Neden hem üniversiteler hem de hükümet soykırımı protesto edenlere karşı neredeyse sıfır tolerans gösterdi? Birincisi, üniversitelere büyük paralar bağışlayan pek çok hayırseverin bizzat Siyonist olması ve İsrail devletiyle derin bağları bulunması
Amerika’nın üniversiteleri yanıyor. Gazze’deki şiddete ve ABD üniversitelerinin bu şiddet olaylarındaki suç ortaklığına karşı başlatılan protesto hareketi, Amerika’nın 50 eyaletinin 45’inde üniversite kampüslerinde kurulan kamplarla tüm ülkeyi sardı. Baskılar gecikmedi; binlerce öğrenci tutuklandı, suçlandı, para cezasına çarptırıldı, diplomaları ellerinden alındı ve hatta sınır dışı edildi. Kurumsal medyanın “Kent State 2.0”[1] talebinin ortasında, adalet için mücadele edenleri korkutup susturmak amacıyla ülkenin dört bir yanına çevik kuvvet polisleri, zırhlı araçlar ve keskin nişancılar konuşlandırıldı.
Yabancı bir gücün eylemlerine karşı yapılan son derece barışçıl gösteriler neden bu kadar sert bir tepkiyle karşılaştı? MintPress News tarafından yapılan bir araştırma, aynı seçkin kurumların İsrail devletiyle derin mali ve ideolojik bağları olduğunu, öğrenci hareketini bastırmak için harekete geçmelerini talep eden İsrail yanlısı milyarderler tarafından finanse edildiğini, kısmen İsrail hükümeti tarafından finanse edildiğini ve Washington’un protestolara müsamaha gösterilmemesi gerektiğini açıkça belirttiği bir ortamda var olduklarını ortaya koyuyor.
Hareket 17 Nisan’da mütevazı bir Gazze dayanışma kampının kurulduğu Columbia Üniversitesi’nde başladı. Protestocular üniversite yetkilileri tarafından hoş karşılanmayı beklemiyordu ancak üniversite Rektörü Minouche Shafik’in derhal New York Polis Departmanı’nı (NYPD) çağırmasıyla şok oldular. Üniversite, 1968’de Vietnam Savaşı’na karşı yapılan ünlü eylemlerden bu yana ilk kez polisin kampüsteki muhalefeti bastırmasına izin vermişti.
Shafik’in bu kararı almasında, birçoğunun İsrail devleti ve ordusuyla derin bağlantıları olan üniversitenin önde gelen bağışçıları tarafından kendisine yapılan büyük baskının etkili olduğuna şüphe yok.
Örneğin milyarder iş insanı ve spor yöneticisi Robert Kraft, protestoları yeterince etkili bir şekilde bastıramadığı gerekçesiyle üniversiteye yaptığı yüklü yardımı kestiğini kamuoyuna duyurdu. Columbia’nın Yahudi öğrencilerini korumadığını iddia eden Kraft yaptığı açıklamada, “Kampüste ve ülkemiz genelinde artmaya devam eden nefretten derin üzüntü duyuyorum” dedi.
Kraft’a göre dönüm noktası, Columbia’da İsrailli-Amerikalı bir akademisyen olan Shai Davidai’nin kampüse giriş izninin iptal edildiğini iddia ederek yaptığı reklam çalışması oldu. Davidai daha önce öğrenci protestocuları “Naziler” ve “teröristler” olarak adlandırmış ve kampa Ulusal Muhafızların gönderilmesi çağrısında bulunmuş, bunu yaparken de Kent State Üniversitesi Katliamı’na üstü kapalı bir gönderme yapmıştı.
Columbia’nın en önemli bağışçılarından biri olan Kraft, kuruma Kraft Yahudi Öğrenci Yaşamı Merkezi‘ni finanse etmek için 3 milyon dolar da dahil olmak üzere milyonlarca dolar bağışta bulundu.
İsrail’le de derin bağları olan Kraft, ülkeyi 100’den fazla kez ziyaret etmiş ve arkadaşı Başbakan Benjamin Netanyahu ile özel bir öğle yemeği yemiş, Netanyahu da “İsrail’in Robert Kraft’tan daha sadık bir dostu yok” demiştir.
