1965’te ODTÜ Elektrik Mühendisliği’ni bitirdikten sonra Ereğli Demir Çelik Fabrikası’nda bir beyaz yakalı olsa da mavi yakalıların Bingöl’ü, Bingöl Abisi, örgütleyicisi… Sendika hareketinin, yapı işçilerinin öncüsüdür. Erdemir, grevlerin en acayibini yaşarken Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç’un “Biz bu grevi iki puşt yüzünden yaptık!” diye bahsettiği ikiden biridir, diğeri can dostu Necmettin Giritlioğlu’dur
O, taşrada yoksul evlerde büyüyüp üniversitede okumak için gelmemiştir büyük şehre. Bir işçi çocuğu değildir. O, büyük şehre, varsıllığa, kurulu düzenin tatlı kucağına doğmuştur. Solculuğundan evveldir müzik, resim, sinema, edebiyat. Öyle sadece seyirci olarak değil. Merak ettiği sanat dallarının abecesini öğrenerek boy atar Bingöl, dünyanın kitabı, dünyanın filmi, dünyanın resmi, dünyanın müziğinin temelleri üstünde. Varsıllığın, kurulu düzenin sunduğu dünya nimetleriyle değil, bu varsıllıklarla var olur. Hayata çok geniş perspektiften bakabilme yetisi, temelinin sağlamlığındandır. Dostoyevski, Dickens, Balzac, Émile Zola, Sartre, Camus, Sait Faik, Yaşar Kemal okuyan Bingöl, nasıl kalsın kurulu düzen içinde? Doğduğu düzenin yabancısı, doğuracağı düzenin düşbazıdır artık. Karakoyundur okuduğu kolejde.
1965’te ODTÜ Elektrik Mühendisliği’ni bitirdikten sonra Ereğli Demir Çelik Fabrikası’nda bir beyaz yakalı olsa da mavi yakalıların Bingöl’ü, Bingöl Abisi, örgütleyicisi… Sendika hareketinin, yapı işçilerinin öncüsüdür. Erdemir, grevlerin en acayibini yaşarken Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç’un “Biz bu grevi iki puşt yüzünden yaptık!” diye bahsettiği ikiden biridir [1], diğeri can dostu Necmettin Giritlioğlu’dur. Sonra Aliağa… 12 Mart… Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kuruluşu… Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Hüseyin Cevahir, Ertuğrul Kürkçü, Orhan Savaşçı, Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı, Sina Çıladır ve İrfan Uçar’la birlikte kuruculardan biri de Bingöl Erdumlu’dur. Sadece üniversite öğrencilerinin değil, gençlerin işçilerle birlikte bitmeyen mücadelesinin, biten hayatların, yarım kalan hayallerin tam ortasındadır Bingöl. Kâh hapishanede, kâh dışarıda… Martın 12’si bitemeden Eylül’ün 12’si gelip kurulduğunda, 44 yaşında bir kauçuk botla ve tek kürekle Yunanistan’a geçecek, oradan Doğu Almanya, Hollanda, Küba ve Nikaragua’ya gidecektir. Barış, yaşam ve özgürlük mücadeleleri… Kırkından sonra Hollanda’da bir çello öğrenmesi var… 9 yıl boyunca ilkokul öğrencileriyle birlikte büyük bir disiplinle çello dersi alışı… Aklınız almaz… Sonra 2006’da Büyükada’ya döner… Hiç köşesinde oturmaz. Varlığı direniştir.
