Sermaye sınıfının işi sadece işini (ekonomik faaliyetler) yapmak değildir. Onun işi kendi egemenliğini sürdürmeye yarayacak her şeyi kullanmak ve çıkarlarına aykırı olan her şeyi alt etmektir. Bu zamana kadar da sözlerini hep söylemişler, devlet politikasında belirleyici, yönlendirici olmuşlar, kapitalist sistem kervanını yürütmüşlerdir
Türkiye’de ulusal kurtuluş mücadelesi kendine özgü bir burjuva devrimidir. Saltanatın ve hilafetin yıkılması ve emperyalist devletler ile onların destekçilerinin ülke topraklarından sökülüp atılmasıyla yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin başlıca temel özellikleri laik, Batıcı, halkçı, milliyetçi eğilimlerdir. Cumhuriyet düzenini oturtmak ve geliştirmek için Atatürk öncülüğünde başlayan düzenlemeler tek parti döneminde de devlet ile özdeş konumda olan CHP döneminde sürdürülmüştür.
O dönemin sınıfsal yapısına baktığımızda tarım burjuvazisi ağırlıklı bir yapı ile karşılaşırız. II. Dünya Savaşı yıllarında tüccar sermayesinin gelişmesi, yeni savaş zenginlerinin ortaya çıkması, 1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi’nin yeni zenginler yaratması (daha çok gayrımüslimler üzerinde uygulanan bu vergi servet transferine yol açmıştır), bürokratların tüccarlaşması ticaret sermayesinin gelişmesine yol açmıştır. CHP içinde ayrılıp Demokrat Parti’yi (DP) kuranların sınıfsal yapısına baktığımızda dönemin temel sınıfsal yapısı görülebilir. Kuruculardan Adnan Menderes büyük toprak sahibidir. İş Bankası’nın kurucusu Celal Bayar ise ticari/finansal sermayeyi temsil eder. Tarım ve ticaret burjuvazisi DP’nin iktidara geldiği 1950’lere kadar hakimiyetini korumuştur. Bu yıllar sanayiye geçiş dönemi olarak nitelendirilebilir.
1950’lerden sonra devlet eliyle sanayi burjuvazisi yaratma yoluna gidilmiştir. Gerek devlet eliyle fabrika tesisi, gerekse banka sermayesinin gelişmesiyle sanayi alanında büyük gelişme görülür ve sanayi burjuvazisinin önü açılır. Devletin iktisadi yapısına ilişkin liberal ve devletçilik bağlamında değişik bakış açılarıyla dönemlendirmeler yapılmıştır. Hangi açıdan ifade edilirse edilsin bu dönemlerin tamamında burjuvaziye verilen devlet desteği başat öğe olmuştur.
İç ve dış koşulların zorlamasıyla 1946 yılında çok partili yaşama geçilmesi sonucunda işçi sınıfı yurttaş ve seçmen olarak görülmeye başlanmıştır. Gerek işçilerin mücadelesi gerekse Sovyet sosyalizminin etkisiyle sermayedarlarda ve devlette gelişen işçi sınıfı korkusu işçilere birtakım haklar verilmesinin önünü açmıştır. Bu dönemde sınıf uzlaşmasına dayanan korporatist düzen oturtulmaya çalışılmıştır. İşçi sınıfının düzeni değiştirme fikir ve eylemleri büyük baskılarla karşılaşmıştır. Cumhuriyet döneminden bu yana işçilerin örgütlenmesi engellenmeye çalışılmıştır. Sermaye örgütleri ise sürekli devlet desteğinden yararlanmışlardır. 1980 sonrası liberalleşme rüzgarlarının esmesi, Sovyet sosyalizminin çözülmesinin, ekonomik krize bağlı olarak refah devletinin gücünü yitirmesinin etkisiyle dünya genelinde sermayenin örgütlenmesi uluslar arası sermayenin dolaşımına uygun olarak yeni kuruluşlarla daha yaygın ve güçlü bir nitelik kazanmıştır.
