlikler dizisini düzenlediler. Maksim Gorki , bu şenliklerden bir tanesiyle ilgili olarak eşine şöyle yazmıştı: Genel olarak…altı yüzden fazla katılan vardı: Bu insanlar entelijensiyaydı..Dobra dobra konuşmalar yapılıyordu ve insanlar tek bir ağızdan ‘Kahrolsun otokrasi ! ‘, ‘Yaşasın kurucu meclis ! ‘, ‘Bize anayasa verin ! ‘ diye tekrar edip duruyorlardı. ” Moskova ve St.Petersburg’taki öğrenciler kasımın sonlarında ve aralığın başlarında, bazen polisle şiddetli çatışmalarla sonuçlanan gösteriler başlatmışlardı.
Kanlı Pazar öncesindeki etkinliklere pek az işçi katılmıştı.Bir 1905 Devrimi tarihçisi açıkça şöyle söylüyor: “1905 krizini ateşleyen toplumsal değişim hareketi işçilerde değil, öğrenim görmüş, ayrıcalıklı toplumsal tabakada başlamıştı. “Bir başka tarihçiyse “neredeyse bütün orta ve üst sınıfın-yani öğrenim görmüş sınıfların- hükümeti karşısına aldığını söylüyor.”
İşçiler başlangıçta öğrencileri desteklemek için harekete geçtiler. 28 Kasım 1904’te askerler tarafından öğrenci göstericiler üzerine kanlı bir saldırı gerçekleştirildi. O gece otuzbeş işçi Baba Gapon’un St.Petersburg’taki apartmanına doluştu Grup, bir katılımcının deyişiyle, “öğrencilerin sesine kendilerininkini eklemeye karar verdi.”Baba Gapon’dan Çar’a götürülmek üzere bir dilekçe yazması istendi.
Kanlı Pazar’ı işçiler ve öğrenciler arasında yıl boyunca süren telaş izledi. İşçiler en sonunda, 1905’in sonbaharında, “sovyet” adı verilen yeni bir tür kurum oluşturmak için bir araya geldiklerinde,üniversitelerde toplanmışlardı. Üniversiteler toplantı yeri işlevi görmeye başlamıştı. Bunun sebebi,yaz sonlarında hükümetin çıkardığı bir kararnamenin üniversitelere idari özerklik tanımasıydı. Sonuç,niyet edilenin tam tersiydi. Moskova’da,
(b)ütün şehirden gelen binlerce öğrenci eylülün ilk haftalarında maraton toplantılarına katılmak için üniversite ders salonlarında günlük olarak toplanırdı….11 Eylül’de mevcut öğrencilerin çoğunluğu çar yanlısı rejimin alaşağı edilmesi için emekçi kitlelerle el ele mücadele edilmesini içeren bir teklifi desteklediler. 15 Eylül’de dersler başladığında ,üniversiteye üç bin öğrenci gelmişti ama yarısından azı sınıflarda oturuyordu. Geri kalanı koridorlarda yürüyor, dersleri bölüyor ve devrimci şarkılar söylüyorlardı.(Laura Engelstein, Moskova,1905)
21 Eylül akşamı işçi sınıfı öğrencilere eşlik etti.Muazzam çoşku ortasında, üç bin kişiden fazla bir kalabalık-hemen hemen üçte biri grev yapan işçilerdi- Hukuk Oditoryumu’na doğru yola çıktı. İddia edildiği üzere, üniversite girişindeki bir polis memuru bu ilerleyişi şöyle bildiriyordu: “Eğer Sosyalist Devrimcileri arıyorsanız sağa dönün; soldaysa Sosyal Demokratlar var.”
(St. Petersburg Sovyeti’nin başkanı olan) Leon Trotsky St.Petersburg’ta şunları yazıyordu: (Ü)niversitenin kapıları alabildiğine açık kalmıştı. “Halk” koridorları, konferans odalarını ve salonları doldurmuştu. İşçiler fabrikadan çıkıp doğrudan üniversiteye gitmişlerdi…(İ)şçi, üniversite eşiğini geçer geçmez çiğnenemez hale geliyordu. (Leon Trotsky,1905)
Trotsky’e göre “yüksek öğrenim kuruluşları insanlarla dolup taşıyordu.”