2015’te emek tarihi yazarı Can Şafak, onunla sözlü tarih kayıtlarına başlar. Yaşadıklarını, tanıklıklarını anlatır. Bunları değerli kılan, değerlendirmeleridir Bingöl’ün. Bir vakanüvis değildir çünkü o. Altıncı Süit, Türkiye’nin ruhuyla, hakikatiyle, tarihiyle birlikte akan bir nehir söyleşidir. Nehrin kolları, Türkiye’den taşıp Yunanistan, Doğu Almanya, Hollanda, Küba ve Nikaragua’ya uzanır, gelir bizi içine alır. Devrimci tanımını yeniden yapar, marifetin bildiğimizi değil bilmediğimizi okumak olduğunu anlar, yol alır, rol alır, güç alırız okudukça kitabı… Bingöl’ün anlattıklarının içinde destansı yıllar vardır, bizim destanlaştırdığımız yıllar… Destanların arasına sıkışıp kalmış gerçekliği şöyle anlatır:
Bir şeyleri kurcalamak istemiyorlar. Hani, dünyanın bir başka ülkesindeki bir harekette görürsün sen bunları ama kendi ülkende, kendinin de ilişkili olduğun hareket söz konusu olduğunda görmek istemiyorsun. Burada tabii işi doğru koymak lazım. Ne bu iş tek başına destan ne de tek başına komplo teorisiyle bilmem neyle açıklanacak bir olay. Gerçeklik bunların arasında bir yerde. Çok gerçek insanlar vardı harekette. Ve başka koşullarda çok da güzel bir şey üretebilecek bir hareketti, ben hâlâ ona inanırım. [2]
Bir Kalan’dır Bingöl. Yıllar boyu en yakın arkadaşı, gencecik arkadaşları öldürülmüş, yakın tarihte de yaşdaşlarının çoğu ölmüştür. Bingöl öldürülseydi, anacaktık her ölüm yıldönümünde onu “ölümsüzdür” diyerek. Oysa o yaşıyordu… Üstelik, “eski devrimci” olarak değil… Devrimcinin eskisi mi olur? “Eski” sıfatını Bingöl için kullanamazsınız. O, hiçbir şeyin eskisi değildir. Bingöl Erdumlu, sadece gençliğinde değil, ömrü boyunca devrimcidir. Devrimin bir an değil, bir yaşam olduğunu bilerek yaşamış, engin ufkuyla ufkunuz açmış, anlattıklarıyla sizi iştahlandırmıştır. Hele Bruegel’in Babil Kulesi’ni anlatışı… Sonra Bach’ın 6. Süit’inden Latin Amerika gerilla hareketlerine götürür sizi. Böyle bir hayatı yaşamakla ve anlatmakla kim böyle bir katkı sağladı kendisine, sola, eski kuşaklara, yeni kuşaklara, yakın tarihimize?
Destanların arasından çıkıp “Böyle yalınkat putlaştırıp da sonra putlar yıkıldığında o putların altında kalan çok insan oldu” [3] diyecektir. Sadece 1970’ten, hapishane günlerinden ibaret olmayan oylumlu hayatında evvela sanatla kucakladığı ve kavradığı için dünyayı, belli bir yılda kalmayan, hep ayakta kalandır Bingöl: “Ondan sonra ister Hollanda’da yaşa, ister Türkiye’de yaşa, ister Küba’ya git, fark etmiyor. Sen neysen osun. Orada hemen bir kalıba sokamıyor kimse seni!” [4] Bir de kendi deyişidir; “tersine evrim” geçirmiştir Bingöl. “Benim evrimim de böyle ters oldu” [5] der. Ayakta kalışının püf noktası buradadır:
(…) bir inşaat müteahhidinin, Halis Erdumlu’nun oğluyum ben. Ama daha sonra bakacağız; bu inşaat müteahhidinin oğlu, daha sonra yapı işçilerinin sendika başkanı, bir adım daha atınca kırk altı yaşında bir başka ülkede, Orta Amerika’da bir komünal merkez yapmak için fiilen inşaat işçiliği yapan biri. Temel kazan, harç karan, duvar ören… Yani, ters yönde bir evrim geçirmişim. Bu evrimi anlatmak lazım. Çok teorize etmeden, arada teorik laflar da mecburen ederim belki ama, aslında bu evrimi anlatmak bir sürü şeyi anlatır gibi geliyor bana. [6]
Ben, Can Şafak’ın Bingöl Erdumlu’yla 2015’ten 2017 yılına kadar süren sözlü tarih çalışmasında pek çok kaydın deşifresini yaparken tanıdım Bingöl Erdumlu’yu. Bilgisayarımdan yükselen sesi hâlâ kulağımda. Destanları ezbere bilirken ilk defa duymuştum Bingöl’ün adını. Deşifreler boyu gece gündüz demeden kelime kelime, bazen hece hece sesini dinlemiş, Bingöl’ü dinledikçe var oluşuna, Bingöl oluşuna, kendi oluşuna, hafızasına, hafıza bahçesine, entelektüel birikimine, birikimini gönüllü olarak tanıdığı, tanımadığı insanlara kâh seminerlerle, kâh sinema filmleriyle aktarışına hayran kalmıştım… Ağladığım zamanlar da olmuştu onu dinlerken. Burnumu çeke çeke ağlamaktan deşifreyi bir kenara bırakıp Bingöl’ü dinlemeyi sürdürmüştüm.
