Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesi, devlet ile sermaye sınıfı arasında gerçekleşen bir “oyun”dur. Asgari ücret, toplu pazarlıkla saptanmalı ve toplu iş sözleşmesi kapsamında olmayan işçilere teşmil edilmelidir. Bu konu işçilerin gündemine bir mücadele başlığı olarak girmelidir
Öte yandan enflasyon doğru ölçülse bile asgari ücret artışında sadece enflasyon değil geçim koşulları ve ülke ekonomisinin büyümesi esas alınmalıdır. Bu nedenle asgari ücret artışında kişi başına Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla (KB GSYH) artışının esas ölçü olması gerektiğini düşünüyoruz. Asgari ücretin ne kadar olması gerektiği geçim koşulları ve ülke ekonomisinde büyüme dikkate alınarak saptanmalıdır. Bu nedenle asgari ücret tartışmalarında yoksulluk sınırının da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Sadece enflasyona hapsedilmiş bir asgari ücret tartışması asgari ücretin göreli olarak düşmesine ve emeğin büyümeden daha az pay almasına, dolayısıyla bölüşüm ilişkilerinin bozulmasına yol açar. (DİSK Yönetim Kurulu, DİSK-AR Asgari ücret araştırması-2024)
DİSK Yönetim Kurulu, enflasyonu dikkate alarak yapılan asgari ücret artışlarını eleştiriyor ve “bu kadarı yetmez” diyor! İşçi sınıfı için bu konuda “yoksulluk sınırının dikkate alınmasını” savunuyor, “kişi başına GSYH’deki artışın esas ölçü olması gerektiğini” düşünüyor. Peki asgari ücret konusundaki devrimci sınıf tavrı bu mudur, böyle mi olmalıdır? Asgari ücretin nasıl tespit edilmesi gerektiğine hiç değinmeden, bu taleplerin yapılması doğru mudur?
Türkiye’de asgari ücret civarında bir ücretle çalışan işçilerin oranının yaklaşık yüzde 50 olduğu biliniyor. Avrupa’daki kapitalist ülkelerde yaklaşık yüzde 4 olan asgari ücret civarı çalışanların oranının, ülkemizde bu denli yüksek olmasının temel nedenini sendikalaşmadaki gerilik ve toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi oranının azlığı oluşturuyor. 2019’da Türkiye’de TİS (toplu iş sözleşmesi) kapsamındaki işçilerin oranı yalnızca yüzde 7,4’tür. Sendikalaşmanın önündeki engelleri aşamayan işçiler, toplu iş sözleşmesinin kapsamı dışında kalarak asgari ücret civarındaki ücretlerle çalışmaya mahkûm ediliyor. Üstüne üstlük Türkiye’de işçi sınıfının bir bölmesi asgari ücrete bile erişemiyor ve asgari ücretin altındaki ücretler karşılığında çalışıyor. Asgari ücret ve altında çalışanların oranı tekstil, giyim, deri, mobilya imalatı, gıda, inşaat ve turizm sektörlerinde daha yüksek düzeyde seyrediyor.
Türkiye’de kamu emekçileri/işçileri ve emeklilerin gelirlerindeki artışın sınırlı kalması sonucunda asgari ücret ile diğer ücretler arasındaki makas kapanıyor ve asgari ücret civarı ücretle çalışan işçi sınıfı bölmesinin oranı artıyor. Ülkemizde giderek artan sayıda emekçi asgari ücrete yakın ücretlerle çalışır hale geliyor. Türkiye bir asgari ücretliler ülkesine dönüşmüş bulunuyor.
