“Solun ileri sürdüğü bir politik programı yoktu. Seçimlerden sonra deniyor ki, asıl yoksulluğu çeken işçi sınıfı muhalefete oy vermemiş. Ne ekti ki mevcut muhalefet neyi biçebilsin. Devrimci bir hareket için özeleştiri yapmak, bu değerlendirmelerin gereği yönünde davranmakla sağlanmış olur”
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk ile. Öztürk, sosyalist hareketin yenilgisinin altında yatan sebebin politik hedef ve bu hedefi gerçekleştirecek politik örgüt eksikliği olduğunu ifade ediyor. Solun işçi sınıfına sunabileceği politik bir programı olmamasının seçim sonucunda da etkili olduğunu ifade eden Öztürk, özeleştirel sürecin de bu noktadan hareketle işletilebileceğini ifade ediyor.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Sosyalist hareket uzunca bir süredir, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona gelinmiş olan Ekim Devrimi yenilgisinin yükünü taşıyarak yürüyor. Asıl belirleyici arka plan bu sayılabilir. Bu arka plan, bütün olup bitenleri birinci dereceden etkiliyor.
Bu büyük yenilgi sonrasında sol kafasını toparlayamıyor. Uzun vadeli bir politik program ileri sürülemiyor. Asıl sorun bu ve yıllardır böyle. Bu sorunu örtmenin bile çok etraflı bir literatürü oluştu. “Bir eylemlilik içerisinde olalım hemen” gibi bir yaklaşım var ama bu ölçüde hedeflerimizin ne olacağı kaygısı söz konusu değil. En son Fransa’daki protestolar dalgasında on binlerce araç ve bina yakıldı ama bir yere varılamıyor. Çünkü hareketlenmenin bir politik hedefi yok. Bu hedefi ortaya koyacak bir politik örgüt yok. Protesto etmek asla yeterli gelmez, protestolara bir politik programla yön verilmeli.
Sol böyle olmamayı neredeyse övünme noktasına taşımış durumda. Politik programdan kaçıyor. Politik program konusunda kendine güvenini kaybetmiş durumda.
Ekim Devrimi’ni yapanlar politik olarak güçlü olmasalar 2. Enternasyonal’den ayrışamazlardı. Barışı, köylülerle ittifakı, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunamazlardı. Gelgelelim halihazırdaki sol için böyle konuların hiçbir önemi yok. Eğer bir iki eylem yapabildilerse gayet memnunlar.
Politik program ve onun hedefleri yok. Sol politik program anlamında bir söz söyleyecek olsa burada mutlaka “taleplerimiz” ifadesini kullanıyor. Bunun ilk mantıksal sonucu iktidara gelme hedefinin olmamasıdır. Hiçbir zaman bunu iddia etmiyor. Mevcut, ezeli ve ebedi iktidardan bazı şeyler talep ediyor, o kadar. Her konuda bıktırıcı bir hamasetle söz söyleyen solun bu konudaki munisliği hiç de hayra alamet değil. Hep talep ediyor hükümetten, bir kere bile seni tanımıyorum ve ben iktidara gelip hedeflerimi hayata geçireceğim demiyor.
Eğer biz böyle önemli bir hedefi gerçekleştireceğimize inanmıyorsak, kitleler neden inansın ki? Yani ortada işçi sınıfını ilgilendiren büyük ve önemli bir proje yok. Bu yoksa elbette ki işçi sınıfı hareketi de yok.
Sol hedefler yerine talepler dediği gibi, işçi sınıfı yerine de halk diyor. Sosyalizmi açıkça bir işçi sınıfı iktidarı olarak anmıyor. Aynı şekilde sosyalizm demiyor, bir ara aşama olarak demokrasiden bahsediyor sürekli. Neredeyse demokrasi ön aşamasını, sosyalizmin yerine koyuyor. İşçi sınıfı, hedef ve sosyalizm yerine halk, talepler ve demokrasi üçlemesi var. Bu literatür şaşmaz bir şekilde işliyor.
14-28 Mayıs seçimlerindeki gidişat da bu temelde gerçekleşti denebilir.
Ortalamasını alacak olursak solun ileri sürdüğü bir politik programı yoktu. Seçimlerden sonra deniyor ki, asıl yoksulluğu çeken işçi sınıfı muhalefete oy vermemiş. Ne ekti ki mevcut muhalefet neyi biçebilsin.
