İktidarıyla düzen muhalefetiyle birlikte tüm düzenin ihtiyaca göre her şey olabildiği ama başka kimsenin bir şey olmasına imkân verilmediği gerçeklik içinde düzene karşı bağımsız bir muhalefet ya sınırları keskin çizilmiş dar bir alana zorlanır ya da bu yapboz örüntülerine ayak uydurabilecek esnekliğe
Fiziğin 1600’lü yıllardan beri bilinen bir problemi var. Üç cisim problemi. Uzayda belli bir yörüngeyi takip eden üç gök cisminin herhangi bir anda nasıl bir düzlemde olacaklarını önceden bilmek, bunu hesaplamak mümkün değil. Çin’de yazılan 3 Cisim Problemi romanı da üç güneşli bir gezegende yaşayan ve ne zaman nasıl bir kış, nasıl bir yaz yaşayacağını öngöremeyen bir medeniyetin hikayesini ve arayışını anlatıyor. Bazen öyle ki üç güneşin yaz mevsiminin üst üste geldiği kavurucu bir dönem yaşanırken bir başka dönem üç güneşin kışı üst üste geliyor ve gezegen buzul çağına giriyor.
Çin’in edebiyatında yansımasını gördüğümüz şey yükselen bir emperyal gücün bilimi, teknolojiyi ve bunlara zemin hazırlayan düşünce sistemini geliştirmesi.
Çin ekonomisini son yıllarda değiştiriyor. Artık daha yüksek teknolojili, yabancı finansa daha az ihtiyaç duyan, iç pazarını geliştiren bir aşamadalar. Batı emperyalizmi Çin’deki ağırlığı Hindistan’a ya da Meksika’ya kaydırarak bunu dengelemeye çalışıyor. Hindistan’dan Basra Körfezi’ne oradan, Ürdün, İsrail üzerinden Akdeniz ve Avrupa’ya uzanacak ticaret yolu da bunun bir parçası. Bu projede Türkiye’nin olmaması Türkiye’yi batıya adım atmaya zorlayacak bir durum oldu.
Devlet Bahçeli, Mayıs 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın seçilmesi üzerine “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez” demişti. Bahçeli’nin sözleri genelde espri konusu oluyor ancak Türkiye kapitalizminin 1950’lerden sonra emperyalizm ve NATO’yla gelişen ilişki içinde inşa edilmiş müesses nizamının sözcülerinden biri olarak basit uyaklarla süslediği konuşmaları her zaman önemli.
31 Mart seçimlerinden sonra iktidarla muhalefetin ağız birliği ettiği normalleşme, yumuşama politikası var. Bu sözleri “2028’de bu iş tamam” kehanetine kadar götüren olduğu gibi daha temkinli “Erdoğan sıkışmışlığını aşabilmek için böyle bir politika benimsiyor, yeniden seçilmesini garantileyecek anayasa değişikliğine karşı bir iki taviz verecek ve kaldığı yerden devam edecektir” diyen yorumlar da var.
Esasen ikisi de mümkün. 2015’te de, referandum oylamasında da, Mayıs 2023 seçimlerinde de mümkündü. Düzen muhalefeti bu ihtimallerin mümkün olduğunu göstermeye yetecek kadar canlılık gösterdi ancak hep kulübesine âşık bir yedek oyuncu gibi davrandı. Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlık oylamaları, referandum gecesi gibi kritik dönemlerde iktidarın mıntıka temizliği işlerini yapmasının sebebi bu. Şimdi de CHP’li belediyeler ekonomik soykırım döneminde halka verilen bir antidepresan işlevi görecek.
Mayıs ’23 seçimleri öncesi enflasyona karşı tepkisini yükselten muhalif halkın karşısına ilk CHP’nin oyalamaları ve manipülasyonları çıktı. CHP, AKP-MHP eskilerine siyasette alan açarken muhalif kitleleri de sürekli sağa çekti. Mayıs seçimlerini iktidara adeta hediye ettikten sonra kitlelerde yaşanan duygusal kopuşun önüne muadil başkan değişimiyle geçmeye çalıştılar. Şimdi Kılıçdaroğlu, Uğur Dündar üzerinden verdiği mesaja bakalım.
