40 yıl geçmiş üzerinden… Ölüm haberini aldığımız geceyi hatırlıyorum. Tıpkı o günkü gibi içim sıkışıyor, tıpkı o günkü gibi beynim boşalıyor…
“…dirseğimi dayamışım pervazın kıyısına, demire sürtünüyor çenem
şakağımda takılıyor alnımdan süzülen damla, anlıyorum sakalım uzamış
gecede yıldız düğünü var diyorum ve ay öksüz bir şarkıcıdır şapka açar yıldızlara
birdenbire parolaların değişme vakti, birdenbire yitiyor ışık
gün ışısa diyorum, parmak uçlarımla dokunuyorum karanlığa
uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor duvarlara…”
Emirhan Oğuz
Hani umutsuzluk sarar ya insanın her yanını, nefes alamaz olursun. Çıkışsızlık kesmiştir bütün yolları… Nereye baksan baştan ayağa kesif bir çaresizlik yükselir buram buram… Umutsuzluk cenderesi içindeki bütün öfke ve tepkileri ezip hamura çevirmek, direnişi ve direnenleri pelteleştirmek ister.
Sonra, o kabın şeklini almaya direnen biri/birileri mutlaka kıpırdanır, özgürlük türküsünü söylemek üzere başını ileriye uzatır. Mırıldanmalar artar, daha önce hiç prova yapmış olmasalar da ezgiyi bilirler, birbirlerini seslerinden tanırlar çünkü…
“Kılavuzun gereği yok, yolun sonu görünüyor” dense de herkes ihtiyaç duyar kılavuza, çünkü herkesin kılavuzu kendinden bir tık öteyi görendir, her kılavuz biraz da olsa yolu işaret edendir.
“Kutup yıldızı” demişiz Fatih’e, izlenmesi gereken yolu gösteren bir işaret fişeği; oysa hiç iddiası yoktur Fatih’in kutup yıldızlığı konusunda, haberi bile yoktur ona böylesi bir yüceltme sıfatı taktığımızdan…
Mehmet Fatih Öktülmüş’ü 1984 Ölüm Orucu’nun 62. günü 17 Haziran’da sonsuzluğa uğurladık. “Uğurladık” lafın gelişi; onu koparıp aldılar bizden, hayatının en verimli döneminde kayıp gitti aramızdan. Deneyimlerini, cesaretini ve kararlılığını bıraktı hazinemize. Komünist militanlığın, koşullara teslim olmayan baş eğmez tutumun, üstelik bunu bir-iki atımlık barut olmaktan çıkarıp son nefesini verene dek canlı tutabilmenin, esinleyici iradesini yoldaşlarına bulaştırmanın, bilinç ve eylem şarkısı haline getirmenin şahikalarından birini yarattı. Adı geçtiğinde sadece TİKB’lilerin değil, onu tanımayanların bile hüzünlü bir gülümsemeyle içinin burkulması bundandır. Devrimde ve devrimcilikte ısrarı süreklilik şeklinde değil, “elverişli” koşullara bağlı kesik çizgiler şeklinde kavrayanlara ‘harcanma’ olarak görünür onun o kesitteki öncü çıkışı…
O zorlu süreçlerde, üstelik zindanlar gibi herhangi bir tereddütü, gevşemeyi, zayıflığı “affetmeyen” faşizmin imha etme saldırıları içimizden “en iyileri” aldı; Fatih işte onlardandı… Ölüme sevdalı değildi, yaşama tutkundu. Yaprağın bile kıpırdamadığı günlerde onun bu içtenlikli adanmışlığı, bütün hayatını “destan gibi yürüyenler”in kendilerinden taşan, önüne geçilmez akışıdır.
***
Mehmet Fatih Öktülmüş’ün “ifade vermeme” tutanağı
“Bu eylemin kendi özelliği, mücadeleyi ölümle birleştirmekte; yoksa hiçbir komünist mücadeleyi ölümle değiştirmez…” (M. Fatih Öktülmüş’ün son mektubundan, 30 Mayıs 1984) Sokakta, poliste, mahkemede yürütülen kavgada boy veren gözü pek adımların ve mücadele sayesinde inşa edilmiş bir geleneğin hapishanelerdeki izdüşümüdür onun mütevazı gönüllülüğü. Yaptıklarına -örgüt hazinesine kattıklarına- değil yapamadıklarına bakan bir komünistin yalın yüzleşmesi mektubunu okuyanların dikkatini ilk çeken yandır.
Her yoldaşını kolay kolay vazgeçmeyecek kadar sevmenin, bir komüniste yaraşır şekilde değer biçmenin, kendinden önce yoldaşlarını başa yazmanın, bunu hiçbir komplekse kapılmadan son derece doğal bir tutum olarak abartmasız, bağırtısız sergilemenin imrenilesi sadeliği vardır onda. Kim ne derse desin, başta onu tanıyan/tanımayan yoldaşları olmak üzere herkes bunu böyle bilir böyle tanımlar, böyle öyküler yeni kuşaklara.
Bu o kadar net bir gerçekliktir ki, gerek Fatih üzerinden prim yapmak isteyenler gerekse onun adını ve anısını artık silikleşmiş kendi anılarına monte ederek kimlik ve kişilik kazanmaya çalışanlar hüsrana uğrar. Fatih Öktülmüş’ün inşa ettiği direniş mevzii yoldaşlarıyla çevrilidir, onlar tarafından korunmaktadır; mücadelede ısrarlı dürüst devrimciler, tarihsel akışı hesapsız okuyanlar tarafından sarmalanmaktadır.
***
İstanbul cezaevlerindeki ’84 ölüm orucu, Mamaklaştırılarak teslim alınmaya çalışılan komünist-devrimci tutsakların ölümüne yürüttükleri bir kavganın çok önemli bir kavşağıydı. Ya boyun eğip teslim olacaktınız ya da bedeli dört pırıl pırıl genç devrimcinin kaybını göze alarak atılacaktınız yeni kavgalara… Abdullah Meral, Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ ve Hasan Telci şahsında somutlanan direniş, faşizmin kitlesel imha ve tasfiye saldırısını ikirciksiz duruşuyla püskürttü, faşist diktatörlüğe geri adım attırdı.
***
40 yıl geçmiş üzerinden… Ölüm haberini aldığımız geceyi hatırlıyorum. Tıpkı o günkü gibi içim sıkışıyor, tıpkı o günkü gibi beynim boşalıyor… Uzun mücadele yıllarını, her gün yeni bir enerjiyle dolu canlılığını, yoldaşlarını sadece sevgi dolu bakışlarıyla değil, sarsıcı uyarılarıyla da kucaklayışını, umutsuzluğu ve karamsarlığı tek bir cümle kurmadan ruh ve bilinç özdeşliğiyle yasaklayışını, işkenceyle hurdaya çevrilmiş bedenini ayağa kaldırmak için yapıp ettiklerini, bu sayede bakışlarındaki özgüveni ve başarma iradesini hayal ediyorum. “Gün ışısa diyorum, parmak uçlarımla dokunuyorum karanlığa / uzun açlıkların ortasındayım…”
Gün ışıyacak biliyorum, hepimiz az çok farkındayız bunun…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.