Netanyahu haklı. Kraft, Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC), İsrail Projesi (The Israel Project) ve StandWithUs gibi gruplara milyonlarca bağışta bulunmasıyla İsrail lobisinin başlıca hayırseverlerinden biridir. İsrail politikasını eleştirenleri Yahudi karşıtı ırkçılıkla suçlayan kendisine ait Antisemitizmle Mücadele Vakfı’na 100 milyon dolarlık devasa bir bağışta bulundu. Ayrıca ilerici, savaş karşıtı rakiplerine karşı yarışan bir dizi İsrail yanlısı politikacıyı da finanse etti. Yakın tarihli bir MintPress News araştırması, Kraft’ın İsrail’in Amerika’daki imajını aklama çabalarında nasıl kilit bir aktör olduğunu daha yakından inceledi.
Columbia’ya yaptığı bağışları geri çeken bir diğer milyarder hayırsever de Leon Cooperman. Hedge fonu yöneticisi, öğrencilerin Filistin’e verdiği desteği gerekçe göstererek ekim ayında bağışlarını askıya aldı. “Bu çocuklar kafayı yemiş. Ne yaptıklarını ya da ne hakkında konuştuklarını anlamıyorlar” diyerek öfkesinden kudurmuştu ve ‘kontrol edilmeleri gerektiğini’ söylüyordu. Bu konuda ne konuştuğunu bilen tek kişi Columbia’nın Modern Arap Siyaseti ve Entelektüel Tarih Profesörü Joseph Massad. Ancak Cooperman, akademisyenin Filistin konusunda kendisinin itiraz ettiği pozisyonları almasının ardından Massad’ın kovulmasını talep etti.
Cooperman’ın Columbia’da muazzam bir etkisi var çünkü kendisi Columbia’nın başlıca gelir kaynaklarından biri. Örneğin 2012 yılında üniversitenin yeni Manhattanville kampüsünün inşasını desteklemek için 25 milyon dolar bağışta bulundu.
Ancak Columbia, Cooperman’ın yüklü miktarda para aldığı tek kuruluş olmaktan çok uzak. Cooperman aynı zamanda aktif görevdeki İsrail askerleri için malzeme, ekipman ve maddi destek satın almak üzere para toplayan İsrail Savunma Kuvvetleri Dostları (FIDF) grubuna da düzenli bağışta bulunuyor. Ayrıca, genç Yahudiler için İsrail’e ücretsiz propaganda gezileri düzenleyen Birthright Israel’e bağışta bulunan ilk kişidir.
Columbia’ya baskı yapmak için mali gücünü kullanan üçüncü bir milyarder destekçi ise, üniversite protestocularından “hesap sorulmasını” talep eden Sovyet doğumlu oligark Len Blavatnik. Sızdırılan mesajlar, Blavatnik için bunun protestoculara karşı yasaların tüm ağırlığının kullanılması anlamına geldiğini ortaya koyuyor.
Blavatnik, Ekim 2023’te kurulan ve birçok önde gelen Amerikalı, eski İsrail başbakanları Naftali Bennett ve Benny Gantz ile İsrail’in ABD Büyükelçisi Michael Herzog’un da yer aldığı gizli bir WhatsApp grubunun üyesiydi. Misyonu, kendi ifadesiyle, İsrail lehine “anlatıyı değiştirmek” ve ABD kamuoyu için “savaşı kazanmaya yardımcı olmak ” idi. Buna İsrail yanlısı siyasi adaylara bağış yapmak ve Alicia Keys, Jay-Z ve LeBron James gibi siyahi ünlülere kamuoyu önünde “antisemitizmi kınamaları” için baskı yapmak da dahildi (yani protestocuları ırkçılarla bir tutmaya çalışmak).
Blavatnik ayrıca Birthright’ı ve İsrail Askerlerinin Refahı İçin Birleşik Krallık Dostları Derneği’ni finanse ediyor ve eski IDF askerleri için en az 120 bursu finanse etti. Kraft, Cooperman ve Blavatnik’in birlikte Columbia’ya yaklaşık 100 milyon dolar bağışladığı düşünülüyor.