“Sevgili Can kardeşim” diye yazacaktır bana 2021’de; “Evet; iyi, güzel ve doğru sayılabilecek şeyler yaptım zaman zaman, ama gelinen noktada son tahlilde fazla bir şey yok ortada ve bu durumun sorumluluğunda belirli payı olan bir kişiyim. Şu geldiğimiz noktada, en çok ihtiyaç duyulan sol dışında herkes var piyasada. Buraya neden ve nasıl geldiğimizi anlamak ve anlatmak ise oldukça zor, elli sene öncesi efsane, destan, ağıt formatlarında algılandığı için sağlıklı değerlendirmeler yapıp o geçmişin üzerine bir şeyler inşa etmek pek kolay olmuyor. Bunları kötümser biri olduğum için söylemiyorum, bakın dünyada çok güzel şeyler de oluyor: Şili’de mesela… Şili halkı ve solu da bizden az çekmediler CIA’den, kontrgerilladan, katliam ve zulümden; ama bugün kendi geleceklerini kendileri tayin ediyorlar yeni bir anayasa hazırlayarak. Burada da önemli çevre, kadın hareketleri, direnişler gelişiyor, güzel şeyler olabilir” der Bingöl.
Can Şafak ona Bingöl Abi dese de benim Bingöl deyişimi sakın saygısızlık olarak almayın. Ben, ona yaşsız olduğu için değil, genç olduğu için Bingöl diyorum. Nasıl ki Deniz’e Deniz Abi demiyorsam… Deniz diyorsam… Nâzım Hikmet’e Nâzım diyorsam… Bingöl, kaç yaşında olursa olsun hep genç kaldı. 77’sinde sonsuzluğa yürürken de çok gençti.
Can Şafak’a da yürekten teşekkür ediyorum bu kitap için. Can Şafak olmasaydı Bingöl’ün müthiş birikimi karşısında müthiş bir birikimle bu nehir söyleşinin gerçekleştirilebileceğini sanmıyorum. En az Bingöl’ün cevapları kadar değerlidir Can’ın soruları. Kimi yayınevlerinin 2018’den bu yana kitabı basmak istememesi artık haber değildir. Haber, Altıncı Süit kitabının Ekin Kitap tarafından okurla buluşturulmuş olmasıdır.
Ayrıca, başka bir isimden önsöz yazmasını istemeyi düşündürtmeyecek kadar sarih olan Altıncı Süit’te Can Şafak’ın sunuş yazısı bir yana, bir “önsöz” niteliği taşıdığını da belirterek Altıncı Süit’i oluşturan söyleşilerin sonuncusuna, kitabın girişinde yer verdiği “Kalan” başlıklı bölümün çok etkileyici olduğunu söylemeliyim. Bugüne kadar okuduğum, içime işleyen en güçlü önsözlerden biri oldu Kalan.
Şimdi Bingöl Erdumlu’dan bize kalan Altıncı Süit’tir.
*
Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı’na şu adresten ulaşılabilir: https://adaliyayinlari.com/altinci-suit-bingol-erdumlu-kitabi/can-safak/tum-yayinlar/89.aspx
[1] Her Yer Seri Direniş – Ereğli İşçi Hikâyeleri, Can Kartoğlu, Ayrıntı Yayınları, Yakın Tarih Dizisi, Aralık 2020, S: 115
[2] Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı, Can Şafak, Ekin Kitap, Aralık 2023, S: 24
[3] Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı, Can Şafak, Ekin Kitap, Aralık 2023, S: 34
[4] Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı, Can Şafak, Ekin Kitap, Aralık 2023, S: 35
[5] Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı, Can Şafak, Ekin Kitap, Aralık 2023, S: 318
[6] Altıncı Süit-Bingöl Erdumlu Kitabı, Can Şafak, Ekin Kitap, Aralık 2023, S: 28
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.