11 Ekim 1095 günü, St.Petersburg Üniversitesi’nin kampusünde, onbinlerce fabrika işçisi, öğrenci ve diğerleri, çeşitli mesleki ve yerel topluluklar biçiminde bir araya gelmişti. Tren yolu çalışanlarının toplantısından oybirliğiyle greve gidilmesi kararı çıkmıştı. St.Petersburg Sovyeti’ne gidecek temsilcileri seçecek ilk gruplardan biri, 13 Ekim akşamında üniversite kafeteryasında mum ışığında toplanmış olan üç bin civarındaki sendika matbaacısıydı. St.Petersburg Sovyeti’nin ilk toplantısı 13 Ekim’de Teknoloji Enstitüsü’nde yapıldı. İkinci toplantı ertesi gün aynı enstitünün daha geniş fizik oditoryumunda gerçekleştirildi.
Benzer sahneler üniversiteleri olan başka şehirlerde de yaşandı. Ekim 1905’te Karkov’da, “(g)rev liderleri ve onun takipçileri Karkov Üniversitesi’nde karargahlarını kurdular ve okulun bütün mülkünü serbestçe kullandılar.”
Böylece, Rusya’da 1904-1905 arasındaki olayları dikkatle incelediğimizde, Fransa 1968 Mayısı’nın olduğu gibi bu dönemin de “Singer modeli”ne uygunluk gösterdiğini görüyoruz..Zemstvos kongresinde, şenliklerde ve1904’teki diğer orta sınıf buluşmalarında, harekete önce geçenler öğrenciler ve entelektüellerdi. 1905 sonbaharının genel grev döneminde işçilerin kendiliğinden hareketinin yükseldiği anlarda bile üniversiteler bu hareketlerin buluşma yeri olmaya devam etti.
C.L.R. James ve 1956’da Macaristan
C.L.R. James ve arkadaşlarına göre,1956 Macar Devrimi, 1905 Rus Devrimi Rosa Luxemburg için neyse o anlama gelmekteydi: Tam bir aşağıdan işçi sınıfı devrim modeli. James çevresi Macar Devrimi’ni “tarihteki hiçbir devrim başarılı olmadığından” başarılı buluyorlardı, çünkü bu devrim bürokratik devlet iktidarını yıkmakla kalmayıp onun yerine sosyalist bir demokrasiyi ikame eden politik biçimi açığa çıkarmıştı ve bütün bu olanlar, Macar Devrimi’nin ekonomik bir krizin olmadığı, işçi sınıfının ayaklanmadan önce, ne bir politik partisinin ne de herhangi bir yayınevinin olduğu bir yerde meydana geldiği için çok daha etkileyiciydi.
Luxemburg’un 1905’i anlattığında olduğu gibi, James’in ve meslektaşlarının Macaristan hakkında söyledikleri de, işçilerin kendi hareketliliğinin zeminini hazırlamada öğrencilerin ve entelektüellerin rolünü belirsizleştirme eğilimindeydi.
Khruschev’in, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 1956 Şubat’ındaki Yirminci Kongresi’nde Stalin’i teşhir etmesi bütün Komünist dünyada yankı bulmuştu. Nisan 1956’da, çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu bir grup, adını 1848’deki Macar Devrimi’nde önemli rol oynayan bir şairden alan “Petofi Çevresi”ni kurdular. Yazarlar Sendikası’ndan yardım alan Çevre, Macar toplumunun eleştirisi için bir merkez haline geldi. Broşürler yazılmaktaydı. Çevrenin toplantıları büyüdükçe büyüyordu. Sonunda çevrenin toplantıları binlerce insanı çekmeye başlamıştı. Toplantılar sokaklara taşmıştı ve konuşmalar hoparlörlerle içeriye aktarılıyordu. Genel konular entelektüel dürüstlük ve politik özgürlüktü.