Columbia’dan başlayan protestolar, Harvard’ın da aralarında bulunduğu ülkenin en prestijli kurumları da dahil olmak üzere hızla Amerika’ya yayıldı. Üniversite başından beri protesto hareketine karşı aktif bir düşmanlık sergilemiş ve düzinelerce protestocuyu uzaklaştırarak mezun olmalarını engellemiştir. Bu düşmanlık hiç şüphesiz kısmen üniversitenin büyük para bağışçılarının 7 Ekim’den bu yana toplu olarak geri çekilmesinden kaynaklanıyor. Bunların başında, “üniversite yönetiminin İsrail halkına destek verdiğine dair açık bir kanıt bulunmadığını” belirten ve Massachusetts Üniversitesi’nin Hamas’ı yeterince güçlü bir şekilde kınamamasından duyduğu dehşeti dile getiren İsrailli gemicilik patronu Idan Ofer geliyor.
Ofer, İsrail istihbaratında çok önemli bir oyuncu. MintPress News’in daha önce yaptığı bir araştırmanın ortaya çıkardığı üzere, ailesine ait Zodiac Maritime kargo gemileri, suikast operasyonları için İsrail komandolarını Orta Doğu’da gizlice taşımak için düzenli olarak kullanılıyor. Hamas yetkilisi Mahmud el Mabhouh’un Dubai’de ve Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Halil el Vezir’in Tunus’ta öldürülmesi de buna dahildir.
Harvard’ın Hamas yanlısı tutumları karşısında “afallayan ve midesi bulanan” bir başka milyarder de eski Victoria’s Secret CEO’su Leslie Wexner. Wexner’in çocuk seks tacirleri ve İsrail istihbaratının önemli isimlerinden Jeffrey Epstein ile son derece yakın ve kamuoyuna mal olmuş bağlantılarının yanı sıra, Wexner İsrail davası için de önemli bağışlarda bulunuyor.
Benjamin Netanyahu tarafından 2007 yılında hazırlanan potansiyel siyasi bağışçılar listesinde Wexner önemli bir yer tutmaktadır. (Listede ayrıca Ofer’in kardeşi Eyal, Blavtnik ve Donald Trump da yer almaktadır). Wexner, 2023 yılında Amerikan siyasetindeki başlıca İsrail yanlısı güç olan AIPAC’e altı haneli bir meblağ bağışta bulunmuştur.
Ancak öğrenci protestolarına karşı elitlerin tepkisi hiçbir yerde Pennsylvania Üniversitesi’nde (UPenn) olduğu kadar sert olmamıştır. Kampüsteki Filistin yanlısı duyarlılığı bastırma çabalarının başını Marc Rowan çekti. Milyarder yatırımcı, Filistin’le dayanışmasını ifade eden öğrencilerden kendi tarafının “bedel almasını” talep etti. “Yürüyüş yapan bu çocuklar bunu düşünmüyorlar çünkü ödeyecekleri bir bedel yok” diyen Rowan, bir daha asla çalışmalarına izin verilmemesi gerektiğini öne sürdü: “Siyah karşıtı olsaydınız sizi işe almazdım. Eşcinsel karşıtı olsaydınız işe almazdım. Herhangi bir şeye karşı olsaydınız sizi işe almazdım. Neden bir antisemitisti işe alayım ki?” diyerek antisemitizm ile İsrail hükümetine yönelik eleştirileri etkili bir şekilde birbirine karıştırdı.
Rowan, UPenn’in 2023 yılında bir Filistin edebiyat festivaline ev sahipliği yapmasına şiddetle karşı çıkarak üniversite rektörü Liz Magill ve UPenn Mütevelli Heyeti Başkanı Scott Bok’un kovulmasını talep etti. 7 Ekim’den sonra Rowan ve destekçileri her ikisini de görevlerinden uzaklaştırmayı başardı.
Rowan’ın mezun olduğu okulda muazzam bir etkisi var, bunun başlıca nedeni de cebinin olağanüstü dolu olması. Örneğin 2018 yılında Pennsylvania’daki Wharton School of Business’a 50 milyon dolar bağışta bulundu. Ancak Columbia ve Harvard’ın zengin hayırseverleri gibi, İsrail ve Filistin konusunda tarafsız bir aktör olmaktan çok uzak. Aslında, İsrail’de önemli ticari çıkarları var. Kendisini bu ülkeye “yapıcı ve ezici bir bağlılığı” olan ve rehberlik için “IDF’ye ve İsrail’in yaptıklarına bakan” biri olarak tanımlıyor.
