Kolektif devlet aklı, şahıslarda simgeleşen devrimci iradenin kitlelerle buluşmasını, kitlelerin devrimci bir yönelime girmesini engelleyecek ikili bir siyaset öneriyor: Faşizm ama seçimli. Devlet terörünün ve seçimlerin yan yanalığından çok etkili bir kitle pasifikasyonu yordamı geliştirmiş olmanın keyfini sürüyor devlet
Ölmeden çürümek de mümkün, çürümeden ölmek de. Yanlış anlaşılmasın, birileri erken öldüğü için çürümekten kurtulmuş, diğerleri uzun yaşadığı için çürümüş değil. Kaza ve kaderden değil bilinçli ve iradi tercihlerden söz ediyoruz. Madem ki yine bir seçim arifesinde gırtlağımıza kadar battığımız çürümüşlüğün içinde boğulmamak için başlarımızı dimdik tutarken Kızıldere’nin 52. yıldönümünü idrak ediyoruz ve madem ki ölmeden çürüyenlerimiz çürümeden ölmüşlerimizi yalancı tanıklığa çağırabiliyor, gereksiz nezaketi bir kenara bırakıp tam da gününde bir doz ciddiyet ve samimiyet notu düşmekte fayda var.
Solun Kızıldere’den ne öğrendiğine değil de devletin Kızıldere’den ne öğrendiğine bakalım bir. Zira devlet daha iyi bir öğrenci. Terör örgütü yöneticiliğinden hüküm giyip hapis yatmış ve gayet de entelektüel eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Kızıldere’den çıkardığı bazı sonuçlar var. Başbuğ, Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi (1961-1980) adlı kitabında kısa bir bölümü de 1968 gençlik hareketlerine, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’a ayırmış. 1968’in anti-emperyalist gençlik hareketinden ve bu hareket içindeki önder kadroların devrimci yöneliminden solcu bir kalemden pek ayrıştırılamayacak biçimde, olumlu bir tonda söz ediyor. THKO önderleri Deniz Gezmişler hakkında verilen idam kararının hukuk tarihi açısından bir kara leke olduğunu, THKP-C lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarının Denizleri kurtarmak için Kızıldere’ye gittiğini, Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmesi karşısında bildiri dağıtan Abdullah Öcalan adlı bir gencin gözaltına alınıp sadece bir bildiri dağıttığı için aylarca hapiste yatırıldığını ve onu PKK’yi kurmaya götüren fikirlerinin bu mahpusluk sürecinde olgunlaştığını aktarıyor. Sonra da acaba bu sertlikte davranmasaydık ülkenin yakın tarihi nasıl şekillenirdi diye bir sorgulamaya çağırıyor devleti.
Başbuğ’un mesajını, o hapis yatmasaydı uslanırdı, bu yaşasaydı şöyle büyük adam olurdu, şu yaşasaydı buna oy verirdi zırvalarıyla karıştırmayın. Yazarımız 1972’de yüzbaşı, 2003-2005’te genelkurmay ikinci başkanı, 2008-2010’da genelkurmay başkanı, 2012-2014’te terör hükümlüsü mahpus, 2014 sonrasında da bir zamanlar reddedilmiş kendi fikrinin (Cemaat ve Kürtlere karşı Ulusalcı-İslamcı ittifakı) iktidara taşındığını görmüş bir devlet adamı. O, hayatını devletin elindeki yasal ve yasa dışı şiddet aygıtlarını devlet düşmanlarına karşı en etkin biçimde kullanmaya vermiş. Adı geçen önder kadroların tercihlerinin çevresel koşullar, gençlik heyecanı ya da tesadüflerden çok düzen içi gerçekçiliğe meydan okuyan ve öznel yönü önde olan devrimci iradecilikleri ile ilgili olduğunu bilmiyor değil. Buna karşı şiddet uygulamayı reddetmesi de kendi kendisini reddetmesi anlamına gelir. O, devlet şiddetinin devrimci önderleri geniş kitleler nezdinde haklılaştırıp devrimci iradenin kitleleri seferber edebilmesini kolaylaştıracak bir kabalıkta uygulanmasına itiraz ediyor.
Kolektif devlet aklı, şahıslarda simgeleşen devrimci iradenin kitlelerle buluşmasını, kitlelerin devrimci bir yönelime girmesini engelleyecek ikili bir siyaset öneriyor: Faşizm ama seçimli. Devlet terörünün ve seçimlerin yan yanalığından çok etkili bir kitle pasifikasyonu yordamı geliştirmiş olmanın keyfini sürüyor devlet. Hani devrimcilik yapmak, halkı harekete geçirmek, sömürü ve yağma düzeninin çarkına çomak sokmak istersen şiddetin âlâsı var ama sırtını dönersen bu gerçeğe sen de en üst perdeden konuşup siyaset yapabilirsin. Belki halkı pasifize etmede sen de devlete bir nebze yardımcı olursun. Belki değil öyle.
Daha gerilere gitmeden çeyrek yüzyıla yaklaşan 2000’ler pratiğine bir bakalım. Biz Avrupa Birliği’nin kapısına 19 Aralık 2000 hapishaneler katliamından geçerek varmıştık ve o geçitten geçtikten birkaç yıl sonra, şimdi AKP karşıtlığı bayrağını kimselere kaptırmayanlar da dahil solun çok geniş bir kesimi AKP iktidarı ile birlikte demokratik devrimin tamamlandığını iddia ediyordu. 10 yıl sonra Gezi’de ayağa kalkan milyonlara karşı bir isyan bastırma rejimi devreye sokulurken meydanlardan sürülen kitlelere tek istikamet olarak sandık gösteriliyordu. Sonraki 10 yılda sandıktan çıkamadı Türkiye solu ve devrimcilik namına ne taşıyorsa bünyesinde kendi şeklini kaybedip sandığın şeklini aldı. O şeklin bir gereği olarak, başarının ölçütü halkın sesinin ne kadar duyulduğu, halkın örgütlü gücünün ve hareket kapasitesinin ne ölçüde geliştiği değil de örgütsel görünürlük, oy sayısı ve elde edilecek koltuk sayısı oldu. Örgütler arası ve örgüt içi ilişkilerde bir kısmı ifşa olmuş, bir kısmı ifşa olmayı bekleyen, bir kısmını da utancımızdan konuşamayacağımız türlü rezillik yaşandıysa bu yüzden.
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi mi? Değil. Ama parlamenter ölçütlerde başarı elde etmek için bütün ilkelerin ayak altına alınabildiği bir sürecin sonunda, bu yoldan ilerleyen dostlarımıza başarılar dileyemiyoruz. Aksi takdirde ilkeleri ayak altına almayı ve rezil olmayı, siyasette başarılı olmanın bir gereği olarak normalleştirecekler. Elbette öncelikle halk düşmanı AKP iktidarına, sonra Erdoğan’sız bir AKP düzenine razı gelip rıza üreten düzen muhalefetine, en son da devrimci siyasetin imkânsızlığı fikri üzerinde yükselen reel sola hayırlı başarısızlıklar diliyoruz.
En olmaz denilen anda bile devrimci siyasetin mümkün olduğunu gösteren On’ları da saygıyla anıyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.