Petofi Çevresi’nin toplantılarına katılanların çoğu birkaç öğretmen, doktor ve başka mesleklerden olanlarla birlikte yazarlar ve öğrencilerdi.İşçilerin kayda değer bir katılımına, Çevre’nin üyelerinin işçilerle işbirliğinde bulunma, Çevre’nin yaşadıklarını işçilerle paylaşma çabasına ya da işçilerin mücadelelerinin hakikat ve özgürlük talepleriyle bağlantılı olduğunu bildirmelerine dair hiçbir kanıt yok. Her ne var ki, 1956 yazındaki grevler,işçilerin de hoşnutsuz olduğunu belli etti.
Benzer olaylar Polonya’da da cereyan etmekteydi. Macaristan’daki muhalifler, Polonya’daki “kardeşlerimiz”in acılarını paylaştıklarını ve onlarla bir dayanışma içinde olduklarını ifade etmek istediler. Bu zamana gelindiğinde, Budapeşte Üniversite’sinin neredeyse bütün fakülteleri ve ülkedeki birçok diğer üniversite daimi toplantı ha
lindeydi. Belli ki 23 Ekim’de, 1848’deki Macar Devrimi’ne katkısı bulunan bir Leh olan General Josef Bem’in heykeline yürünmesi gerektiğine karar verenler Petofi Çevresi değil bu öğrenci toplantılarıydı.
Başlangıçta, 23 Ekim’deki yürüyüşe katılanların çoğu gençlerdi. Kalabalık heykelden Parlamento Binası’na sonra da radyo istasyonuna doğru yürüdü. Yol boyunca ilerlerken, işten çıkıp da evine gitmekte olan birçok işçi onlara katıldı. Radyo istasyonunda, gizli polis makinalı silahlarla ateş açtı. Devrim başlamıştı.
Devrim öncesinde olanların anlatılması, Macar Devrimi’nde işçi konseylerinin olağanüstü bir şekilde kendi hareketliliğini gerçekleştirmiş olmasının değerini azaltmayı hedeflemiyor. Sorun şu ki, bir kere daha 1905’te Rusya’da ya da 1956’da Macaristan’nda neler olup bittiğini ve ondan da ötesi, bunların bir daha olup olamayacağını gerçekten anlamak istiyorsak ,yalnızca işçi sınıfının etkinliğini değil bütün olanları göz önünde bulundurmalıyız.
Yetersiz bir bilgi zemininde genellemelerde bulunduğum düşünülebilir diye yirminci yüzyılın ikinci yarısının iki diğer deneyimine de hızlı bir şekilde göz atmak istiyorum.
Vietnam Savaşı’na Karşı Hareket
Singer modeli bende de yankısını buluyor çünkü 1960’lardaki deneyimimle örtüşüyor. Barışçıl Öğrenci Koordinasyon Komitesi’nin genç örgütleyicilerinin başını çektiği Güney’deki medeni haklar hareketinin bir parçasıydım. AFL-CIO (Amerikan İşçi Federasyonu-Sanayi İşçileri Örgütü) ve hemen hemen ABD’deki bütün sendikaların savaşı destekledikleri bir zamanda ( AFL-CIO şu anda “terörizme karşı savaşı” da destekliyor.), Vietnam’daki savaşa karşı öğrencilerin başlattığı hareketin lideriydim.
Önceleri,savaş karşıtı kesimde Vietnam’da savaşmak üzere askere alınan işçi sınıfından genç askerlere yönelik bir düşmanlık belirmiş olabilir. Ancak en azından 1967’in sonbaharında,Pentagon’daki büyük gösteride öne çıkan savaş karşıtı hareket askerlere “Bize katılın ! ” diye seslenmeye başlamıştı. O zamandan savaşın bitmeye yüz tuttuğu 1975 yılına kadar geçen süre içinde, savaş karşıtı hareketin yalnızca üniformalı işçi sınıfı erkeklerin savaşmayı reddettiklerinde başarıya ulaşabileceğini fark etmiştik.