Rowan ve diğer oligarklar, Jonathon Jacobson ve Ronald Lauder, talepleri karşılanıncaya kadar finansman grevi düzenlenmesine yardımcı oldular. Üniversitenin Amerikan değerlerini savunmayı reddettiğini iddia eden Jacobson, şu anki direktörü eski IDF istihbarat şefi Amos Yadlin olan bir İsrail düşünce kuruluşu olan Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün başkanıdır. Bu geçmişe sahip bir kişi için şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ABD’deki İsrail yanlısı gruplara bağış yapma konusunda uzun bir geçmişe sahiptir.
Bu arada Lauder, İsrail kurumlarıyla Jacobson’dan bile daha fazla içli dışlı. Netanyahu’nun yakın bir sırdaşı ve destekçisi olan Lauder, 1998 yılında Suriye hükümeti ile İsrail adına müzakereci olarak atandı. Jacobson’ın 2001 yılında aşırı dinci ve milliyetçilerin önünde düzenlenen Tek Kudüs mitingine katılması, Estée Lauder markasının Müslüman dünyasında boykot edilmesine yol açtı.
Bağışçıların baskısına ek olarak, seçkin ABD üniversitelerinin İsrail ile yakın akademik ve ticari bağları var. Örneğin Columbia geçen yıl Tel Aviv’de akademisyenler ve lisansüstü öğrenciler için bir araştırma merkezi olarak hizmet verecek bir “küresel merkez” açacağını duyurdu. Öğrencilerin halihazırda Tel Aviv Üniversitesi ile ortak bir diploma alabildiği ya da Tel Aviv veya Kudüs’te yurtdışında eğitim görebildiği bu durum üniversitenin İsrail’deki ilişkilerini genişletecektir. Ancak bu gelişme sadece İsraillilerin yararına olacaktır; zira Batı Şeria, Gazze ve diğer bölgelerdeki Filistinlilerin İsrail’e girişleri genellikle yasaktır.
Yeni küresel merkez planları Columbia öğretim üyelerinin yoğun tepkisini çekmiş, yaklaşık 100 öğretim üyesi bir mektup yayımlayarak İsrail’in insan hakları sicili göz önüne alındığında kararın yeniden gözden geçirilmesini istemişti. Dahası, son yıllarda birçok Columbia akademisyeninin İsrail’e girişi, muhtemelen siyasi görüşleri nedeniyle yasaklandı. Bunlar arasında Edward Saïd Modern Arap Çalışmaları Profesörü Rashid Kalidi ve sınır dışı edilmeden önce İsrailli yetkililer tarafından 14 saat gözaltında tutulan ve sorgulanan hukuk profesörü Katherine M. Franke de bulunuyor.
Ancak söz konusu Amerikan eğitim kurumları olduğunda Columbia’nın İsrail’le işbirliği alışılmadık bir durum değil. 2003 yılında Cornell Üniversitesi ve ABD-İsrail İki Uluslu Tarımsal Araştırma ve Geliştirme Fonu ortak tarımsal araştırmalar için bir program oluşturdu. 2014 yılında Princeton Üniversitesi Woodrow Wilson Halkla ve Uluslararası İlişkiler Okulu, İsrail’deki IDC Herzliya’daki Lauder School of Government, Diplomacy and Strategy ile ortak bir program başlattığını duyurdu. (Lauder Okulu, adını kurucusu ve hayırseveri, uzun süredir Siyonist davanın savunucusu olan Ronald Lauder’den almıştır). Kaliforniya Üniversitesi, İsrail Ulusal Teknolojik Yenilik Kurumu ile iki kurum arasındaki işbirliğini arttırmak amacıyla bir mutabakat zaptı imzaladı.
İsrail kurumlarına yönelik akademik boykot çağrısında bulunan hareketin büyümesine rağmen, Amerikalı ve İsrailli akademisyenler arasındaki entelektüel işbirliği artmıştır. 2006 ve 2015 yılları arasında, akademik dergilerde yer alan ve yazarları arasında hem Amerikan hem de İsrail üniversitelerine bağlı araştırmacıların bulunduğu makalelerin sayısında %45’lik bir artış olmuştur.
