İsrail’in kuruluşu dünya tarihinde örneği olmayan bir toplum mühendisliği sayesinde gerçekleşti. Ama toplumlar mühendislik hesaplarıyla, hak sahibi insanları yerlerinden sürmelerle ayakta duramazlar
“İnsan hayvanların en güçlüsü değildir ama en hünerlisidir, onun eli bir araçtır. Çakmak taşı parçalarını ele geçirdikleri andan başlayarak insanlar, pek korkunç oldular.” (Andre Ribard)
Bugün Filistin’de, Gazze’de yaşanılanları daha iyi anlayabilmek için biraz geriye, tarihe bakmak lazım.
Yahudiler M.Ö. Mısır’dan Filistin’e hicretlerinden sonra Babylon Krallığı ve Roma İmparatorluğu’nun Filistin’i işgalleri sonucu dünyanın birçok yerine sürüldüler. Sürüldükleri yerlerde özellikle Avrupa coğrafyasında yerli çoğunluk tarafından tam olarak kabul görmediler. Avrupa’dan 1400’lerin sonunda İspanya ve Portekiz’den sürgüne zorlanmalarıyla çok acı ve perişanlıklar çektiler.
Yahudilerin bulundukları yerlerde mahallelere ve belirli sokaklara sıkıştırılmaları, birbirlerini daha fazla yakından tanımalarına, toplumsal ve dini dayanışmalarıyla kendilerini geliştirmelerine vesile oldu.
Özellikle sanayileşmeyle birlikte birbirlerini motive ederek meslek öğrenmeye, para ve banka işleriyle uğraşmaya, ticaret yapmaya daha fazla ilgi gösterdiler. Bu sayede refah düzeyleri, toplumsal konumları arttığı gibi devlet kademelerine girmeleriyle daha da yükseldiler. Zenginleşmeyle beraber çocuklarının daha iyi eğitim almaları imkânı doğdu. Bunun neticesinde K. Marx, S. Freud, M. Chagall, F. Kafka, Levi Strauss, A. Einstein gibi entelektüel ve dahilerin ortaya çıkma zemini oluştu.
1880’lerden sonra politik bir ideoloji haline gelen Siyonizm tüm Yahudilerin Jabal Sahyon (Sion Dağı’na) vaat edilen kutsal topraklar olarak görülen Filistin’e gitmelerini organize etmeye başladı.
Theodor Herzl bu ideolojinin esas mimarı sayılır. “Der Judenstaat” eserinde, “Biz bir halkız, bir halkız” (Wir sind ein Volk, ein Volk) meşhur sözüyle dünyadaki tüm Yahudileri birleştirmeyi ve Filistin’e dönmeleri yönündeki planlamaları başlattı.
Teodor Herzl “Der Judenstaat” kitabında örgütlenmeyi, para tedarik işlerini, çalışma prensiplerini, Filistin’de toprak alımları dahil pek çok detayı açıklar. “Antisemit olanlar bizim sadık dostumuz, antisemit uluslar müttefiklerimiz olacak.” Tuttuğu günlükte bunları yazacaktır. (s.59)
Siyonist organizasyon öyle bir finansal güce ulaşır ki, Theodor Herzl, Osmanlı sultanı Abdülhamit’e Filistin’i vermesi durumunda finansal durumunu tümden düzelteceğinden söz eder.
Almanya Kralı Kaiser 2. Wilhelm ve 1904’te Papa Pius X’ten Filistin’de Yahudi devletinin kurulması için yardım istenir, bu istekleri de reddedilmesine karşın planlarını uygulamada kararlıdırlar. T. Herzl’den sonra Siyonist hareketin başına getirilen ünlü Kimyacı Chaim Weizmann, 1919’daki bir konuşmasında şöyle der: “Siyonist hareketin Filistin’de Yahudi devleti kurma hedefi şaşmaz; 10 yıl da, 20 yıl da, 30 yıl da sürse bu hedef sarsılmayacak.” (s.130)
Siyonist hareket, Arjantin cumhuriyetinin Yahudilere bir bölgeyi tahsis etme isteklerini aynı zamanda 1903’te İngiltere koloni bakanı J. Chamberlain Uganda’da bir Yahudi devleti kurma teklifini çoğu Siyonist, “Kutsal toprak Filistin’i istiyoruz” diye reddeder.