Türkiye’de asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve bunun altında bir ücretle çalışan işçilerin oranı 2002’de yüzde 39,1 iken, 2022’de yüzde 54,8’e yükselmiş durumda. 11 milyon 890 bin 119 işçi bu ücret düzeyiyle çalışıyor. Özel sektör işçilerinin yüzde 70,4’ü asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve bunun altındaki bir ücreti alıyor. Yine tahmini 7 milyon kadın işçinin yüzde 61,4’ü asgari ücretin altı ve asgari ücretin yüzde 20 fazlasına kadar olan ücretlere sahip. Kadın işçilerin yüzde 41’i ise asgari ücret dahi alamıyor. Kayıt dışı çalışanlarda ise, asgari ücretin altında bir ücretle çalışanların oranı yüzde 83,5 düzeyinde bulunuyor. Türkiye işçi sınıfı içerisinde 2002’de asgari ücret altında bir ücret alanların oranı yüzde 24,4 iken, 2022’de bu oran yüzde 33,8’e yükseliyor. Bu veri 2022 yılında 7 milyon 330 bin işçinin ücretinin asgari ücretin altında olması anlamına geliyor. 1.457.964 işçi ise asgari ücretin yarısının altında bir ücretle çalıştırılıyor.
Merkez Bankası sektörlere göre, asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve bunun altındaki bir ücret ile çalışan işçilerin oranını hesaplamış durumda. Bu oran, 2021 yılında tarım dışı sektörlerde yüzde 43,1 ve sanayide yüzde 50,4 olarak saptanıyor. Asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve bunun altında çalışan işçilerin oranı tekstil, giyim, deri, mobilya imalatı ve gıda sektöründe yüzde 67-71 aralığında, imalat sanayinde yüzde 52, inşaatta yüzde 71,4, toptan ve perakendede yüzde 64,4 ve turizmde ise yüzde 73 seviyesinde bulunuyor.
Türkiye patronlar için ucuz bir işgücü cenneti, işçiler içinse sefalet koşullarında bir cehennem haline gelmiş durumda.
Asgari ücretin saptanmasında kapitalist dünyada üç temel yöntem uygulanıyor:
Dünyada asgari ücret uygulaması olan ülkelerin yüzde 90’ında yasal zorunlu asgari ücret sistemi bulunuyorken (1. ve 2. yöntemleri uygulayan ülkeler), İskandinav ülkeleri ve diğer bazı ülkelerde asgari ücret, ülke ölçeğinde ya da sektörel düzeyde toplu iş sözleşmeleriyle şekilleniyor.
Türkiye’de asgari ücret, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından saptanıyor. Komisyonda beş hükümet, beş patron ve beş işçi sendikası temsilcisi yer alıyor. İşçi ve patron temsilcileri en çok üyeye sahip üst işçi ve patron örgütleri (işçi temsilcileri Türk-İş ve patron temsilcileri ise TİSK) tarafından saptanıyor. Pratikte de gözlendiği gibi, Türk-İş’in protesto ederek komisyon toplantılarına katılmadığı durumlarda da devlet ve patron temsilcileri birlikte asgari ücreti belirleyebiliyor. Öte yandan, Asgari Ücret Tespit Komisyonu başkanlık rejimi ile 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış bulunuyor. Son 2 yıldır, bu komisyonun fiilen lağvedildiği, siyasi iktidarın asgari ücreti belirledikten sonra komisyonda bunun onaylandığı belirtiliyor. Fakat zaten devlet/hükümet yetkilileri ile sermaye sınıfının temsilcileri birlikte hareket ettiğinden ve komisyon kararları oyçokluğuyla belirlendiğinden, Türk-İş’in temsilcilerinin komisyona katılmasının tek işlevi, belirlenen asgari ücrete işçilerin gözünde meşruiyet yaratmak. Patronlar 2000 yılından buyana sadece 2 kez belirlenen asgari ücrete itiraz etmiş bulunuyor. Yani onlar için aslında tıkır tıkır işleyen bir mekanizma var.
Asgari Ücret Tespit Yönetmeliği’nin 4. maddesinde asgari ücret, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” şeklinde tanımlanıyor. Marx’ın asgari ücreti, “emek gücünün değerine tekabül eden ücret” (Marx, Artı Değer Teorileri) olarak tanımlamasına uyan bu yönetmelik maddesinin, uygulamada dikkate alınmadığı ise biliniyor. Günümüzde 4 kişilik bir işçi ailesinde ebeveynlerin asgari ücretle çalıştıkları durumda dahi, yoksulluk sınırının altında kalan bir toplam gelire sahip oldukları görülüyor.