Bu işbirliği öncelikle seçkin kurumlar arasında gerçekleşti. Listenin başında 2006-2015 yılları arasında İsrail kurumlarından araştırmacılarla 1835 ortak yayına imza atan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) yer aldı. MIT’yi sırasıyla Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley, Columbia, Harvard ve Stanford takip etti. En yaygın araştırma alanları tıp, fizik ve astronomi, biyokimya ve biyoloji olmuştur. Tel Aviv Üniversitesi en yaygın işbirliği yapılan İsrailli kurum oldu.
Ancak akademik işbirliğinden daha tartışmalı olan İsrail hükümetinin Amerikan eğitim kurumlarını doğrudan finanse etmesidir. Örneğin MIT, İsrail’den gelen parayla ayakta duruyor. MIT’deki bir grup olan Soykırıma Karşı Bilim İnsanları, 2015’ten bu yana üniversitenin İsrail Savunma Bakanlığı’ndan 11 milyon doların üzerinde izinli araştırma fonu aldığını bildirdi. Bu para Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimi, Biyoloji Mühendisliği, Fizik, Havacılık ve Uzay Bilimleri, Malzeme Bilimi ve Mühendisliği ve İnşaat ve Çevre Mühendisliği gibi çeşitli bölümlere ulaştı.
Fon alan MIT laboratuvarları ve merkezleri arasında Bilgi ve Karar Sistemleri Laboratuvarı, Bilgisayar Bilimi ve Yapay Zekâ Laboratuvarı ve Elektronik Araştırma Laboratuvarı bulunmaktadır.
Bu paralar İsrail ordusuna doğrudan fayda sağlayan ve Filistin’deki sivil halka karşı yürüttükleri operasyonlarda onlara yardımcı olan araştırmalar için ödendi. Örneğin, 2022’den beri İsrail tarafından finanse edilen bir MIT projesi “Otonom Robotik Sürüler: Dağıtılmış Koordinasyon ve Algı” başlığını taşıyor. Soykırıma Karşı Bilim İnsanları’na göre bu araştırma, IDF’nin havadan dron bombardımanları gerçekleştirmesine, protestocuları gözetlemesine ve Filistinlilere göz yaşartıcı gaz atmasına yardımcı oldu. İsrail’in hedefleri bulmak, hava saldırılarını yönlendirmek ve askeri ilerlemelere yardımcı olmak için yapay zekâ tarafından yönlendirilen küçük otonom dron uçak sürüleri geliştirdiği biliniyor.
“Sualtında Kalıcı İzleme için Planlama ve Algılama Algoritmaları” başlıklı bir başka proje kapsamında İsrail Savunma Bakanlığı, Akdeniz’i denetlemelerine yardımcı olacak teknolojiyi geliştirmesi için MIT’ye 1,5 milyon dolar verdi. Soykırıma Karşı Bilim İnsanları bu sayede İsrail’in Gazze’ye deniz ablukası uyguladığını ve Gazzelilerin beslenmesini engellemek için balıkçı gemilerini hedef aldığını öne sürüyor.
İsrail uzun zamandır Gazze’ye giren gıda miktarını sınırlandırarak halkı “diyette” tutuyor. Ancak yoğun nüfuslu şeride yedi aydır devam eden saldırıları sırasında gıda krizi kritik boyutlara ulaştı. Birleşmiş Milletler kıtlığın eli kulağında olduğu uyarısında bulundu ve İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, İsrail’in açlığı bir silah olarak kullanarak savaş suçu işlediğini öne sürdü.
MIT’nin Gazze’deki bir soykırıma doğrudan yataklık etmekle suçlanmasının makul olduğu söylenebilir. Ancak MIT ve diğer seçkin kurumlar karşı taraftan gelen muazzam bir hükümet baskısı altındadır. MIT Rektörü Sally Kornbluth’un yanı sıra Harvard Rektörü Claudine Gay ve Pennsylvania Rektörü Magill de Kongre önüne çıkarıldı ve üniversitelerinin Hamas’a destek verdiği ve antisemitizme kayıtsız kaldığı iddialarıyla sorgulandı. Dava ulusal haberlere konu oldu ve ülke çapında üniversiteler üzerinde baskı dalgaları oluşturdu.
