Vezir Muhammed Nourtani davası, hem Zonguldak için hem de Türkiye için emsal niteliğinde olacak bir dava. Ama kadın cinayetlerinde, göçmen cinayetlerinde birçok davada dayanışmayı örüp adliye önünde olmazsak ve seyrine bırakırsak, adaletin gelmeyeceğini deneyimledik
Birçok kimse keyiften başka bir şehre; özellikle de başka bir ülkeye göç etmez, etmiyor da. Bu göçler genelde daha iyi bir hayat yaşama umuduyla oluyor. Türkiye ise, savaş olan Ortadoğu ülkelerinden kaçıp Avrupa ülkelerine göç etmek isteyen göçmen ve mülteciler için bir köprü görevinde yer alıyor. Fakat AKP iktidarı; başka bir ülkeden başka bir ülkeye gelen birini koruması gerekirken, nitelikli yaşam haklarını vermesi gerekirken; sermayenin çıkarları doğrultusunda ucuz işgücü olarak mültecileri kullanmaktan geri adım atmıyor.
Ülkemizdeki sermayedarların; AKP-MHP ittifakı ile ya bağlantıları oluyor ya bizzat üyeleri oluyor ya da yöneticileri oluyor. Son bir senedir olan işçi grevlerinde patronların kim olduğu, bu ittifakı açıkça gözler önüne seriyor. Bu sermayedarlar çalışma izni verilmeyen mültecileri güvencesiz, çok düşük ücret karşılığında ve şiddetin birçok türüne maruz bırakarak çalışmak zorunda bırakıyorlar.
Tam bir sene önce; yani 10 Kasım 2023’te Zonguldak Kırat Mahallesi‘ndeki bir ormanlık alanda üzerine benzin dökülmüş vaziyette yanmış cesedi bulunan Afgan maden işçisi Vezir Muhammed Nourtani de kaçak bir ocakta güvencesiz ve çok düşük ücretle çalışan bir işçiydi. Nourtani’nin eşi Kamer Gül Maliki Nourtani’nin anlatımından Zonguldak’a gelen mültecilerin Göç İdaresi’nden aylık kişi 200 TL aldıklarını ve çalışma izni alamadıklarını öğreniyoruz. Bu parayla geçinmeleri de imkansız olduğu için kaçak ocaklarda çalışmak zorunda kalıyorlar.
Nourtani’nin çalıştığı maden ocağının sahiplerinden biri eski MHP Gelik Belde Başkanı Hakan Körnoş. Körnöş’le birlikte madenin bir diğer sahibi Enver Gideroğlu ve Körnoş’ün kuzeni Ahmet Aydın’ın tutuklandığı, diğer üç sanığın adli kontrolle serbest kaldığı dava 29 Mayıs 2024’te Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. İkinci duruşması 8 Temmuz 2024’te, üçüncü duruşması ise 18 Eylül 2024’te görüldü. Takip ettiğim ve sona yaklaşılan bu davaya dair değerlendirmemi yazmak istedim.
29 Mayıs’ta Zonguldak Adliyesi önünde yapılan açıklamada, sanık yakınları provokatif bir tutum sergiledi. Duruşma salonuna alınacak kişilere sınırlama getirildi ve kalabalık bir grup, dayanışma gösterenlere tehditler savurdu. Duruşma 12 saat sürdü; sanıklar suçları birbirine attı. Tabii mahkeme heyeti de aynı soruyu beş kez soruyordu.
Sanık ve tanık anlatımlarından olay örgüsü de oluşmaya başladı. Nourtani ocakta fenalaşınca Hakan Körnüş , Enver Gideroğlu ve Ahmet Aydın , onu hastaneye götürmek yerine bagaja koyup alkol alarak dolaşmış. Körnüş, Aydın’a “Yakmasak mı dayıoğlu?” demiş. Yani bir insan hayatı, faşistlerin bu kadar rahat konuşmasına kalmış. Daha sonra Gideroğlu’nun Nourtani’den 20000 dolar karşılığında böbrek istediği ortaya çıktı. Zaten ilk raporda sol böbreğinin olmadığı tespiti de vardı. Bu süreçte Nourtani’den bahsederken sürekli aşağılayıcı bir tonda “Afgan” kelimesini kullanıyorlardı.
Duruşmadan sonra sosyal yardımları Valilik tarafından kesilen Nourtani ailesine yardımların tekrar verilmesi ve bu durumun havuz medyası tarafından yayınlanması ; devletin verdiği yardımda bile ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösterdi.
