Dünya kapitalizmi almış başını gitmişken, “bilimsel- teknolojik devrim” az kaldı hepimizi bir çırpıda kurtaracakken, yapay zeka tüm sorunlarımızı sonsuza kadar çözecekken devreye vicdanın girmesini beklemek, ne bileyim, fazlaca çaresizlik çağrıştırmıyor mu?
İsrail 18 Ekim günü tüm dünyanın gözü önünde Gazze’ye yaptığı saldırılarda bir hastaneyi hedef alarak vurdu. Beş yüz doktor, hasta, hemşire, insan öldü, yüzlerce insan yaralandı. Bu kadar insanlık dışı, pervasız bir saldırı dünya savaş tarihinde bile emsalsizdir. Kan donduran bombalamadan sonra dahi bir zerre rahatsızlık duymadı ABD ve İsrail. Suçu hemencecik İslamcı grupların üstüne attılar. AKP hükümetlerinin memlekette meydana gelen deprem ve maden cinayetlerindeki insan kayıplarına olan yaklaşımlarıyla, akıl yürütme biçimleriyle bu saldırıyı değerlendirecek olsaydık; Allah, ABD ve İsrail’in fıtratlarını da öyle uygun görmüş demek ki, diyecektik. Yoksa başka neyle açıklanabilir bu ruh hali ve kafa yapısı?
Saldırıdan sonra devletler, kurumlar, televizyonlar, sosyal medya neredeyse herkes “Bu kadar da acımasızlık olmaz!” duygusu içinde hem İsrail’i kınadılar hem de İsrail’e karşı tüm insanları duyarlı olmaya çağırdılar. İnsanlığının ortak vicdanına seslendiler!
O gece bildik televizyon kanallarındaki “çok deneyimli/duyarlı” ve kendi bireysel söylemlerini iktidarın söylem desibeline göre ayarlamayı çok iyi bilen tanıdık yüzlerden “vicdan” kelimesini duyunca içim bir tuhaf oldu. Hamas’ın ilk saldırıyı yaptığı 7 Ekim de savaşın her iki tarafına itidal tavsiye eden iktidar ve paydaşları, yeni yeni iyileşmeye başlayan Türkiye-İsrail ilişkileri için, “Filistin’in haklı davasının yanındayız da bu ara elimiz biraz dolara sıkışık, bizi mazur görün” modundaydılar! Ne vakit İsrail hastaneyi bombaladı, o vakit bir parça daha seslerini yükseltmek zorunda kaldılar. Dostoyevski “İnsanlar doğrunun düşüp rezil olmasına seviniyorlar…” diyordu ya, bizim yorumcular da yıllarca tüm toplumsal doğruların ve vicdani değerlerin yere düşmesine sevinmemişler, üzerinde rezilce tepinmemişler gibi bastırdıkları vicdanın geri dönmesini istediler. Neyse!. Bunca uluslararası kurumlar, ilişkiler, bunca jeostratejik, jeopolitik külliyat, teoriler, konuşmalar, bunca televizyondaki haritalar, haritalar üzerinde halklara yeni sınırlar, kader biçmeler varken… Bunca füzeler, roketler, menziller, güdümlü/güdümsüz envai bombalar dururken… Acayip güç dengeleri, gizli açık planlar varken… Bir de Akdeniz’e inen yeni ABD uçak/savaş gemisi de tüm bunların üstüne tüy dikercesine Ulu Hakan Abdülhamit sondaj gemisinin burnunun dibine demirlemişken…
Dünya kapitalizmi almış başını gitmişken, “bilimsel- teknolojik devrim” az kaldı hepimizi bir çırpıda kurtaracakken, yapay zeka tüm sorunlarımızı sonsuza kadar çözecekken devreye vicdanın girmesini beklemek, ne bileyim fazlaca çaresizlik çağrıştırmıyor mu?
Ne oldu da bu kadar para, sermaye, birikim, güç, en azından İsrail’i caydıracak kadar silah yalnızca Müslüman devletlerin elinde bile varken kala kala insanlığın vicdanına kaldık. İsrail’e karşı yalandan da olsa iki uçak kaldırıp “Höst ulan! Yeter artık bu senin yaptıkların!” diyemezlerken vicdan çağrısı yapıyorlar. Daha düne kadar binlerce İranlı genci öldüren İran devletinden, milyarlarca doları yoksul Filistin halkına değil de Neymar ve Ronaldo gibi futbolcuların transferine harcayan Suudi Prensi Bin Selman’a, Ukrayna’da savaşı sürdüren Putin’e, Fransız halkına emekliliği çok gören Sarkozy’ye, adını bilmeye bile gerek olmayan Almanya Başbakanı’na kadar herkes insanlık vicdanının ancak bu sorunu çözebileceğinden söz ediyor.
Yani biz çözemeyiz de belki vicdan çözer! Hani hep devletler arası çıkarlar olur, dostluklar falan olmaz diyordunuz ne değişti de “vicdan” geldi akıllara? Sorunu yaratın, büyütün, çözmek isteyen ilerici, devrimci insanları, hareketleri ezin, sonra da kalmayan bir vicdana seslenin!