Elbette ABD’nin İsrail ile son derece yakın bir ilişkisi var ve onu Ortadoğu’daki gücünün bir ileri karakolu olarak kullanıyor. Washington, Birleşmiş Milletler’de ateşkes ve tam Filistin devleti çağrısında bulunanlar da dahil olmak üzere, vahim durumu ele almaya çalışan tasarıları art arda veto etti. ABD, Tel Aviv’e her yıl yaklaşık 4 milyar dolarlık askeri yardım sağlıyor ve nisan ayında Kongre, ABD vergi mükelleflerinin ödediği paradan 17 milyar dolar daha gönderilmesi yönünde oy kullandı. Eleştirmenler bu yardımı en iyi ihtimalle anlamsız, en kötü ihtimalle de bir soykırımı desteklemek olarak değerlendirdi. Ancak Başkan Biden İsrail’e verilen her kuruşun iyi harcanmış bir para olduğunu savunuyor ve İsrail olmasaydı ABD’nin bir İsrail icat etmek zorunda kalacağını belirtiyor.
Amerika’nın İsrail’e verdiği desteğin parasal bir maliyetten daha fazlası var. ABD’nin uluslararası itibarı giderek azalıyor. Yakın zamanda yapılan bir anket, Güneydoğu Asya’daki insanların çoğunluğunun seçim yapmak zorunda kalmaları halinde ABD yerine Çin’i tercih edeceğini ve Washington’un İsrail’i desteklemeye devam etmesinin bu değişimde kritik bir faktör olduğunu gösteriyor. Bir dizi Amerikalı yetkili de protesto amacıyla kamuoyu önünde görevlerinden istifa etti. Biden’ın atadığı ve Gazze nedeniyle kamuoyu önünde istifa eden ilk Yahudi olan Lily Greenberg Call, İçişleri Bakanlığı’ndaki özel kalem müdürlüğü görevinden ayrıldı. Kararını açıklayan Greenberg Call şunları yazdı:
Başkan’ın kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunma, İsrail’e silah göndermeyi durdurma ve yardımı şarta bağlama yetkisi vardır. Amerika Birleşik Devletleri son sekiz ay boyunca İsrail’i sorumlu tutmak için neredeyse hiçbir koz kullanmadı; hatta tam tersini yaptı. İsrail’i sorumlu tutmak üzere tasarlanmış BM kararlarını veto ederek İsrail’in eylemlerini mümkün kıldık ve meşrulaştırdık. Başkan Biden’ın ellerinde masum insanların kanı var.
Amerika Birleşik Devletleri uzun zamandır İsrail’in savaş suçlarına ve apartheid ve işgal statükosuna izin vermektedir. Bu statüko ne İsraillileri ne de dünya genelindeki Yahudileri güvende tutmaktadır.
Her kampüs protestosu farklıdır. Ancak genellikle aynı hedefi paylaşıyorlar: Üniversitelerine, bağışlarını İsrail’den ve devam eden İsrail işgaliyle bağlantılı şirketlerden ayırmaları için baskı yapmak. Bazıları İsrail üniversiteleri ile akademik bağların kesilmesi çağrısında bulunurken, Cornell ve Yale gibileri de okullarından katliamdan kazanç sağlayan silah şirketlerine yatırım yapmayı durdurmalarını istedi.
Bu taleplerin emsalleri de var. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından, bir dizi Amerikan kurumu neredeyse bir gecede Rusya ile işbirliğini kesti. Daha da geriye gidersek, öğrenci protestoları birçok ABD üniversitesini Apartheid Güney Afrika’sıyla mali bağlarını koparmaya zorladı.
Ancak İsrail ve askeri-endüstriyel kompleks ABD ekonomisiyle o kadar iç içe geçmiş durumda ki, özellikle de seçkin Amerikan üniversitelerinin savunma sanayisiyle olan derin bağları düşünüldüğünde, kapsamlı bir boykot zor olabilir. Örneğin MIT, aralarında RTX (eski adıyla Raytheon), Lockheed Martin ve MIT’nin Massachusetts, Cambridge’deki Kendall Square’de bulunan yeni karma kullanımlı binasında 100 bin metrekarelik araştırma ve laboratuvar alanı kiralayan Boeing’in de bulunduğu bir dizi üst düzey silah üreticisi ile uzun vadeli ortaklıklar kurmuştur.
