Hazır veriler de ortaya çıkmışken ‘kadınları nasıl daha fazla çocuk doğurmaya teşvik ederiz’in arayışına girdiler. Sahnenin önünde AKP, arkasında sermaye kolları sıvamış gözüküyor
TÜİK, 15 Mayıs’ta ülkemizdeki doğum verilerini paylaştı. Bu verilere göre 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı, 2023 yılında 1,51’e düştü. Bir ülkede nüfusun azalma eğilimine girme eşiği ise 2,1. Türkiye’de doğurganlık hızı 2016’dan bu yana bu eşiğin altında seyrediyor.
Ekonomik krizden çıkamadığımız, tarımın hızla çözüldüğü ve kentli yaşamın ağır bastığı koşullarda ortaya çıkan bu veriler, sanırım benim gibi çoğumuzu da şaşırtmadı. Hükümet yetkilileri nerede yaşıyor bilmiyorum ama oldukça “şaşırmış” görünüyorlar. Fırsat bu fırsat; muhafazakâr duruşlarına, kadına bakışlarına uygun bir şekilde, hazır veriler de ortaya çıkmışken ‘kadınları nasıl daha fazla çocuk doğurmaya teşvik ederiz’in arayışına girdiler.
Bunun sadece AKP hükümetinin derdi olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Doğurganlık hızının düşmesi, sermaye için de bir krizin habercisi. Sermayenin bir süredir alarmda olduğunu, özellikle nitelikli işgücünü ortaya çıkarma derdinde olduğunu biliyoruz. Öyle ki MESEM projesinden tutun da okulların fabrikalara taşımasına kadar çocuk işçiliğini meşrulaştıran uygulamaları hükümetle birlikte hayata geçiriyorlar. Şimdi bu kriz haline bir de doğum hızının düştüğü haberi eklendi.
Sahnenin önünde AKP, arkasında sermaye kolları sıvamış gözüküyor. Önümüzdeki günlerde bir çalıştayın düzenleneceği, konunun tarafları/uzmanları ile görüşüleceği de basına yansıdı. Ne diyelim kolay gelsin!
Ama bu “sorunu” çözmek öyle kolay değil.
AKP’nin iktidara geldiği günden itibaren, bizzat Cumhurbaşkanının sürekli gündemde tuttuğu “üç, beş ya da çok çocuk yapın” söylemlerinin işe yaramadığını görüyoruz. Bu söylemin kadınlarda bir karşılığının olmadığını, “2001 yılından bu yana doğurganlık hızında artış kaydedilen bir yıl yok” diyen TÜİK verilerinden anlıyoruz.
Lafı uzatmadan söyleyeyim; sadece kadınlar üzerinden üreteceğiniz hiçbir çözüm işe yaramayacak. Kamuoyuna yansıyan önerilerden gördüğümüz kadarıyla, özellikle doğum izninin sadece kadınların kullanımı üzerinden uzatılması riskli bir uygulama olacak ve kadınların istihdamlarının önünde engel teşkil edebilecek. Bu durumda kadınlar yine doğurmamayı tercih edecek. Kadınların çalışma yaşamından çıkmasına ya da çalışma yaşamına girmesine engel olacak olan, benzer şekilde bakım işini kadının omuzlarına yıkan her uygulama geri teper. Çünkü kadınlar sıkıştırıldıkları özel alandan kamusal alana çıkmak, bir gelir elde etmek, kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olmak, kendi kararlarını kendileri vermek için yıllardır mücadele ediyor. Bu konuda çok önemli bir yol da kat ettik. Bundan geri dönüş yok.
İktidarın bu yaklaşımı, doğum meselesini tek parametre olarak değerlendirmenin, kadınları kuluçka makinesi gibi görmenin bir ürünü. Ama neyse ki kadınlar çok daha ileride; meselenin sadece doğurmak olmadığını, çocuklara sağlıklı bir yaşam ve iyi bir eğitim sunmanın bu ülkede giderek zorlaştığını görüyorlar. Çocuğuna her gün yeterli gıda sağlama konusunda sıkıntı çeken, kreş yokluğu nedeniyle zorlanan, paralı olduğu için nitelikli bir eğitime ulaşamayacağını bilen, çocuğunun hasbelkader okusa bile insan onuruna yakışır bir iş garantisinin olmayacağının, yaşlandığında bakıma muhtaç kalabileceğinin farkında olan kadınlar doğum fikrinden uzaklaşıyor.
