“Bu konunun esasının kamu varlıklarının ticarileştirilmesi; bir kamu üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ne ait tüm binaların ve arazilerin yavaş yavaş şirketlere satılması, özelleştirilmesi olduğunu düşünüyoruz. İstanbul’un merkezindeki Beyazıt Kampüsü’nde bu kararla birlikte zamanla özel kafeler, özel otoparklar açılacak. Zaman içerisinde de tüm fakülteleri taşıyarak Beyazıt’ı tamamen şirketlerin eline bırakacaklar. Kısacası Beyazıt Kampüsü’nü bir AVM’ye dönüştürerek, bir ortak varlığımızı daha sermayeye aktaracaklar”
“Duvarsız üniversite”, gençlik ve halk dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz EHP Gençliği ile. EHP Gençliği, İstanbul Üniversitesi’nin “Duvarsız üniversite” kararının özünde kampüslerin ticarileştirilmesinin yattığını ifade ederken zaman içinde Beyazıt Kampüsü’nün otoparklarla, özel işletmelerle bir AVM’ye dönüştürüleceğini söylüyor.
EHP Gençliği, güvenlik sorununun halkın kampüse girmesi üzerinden tartışılamayacağının altını çiziyor. Kadınların yaşadığı taciz ve şiddetin temelinde hayatın her alanında var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yattığını söyleyen EHP Gençliği, “Bu yüzden bu konuyu “güvenlik” kavramı üzerinden değil, siyasi iktidarın özgürlük düşmanı politikalarını dikkate alarak tartışmalıyız” diyor.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü kampüsleri ziyarete açma kararını “üniversiteyi halkla buluşturma” gibi gençlik hareketinin de yıllardır verdiği mücadelenin söylemlerini, tezlerini anımsatan ifadelerle duyurdu. Bu karar, kararın sunulma biçimi ve uygulanması durumunda getireceği sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Elbette bizler toplumumuzun da İstanbul Üniversitesi’nin kültürel birikiminin yaratılmasında hem pay sahibi olduğunu hem de o birikimden yararlanmaya hakkı olduğunu biliyoruz ve savunuyoruz. Ancak AKP iktidarının bütün projeleri sunma biçimini ve sonuçlarını göz önüne aldığımızda, birçok diğer üniversitede de olduğu gibi, bunun kapıları halka değil, sermayeye, ticarileşmeye açma; pek çok diğer örnekte olduğu gibi ortak varlıklarımızı, parklarımızı, bahçelerimizi AVM’ye dönüştürme süreci olduğunu biliyoruz. Bizleri “halk düşmanlığıyla” suçlayan, bu anlamda da hamasi söylemlere sığınan kayyım rektörün aslında halka düşman, ranta yandaş olduğunu gözler önüne seriyoruz.
Kararın ardından “güvenlik” kaygısının hâkim olduğu tepkiler dile getirildi. Sizce güvenlik kaygısı” ile kastedilen olası riskler, somut durumlar nedir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Haklı kaygılar mı?
Kararın ardından “güvenlik” kaygısı çeşitli yönlerden gündeme geldi. Bunun üzerine kayyım rektör tekrar bir açıklama yapıp, açıklama içerisinde “güvenlik önlemlerini” arttıracaklarını dile getirdi. Rahatlıkla sivil polislerin, siyasi iktidarın görüşüne yakın düşünenlerin girdiği İstanbul Üniversitesi’ne halk girince büyük bir güvenlik tehlikesi oluşacağını dile getirmek, bizce konuyu bütünsel ele almaktan uzaklaşmaktır.
Çeşitli durumlarda halk düşmanlığı yapmak için kadınlar üzerinden güvenlik tartışması yürütüldüğünü düşünüyoruz. Kadınların yaşadığı taciz ve şiddetin temel sebebi toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Hayatın her alanında kadınlar eşitsizliğe uğrarken önleyici mekanizmaların var edilmemesi, yasaların bilerek siyasi iktidar eliyle uygulanmaması sonucu bu konu çözüme hâlâ ulaşmamıştır. Halkın kendisine değil, var olan erkek egemen sisteme ve kadın düşmanı politikalar uygulayan hükümete karşı bir şeyler demek gerekir. Toplumun her alanında var olan bir sorunu halk işaret edilerek “güvenlik” kavramı üzerinden açıklamaya çalışmak sorunun özünü görmezden gelmektir.
Bunun yanı sıra Türkiye’de başta kadınların ve LGBTİQ+’ların büyük bir sorunu özgürlüklerinin kısıtlanması ve kendi istedikleri gibi var olamamalarıdır. Halihazırda kampüslerde genç kadınların özgürlükleri siyasi iktidarın politikalarına bağlı olarak kayyım yönetimi eliyle kısıtlanmaktadır. Bu yüzden bu konuyu “güvenlik” kavramı üzerinden değil, siyasi iktidarın özgürlük düşmanı politikalarını dikkate alarak tartışmalıyız.
Ticarileşmenin önünün açılacağına dair kaygılar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu kararın kampüslerin ticarileştirilmesi sürecinde nasıl bir rolü olacağını düşünüyorsunuz?
