“Üniversitelerin duvarları vardır ve olmalıdır ancak bu duvar kast edilenin aksine kampüsün çeperini oluşturan taşlar değil, üniversitenin fikri ve iddiasıdır. Neoliberal politikalarla bu duvar her ne kadar aşındırılmış, tahrip edilmiş olsa da yok edilememiştir ve her kalıntı siyasal iktidar için üniversitelerle arasına giren bir engeldir. Bu noktada üniversitenin duvarsız olmasından kast edilen halkın kampüslere açık girişini engelleyen fiziki duvarlar değil, iktidarın kampüslere tam teşekküllü hakimiyetini sağlaması için yok edilmesi gereken engellerdir”
“Duvarsız üniversite”, gençlik ve halk dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Öğrenci Kolektifleri ile. Öğrenci Kolektifleri İstanbul Üniversitesi’nin “Duvarsız üniversite” kararının propagandatif bir söylemden ibaret olduğunu, aslında kampüsün ticarileşmesi yolunda atılan bir adım olduğunu belirtiyor.
“Üniversitelerin duvarları vardır ve olmalıdır ancak bu duvar kast edilenin aksine kampüsün çeperini oluşturan taşlar değil, üniversitenin fikri ve iddiasıdır” diyen Öğrenci Kolektifleri, iktidarın asıl olarak bu duvarlara düşman olduğunun altını çiziyor.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü kampüsleri ziyarete açma kararını “üniversiteyi halkla buluşturma” gibi gençlik hareketinin de yıllardır verdiği mücadelenin söylemlerini, tezlerini anımsatan ifadelerle duyurdu. Bu karar, kararın sunulma biçimi ve uygulanması durumunda getireceği sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Halkla buluşturma ifadesi “duvarsız üniversite” projesinin ardındaki propagandatif bir söylemden ibaret. Bu açıdan öncelikle kararın ardındaki gerçek amaca odaklanmak, sonrasında projenin pazarlama stratejisi olarak kullanılan ifadelere yönelmek daha sağlıklı olacaktır.
“Duvarsız üniversite” tabirinin bundan sonraki süreçte üniversitelere yönelik neoliberal saldırıları anlamaya dair açıklayıcı bir tanımlama olduğunu düşünüyoruz. Üniversitelerin duvarları vardır ve olmalıdır ancak bu duvar kast edilenin aksine kampüsün çeperini oluşturan taşlar değil, üniversitenin fikri ve iddiasıdır. Neoliberal politikalarla bu duvar her ne kadar aşındırılmış, tahrip edilmiş olsa da yok edilememiştir ve her kalıntı siyasal iktidar için üniversitelerle arasına giren bir engeldir. Bu noktada üniversitenin duvarsız olmasından kast edilen halkın kampüslere açık girişini engelleyen fiziki duvarlar değil, iktidarın kampüslere tam teşekküllü hakimiyetini sağlaması için yok edilmesi gereken engellerdir. İktidar da tam olarak bu duvarlara düşman.
Üniversiteleri ticarethanelere dönüştürüp yalnızca sermaye çıkarları doğrultusunda işlevlendiren bir iktidarın halka açık üniversite propagandası gittikçe trajikomik bir hal alıyor. Karara karşı çıkan üniversitelileri halk düşmanı olmakla suçlayan iktidarın, bilimin halk için üretilmesinin, yani üniversitelerin halk yararına işlevlendirilmesinin önüne geçip halka karşı suç işlerken “kampüsler ziyarete açık” demesinin hiçbir inandırıcılığı olmuyor. Üniversiteli-üniversitesiz ayrımını kaldırmaya yönelik bir girişim olarak da nitelendirilen bu duruma net bir yaklaşım gerekiyor.
Üniversiteler, memleketin geleceğine dair toplumsal duyarlılığa sahip olmakla sınırlandırılamayacak toplumsal sorumluluk bilinci taşıması gereken en asli kurumdur. AKP iktidarının bütün neoliberal üniversite programına rağmen bu potansiyel yok edilememiştir ve bütün memleketi yıkıma sürükleyen siyasal iktidar tarafından da üniversiteler halihazırda bir tehdittir. Üniversiteli ve üniversitesiz ayrımı bir üstencilik ya da dışlanmışlığa değil, bilimi üretenlerin halka sorumluluğuna işaret etmelidir.
Üniversiteler bu noktada turistik gezilere değil, bilime erişmek isteyen herkese açık olmalıdır. Üniversitelerdeki neoliberal dönüşümle birlikte üretilen bilginin sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılması en baştan üniversiteyle halk arasında bir kopukluk oluşmasını sağlıyor. Dolayısıyla bu kopukluğu yaratanların bugün üniversiteleri halka açma tartışmasının hiçbir gerçekçiliği yok.
Kararın ardından “güvenlik” kaygısının hakim olduğu tepkiler dile getirildi. sizce güvenlik kaygısı” ile kast edilen olası riskler, somut durumlar nedir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Haklı kaygılar mı?
Geniş bir üniversiteli topluluğunun ortak kaygısına, boş endişe demek büyük bir haksızlık olacaktır. Yalnızca üniversiteliler özelinde de değil, toplumun tamamında güvensizlik ve kaygı durumunun had safhada olduğu bir süreçten geçiyoruz. Sadece Beyazıt üzerinden bakacak olursak bile çevresinde onlarca tarikat-cemaatin konumlandığı bir kampüs. Doğal olarak üniversitelilerin gericiliğin kampüste en açık haliyle varlığını sürdürmesini istememesi elbette haklı bir kaygı. Kadınlar ve LGBTİ+’lar özelinde bu kaygı daha derin yaşanmakta. Her gün erkek şiddetinin meşrulaştırılmasına şahit olan kadınlar ve LGBTİ+’lar kampüste görece sahip olduğu özgür ortamı da kaybetmek istemiyor.