Diğer bir konu da şu: Doğum meselesinin ekonomik refah kadar demokrasi ve özgürlüklerle de yakından ilgisi var. Hiçbir güvencenizin olmadığını bildiğiniz bir ülkede bebek dünyaya getirme fikri, birçok kadına uzak geliyor. Bu duygu da o kadar insani ve vicdani ki… Yani, kendinizi güvende hissetmediğiniz bir ülkeye yeni bir canlı getirmek birçok kadına mantıklı gelmiyor. İşte tam da bu nedenle bu mesele teşvik ile çözülecek kadar basit bir mesele değil, daha köklü bir değişime ihtiyaç var.
Doğum yapma ya da yapmamanın kadının en temel hakkı olduğundan yola çıkarak, çocuk sahibi olmak isteyenlerin önündeki engelleri kaldırmak ve onları desteklemek en akılcı yol olacak. Bunu yaparken de öncelikle bakım işindeki eşitsizlikleri giderecek, kadınların istihdamdaki varlıklarını koruyacak politikalar geliştirilmeli, evden çalışma başta olmak üzere esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerini yaygınlaştırmak yerine düzenli ve güvenceli istihdamın sağlanması hedeflenmelidir. Çocuk bakım işinde devlet, işveren, eş herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesini sağlayacak yapısal bir dönüşüm gerçekleştirilmelidir.
Doğum izinleri ve doğum sonrası bakım işi anne ve baba arasında paylaştırılmalı, bunun için ebeveyn izinleri hayata geçirilmelidir. Hamilelik sırasında ve sonrasında anne ve çocuk sağlığı hizmetlerine erişim kolaylaştırılmalı ve bu hizmetlerin ücretsiz olması sağlanmalıdır. Nitelikli ücretsiz kreşler hızla yaygınlaştırılmalı, çalışma yaşamındaki kreş uygulamasında kadın ve erkek ayrımı ortadan kaldırılmalı, emzirme odası için sayı kriteri uygulanmamalıdır. Babasız çocuk yetiştiren annelere bakım desteği/vergi indirimleri sağlanmalıdır. Her çocuğun ihtiyacı olan gıdaya erişimi ücretsiz olmalıdır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin temel insan hakkı olduğundan hareketle bu hizmetlerin ücretsiz ve nitelikli olması sağlanmalıdır.
Dahası, doğum yapmanın kadınların çalışma yaşamı boyunca kariyerlerinde, gelirlerinde ve emeklilikte dezavantajlı bir durum olmasının önüne geçilmelidir.
Sosyal ve hukuk devleti ayarlarına dönülmelidir. İnsan onuruna yakışır işler yaratılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, tüm politikaların temeli haline getirilmelidir. Hazır kolları sıvamışken, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 183 Sayılı Anneliğin Korunması, 156 Sayılı Aile Sorumlulukları olan Kadın ve Erkek İşçilere Eşit Davranılması ve Eşit Fırsatlar Tanınması adlı sözleşmeleri de onaylanmalıdır.
Benden hatırlatması; kadınların patriyarkaya ve içinde her türlü eşitsizliğin, şiddetin olduğu aileye karşı mücadelesi devam ediyor. Bedenleri hakkında karar vermek de bu mücadelenin en önemli parçası. Bu süreçte kadınların kürtaj hakkını kullanımının daha fazla aşındırılması veya engellenmesi ya da doğum kontrol yöntemlerinin kısıtlanmasını aklınızdan bile geçirmeyin.
23 yıllık AKP iktidarının kadın karnesi zayıflarla dolu; çünkü “fıtratlarında” kadını eşit, haklarıyla var olan bir birey olarak görmek yok. Biz şimdiden uyarılarımızı yapalım ve hep birlikte izleyelim bakalım, bu “doğurganlık hızı düştü” söyleminden biz kadınların karşısına nasıl eşitsizlikler ve hak kayıpları çıkaracaklar. Öyle ki mücadele başlıklarımıza bir yenisi eklenecek gibi görünüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.