Bu konunun esasının kamu varlıklarının ticarileştirilmesi; bir kamu üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ne ait tüm binaların ve arazilerin yavaş yavaş şirketlere satılması, özelleştirilmesi olduğunu düşünüyoruz. Siyasi iktidarın uzun bir zamandır kamuya ait tüm kuruluşları, arazileri şirketlere sattığını görüyoruz. En temel konularda bile tüm sorumluluğu şirketlerin eline teslim eder pozisyondalar. Üniversiteler de bundan bağımsız değil. İstanbul’un merkezindeki Beyazıt Kampüsü’nde bu kararla birlikte zamanla özel kafeler, özel otoparklar açılacak. Zaman içerisinde de tüm fakülteleri taşıyarak Beyazıt’ı tamamen şirketlerin eline bırakacaklar. Kısacası Beyazıt Kampüsü’nü bir AVM’ye dönüştürerek, bir ortak varlığımızı daha sermayeye aktaracaklar.
Bunların örneklerini birçok yerde gördük. Ücretsiz sağlık hizmeti veren devlet hastanelerinin, halkın sahiplendiği ve sadakatle sevdiği stadyumların, parkların nasıl teker teker elimizden alındığını gördük. Üniversitelerde ise bir süredir zaten bunu yapıyorlardı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne millet bahçesi yapmak istemeleri, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Ayazağa Kampüsü’nün içindeki neredeyse her yeri özel teşebbüslere kiralamaları, Marmara Üniversitesi’nde Göztepe Kampüsü’ndeki fakülteleri Maltepe’ye taşımaları vb. Bu yüzden kayyım yönetiminin temel amacı AKP’nin rant ve talan politikaları doğrultusunda Beyazıt Kampüsü’nü özelleştirmek.
İtirazlardan biri de kararın üniversite bileşenlerine -öğrencilere, akademisyenlere, çalışanlara- sorulmadan alınmış olmasına. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu soruyu mekansal ve zamansal anlamda, uzun erimli düşünebildiğimiz durumda yanıtlayabileceğimizi düşünüyoruz. Liberal iktisadi politikaların, özellikle AKP döneminde perçinlenmiş halini göz önünde bulundurduğumuzda, bütün bir toplumun elindeki etki ve karar mekanizmalarının nasıl pasifleştirildiğinin izini sürebiliyoruz. Bu bağlamda ilerlediğimizde, rektörlerin “kafasına göre at koştururcasına” kararlar aldıklarını düşünmüyoruz. Emek verenlerin yönetimden uzaklaştırılması dünyamızın genel bir problemidir ve bu konu özellikle de Türkiye’deki demokratik durumdan bağımsız düşünülmemelidir. Bu politikaların sonucu olarak üniversitelerin tüm bileşenleri de yönetim mekanizmalarında yer almıyor. Bütün söz, yetki karar süreçlerinde tüm bileşenlerin yer aldığı, bizim yönettiğimiz bir üniversiteyi kurmak için mücadeleyi bütünsel yaklaşarak örmeliyiz.
Son soru eylemlere dair. Oluşan tepkiyi, eylemleri, katılım motivasyonunu nasıl yorumluyorsunuz?
Eylemler başladığında tüm kitle bütünselliği vurgulayacak sloganları benimsediler. Kayyım bizi halk düşmanlığıyla suçlasa da bizim söylemimiz ilk günden itibaren sermayeye karşı oldu. Kitlenin motivasyonu da kampüslerimizin birer AVM’ye dönüşmesini engellemek için önleyici bir güç konumuna gelmekti. Sadece İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin değil tüm üniversiteden arkadaşlarımızla birlikte eylemlerimizi sürdürdük. Yıldız Teknik ve benzeri sorunları yaşayan üniversitelerden gelen arkadaşlarımız da bizim öngörülerimize katılarak kendi kampüslerinin ranta açılması ve teker teker özelleştirilmesinin süreçlerini bize aktardılar. Bu süreç sadece İstanbul Üniversitesi’nin değil AKP iktidarının tüm kamu kurumlarının ranta açılmasının bir tepkisidir. Gençlik bu sorunları ve beraberinde getireceği tehlikeleri görüyor ve kendini buna karşı başlatılan büyük bir mücadelenin kavşağı konumuna getiriyor. Ülkede anayasa mahkemesinin kararlarının hiçe sayıldığı bu dönemde gençlik olarak üniversitemizin önünde yaptığımız forumların bu demokrasi özlemi zamanında birer umut ışığını temsil ettiğini düşünüyoruz. 3 gün süren eylemlerimizin motivasyonunu yüksek olmasının sebebi kendi hayatları için konuşabilecekleri bir forum mekanizmasını oluşturabilmiş olmamızdır. Her gün kadınlar kendi hayatları hakkında karar vermek için öldürülürken, seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk halleri devam ederken, kampüslerimizde özgürlük alanlarımız kısıtlanmaya çalışırken gençlik umudun bitmediğini ve kazanmaya ne kadar da kararlı olduğunu gösterdi.