Her ne kadar kurumsal medya öğrencileri, terörizmin dokunulmaz destekçileri olarak şeytanlaştırmış olsa da öğrenciler akranları arasında yaygın bir desteğe sahipler. Öğrenciler, MIT’nin İsrail ordusuyla olan tüm araştırma ve mali bağlarını kesmesi çağrısında bulunan bir kararı onayladı; lisans öğrencilerinin yüzde 63,7’si ve mezunların yüzde 70,5’i bu karar lehinde oy kullandı. Yaşları 18 ila 44 arasında değişen Amerikalı yetişkinler ülke çapındaki protestoları dörtte üç oranında destekliyor.
Ancak yetkililer pazarlık yapmaya pek yanaşmadı ve siyah giyimli çevik kuvvet polislerinin öğrencileri ve öğretim üyelerini dövüp sürüklediği görüntüler tüm dünyada viral oldu.
MintPress, Indiana Bloomington Üniversitesi’nde öğrenci örgütü temsilcisi Bryce Greene ile konuştu ve bize yönetimin büyüyen hareketi bastırmak için polisle nasıl işbirliği yaptığını anlattı:
Kampımızı kurmadan bir gece önce, yönetim kullandığımız alanın kurallarını değiştirdi ve bu kural değişikliğini barışçıl göstericilere askeri düzeyde bir polis saldırısı başlatmak için kullandı. Üniversite zırhlı araçlara, çevik kuvvet birliklerine, saldırı silahlarına, pompalı tüfeklere, bomba atarlara, tepemizde dolaşan bir helikoptere, bir gözetleme dronuna ve hatta çatıda bir keskin nişancıya izin verdi.
Greene, “İlk gün, askerileştirilmiş polis kampa girdi ve düzinelerce insanı tutukladı” dedi. Yılmayan protestocular iki gün sonra geri döndü ve benzer düzeyde güçle karşılaştılar. Greene tutuklandı ve kampüsten beş yıl men cezası aldı; bunu uzun süredir örgütçülük yapmasına bağlıyor.
Indiana’daki hikâye münferit değil. MIT’de 200’den fazla silahlı çevik kuvvet polisi 11 Mayıs günü sabah saat 4’te protesto kampına baskın düzenleyerek kampı tahrip etti ve barışçıl protestocuları tutukladı. Harvard, üniversitenin Lisans Filistin Dayanışma Komitesi’ni askıya aldı ve tek tek öğrencilere karşı harekete geçti. Birçoğu şu anda öğrenci evlerinden çıkarılma ve hatta sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu sırada UPenn eylemdeki öncülerin kampüse girişini engelledi. Son sınıf öğrencileri bu durumun mezun olmalarını ya da diplomalarını almalarını etkileyeceğine düşünüyor. 22 Mayıs itibariyle ülke çapında 3 binin üzerinde tutuklama gerçekleşti.
(Gazze’deki kayıplara ilişkin çarpıtıcı anlatı İsrail propagandasına nasıl hizmet ediyor? Medyanın sizden sakladığı gerçeklere dalın.)
Hamas’ın sürpriz bir saldırısının ardından İsrail 7 Ekim’de Gazze’de şiddet eylemlerine başladı. Sıkışık durumdaki şeridin acımasızca bombalanması on binlerce kişinin ölümüne ve yaklaşık 2 milyon kişinin yerinden edilmesine yol açarak, bir Yahudi devletine zemin hazırlamak için 750 bin Filistinlinin silah zoruyla evlerinden çıkarıldığı 1948 Nakba‘sından bu yana Filistin’de yaşanan en kötü soykırım şiddetinin yaşanmasına neden oldu. Aralarında Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Af Örgütü‘nün de bulunduğu çok sayıda uluslararası kuruluş İsrail’in Gazze’deki eylemlerini tartışırken “soykırım” kelimesini kullandı. Ancak Başkan Biden bu yorumu reddetti ve İsrail’e tam destek verdi.