Ancak bu durumdan “Üniversiteliler halkı istemiyor” gibi bir yorum çıkarmak içinde bulunduğumuz sürecin koşullarına karşı kör olmak demektir. Kadınların ve LGBTİ+’ların kendisini en rahat var edebildiği ortamı sahiplenmeleri, buna yönelik talepleri küçük görülemez. Araya şerit çizilmesi gereken nokta kampüsler tarikat-cemaatlere, kadın- ve LGBTİ+ düşmanı faşist çetelere, tacizcilere açılamaz netliğini sağlamaktır.
Ticarileşmenin önünün açılacağına dair kaygılar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu kararın kampüslerin ticarileştirilmesi sürecinde nasıl bir rolü olacağını düşünüyorsunuz?
Bugüne kadarki piyasalaştırma süreçlerinin neredeyse tamamı, önce halk lehine bir kararmış gibi gösterilip daha sonra kararın arkasında yatan gerçekliğin gün yüzüne çıkmasıyla sonuçlandı. Bugün randevulu giriş, yarın biletli girişe dönebilir, ardından turistik turlara, kampüste üniversitelilerin karşılayamayacağı tüketim mekanlarına… Derken “Beyazıt aslında üniversitelilerin değil” sonucu bile çıkabilir.
İstanbul Üniversitesi gibi köklü üniversitelerin kent merkezlerinden taşınması yakın vadede olmasa bile AKP iktidarı için kamusal alanların mekânsal tasfiyesine dair bir hedef olarak yer alıyor. Yeni inşa edilen kampüslerin ya da kent merkezindeki fakültelerin kent dışına taşınması da bunun bir örneği olarak önümüzde duruyor. İktidar, en yüksek kar oranını nereden elde edecekse üniversiteleri de o noktaya yerleştiriliyor. Üniversitelerin kamusallığı da üniversitelilerin kamusal hakları da aşamalandırmalı süreçlerle gasp ediliyor. Bugün üniversitelerin ticarethaneye dönüşmesinin bir üst aşaması, kampüsünü savunan üniversiteliler olmadan engellenemez.
İtirazlardan biri de kararın üniversite bileşenlerine -öğrencilere, akademisyenlere, çalışanlara- sorulmadan alınmış olmasına. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Üniversitelere yönelik sistematik saldırıları göz önünde bulunduracak olursak, üniversitelilerin çelişkilerinin ne derece derin olduğunu anlayabiliriz. Üniversitelerin Saray’dan talimatlarla yönetilmesinin sürekliliğini sağlayabilmek adına üniversite bileşenlerinin kendi sözünü üreteceği katılım kanallarının açığa çıkması engelleniyor. Üniversiteye dair işletilen karar süreçlerinde üniversitelilerin katılımcı olabilecekleri zeminler bugün mevcut değil. Belki içini hiç görmeden mezun olduğu Rektörlük binasından yağan kararlarda üniversitelilerin kampüse dair bir söz hakkı yok. Dolayısıyla Beyazıt üzerinden ortaya çıkan tepki “Duvarsız üniversite” kararına yönelik olsa da yalnızca bununla sınırlı değil.
Eylemlerin, forumların sonucunda da Öğrenci Meclisi’nin kurulması, üniversitenin herhangi bir mekanizmasında gündeme getiremediğimiz problem ve fikirlerimizi bir arada konuşmak ve çözüm üretmek konusunda önemli bir adım. Öğrenci Meclisi bu noktada, rahat koltuğundan kararlar sıralayan yönetimin aksine “Söz, yetki, karar bizim” diyen üniversite bileşenlerinin demokratik meclisi olma potansiyelini barındırıyor.
Son soru eylemlere dair. Oluşan tepkiyi, eylemleri, katılım motivasyonunu nasıl yorumluyorsunuz?
Üniversiteliler her geçen gün üniversite yaşamından, kimliğinden yoksun kaldığı bir duruma sürükleniyor. Bu durumun açığa çıkardığı birikmiş bir öfke ve enerji mevcut. Beyazıt’ta açığa çıkan eylemlerin kitleselliğini son alınan karardan öte, bir birikimin açığa çıkmasıyla açıklayabiliriz.
“Üniversiteler halka açık mı kapalı mı olacak?” tartışması kendisini ideolojk bir karşı koyuşla var eden gençlik hareketi için oldukça kritik bir mesele. Yaşamın her alanında şovenizmin, milliyetçiliğin, bireyciliğin yükseldiği bir noktada gereken netlik sağlanmaması üniversite mücadelesi için kalıcı hasarlar bırakabilir. Ancak kitlelerin net talebini oluşturabildiğimizde yeni bir kurucu sürecin fitilini de ateşleyebiliriz.
Burada üniversiteli aydın kimliğinin tahribatını hesaba katmadan hareket edemeyiz. Üniversitelilerin kendi sözünü ifade edebildiği alanların kıymetini bilerek demokratik üniversite talebini sahiplendirecek, birlikte yol yürüdüğümüz kitlelerin hareket kabiliyetini sıçratacak bir süreci inşa etmek hedeflenmelidir.
Üniversitenin hafızasının çok büyük oranda yok edildiğini kabul ederek, tarihsel olarak üniversite mücadelesinde eritilmiş birçok tartışma ve kavramın yeniden anlam kazanması gerekiyor. Ancak bu sağlanabilirse bugünün özneleriyle “üniversitelerin yeniden inşa edilmesi” mücadelesi neoliberal üniversitenin karşısında bir çizgi olarak örgütlenebilir.