Tek Yol DEVRİM dergisinin 2025 Ocak-Şubat tarihli beşinci sayısı “Savaş sokağımızda! Halkın barikatlarını kuralım” manşetiyle çıktı. Dergi emperyalist kapitalist sistem içindeki siyasi, iktisadi ve ideolojik krizlere, krizlerin yansımalarına, halkların ve işçi sınıfının mücadele olanaklarına odaklanıyor
Tek Yol DEVRİM dergisinin 2025 Ocak-Şubat tarihli beşinci sayısı “Savaş sokağımızda! Halkın barikatlarını kuralım” manşetiyle çıktı. Dergi emperyalist kapitalist sistem içindeki siyasi, iktisadi ve ideolojik krizlere, krizlerin yansımalarına, halkların ve işçi sınıfının mücadele olanaklarına odaklanıyor.
Ukrayna ve Ortadoğu başta olmak üzere dünya genelindeki savaşların emperyalist sistem içindeki krizlerin bir yansıması olduğuna dikkat çekilirken, sistem içinde yeni bir hegemonya tesis edilene kadar savaşların süreceğine vurgu yapıldı.
AKP-MHP iktidarının Suriye’de yeni düzende etkili olabilmek ve ranttan pay kapabilmek; içeride ise sermaye programını pürüzsüz işletebilmek için “iç cephe” vurgusuyla tüm itirazlar karşısındaki baskıyı artırdığına dikkat çekiliyor. Halka ve işçi sınıfına yönelik topyekûn saldırı programı karşısında ortak bir direniş odağı ve mücadele çizgisi ihtiyacına dikkat çekilirken mevcut direnişler içinde bu çizginin nüvelerinin yer aldığı ifade ediliyor.
Dergide yer alan yazılar şöyle:
Derginin başyazısı şöyle:
Oligarşinin halkların isyanını bastırmak için hilenin ve zorun türlüsüne başvurduğu ancak isyanları geçici olarak bastırsa da daha büyüklerinin zeminini hazırladığı uzun erimli sınıf savaşlarının ortasındayız. Dünyada, bölgemizde, ülkemizde ve yaşam alanımızda hangi biçim altında karşımıza çıkarsa çıksın toplumsal-siyasal gelişmeler ancak ve ancak bu sınıf savaşlarının yansımaları olarak kavranabilir ve devrimci siyaset de bu kavrayışla somut pratik biçimler kazanabilir. Aksi, sürekli değişen bir gündem içinde anlık gelişmelere yanıt üretmeye çalışarak egemen sınıfların “yenilgi” ve “zafer” tespitlerinin gölgesinde etkisizleşmek, çözülmek ve sisteme eklemlenmek olacaktır.
2024, köklü değişimlerin eşiğinde diken üstünde duran Türkiye oligarşisinin yeni saldırı programı karşısında, sınıf eksenli, kitlesel, militan bir direniş çizgisinin gerekli ve mümkün olduğunu gösteren deneyim ve derslerle tamamlandı.
Türkiye işçi sınıfı, henüz devrimci öncü partisinden yoksun olsa da farklı kökenlere sahip toplumsal kesimleri birbirine yaklaştıran tepki ve talepleriyle, gerici-şoven iktidarların işçi sınıfını bölerek yönetmek için yaslandığı kimlik siyasetinin bariyerlerini aşıp ülkenin siyasi haritasını değiştiren bir toplumsal-politik olgu haline gelmiştir. Oligarşi de yeni halk isyanlarını müjdeleyen bu gelişmeyi görmekte, isyan bastırma rejimini emeğe ve halklara karşı savaş ekseninde güncellemektedir. Bu da devrimcilerin önüne işçi sınıfının kavga örgütünü kurma görevini, uzağımızda değil tam da sokağımızda yaşanan savaş karşısında halkın barikatlarını kurma görevini koymaktadır.