Attığı twitte uzun uzun Dündar’ın geçmişini yazıyor, resmen hiç olmadığı halde TRT genel müdürlüğü yaptığını söylüyor. 12 Eylül’de emniyette gözaltındayken Tarık Akan’ın saçında görülen bite kadar hiçbir detayı atlamadığı bu uzun twitte nedense Dündar’ın Hiram Abas’la poligon mesailerinden bahsetmiyor. Çünkü Kılıçdaroğlu, Dündar için “bizim Uğur” diyenlere, ona pratikte TRT genel müdürlüğü yaptıranlara yazmış bu cümleleri. Türk edebiyatında “efradını cami ağyarını mani” iyi bir tariftir ancak konu Türk siyasetine gelince konuşulanın ne olduğu kadar neyin sözün dışında bırakıldığı da önemlidir. Kılıçdaroğlu Ankara’ya 2028 aday adaylarıyla uğraşmayın çağrısı yapıyor. 31 Mart seçimleri muhalif halkın bir gözünü 2028’e çevirmesini sağladı. Onun helalleşme sözü normalleşme, yumuşama olarak tekrar dolaşıma girdi böylece. CHP toplumsal muhalefet üzerindeki bu gücünü Saraçhane 1 Mayıs alanında test ederken oyunu bozan sosyalist gençler ise tutuklandı.
Olay iktidar partileriyle, silahlı yüksek bürokrasiyle girilen gizli pazarlıklardan ibaret demek istemiyorum. Olayı buna indirgemek basitçe olur. Olayın ekonomik kültürel pek çok boyutu var.
İktidarın batıya doğru adım atmasının sebeplerinden başta geleni malum kronik finans ihtiyacı. AKP öncesi kasanın banka boşaltmalarıyla iç edildiği 2000’lerin başını baz alırsak yirmi küsur yıl sonra yine benzer bir noktaya gelindi. Finans ithal edilen emperyalizme faiz fazlasıyla ödendi, içte devasa bir sermaye transferi yaşandı, emperyalizmin ihtiyaçlarına göre kimi sektörler gelişti veya geriye düştü. Kredi dağıtma mekanizması olmasa çarpık sanayi-finans yapısı kendi ayakları üzerinde yine duramayacak durumda ve yine aynı sona gelindi. Yine bir bölüşüm kavgasına konu olacak döviz lazım.
AKP çok uzun süredir iktidarda. Ekonomide pek çok dengeleri değiştirdi, sermaye birikimlerine yol açtı. Bunlardan en çarpıcı olan Bayraktar kardeşlerin Forbes listelerinde Türkiye’de ilk 50’ye, dünyada ilk 3000’e girmesi. Evet, Türkiye iktidarlarla gelip, onlarla giden pek çok şirket gördü ancak burada daha uzun ve finans sektörüne de girerse daha kalıcı olabilecek bir sermaye birikimi var. Son zamanlardaki Koç grubu-Yapı Kredi Bankası tartışmaları bunun bir yansıması olabilir.
Aslında 2012-13’te ABD’den dolar ihracının yavaşladığı görülüyordu, bunun Türkiye iktidarına o dönemde doğrudan söylendiğini de bugün artık kayıtlara geçtiği için biliyoruz. Bu koşullarda finans ancak içerde doğadan ve halktan zora dayalı bir sermaye transferiyle yaratılabilecekti. İktidar milyonlarla ölçülen düzen dışı muhalif kitleyi kontrol altında tutabilmek ve ihtiyaç duyduğu finansı bulabilmek için ülkeyi ellerini serbest bırakarak yönetiyor on yıldır. İşte CHP de iktidar daha rahat davranmak ihtiyacı hissettikçe onun önünü açtı, açıyor. “Dokunulmazlıklar anayasaya aykırı ama evet vereceğiz dediler” verdiler, referandum mühürsüz oylarla geçti sessiz kaldılar, bir sene sonra “o gece aslında hayır kazandı” dedi Kılıçdaroğlu. Günah çıkarıp geçtiler. Çünkü özellikle 2015’ten beri Türkiye kapitalizminin finans ihtiyacı mevzuatın önüne geçmişti. Yasalar ayakbağı oluyordu.