8 Temmuz’da görülen ikinci duruşmada benzin istasyonunda çalışanlar tanık olarak dinlendi. Tanıklar da o kadar çelişkili ifadeler verdi ki, tanıkların büyük bir ihtimalle sanık yakınları tarafından tehdit edildiği anlaşılıyordu. Ve ailenin avukatının birçok beyanı o duruşmada tutanağa geçmemişti. Zaten duruşmanın olduğu zamanlarda Kayseri’de yaşanan ırkçı saldırının etkileri ile mültecilere yönelik linç örgütleniyordu. Ama her şeye rağmen, davada dayanışmayı da görüyorduk.
Üçüncü duruşmaya az bir süre kala, Nourtani ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker’in talebi üzerine dosyayı inceleyen Koç Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Coşkun Yorulmaz ve ekibinin, bilimsel mütalaa raporu hazırladığı haberlere çıktı. Rapora göre de diri diri yakılma ihtimalinin yüksek olduğu ifade ediliyordu. Bu rapordan sonra avukatın verdiği bir demeçte suçun niteliğinin değişebileceği ve “canavarca hisle kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmaları için ellerinden geleni yapacaklarını ifade ediyordu.
Üçüncü duruşma öncesinde ise Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı bir basın açıklaması yaptı, daha sonra duruşma salonuna geçtiğimizde ise dayanışma için gelenlere, sanık aileleri tehditvari bir üslupla “Basın ve aileler haricince kimse girmesin” diyerek engelemek istedi. İki duruşmadır vareste bile olmayan Sercan Kayabaş duruşmaya yine gelmedi. Nourtani ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker tutuklanması için mahkeme heyetine talepte bulundu fakat reddedildi. Bu duruşmada Göç İzleme Derneği avukatı Ömer Taş da Nourtani ailesinin tarafında duruşmaya katıldı. Sanık avukatları; Göç İzleme Derneği’nin Nourtani ailesinin avukatı olarak katılmasından rahatsız olmuşlar ki; her avukat savunmasında GÖÇİZDER’in katılma talebini reddedilmesini istedi. Hatta bir sanık avukatı “Duygusal davranmayalım” şeklinde bir savunma yaptı. Diri diri yakılarak öldürülen bir insan için neden duygusal olmayalım?
Kadın ve göçmen cinayetlerindeki cezasızlık politikaları sayesinde birçok kadın ve göçmen sokakta dolaşmaktan, kamusal alana girmekten korkuyor uzun yıllardır. Tutuklu sanıkların hepsi tahliye talep ederken; ailelerini, çocuklarını öne sürdü. Çocuklarının ikisi engelli olan Nourtani’nin ailesinin durumuna dair söz eden yoktu.
Duruşma bittikten sonra; Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, adliye önünde tekrar bir açıklama yaptı. İlk duruşmada provokasyon girişiminde bulunan yine “görev başındaydı”. “Narin için eylem yaptınız mı?”, ”Bu pankart suç!”, ”Herkes suçu ispatlanana kadar masumdur!” diyerek dayanışma için gelenlere saldırmak istedi. Bir diğer sanık yakını da “Biz onlara ekmek verdik” diyerek provokasyona dahil oldu. Avukat Kerim Bahadır Şeker alana gelerek, “Yakarak mı veriyorsunuz ekmeği ?” diye sordu. Bu soru önemli. Sadece bir sanık yakınına sorulan bir soru değildi. Çünkü patronların sömürdükleri emeğin adaleti için ,sermaye sınıfının konforu için bir canı hiçe sayan bu sisteme karşı sorulan bir soruydu.
Vezir Muhammed Nourtani davası, hem Zonguldak için hem de Türkiye için emsal niteliğinde olacak bir dava. Ama kadın cinayetlerinde, göçmen cinayetlerinde birçok davada dayanışmayı örüp adliye önünde olmazsak ve seyrine bırakırsak, adaletin gelmeyeceğini deneyimledik. Meydanlarda söylediğimiz bir meşhur söz var: ”Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız!” Bu sözün ne kadar önemli olduğunu ve olacağını bu davada görüyorum. Hak mücadelesi yürüten sosyalistlere ve feministlere bir çağrım olsun, vereceğimiz hak mücadelesinde net bir göçmen kapsayıcı bir mücadele hattını örmeliyiz ki biz bu meşhur sözümüzü bir kez daha gerçek kılabilelim.
Nourtani’nin ölümünden tam bir sene geçti, bir senedir ailesinin adalet mücadelesi devam ediyor. Yazımı bitirirken ise bir çağrım daha olsun: 20 Aralık saat 14:00’te Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada kararın açıklanması bekleniyor. Duruşmaya hep beraber katılalım. Çünkü kurtuluşumuz hep beraber olacak. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.