Bu koşulsuz destek Biden’ın anket sonuçlarına ciddi zarar veriyor. Demokrat seçmenlerin çoğunluğu İsrail’in eylemlerini soykırım olarak değerlendiriyor ve genç Amerikalılar da Biden’a destek vermekten vazgeçiyor.
Özellikle bu gruplar İsrail ve Filistin konusunda alternatif haber kaynaklarına yöneliyor. Anketler, haberlerini TikTok ve diğer sosyal medyadan alan (ve kurumsal medyadaki haberlerin filtresinden geçmeden) gençlerin İsrail’in eylemleri hakkında olumsuz bir görüşe sahip olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Biden yönetiminin tepkisi, TikTok’un Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamen kapatılması tehdidinde bulunmak oldu. Ancak bu otoriter önlemin, kısmen ülke çapındaki kampüslerde aktivistlerin yorulmak bilmeyen çalışmaları sayesinde yıllardır büyüyen Filistin dayanışması dalgasını durdurmayı başarıp başaramayacağı çok açık değil.
Kampüslerdeki protesto gösterileri büyük ölçüde barışçıl olmasına rağmen, yetkililer bu gösterileri sert bir şekilde bastırmayı ve bu süreçte ABD Anayasası Birinci Değişikliği maddesini parçalamayı tercih etti. Neden hem üniversiteler hem de hükümet soykırımı protesto edenlere karşı neredeyse sıfır tolerans gösterdi? Birincisi, üniversitelere büyük paralar bağışlayan pek çok hayırseverin bizzat Siyonist olması ve İsrail devletiyle derin bağları bulunması.
Bu da sözde hayırsever bağışların aslında ne kadar hayırsever olduğu sorusunu gündeme getiriyor. İlk olarak, Amerika’nın süper zenginleri yaptıkları bağışlar için genellikle vergi indirimi alıyorlar. İkinci olarak, bu bağışlar onlara fon sağladıkları kurumların yönelimlerini kontrol etme konusunda aşırı güç vermektedir. Zenginler on binlerce insan için üniversite politikalarını belirleyebilmeli mi? Pek çok kişi bunun son derece antidemokratik olduğunu ileri sürecektir.
Gördüğümüz üzere, üniversitelerin de İsrail devletiyle derin akademik ve hatta mali bağlantıları var ve bu da öğrencilerin bu bağlantıların kesilmesi taleplerini özellikle hassas hale getiriyor. Tüm bunlar, hükümetin İsrail’e ve savaş hedeflerine tam destek vermeye devam ettiği ve İsrail’in yayılmacı politikalarına açıkça karşı çıkmayı işlevsel olarak yasadışı hale getirmeye çalışarak İsrail karşıtı söylemleri bastırmak için harekete geçtiği bir bağlamda gerçekleşiyor. İsrail uzun zamandır Amerika’da siyasi bir üçüncü ray [3] olmuştur. Tutuklanan binlerce öğrenci bunu gerçek zamanlı olarak öğreniyor.
[1] 4 Mayıs 1970’te Ohio’daki Kent State Üniversitesi’nde düzenlenen Vietnam Savaşı protestosu sırasında dört öğrenci ABD Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Ulusal Muhafızlar tarafından vurularak öldürüldü. Olaydan birkaç hafta sonra yayınlanan Crosby, Stills, Nash & Young’ın Ohio şarkısında ölümsüzleştirilen Kent State silahlı saldırıları, ülke çapında yüzlerce kampüsü kapsayan ABD tarihinin en büyük öğrenci grevine neden oldu. Bir öğrencinin cesedi üzerinde diz çökmüş çığlık atan genç bir kadının ikonik fotoğrafı ulusal basında yayınlanmış ve o dönemde ABD’deki siyasi ve kültürel bölünmeyi sembolize etmiştir.
[2] First amendment: ABD Anayasası’nda kongrenin çeşitli özgürlüklere karışmasını engelleyen bir değişiklik maddesi.
[3] Metro ve bazı hafif raylı sistemlerde trenin elektrik aldığı sisteme verilen ad. Elektrikten dolayı doğacak tehlikeye gönderme yapılarak “siyasilerin genelde yorum yapmaktan kaçındıkları tartışmalı konu” anlamında kullanılır.
[Mint Press’teki İngilizce orijinalinden Erdoğan Can tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.