Erdoğan’ın 2028’e kadar beklemesi sürpriz olur. AKP ne kadar yorulsa ve sorunlar yaşasa da ihtiyaç duyduğu meşruluk için sık sık seçime giden bir seçim makinası. AKP’nin 2026 ya da 2027’de mümkün en kısa tarihteki seçim için yapmayı planladığı iki konu var. İlki para bulmak. Dünyada 2000’ler başı gibi dolar bol değil ama yine de AKP dolar karşılığı istenen faizi vermeye razı. İkincisi Basra’yı Türkiye sınırına bağlayacak Kalkınma Yolu ya da Kuru Kanal denilen ticaret yolu projesi. Bu projeyi Irak Kürdistanı’ndaki PKK üslerini yok etme karşılığında Irak’la birlikte yapmayı planlıyor. Türkiye’den kalkan SİHA’ların sık sık hedeflediği Suriye Kürt bölgesi Rojava’ya hava savunma sistemleri kuran ABD, Kandil’e yapılacak operasyona ise yeşil ışık yaktı. Kandil’deki PKK liderlerine ABD’nin sürgün teklif ettiği de iddialar arasında. Ancak Türkiye’nin bunu İran’a rağmen ya da İran’la birlikte nasıl yapacağı sorusu orta yerde duruyor. İran’la İsrail arasındaki tansiyonun yükselmesi iktidara yarayacak bir durum. AKP böyle durumlarda iki taraftan da çıkar elde etmenin ustasıdır. AKP her fırsatta kötülediği İsmet İnönü’nün pragmatik bir öğrencisidir.
PKK’nin Türkiye içindeki silahlı varlığını çözüm süreciyle tahliye ve tasfiye etmesi sonrasında HDP projesi bir sona yaklaştı. HDP’nin doğudan batıya farklılaşan ve TİP’in popülerleşmesine de duyarlı seçmen tabanını nasıl bir arada tutabileceği sorusu öne çıktı. Devlet Hüda-Par’ın önünü açarak özellikle Batman ve Diyarbakır’dan başlayarak bölgede HDP’yi İslami yönden sıkıştırmaya başladı. Kürt nasyonalistleri de bu politikanın bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Demirtaş’ın savunması bölgede daha kimliğe odaklı batıda daha esnek bir politika için dikkate alınacak bir çerçeve sunuyor. Kobanê davası karar duruşması ise bir pazarlık malzemesi olarak erteleniyor. Erdoğan’ın olup olmayacağı belli olmayan ABD ziyareti de bu pazarlığın odak noktalarından biri.
ABD basınında Erdoğan sonrası için olası adaylara dair değerlendirme yazıları çıkıyor. Selçuk Bayraktar, Hakan Fidan ve Ekrem İmamoğlu konuşuluyor. Mansur Yavaş’ın ismi daha az geçiyor. ABD’de her konuşulan olmuyor ancak sonunda koltuğa oturan da konuşulanlardan biri oluyor. AKP için Erdoğan dışında bir aday olur mu sorusunun cevabı da henüz açık değil.
AKP sanki yerel seçimleri kazanmayı istememiş gibi bir yorum var hatta bunu yumuşak bir geçişin işareti olarak gören bile var ancak buna katılmak mümkün değil. İktidar Mayıs ’23 seçimlerinde rıza üretebilmek için elindeki hemen hemen bütün imkânları kullandığı için 10 ay sonrasına yapabilecekleri sınırlanmış oldu. Mayıs ’23 seçimlerine giderken yüksek enflasyona karşın para akışı sürüyordu işsizlik artmıyordu. İktidarın krediyle fonladığı ciddi oranda KOBİ de var. Bunların bir kısmı gerçekte batmış olmalarına rağmen eskisi kadar olmasa da bugün de hâlâ kredi yoluyla fonlanıyor ve bunun faturası da enflasyon yoluyla mülksüz halkın üzerine yükleniyor.
MHP yöneticilerinden Feti Yıldız’ın “insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler” demesi muhalefete biçilen kısa ömrü bildiriyor. Burada muhalefete halka çorba dağıt deniyor, İstanbul’da çelişkiler daha dramatik olduğu için 4 çeşit ucuz ama kaliteli yemeğiyle tesellide öne çıkıyor.
Erdoğan biz bitti demeden bitmez diyor. CHP ile AKP ya da MHP arasında ekonomik program olarak bir fark yok. 6’lı masanın ekonomik vaatleri Mehmet Şimşek tarafından uygulanıyor. Mehmet Şimşek tam bir sömürge memuru rapor diliyle yerel halkı ikna etmemiz gerek, ‘28’e kadar seçim yok o zamana kadar istikrarı sağlayacağız düşüncesinde. Bunun Türk siyasetindeki anlamı muhalefetin ’28 aday adaylarını zaman içinde yıpratacağım, kendi adayımın etrafını temizleyeceğim demek. Sizin dolarınıza en iyi faizi istikrarlı bir şekilde ve sorun yaşatmadan biz veririz demek.