Yahudi devletinin Filistin’de kurulmasında esas rolü İngiltere oynadı. Siyonist teşkilat, özellikle İngiltere’de basınla birlikte ekonomi ve siyasette kurdukları derin ilişkiler sayesinde her yerde artık söz ve karar verme imtiyazına ulaştı. İngiltere ve Fransa, 1916’da Sykes-Picot Anlaşmasıyla Ortadoğu’yu kendi aralarında masa başında bölüştüler. Ortadoğu’da yarattıkları ihtilafların neticesinde çıkan savaşların, akan kanın ve içinden hâlâ çıkılamayan kaosun baş sorumlularıdır. Bu anlaşma başlangıç tarihidir. 1897’de Siyonistlerin Filistin’de devlet kurma istekleri 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı A. James Balfour tarafından Balfour Deklarasyonu olarak bilinen belgeyle tescil edildi, Filistin’de Yahudi Devleti kurulması güvencesi verildi. İngiltere de karşılığında Frankfurtlu zengin aile Rothschild’den gerekli desteği de almış oldu. Artık tüm karar verme mekanizma kapıları Siyonistlere açılmış oldu. Zaten 1900’lerden beri Filistin’deki Osmanlı kurumları Avrupa’dan gelen Yahudi yerleşimcilere iltimas geçiyor, onları koruyor, toprak alımlarına bir ölçüye kadar imkân sağlıyordu. Rusya ve doğu Avrupa’dan gelen Yahudi yerleşimciler karar verdikleri yerlere yerleşim alanları kuruyor, Filistinlileri sürüyor, hatta kaba kuvvet ve ölümle sonuçlanan fiillerine Osmanlı idareciler göz yumuyorlardı. Arapların, Yahudi yerleşimcilerin sınırlandırılmaları ve engellenmeleri istekleri karşılıksız kalıyordu. (s.117)
Kısa bir sürede öyle bir güce ulaştılar ki, 1920’lerde Siyonist komisyon Filistin’de İngilizlerin varlığına rağmen idare içinde idare kurmuş, idari subayları büyük bir titizlikle takip ediyor, isteklerini yerine getirmeyenleri gerektiğinde en üst seviyeye W. Churchill’e, Balfour’a ulaştırıyorlardı, onların isteklerini yerine getirmeyen Yahudileri hainlikle suçluyor, gazetelerinde deşifre ediyorlardı. (s.106-116)
Osmanlılara karşı İngilizlerle birlikte aynı safta savaşan Filistinli Arap ve Yahudiler, zamanla Siyonist hareketin güçlenmesiyle artık karşı karşıya gelmeye başladılar.
Avrupa’dan getirilen Siyonist yerleşimciler örgütlü ve planlı çalışıyorlardı, Filistinlilerle ilk büyük çatışmada 1920’de Tel Chai’de 6 yerleşimci ve 5 Arap öldü. Bu çatışmada öldürülenlerden Siyonist yerleşimcilerin lideri olan Rus ordusunda subaylık yapan diş hekimi J. Trumpeldor da vardı. J. Trumpeldor’un öldürülmesi bir ölçüde Siyonistler için mükemmel bir zamana denk geldi. Vatan için ölen kahramanlarına kovuşmuş oldular. Buna paralel 19 Mayıs 1920’de Haaretz gazetesinin yazdığına göre Osmanlı tarafından idam edilen 7 Arap ulusalcının Şam’da anılmalarında tüm konuşmacılar “Siyonistlere ölüm, hiçbir ölüm vatan için ölmekten daha iyi değildir” açıklamalarıyla ulusal bilinç ve hassasiyetleri daha yüksek sesle yaymaya başladılar. Siyonistler (Irgun örgütü) planlı ve organize bir şekilde Araplara karşı saldırılarını sürdürdüler. İlk büyük katliamları 1948’de Deir Yasin’de 100’den fazla Filistinliyi katletmeleri oldu. İngilizler isteklerini zamanında ve tam yerine getirmediklerinden King David Hotel saldırısında 90 kişiyi öldürdüler. Sonra bu örgüt üyeleri (Irgun) İsrail’de orduya entegre edildi.