Devrimci bir hareket için özeleştiri yapmak, bu değerlendirmelerin gereği yönünde davranmakla sağlanmış olur.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
Rejim kendini sistematik ve sürekli hale getirmeye çalışacaktır. Onlar için artık sorun Erdoğan sonrasıdır. Muhtemelen sonrası döneme ilişkin herkesin ayrı bir hesabı var. Erdoğan kendinden sonrasını bir hanedanlık işleyişine kavuşturmak isteyebilir. Zemini buna göre düzenleme eğilimlerini gözlemleyebiliriz. Böylesi bir geçiş için daha stabil gözüken şartlara ihtiyaç olduğu düşünülecektir.
Bunu yaparken emekçilerin, Kürt halkının ve diğer bütün haksızlığa uğrayan kesimlerin payına dozu ayarlanmış bir baskıya uğramak düşecek. Merdan Yanardağ’ın tutuklanması bunun tipik bir örneği.
Açılış Merdan Yanardağ’dan olduysa, tam oradan cevap veriyor olmalıyız. Baskılara karşı günbegün verilen bir karşı çıkışa ve mücadeleye ihtiyaç var.
Konuya üretim ve mülkiyet ilişkileri açısından bakacak olursak, içler acısı bir duruma doğru ilerliyoruz. Seçimlerden önce en üst düzey seçim ekonomisi uygulandı ve deniz bitti. Şimdi emekçi halkın üzerine zamlar ve vergilerle çullanıyor hükümet. Bu koşullar işçi sınıfının birikmiş öfkesinin patlamasına yolu hazırlayabilir. Biz sosyalistler olarak her an bunun için tetikte olmalıyız.
İşçi sınıfının milliyetçi ve muhafazakâr olması sorun teşkil etmez. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Patlama anlarında işçi sınıfı bu kabuklarını hemen atar üzerinden. Gezi Direnişi’nde böylesi eğilimleri olan kitleler vardı sahnede ama hiç de olumsuz bir etki yaratmadı bu yönleri. Bunlar aşılabilir, evrimsel olarak yüzde 30/70 değişimden yana olup olmama dengesi yüzde 48/52’ye gelmiş durumda. Bu realitenin değişmeyeceği tezi kendini kahreden umutsuzların safsatasıdır. İşçi sınıfı değişimden yana olduğunu sendikaların yaptırdığı anketlerde bile söylemeye başlarsa, en başta o sendikaların rengi değişir.
Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Sol muhalefetin kaçındığı iki konu var; bir üretim ve mülkiyet ilişkileri, yani işçi sınıfı. İki Kürt meselesi. Bunların dışındaki her konuyu konuşuyorlar. Örneğin Cumhuriyet’in kazanımları, örneğin Türkiye adına yurtsever olmak, örneğin işte şu partinin şanlı tarihi ve işte şu solcunun ne kadar da iyi bir insan olduğu.
Onlar güçlü parlamento derken; biz, gücünü emekçi örgütlerinden alan bir parlamento diyebilirdik.
Onlar “Ücretlere zam yapmak enflasyonu tetikler” derken; biz, “Enflasyon kadar ücretlere artış” diyebilirdik.
Onlar “Büyüdük, geliştik, kâr ettik” derken; biz, “O halde bir günlük iş süresi 6 saat olacak” diyebilirdik.
Beslenme, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım ve enerji alanlarındaki ihtiyaçlar kamu kuruluşlarıyla ve kamu hizmeti olarak karşılanacak, diyebilirdik. Kürt sorununu adil ve demokratik bir barışla çözeceğiz, diyebilirdik. Bütün bunları emek ve özgürlük iktidarıyla yapacağız diyebilirdik.
Krizden kurtulmak için; devrimci politik hedef, tarihsel özne ve iktidar organı ileri sürmeliyiz.
İttifak geliştirme konusunda Kürt hareketiyle birlikte olunabilmesi konusu yön tayin edici bir tartışma. Buna bağlı olarak ana yönlerin ve politik safların netleşmesi yararlı olacaktır.
Kürt hareketiyle ilişki kurmaktan uzak durmaya çalışan tutumlar, bugüne kadar iyi bir politik sonuç vermedi. Kürt halkı bu ülkede yürütülen sınıf mücadelesinin ve tabii ki demokrasi mücadelesinin müttefikidir. Esas teşkil etmeyen gerekçelerle bu dinamikten uzak düşmek, toplam mücadeleyi olumsuz yönde etkiler.
O nedenle geniş, politik saflaşmasını yaşamış ve Kürt hareketinin de içinde yer aldığı bir ittifak sistematiği en doğru olandır gibi gözüküyor.