2023 seçimlerinde Erdoğan karşıtlarının birliği üzerine kurulan Altılı Masa’nın yenilgisi ile moral bir çöküş yaşayan muhalefet, Altılı Masa’nın dağıldığı ve CHP ile Kürt hareketinin kent uzlaşılarından ibaret bir seçim taktiğinin izlendiği Mart 2024 yerel seçimlerinde ise tam tersi bir manzarayla karşılaştı. İlk defa olmak üzere AKP birinci parti olmaktan çıktı. Bu sonuçta sağın çözülen unsurlarına da el uzatan seçim taktiklerinin önemi olmakla birlikte bizler açısından kritik olan kitlelerin oy davranışındaki değişime yansıyan toplumsal arayıştır.
Emekçiler karşısında tavizsiz bir sermaye programı uygulayan ve bunun gerektirdiği baskı politikaları ile toplumu kontrol altında tutmaya çalışan Saray iktidarı ve onun yerel uzantıları karşısında proleterleşmiş halk kesimlerinin sınıfsal tepkileri seçim haritasını değiştirmiştir. Daha önce gerici-şoven propagandayla işçi sınıfı kitleleri arasına örülen kimlik bariyerlerinin eskisi kadar iş görmediğini göstermiştir. Mülksüzleştirme, yoksullaştırma ve güvencesizleştirme biçiminde gelişen proleterleşme süreci, etnik-mezhepsel-yerel kimlikler ekseninde bölünmüş parçalı toplumsal yapıyı sınıf kimliğinde birbirine yaklaştırmaktadır. Proleterleşme, kentlileşme ve sınıfsal ayrışma, farklı kimliklerden halk kesimleri arasındaki etkileşimi çoğaltmakta, dinci gerici ve milliyetçi şoven bariyerlerin aşınması, işçi sınıfının Kürt sorunu ve laiklik konusunda daha ileri bir toplumsal potansiyele işaret etmesini beraberinde getirmektedir. Muhafazakar kimliğiyle bilinen kentlerde Alevi, Kürt, kadın adaylar şaşırtıcı başarılar elde etmiştir. İslamcı burjuvazinin Filistin konusundaki geleneksel ikiyüzlülüğü ilk defa olmak seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde sorun haline gelmiştir. İslamcı burjuvaziye ve sermayeleşen cemaatlere yönelik eleştiri, geleneksel olarak sağ siyasetin etkisi altında olan yoksul halk kesimlerinin sınıfsal tepkisi ile buluşmaktadır.
Yerel seçimlerden bir ay sonra yaşanan 1 Mayıs, geleneksel emek örgütlerinin de CHP’den farksız olarak, Türkiye işçi sınıfını temsil yeteneğinden uzak olduğunu gösterdi. DİSK Genel Merkezi hem öncesi ve sonrası ile 1 Mayıs sürecinde, diğer emek örgütleri ve sosyalistlerle arasına mesafe koydu. DİSK yönetimi, işçi sınıfının tepkilerini sisteme eklemlemeye aday bir iktidar alternatifi olarak arzı endam eden CHP’nin yönelimine uygun bir hiza alırken, hem toplumsal muhalefet hem de konfederasyon içinde devrimci çizgiyi temsil edenlerle köprüleri bütünüyle attı. Bu tutum sonbaharda da sürdürüldü ve asgari ücret ile bütçe görüşmeleri sürecinde yükselen toplumsal hoşnutsuzluğu sokağa taşımaya yönelik bir çaba gösterilmedi. Toplumsal muhalefetin birleştirici merkezi olma iddiasından peyderpey vazgeçen DİSK-KESK-TMMOB-TTB’den oluşan dörtlü inisiyatif de artık bu misyonla var olmadığını sessizce beyan etmiş oldu.
İşçi sınıfı nicel ve nitel olarak gelişir ve sınıf savaşları sertleşirken mesele geleneksel örgütlerin nasıl ıslah edileceği değil, günün sınıf savaşlarının gerektirdiği bir devrimci inisiyatif merkezinin nasıl yaratılacağıdır. Bu da devrimcilerin kendi önlerine koyduğu “devrimci siyasetin yeniden inşası” görevinin bir parçasıdır.