Yüzyıllardır gerek Filistin’de gerekse diğer Arap şehirlerinde (en başta Şam, Halep, Kahire, Bağdat, Basra, Aden, Sana) Müslüman ve Hıristiyanlarla birlikte Yahudiler barış içinde yaşadılar. Devlet dairelerinde önemli yerlere gelmeleri ve refah seviyelerinin yüksek olması bulundukları Arap toplumlarında sorun teşkil etmiyordu. Yahudiler gibi Araplar da Sami ırkından geliyorlar. Antisemitizm muamelesine uğramıyorlardı. Arap kadınlar, Yahudi anneler hastalandığında Yahudi çocuklara sütanneliği yaptılar. (S.121) People of the Book ve Noor-W-Nar’da anılarını anlatan Oriantal Yahudiler hayatlarından gayet memnun, refah düzeylerinin gayet yüksek çevrelerinde ve toplumda konumlarının gayet iyi itibarlı olduklarından bahsederler. 1948 İsrail devletinin kurulmasıyla Arap ülkelerinde yaşayan Yahudilerin yaşamları da zorlaşmaya başladı.
Ünlü Ajan Eli Kohen’in 1965’te Şam’da suçüstü yakalanıp asılmasıyla Arap devletlerinde yaşayan Yahudilere karşı baskılar, tecritler arttı, yaşam alanları kısıtlandı, can ve mal güvenlikleri çok tehlikeli bir duruma geldi. Böylece şu ana kadar bu ülkelerde kalan Yahudilerin kaçışları da hızlanmaya başladı.
Yahudi sorunu Hitler Almanya’sıyla başlamadı ama insanlık tarihinin en korkunç, gaddar, acımasız soykırımı bu tarihlerde yaşandı. Bu dönemde Yahudilere yapılanları insanım diyen birinin kabul etmesi, gerekçelendirmeye çalışması kabul edilemez.
Yahudi asıllı üç düşünce insanının Yahudi sorununun çözümüne dair görüşleri şöyle:
Kardeş Arap halkıyla birlikte yaşama sorununu şeffaf, kibar ve takdir ederek çözmeliyiz. Burada binlerce yıldır zor, acı geçmişimizden öğrendiğimizi aktarma imkânımız var. Doğru yolda gidersek başarılı olur ve diğer halklara iyi bir örnek oluruz. Filistin için ne yapıyorsak Yahudi halkının haysiyeti ve iyiliği için yapıyoruz. Arap halkıyla ilişkilerimizde çok hassas davranmak zorundayız. Bu ilişkilerin düzenli korunmasıyla, ilerde tehlikeli gerilim ve provokasyonları engelleme kudretinde oluruz. Bu hedefe ulaşmak istiyoruz, çünkü bizim yapımız böyledir ve böyle olmalı, aynı zamanda Arap toplumunun çıkarlarına taleplerine hizmet etsin. (s.120)
Batılı devletler ister ekonomik, ister dini, ister siyasi ya da tarihi sebep ve gerekçeyle İsrail’e şartsız ve sonsuz destekleri devam ettikçe sorun kısa sürede çözülmeyecek. Ara sıra Filistinlilere şekerli çubuk, lolipop verseler de havadan ve denizden gıda yardımı yapsalar da esasta samimi olmadıkları sürece bunlar göz boyamadan başka bir işe yaramıyor.
Batılı ülkelerinin sonsuz yüksek askeri teknoloji, lojistik ve istihbarat desteğini İsrail’e vermeleriyle, İsrail’in nelere kadir olduğunu 48-67-73 savaşlarında gören Arap ülkeleri, bundan sonra İsrail’i karşılarına almak istemedi.
Cemal Abdel Nasır’ın antiemperyalist bir lider olarak 1954’lerde iktidara gelmesi tüm Arap dünyasında yeni bir heyecan yarattı, Filistinliler arasında organize direniş örgütlerinin doğmalarına vesile oldu. Başta Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, 1980’lerden sonra da İslami direniş örgütleri işgal devleti olarak gördükleri İsrail’e karşı silahlı mücadele yolunu seçtiler.