Türkiye emekçi halkları için ekonomik soykırım geliyor. Asgari ücretin ortalama ücret olduğu, ev sahibi olmanın son on yılda on kat zorlaştığı ortamı kalıcılaştıran bir dönem. Türkiye kapitalizmi eksikliğini duyduğu genç nüfusu göçmen emeğiyle tamamlıyor. Göçmen emeğiyle genel ücret düzeyini de aşağı çekebiliyor. Bu ücret düzeylerini garanti altına almak için ırkçı, göçmen karşıtı siyasetler düşünce kuruluşlarında geliştirilip, siyasi parti düzeyine getirildi. Gerektiğinde bunun şiddete dökülebileceğini de göreceğiz. Diğer taraftan gelen göç içinde komşu çatışma bölgelerinde askeri tecrübe edinmiş, militanlaşmış ciddi bir damar da bulunuyor. Bu da muhalif halk ya da bölgesel çatışmalar için el altında tutulan bir sopa. Türkiye ekonomisi nasıl emperyalizmin dönemsel çıkarlarıyla uyumlu ama kendi içinde tutarsız ve uyumsuz bir şekilde gelişmişse, demografi de aynı çıkarlarla malul.
Türkiye elitleri yoksullaştırıp işçileştirdiği milyonları yönetirken kuralsızlığı geliştiriyor ancak her kuşakta eğitimi daha da katılaştırıyor. Yeni kuşaklar giydirilen deli gömleğini yırttıkça daha sertini getiriyorlar. En son müfredat değişikliği de bu yönde. İçeriğin vasıfsızlaştırılması ise emperyalizmin biçtiği işbölümünde Türkiye’de kapitalizmden talep ettiği düzeyle belirlenmiş durumda: Az sayıda vasıflı okul dışında koca bir meslek lisesi ve meslek yüksek okulu yığını.
2028 aday adayları egemen sınıf bloğuna geniş bir seçme özgürlüğü veriyor. Hepsi de düzen sağının içinden çıkmış isimler. O gün geldiğinde iç ve dış dengelere göre biri öne çıkacak. Belirleyici olan muhalif halkın bağımsız bilinci ve eyleminin düzeyi olacak. Türkiye kapitalizmi ve onun emperyalizm eliyle kurduğu nizam bir cümleyle özetlenmek istense yetkide eksiksizliğe, sorumlulukta hiçliğe yakınsayan bir hal olarak tarif edilebilir. Dün suç olan şey yarın normal olabilir. Tersi de geçerli tabi. Bir keyfekederlik ya da “dün dündür, bugün bugündür” denilebilecek kararlar, tavırlar, politikalar aslında hiç de iddia edildiği gibi irrasyonel değildir. Ama dört başı mamur bir tutarlılık aramak ya da her şeyin planlı, tecrübeli bir aklın ürünü olduğunu düşünmek de yanlış olur. Egemen blok içindeki, emperyalistler arasındaki ilişki ve çelişkiler buna izin vermez. O yüzden hangi açıdan hangi alana bakılsa takip eden tek örüntü yapbozlardır. Yetkide eksiksizliği, sorumlulukta ise hiç oralı olmamayı mecbur kılan budur. Yeni anayasa tartışmaları o yüzden hiç bitmez.
Aslında Türkiye 3 cisim problemine benzer bir şekilde çoklu cisim problemi yaşıyor denilebilir. Finans açığı, çarpık sanayi-finans yapısı, Kürt meselesi, emperyalistler arası çelişkiler, kültürel meseleler, eğitim politikaları ve daha pek çok olgu var. Bu problemlerin her biri kendi örüntüsü içinde bir yere kadar öngörülebilir ancak bütün bu problemlerin hepsi ya da bir kısmı aynı düzlemde denk geldiğinde bu ülkeyi; üzerinde yaşayan 70 milyon halkı nasıl, ne zaman, neyin içine sürükleyeceğini bilmek ve ona göre hazırlanmak neredeyse imkânsız.
İktidarıyla düzen muhalefetiyle birlikte tüm düzenin ihtiyaca göre her şey olabildiği ama başka kimsenin bir şey olmasına imkân verilmediği gerçeklik içinde düzene karşı bağımsız bir muhalefet ya sınırları keskin çizilmiş dar bir alana zorlanır ya da bu yapboz örüntülerine ayak uydurabilecek esnekliğe. İkisinin de sonuçlarını biliyoruz. Birinde dar bir sekterlik diğerinde her türden liberallik ve savrulma neşet eder.
Bize ikisi de lazım. Değişmemek için her şeyi kendi içinde değiştirebilen bir muhalefet.
Belki o zaman bu çoklu cendereden çıkışın yolu açılır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.