Egemenler, sınıf savaşlarının dünyayı büyük bir yeniden şekillenişin eşiğine getirdiğini görmekte, işçi sınıfının ve toplumsal müttefiklerinin yıkıcı ve yaratıcı potansiyelini ciddiye almakta, isyan bastırma rejimlerini buna göre yeniden yapılandırmaktadır.
AKP-MHP ittifakı, yerel seçim yenilgisinin ardından adım adım tırmanan bir telaş hali göstermiş, nihayet bu telaş önce Tayyip Erdoğan’ın İsrail tehdidine karşı “iç cephe” çağrısına sonra da Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı, silahsızlanma çağrısı yapmak üzere TBMM’ye davet etmesine uzanmıştı. Türkiye’nin de dahliyle Suriye’de Esad yönetiminin çöküşü ve HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesi ile bu telaşın temel bir kaynağı anlaşılmış olsa da fetihçi hamasetle perdelenmeye çalışılan çelişki ve çatışmalar orta yerde durmaktadır.
İktidarı sarsıcı hamlelere zorlayan iki güncel durum söz konusudur: Birincisi, Ortadoğu’da 7 Ekim 2023’te bir Filistin-İsrail çatışması olarak başlayıp, giderek yayılan ve NATO/İsrail ekseni ile İran liderliğindeki Direniş Ekseni arasında yaşanan yeni savaş halidir. Filistin’den Lübnan’a, sonra da Suriye’ye uzanan bu savaş henüz sonuçlanmamıştır ve oligarşi açısından bir sorun bir de fırsat açığa çıkarmıştır: Sorun, Ortadoğu’nun haritası yeniden şekillenirken, PKK liderliğindeki Kürtlerin bir statü elde edebilecek olmasıdır. Fırsat ise bu çatışmada bir NATO üyesi olarak ABD emperyalizminin beklentileri doğrultusunda inisiyatif alıp bir bölge gücü haline gelme olasılığıdır. İkincisi ise AKP’yi birinci parti olmaktan çıkaran ve mevcut ekonomi politikaları nedeniyle giderek büyüyen sınıf temelli toplumsal hoşnutsuzluktur.
İktidar Ortadoğu’da emperyalist çıkarlar adına rol alarak hem Kürtlerin statü elde etmesini engellemek hem sermayenin bu yeni sömürge pazarından pay kapmasını sağlamak hem de kendi eliyle büyüttüğü savaş tehdidini göstererek “iç cephe” söylemiyle, parçalı sağdan ana muhalefet partisi CHP’ye, işçi sınıfından Kürtlere bütün muarızlarını düzene eklemlemek istemektedir. Ne var ki, cihatçıların Şam’a girmesinin ardından gelişen hamasi söylemle perdelemek istese de diken üstündedir ve kararsızdır. Sisteme eklemlenmeye çağırdığı Kürtleri sınır ötesinde savaş, içeride de tutuklama ve kayyumlarla hedef alarak uzlaşmacı eğilimleri baltalamakta, ezilen sınıf ve cinsiyet dinamiği kuvvetli olan Kürt toplumsallığını direnişe zorlamaktadır.
Kürt hareketi tüm olumsuz deneyim ve göstergelere rağmen diyalog imkânını değerlendirmek isteyecek, bu süreçte uzlaşmacı, pragmatik ve reel politiker eğilimler de yer yer güç kazanacaktır. Ancak son tahlilde belirleyici olan, güçlü bir proleter ve kadın dinamiği olan bir ezilen halk gerçekliği üzerinde yükselen Kürt hareketi ile oligarşi arasındaki somut çelişki ve çatışmalardır. Devrimciler bu somut çelişki ve çatışma zemininde, Kürt halkının eşitlik, özgürlük, barış taleplerinin yanında, emperyalizmin, oligarşinin ve faşizmin karşısındadır. Bunu da ilkesel doğruları dile getirmekle ya da basit destek ya da karşıtlık pozisyonları tanımlayarak değil, toplumsal mücadelelerin içerisinde göstereceklerdir.