2006’da Temmuz savaşı olarak bilinen Lübnan Hizbullahı-İsrail savaşı Filistinli direniş örgütlerine yeni hedef ve stratejiler koyma, mücadelelerini yeniden analiz etme ve planlama imkânı hazırladı. Şimdiye kadarki savaş aletleri ve planlamasında değişikliğe gidildi. Pahalı silahlara gerek kalmadan, kendi mühendis, teknisyen ve imkanlarıyla artık etkili füzeler, insansız hava uçakları ve başka silahları üretmeye başladılar. (Elbette İran’ı unutmamak lazım.) Aksa Tufanı’na katkı sağlayan Lübnan ve Irak Hizbullahı ve Yemen Husi güçleri, diğer Filistinli sol örgütler bu savaş ve sonrasında koordinasyon yardımlaşma ve dayanışmaları artıracakları görülüyor. Anlaşılan İsrail, Filistin sorunu ve civar ülkelerle sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözmezse Direniş (Mukavemet) ekseni örgütleriyle bayağı savaşacağa benziyor. Bu durumun 7 Ekim saldırısıyla ilk defa İsrail’in varlığını ciddi bir şekilde tehdit etmeye başladığı görülüyor. Savaş kaidelerini değiştiren bu gelişme, İsrail Devleti için sonun başlangıcı olabilir. İsrail yönetimi, barışçıl bir şekilde sorunun çözülmesi yerine askeri çözümü yıllardır dayatıyor. Bu topraklarda 100 yıldan fazla süredir dökülen gözyaşı ve kandan, çekilen çile ve acılardan ders alınmadığı ortada. Filistinliler hak mücadelesi iradelerinden vazgeçmiyorlar. Filistinli Arapları görmezden gelen, hiçe sayan, zindan hayatı yaşatan, onları kendi topraklarından sürüp hâlâ yerleşim alanları açan, yaşam haklarını ve onurlarını ayaklar altına alan, muhbir yetiştirmekle Filistinli Arapları bu şekilde sindireceğini varsayan bu anlayış aynı zamanda kendi halkının geleceğini de tehlikeye atmış oluyor.
Geçen 6 ayda 30 binden fazla sivil insanın öldürülmesi ve 70 binden fazla yaralı ve milyonlarca insanın aç, susuz, ilaçsız bırakılmalarına, taşın, toprağın, ağaçların, hayvanların bombalanmalarına, dünyaya egemen olan Batı’nın, Arap ve tüm dünya ülkelerinin savaşı durdurma azmini aylardır göstermemesi, medyanın sessiz kalması bu yaşanan insanlık dışı katliamların vuku bulmadığı anlamına gelmez, gerçekler unutulmaz, vicdanı hür insan hafızalarında kalmaya devam eder.
Bu durum, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısını çoktan gölgede bırakmış durumda. Çocuk, kadın, yaşlı demeden aylardır öldürmeye devam eden, aç, susuz bırakan, hastaneleri vuran, toplu ölümler yapan İsrail yönetimi hâlâ vurmaya öldürmeye devam ediyor. İsrail siyasetini bu şekilde devam ettirmesi durumunda kan, ölüm ve sefaletten başka hiçbir şey görmeyen çocukların, gençlerin illerde ellerine silahlar almamalarını beklemek saflıktan öteye gitmez.
İsrail’in kuruluşu dünya tarihinde örneği olmayan bir toplum mühendisliği sayesinde gerçekleşti. Ama toplumlar mühendislik hesaplarıyla, hak sahibi insanları yerlerinden sürmelerle ayakta duramazlar. Tarihi bir hatırlatma: 1882’de Filistin topraklarında Yahudilerin Müslüman ve Hıristiyan Araplara oranları yalnızca %3,2’dir. Bu oran 1967 de %63,8’e yükseldi. (s.283)
Daha fazla kan dökülmeden, bu sorunun çözülmesi yalnız Filistinliler için değil, aynı zamanda Yahudiler için de önemlidir. Güvenlik ve istikrarın olmadığı yerde insanlar barınamaz, yaşam zorlaşır. Büyük dahi Albert Einstein’ın çözüm önerileri hâlâ kıymetini yitirmiş değil.
Filistin’de yaşanılanlar ilk başta vicdani, insani bir sorundur
* Mehmet Eryılmaz: Veteriner Hekim
Kaynaklar:
Andre Ribard, İnsanlığın Tarihi
Theodor Herzl, Der Judenstaat
Tom Segev, Es war einmal ein Palästina
Muriel Asseburg, Palästina und die Palästinenser
Albert Einstein, Mein Weltbild
Karl Marx, Zur Judenfrage
Henry Kissinger, Staatskunst
YouTube, People of the book, noor-w-nar
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.