Para, kâr ve çıkar peşinde koşan insan yığınları dışında, bunları yadsıyan bir insanlık ve ortak vicdani değer mi bıraktınız da tek çıkar yol “insanlığın ortak vicdanı” oldu şimdi? Görmüyor musunuz tüm dünyada yoksul, zengin, orta halli, Arap, Türk, Kürt, İranlı, Avrupalı kadın ve erkekler arasındaki kültürel tek tiplik ve ortak zevk/zevksizlik etkisindeki kalan milyarlarca insanın Filistin sorunu, o gün giyecekleri kıyafet kadar bile ilgilerini çekmiyor. Ne yazık ki “kırışıklık” karşıtı mücadele “iktidarlara” karşı olan mücadeleyi fersah fersah geçmiş durumda değil mi? Çocuklar her gün savaşlar/çatışmalar olmadan da ölüyor, gençlik yaşlarına bile ulaşamıyorlar ama büyük insan kitlelerin derdi, çabası, amacı genç ve güzel görünebilmek. Bunun için sağlık ve kozmetik sektörüne milyarlarca dolar akıtıyorlar.
Çünkü çok şey değişti dünyada. Dün en başta Hitler ve Mussolini faşistlerine direnen bir Kızıl Ordu/Sovyetler, komünistler vardı. Yani insanlığın ortak vicdanını yaşatan solcular vardı. Bugün ise Biden ve Netanyahu’nun sıcak ve kanlı tokalaşmasının önüne çıkabilecek hali hazırda bir güç/değer yok. Böyle bir güç ve insani değerlerin olmadığını bilen, başta da bizim savaş borazancısı ve taş kalpli yorumcular, hayatlarını dibindeki binlerce zülüm karşısında susarak geçirirler. (Bari panzerlerin sokaklarda ezdiği çocuklar için bir kez bir şey söyleseydiniz, panzerleri kullananların cezalandırılmasını isteseydiniz ya da en azından açılan davaları takip etseydiniz!) Tüm hayatlarını, geçim kapılarını vicdansızlık üzerine kuranların vicdanlara seslenmesi karşısında ya ağız dolusu tartışıp yılmadan, yorulmadan teşhir edeceksiniz ya da “La havle vela kuvvete” diye ya sabır çekeceksiniz.
Bu arada İslamcı örgütlerin amacı da en az Siyonistlerin amacı kadar diğerini yeryüzünden silmek. Müslüman devletlerin iktidarları için ABD ve İsrail bir nimettir aslında; çünkü kendi halkların her hak arama mücadelesini ABD ve Siyonistlerin oyunu diye damgalayarak bastırırlar. Ya da bugün rolleri yer değiştirsek İslam ülkeleri güç olarak ABD ve Avrupa devletleri kadar güçlü olsalar bugün kendilerine yapılanları yarın onlara yapmakta bir an olsun tereddüt etmezler. Ya da emin olun dünyadaki bir çok ülke lideri “Putin” gibi sınırlarını genişleten bir lider olarak anılmak istiyordur.
Eğer ilk taşı en günahsız olan atsın diyorsanız bunun Hamas olmayacağı kesin. Fakat bugünkü dünyada ilk taşı zaten günahı en çok olanlar atıyor. Bu kafası karışık dünyada doğru yolu mu arıyorsunuz? Bir çıkış yolu mu bulmak istiyorsunuz? Hiç kimsenin masum olmadığını, ucundan kenarından da olsa kötülüğe bulaşmış, kötülük karşısında sinmiş/korkmuş olduğumuzu mu düşünüyorsunuz? Ya da gereken tepkiyi göstermediğinizden içinizi yiyen bir huzursuzluğunuz mu var? İçinizdeki sızıyı durdurmak, ruhunuzun, kişiliğinizin etrafına çekilen bireysel/toplumsal sınırları yıkmak mı istiyorsunuz? O vakit Arafat’ın “benim küçük generallerim” dediği Filistinli çocukların ve Diyarbakırlı yaşıtlarının nerede durduklarına ve ellerindeki taşları kime/nereye fırlattıklarına bakın. Vicdan diyen küf kalpliler de Edward Said’in ahlaki bir simge olarak elindeki taşı İsrail tarafına atarken ilerlemiş yaşında gerilen bedenine baksınlar.
Bu manşetler 19 Ekim 2023 Türkiye’de yayımlanan gazetelerden.
Sonuncusu 20 Eylül 2023 BBC Türkçe’den. Lütfen fotoğraflara iyi bakınız. Hem Biden-Netanyahu fotolarına hem de bu bombalama eyleminden yalnızca 17 gün önce çekilmiş Erdoğan- Netanyahu fotoğraflarına. Lütfen haberi sonuna kadar okuyunuz. Özellikle kravat ve Türkiye ile İsrail’in ortak noktaları hakkındaki espri ve tespitlere..
Sonra da unutun gitsin bütün okuduklarınızı!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.