Sayısız filmde ve anı yazısında kaydedildiği ve Christian Appy’nin İşçi Sınıfı Savaşı adlı görkemli tarih araştırmasında ortaya konduğu üzere askerler savaşmayı nihayet reddettiler. Piyade erleri, düşman saldırılarını üzerlerine çekmek ve böylece hava saldırıları ve topçu ateşleri için hedefler belirlemek için bir yem olarak kullanıldıklarına ikna oldular. Bütün kasabaların yakılması ve orada oturanların My Lai’de olduğu gibi katledilmesi, sıkıntı ve hüsranın hırsının alınmasının sıradan bir yolu haline gelmişti. Askerler çaresizce, zoraki de olsa, yaptıklarını mazur gösterecek ahlaki bir dilin arayışına girme hissi duydular.Vietnam’daki “düşman”ların ölü sayısının en azından üçte birlik kısmını siviller oluşturuyordu.
En sonunda askerler bir hiç için savaştıklarını duyumsamaya başladılar. Subaylar, 1969-1970’de kendi askerlerinin onları öldürebilecek oldukları riskinin tamamiyle farkına varmışlardı. Son çözümlemede, geri dönen eski askerlerin savaş karşıtı olanların haklı olduklarını hissetmeleri, orada bulunmamış olan kimsenin konuşmaya hakkı olmadığı duygusuyla çatıştı.
Aksi ve kopuk bir şekilde de olsa,Vietnam yılları işçilerin hem kendilerini hem de öğrencileri ezen savaşa karşı öğrencilerle birleştiğini gösteriyor. Önce gelen öğrenciler olmuştu. Çoğu öğrencinin geçinmek ve bir aile beslemek zorunda olmadığı ve hayatlarının genel düşüncelere dair heyecanların teşvik edildiği bir dönemde bulundukları göz önünde bulundurulursa bu anlaşılabilirdir. Ne ki, mevcut protesto,ancak işçi sınıfının katıldığı zaman savaşı durdurabilecek düzeye gelmişti.
Polonyalı Dayanışması
Polonyalı Dayanışması deneyimi, Singer modelinin yalnızca öğrenci ve entelektüellerin önce harekete geçtiği durumlarda geçerli olduğunun düşünülmemesi gerektiğini açıklığa kavuşturuyor. Bu model, değişime uğramış bir biçimde, birkaç protesto dalgasından sonra, Kim önce harekete geçti? sorusunun yersiz hale geldiği ama öğrenci ve entelektüellerin ayrı bir kimlik zemininde var oldukları durumlara da uyarlanabilir.
Tarihçi Roman Laba 1970-1972 arasında Polonyalı işçilerin öncelikle fabrika komitelerini ve sonra da entelektüellerden önemli bir yardım almadan bölgesel fabrikalararası komiteleri kurmada ilk adımı attıklarını öne sürüyor. Tarihçi Lawrence Goodwyn de, 1980 yılında Gdansk tersanelerinde Dayanışma patlak verdiğinde yardım için Varşova’dan gelen entelektüellerin “Lenin Tersanesi’ndeki sahneleri nasıl yorumlayacaklarını bilemediklerini” ve uygunsuz bir şekilde işçilerin taleplerini yumuşatmaya çalıştıklarını ekliyor.
Bütün bunları böyle olduğunu varsayın.Lawrence Goodwyn’in anladığı şekliyle, Ağustos 1980’deki tersanedeki sahneyi, Mississippi’den gelen Afro-Amerikalıların Walter Reuther, Bayard Rustin, Roy Wilkins, Joseph Rauh ve diğer liderler tarafından desteklenen, kararlı bir nitelik taşıyan “buraya iki koltuk için gelmedik ” uzlaşısını reddetmiş oldukları Demokratik Parti’nin 1964 yılında Atlantic City, New Jersey’deki kongresine benzetebiliriz.
Singer modelinin asıl mesajı olduğu yerde duruyor. Öğrenciler ve entelektüeller kendilerince toplumsal bir güç olarak görülmelidirler. Yalnızca bir “örgütleyici” değildirler ve olmaya teşvik edilmemeliler (Lenin) ve katkılarının “kayda değer” olmadığının düşünülmemesi gerekir. (Luxemburg) Belli bir tarihsel durumda hangi taraf ilk adımı atarsa atsın, öğrenciler ve entelektüeller daha iyi bir dünya yaratmayı amaçlayan iki eşit elin bir tanesi olarak işçilerle yatay olarak ilişkilenmek zorundadırlar.