Türkiye’deki sermaye örgütleri de bu gelişimden yararlanmışlar ve uluslararası sermaye ile eklemlenmede örgütlerinin gücünü kullanmışlardır. Ancak doğal olarak zaman zaman sermaye içi çelişkiler baş göstermiştir. Küçük ve Orta Boyutlu işletmeler (KOBİ) ile büyük sanayi arasında, ticaret sermayesi, sanayi sermayesi, tarım sermayesi arasında, Anadolu sermayesi, metropol sermayesi gibi kesimler arasındaki mücadeleler gerilimlere neden olmuştur. Hükümetlerin tavrı da öncelik verilen sermaye grupları ve konjonktürel durumlar ekseninde değişim göstermektedir. Ancak bütünsel olarak bakıldığında hükümetlerin (devlet olarak soyutlayalım) stratejisi genel olarak sermayenin desteklenmesi şeklindedir. Başta Fransa olmak üzere pek çok Batı ülkesinde halk ayaklanmaları ile iktidara gelen burjuvazi yukarıda belirttiğimiz gibi ülkemizde devlet eliyle iktidara gelmiş ve geliştirilmiştir. Bütün hukuki, kültürel, sosyal yapı da sermayenin gereksinimlerine göre şekillendirilmiştir. İşçi sınıfı ile birlikte feodal düzeni devirme mücadelesi veren burjuvazi iktidara geldikten sonra ilerici niteliğinden uzaklaşmıştır. Burjuvazinin bütün yörüngesini sermaye birikiminin geliştirilmesi belirlemiştir. Bir dönem kendisi için ayak bağı olan arkaik kültürel ürünler, burjuvazinin ihtiyaçlarına uygun hale geldiğinde düzenin korunması için kullanılan bir araç olagelmiştir.
Sermayenin varlığını kesintisiz bir biçimde sürdürmesi için işleyen bir hukuk düzeninin var olmasında, toplumsal hoşnutsuzlukların minimize edilmesinde elbet çıkarı vardır. Ama gerek dünyaya gerekse ülkemize baktığımızda sermayenin zaman zaman faşist eğilimlerle uzlaşı içinde olduğu, hukuk, laiklik, cumhuriyet değerlerinin korunması gibi kaygılarının olmadığı açıktır. Sermayenin devlet yönetimiyle karşıtlığı ve saldırganlığı ancak ya kendi savunduğu sermaye grubu üzerindeki olumsuz politikalar ya da genel olarak sermaye düzenini tehdit eden politik gelişmeler olduğunda gündeme gelebilir.
Sermaye sınıfının işi sadece işini (ekonomik faaliyetler) yapmak değildir. Onun işi kendi egemenliğini sürdürmeye yarayacak her şeyi kullanmak ve çıkarlarına aykırı olan her şeyi alt etmektir. Bu zamana kadar da sözlerini hep söylemişler, devlet politikasında belirleyici, yönlendirici olmuşlar, kapitalist sistem kervanını yürütmüşlerdir. Bu eğilim zaten onların işinin bir parçasıdır. Sermaye içi mücadelenin dışavurumu olarak gördüğüm bir sermaye grubunun sözcülerinin söylediklerinin devlet nezdinde aykırı görülmesi nedeniyle gözaltına alınmalarını elbette doğru bulmuyorum. Sermaye düzeninin sürmesi için baskıyı ve hegemonik gücünü artıran devlet sermayenin aktörlerinin bazılarına gözdağı vermesini sermaye içi savaşta devletin yerini göstermesi olarak görüyorum. Ayrıca kendi savunduğu düzenin öznelerinin bile bu muameleye maruz bırakılmasının devletin tahammül çizgisini gösterdiğini düşünüyorum.
Nihai kurtuluşu bu zavallı, tahrip edici, insanı ve doğayı aşağılayıcı kapitalist sistemin devrilmesinde görüyorum. Bu sadece işçi sınıfının kurtuluşu ve özgürlüğünü getirmeyecek, sermayedarları da esaretten (kâr güdüsü, sermaye birikimini büyütme ve rakipleri alt etme zorunluluğu, özetle para hırsı diyebilirim) kurtaracaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.