DİSK/Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) her ay açlık ve yoksulluk sınırını hesaplıyor. Kasım 2023’te yayımlanan Ekim 2023 dönemine ait Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’na göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarını ifade eden açlık sınırı 12 bin 928 TL. Açlık sınırı üzerinden hane halkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan yoksulluk sınırı ise 44 bin 719 TL. Oysa 2023 yılı ikinci yarısı için belirlenen asgari ücret net 11.402 TL düzeyindeydi. 2023 asgari ücreti enflasyon nedeniyle alım gücünün hızla düşmesiyle birlikte açlık ve yoksulluk sınırının altında bulunuyor.
4 kişilik bir ailede iki ebeveynin de çalıştığı varsayılırsa, 44 bin/2=22 bin TL’nin her birinin emek güçlerini yeniden üretebilmeleri ve çocuklarını yetiştirebilmeleri için alması gereken ücret düzeyi olduğu söylenebilir. Elbette bu ücret, hayatı kıt kanaat olacak düzeyde sürdürmeye ve örneğin çocuklar için devlet okuluna, en fazla ise pıtrak gibi çoğalan mahalle özel mekteplerinin en niteliksiz ve daha ucuza eğitim verenlerine yazılmaları gibi durumlara yeterlidir.
Ocak 2024 tarihi için belirlenecek asgari ücretin bu miktarda olmayacağı ise şimdiden öngörülebilir durumda. Çünkü sermaye sınıfı değişen sermaye olarak işçilere ödediği ücretler karşılığında bunun 9 katına kadar varan artık değer sömürmenin peşinde olduğu için, işçi ücretlerinin düşük düzeylerde seyretmesini istiyor.[*] İşçi sınıfının büyük kısmının örgütsüzlüğü yüzünden mücadeleye katılamaması, düzenin sınıf üzerindeki kültürel ve ideolojik hegemonyasının boşluklarının çok olmaması, işçilerin çok sınırlı bir kesimini örgütleyebilen sendikaların sarı/yandaş sendika olmaları yüzünden hak arama ve alma örgütleri olmaması ve sınıf mücadeleleriyle ücretleri yükseltmeye dahi yeltenmemeleri de verili gerçekler. Geriye işçi sınıfımıza çok çocuk yapıp, aile ekonomisine gelir sağlayacak işçi çocuklar yetiştirmek, birkaç işte birlikte çalışmak, işsizliğin pençesine düşmemek için aşırı uzun ve düşük ücretli işlere katlanarak bir ömür doldurmak, yoksa bir cemaate katılıp birbirlerinin bireysel çıkarlarını kollamak mı düşüyor?
Aslında başka bir ihtimal her zaman var:
Yararlanılan kaynak: DİSK-AR Asgari Ücret Raporu 2024
[*] Bir örnek: Ford Otosan’da bir işçi kendisine 1 TL üretirken, 9 TL patronuna artık-değer/kar üretiyor. Eylül 2023’te 14 yıllık bir Ford Otosan işçisi aylık net 13 bin 157 TL alıyordu. Ford Otosan 2023 yılında bir işçi başına ayda 117 bin lira net kâr elde etti. Bu net kar, sömürüyle oluşan artık-değerdir. Buna göre bir işçinin sömürü oranı (artık-değer oranı): 117.000/13.157=%889 düzeyindedir. Yani Ford Otosan’da çalışan bir işçi aldığı 1 TL’ye karşılık, yaklaşık 9 TL patrona artık-değer/kâr üretiyor. Koç Holding ve Ford ortaklığında faaliyetini sürdüren Ford Otosan’da işçilerin ürettiği değerler/zenginlik, “yerli” ve “yabancı” ayrımı olmadan sermaye sınıfı tarafından bölüşülüyor. Emperyalizmin bir yönünü, Ford şirketi gibi şirketlerin Türkiye gibi ülkelere sermaye ihracı yapması ve işçiler üzerindeki sömürüye Koç gibi sözde “yerli” patronlarla birlikte ortak olması oluşturuyor. Tersine Koç Holding’in de başka ülkelerdeki işçileri sömürmek üzere sermaye ihracı yaptığı bilinmektedir. Sermayenin vatanı yoktur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.