Sonuç
Kanımca, Singer modeli Kasım 1999’da Seattle’da başlayan küreselleşme karşıtı hareket aracılığıyla bir kez daha çarpıcı bir şekilde örneklenmiş oldu.
Seattle’da , 2001’in baharında Quebec’te ve bir kez daha 2001′ in yaz ortalarında Cenova’da öğrenci ve işçi sınıfı etkinlikleri benzer yolları izleyerek birbirlerine yaklaştılar. Amerika Birleşik Demir İşçileri ve Uluslararası Teamster (Kamyon Şoförleri) Kardeşliği gibi sendikaların üyelerini Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı yapılan gösterilere katılmaya cesaretlendirmede gösterdikleri çabalar romantikleştirildi. Bu çabalar, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” ruhuna sahip olan bir enternasyonalizm değildi. Demir İşçileri, Brezilya’da,Kore’de ya da başka bir yerde bulunan demir işçilerine ne olduğuna bakmaksızın, yalnızca ABD dışında üretilen demirin ülkeye girmemesine çalışmakla meşguldüler. Teamsterlar ise, o zamandan bu yana, Meksikalı kamyon şoförlerinin Rio Grande’den geçmelerini önlemek istiyorlardı, öyle ki Uluslararası Teamster Kardeşliği’nin başkanlığı için sözüm ona aşağı tabaka adaylardan olan Tom Leedham, görevdeki Jimmy Hoffa Jr.’ı Meksikalı şoförlerin ülke dışına çıkarılması konusunda elinden geleni yapmadığı konusunda eleştirmişti. Ulusal sendika da başka ülkelerdeki işçilerin refahı konusunda endişeli değildi. Bundan başka, bir keresinde AFL-CIO Seattle’da kendi yürüyüşünü ve mitingini düzenledi ve şehir merkezindeki polisle karşılaşmalarında aşağı tabakadan sendikacıları öğrencilere katılmaktan alıkoydu.
Quebec’teki
örnek de farklı değildi. Sendika liderleri, ” etrafı çevrilmiş” öğrenci göstericilere katılmak yerine, takipçilerini konuşmalar dinledikleri boş bir otoparka yönelttiler.
Bununla beraber, 1968’de Paris’te olduğu gibi Seattle’da, Quebec’te ve Cenova’daki birçok işçi, öğrencilerin nereye doğrulmuş olduğunu anladı ve sendika generallerinin kollarından kendilerini sıyırarak sendika liderlerinin talimatıyla belirlenen yürüyüş çizgisinden çıkıp doğrudan eylemde bulunan öğrencilere katıldı. “Teamsterlar ve su kaplumbağları nihayet beraber” sloganı bu yüzden tamamiyle boş bir slogan değildi Bu sözler, öğrenci göstericilerle birlikte hakiki bir dayanışmanın keşfini başarmış birçok aşağı tabakadan işçinin kişisel deneyimlerini betimliyordu. Quebec City’de, bir sendika görevlisinin oğlunun öldürüldüğü Cenova’da tekrarlandığı üzere, işleyiş açıktı.Bu olanlar, öğrenci hareketi ya da işçi hareketi değildi. Öğrencilerin ve işçilerin hareketiydi.
Küreselleşme karşıtı göstericilerin geçici sözcü konseyleri , burjuvazinin kurulmalarıyla beraber feodal toplumda bir iktidar tabanı elde ettiği kurumlardan ( loncalar, bankalar, şirketler ve özgür şehirler ) çok farklı. Ama yine de, eskisinin kabuğu içindeki yeni kapitalist toplumun bir parçası olan radikal Protestan cemaatlerden de o kadar farklı değiller.Dahası, ulusal sendikaların makul bir liderlik altında temel bir toplumsal değişikliği gerçekleştirebileceğini sanmak bizi tehlikeli bir biçimde yanlış yöne götürecekse de, yerel birlikler başka bir nitelik taşıyorlar.