İktidar, eskisine göre daha çok muhalefete ve sola meyleden işçi sınıfının rızasını almaya yönelik hamleler yapmak yerine, uluslararası sermayeye verdiği sözlere sıkı sıkıya sadık kalmakta, asgari ücret belirleme sürecinde görüldüğü gibi ücretleri enflasyon karşısında eritip emeklileri de sefalete itmektedir. Bu koşullarda emperyalizme, faşizme ve kapitalizme karşı halkların kurtuluşunu, özgürlüğünü ve toplumsal eşitliği savunurken bunu sözde kalan bir ilkesel tutum olmaktan çıkarıp somut pratik bir devrimci siyasete tercüme etmek için, savaş, Türkiye’nin iç savaşına, sınıf savaşlarına tercüme edilebilmelidir. Devrimci siyaset, kendi yeniden inşasını bu savaşta ezilenlerin safını örgütlemenin gerekleri doğrultusunda kurgulayabilmelidir. Mesele, bütün muhalefeti, hakkını arayan işçiyi, eğitim hakkını savunan öğretmeni, ormanını savunan köylüyü, insanca bir yaşam hakkını isteyen depremzedeyi, hayatını savunan kadını, geleceğini savunan gençliği düşman ilan edebilen iktidara karşı halkın emek, hak, yaşam ve özgürlük mücadelelerini yükseltebilmektir.
Düzen muhalefetinden gelen normalleşme çabalarına ya da iktidarın “çözüm süreci” imalarına rağmen siyasette oyunun kuralları savaşa göre belirlenmektedir. İktidar her düzeyde şiddeti genelleştirmektedir ve her etkili kitle mücadelesi bu şiddet karşısında fikri, kadroları, araçları ve yöntemleri ile birlikte özsavunmasını da oluşturmakla yükümlüdür.
Savaş sokağımızdadır ve etkili gerçek bir anti-emperyalist, enternasyonalist, anti-kapitalist ve anti-faşist mücadele çizgisi sokağımızdaki savaş karşısında halkın barikatlarını kurmakla mümkündür. Sermaye saldırıları karşısında yürüyen parçalı emek, hak ve yaşam mücadelelerini “Hakkımı Ver” sloganıyla Ankara’da ortak, kitlesel ve militan bir eylemde buluşturan 15 Aralık buluşması bugünün koşullarında sınıf eksenli, kitlesel, militan bir direniş çizgisinin mümkün olduğunu göstermesi bakımından simgesel önemi büyük, mütevazı bir adım olmuştur. Bugün halkın ihtiyacı, ezilenlerin muazzam hoşnutsuzluk ve öfkesine rağmen, geleneksel muhalefet örgütlerini paralize etmeyi başarabilen Erdoğan iktidarı karşısında emeğimiz, haklarımız ve özgürlüklerimiz için kavga edebilmektir. Halkın ihtiyacı bugünün kavga örgütlerinin ve onları seferber edecek devrimci inisiyatif merkezinin yaratılmasıdır. Bu kavga yoksullaştırmaya, düşük ücretlere, kent ve doğa yağmasına, deprem bölgesinde halkın kaderine terk edilmesine, kadın düşmanlığına, gençlik üzerindeki geleceksizleştirmeye ve baskılara, gerici-faşist saldırganlığa karşı hoşnutsuzluğun devrimci irade ve girişkenlikle buluştuğu her yerde örgütlenebilir.
Devrimciler sınıfsal çelişkilerin şiddetlenip toplumsal hoşnutsuzluğun yükseldiği, isyan bastırma rejiminin yeni savaş düzenine adapte olduğu önümüzdeki süreçte halkın haklarını savunmak, halkı savunmasız bırakmamak için sınıf eksenli, kitlesel, militan bir direniş çizgisi üzerine halkın barikatlarını kurmaya, kavga örgütlerini yaratmaya odaklanacaktır.