1905’te Rusya’daki üniversitelerde olduğu gibi, yerel bir birliğin daha geniş bir hareketin bir buluşma noktası,karargahı olabildiği tarihsel anlar vardır. ABD Demir Homestead Fabrikası’ndaki Amerika Birleşik Demir İşçileri’nin 1397 no.lu Lokal’i, 1970’lerin sonlarından fabrikanın kapatıldığı tarih olan 1980 ortalarına dek, aşağı tabakadan işçilerin denetimi altındaydı. 1397 no.lu Lokal, Polonyalı Dayanışması’nın doruğa ulaştığı zaman, radikal bir Katolik kuruluş olan Thomas Merton Merkezi’nin doğrudan eylemler için verdiği yıllık ödülün “Polonya Halkına” takdim edilmesine ev sahipliği yaptı.Bu gecede “Daima Dayanışma” şarkısı söylendi, Polonyalı Şahin Korosu yer aldı, Pittsburg Polonyalı Kadınlar İttifakı’nın dansı sergilendi ve Swissvale yakınındaki bir fabrikanın baş işçi temsilcisi olan Charlie McCollester tarafından ödülün sunuşu gerçekleştirildi.
McCollester’ın belirttiği gibi, Polonyalı Dayanışması Polonya krizinin özünü, Dayanışma’nın Temmuz 1981 tarihli taslak programının “yönetilenler tarafından hiçbir denetime tabi tutulmayan yöneticiler sınıfı ” olarak adlandırdığı insanlara sınırsız hareket özgürlüğü tanıyan demokratik kurumların yok oluşu olarak belirledi. Acaba bu yalnızca Polonya’ya özgü bir sorun mudur? diye sordu McCollester. Hiç değil. “Youngstown, Ohio’daki büyük bir demir üretim merkezinin yıkılması, Mon Valley’imizdeki demir işlerinin ve diğer endüstriyel işlerin radikal bir biçimde azaltılması herhangi bir oylama yapılmaksızın ya da herhangi bir kamu kurumuna danışılmadan gerçekleştirildi .” Fabrikaların kapatılmasına karşı ortaya çıkan hareket, Polonyalı Dayanışması’nda olduğu gibi, kendini ekonomik demokrasi için çabalayan bir mücadele olarak tanımadıkça başarıya ulaşmak için hiçbir umudu olamazdı.
1968’deki Paris’ten “Gerçekçi ol , imkansızı iste ” sloganı miras kaldı. Bir kaç yıl önce, Seattle, Quebec ve Cenova imkansız görünürdü. Şu anda gerçekliğin alemi genişledi. Öğrenciler tipik olarak işçileri yönlendirmek ya da örgütlemek için değil kendi ihtiyaçlarını, vicdanlarını ve hayallerini ifade etmek için önce ve her ne olursa olsun bağımsız bir şekilde harekete geçerler. İşçiler de onlara katılırlar: Kanlı Pazar’da, işten sonra Budapeşte’nin merkezinde, Fransa’daki Nantes uçak fabrikalarında, Vietnam Savaşı’na direnirken, Polonya’nın Baltık sahilindeki bütün tersane şeridi boyunca…Ve Daniel Singer’ın doğru bir şekilde önerdiği üzere, hem öğrencilerin hem de işçilerin katılımından dolayı küresel Kuzey’in endüstriyel toplumlarında devrim bir kez daha mümkün görünüyor.
——————————————————————————–
*Bu makale, 2002 Daniel Singer Milenyum Ödülü’nün sahibidir. Monthly Review dergisinin 2003 Mart sayısında yayınlanmıştır.
** Staughton Lynd, Alice Lynd ile birlikte 1970’ler, 80’ler ve 90’lar boyunca taban işçi örgütlenmelerinde bulunmuş insanlarla yapılan mülakatların derlendiği The New Rank and File ( Cornell University Press, 2000) adlı kitabın editörlüğünü yapmıştır. (ç.n.) 24 Ekim 2004, Pazar
Sosyalizme Geçişte Öğrenciler ve İşçiler: Singer Modeli
Staughton Lynd 01.06.2003
Çeviren: Erkal Ünal