Kazanmak için ne gerekiyor biliyor musunuz? Size de hayatta birçok konuda “Lütfen bunu şahsi alma” ya da “o meseleyi çok kişiselleştirmesen olmaz mı?” gibi tavsiyelerde bulunmuşlardır mutlaka. Benim naçizane önerim, tam aksine her türlü bireysel ve toplumsal gelişmeyi şahsileştirmeniz, kişisel algılamanız yönündedir
Dedi mi? Dedi!
TRT ortak yayınında gündemi değerlendiren Erdoğan, daha önce mitingler ve gençlik buluşmasında yayımlanan ve Kılıçdaroğlu’nu PKK yöneticileriyle birlikte gösteren montajlanmış videodan tekrar bahsetti. Videoya ilişkin “Kılıçdaroğlu’nun Kandil’dekilerle video çekimleri var. Ama montaj ama şu ama bu” dedi.
Dedi mi? Dedi!
Erdoğan, Çözüm Süreci kapsamında oluşturulan ve Anadolu’yu gezen ‘Akil İnsanlar Heyeti’ne ilişkin konuştu: “Türkiye’nin bütün bir defa ne kadar entel, dantel ne kadar kanaat önderi varsa… topladık, sahaya sürdük.”
Der mi? Der!
Çünkü herkes kendini çok beğeniyordu, çok zeki/ akılı hissediyordu. Hallerinden özellikle kendilerine biçilen “akil insan” sıfatından çok memnun ve gururluydular. Devletleri onlardan yardım istemişti. Tıpkı telefonda kendilerini asker/ polis/savcı olarak tanıtıp vatandaşın parasını kandırıp alan üçkağıtçıların kurguladıkları senaryoya benzemiyor mu? Üçkağıtçılarda hatırı sayılır miktarda parası olan bazı vatandaşları telefonla arayıp, “teröristlerce” ele geçirilen banka hesaplarını kurtarmak, onları yakalamak için onlardan bu operasyonda devletlerine yardım etmelerini istemiyorlar mı?
Arar mı? Arar!
Erdoğan “Sayın İnce’yi adaylıktan çekildikten sonra aradım. Adaylıktan çekilmesine de üzüldüğümü ifade etmiştim. Bu sırada hastalanan validesi için geçmiş olsun dileklerimi ilettim. İnce’nin rahatsızlığını duyunca kendisini aradım ve geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Bize düşen varsa elimizden geleni yapalım dedik. ‘Ben de hastaneden çıktım istirahatteyim’ dedi.”
Denir mi? Denir!..
Şu an ülkedeki en “sorumsuz” adam Muharrem İnce’dir. Cumhurbaşkanının anayasal sorumsuzluk hakkı bile Muharrem İnce’ninkinin yanında az kalmaktadır.
Eskiden iş çıkış saatlerindeki insan kalabalığını gören işportacılar küçük bir tablanın üzerinde ufak tefek şeyler satarlardı. Muharrem Bey’in yaptığı da seçim kalabalığını görünce siyasi işportacılık/ siyaset tablacılığıdır.
İşportacıların çoğunun başka bir meslekleri vardır ve ek bir gelir elde etmek mecburiyetinden yaparlar tablacılığı. Muharrem İnce işportacılığı geçim derdinden değil, eşsiz bir insan olduğuna ve memleketi kendisinin kurtaracağına olan inancını bir kibre çevirmesinden kaynaklanıyor. Hiç yeni bir şey öğrenmeye çalışmayan öğretmen tipinde de kalmış olabilir. Fakat asıl hastalığı Deniz Baykal’dan miras olan kendine olan kusursuzluk inancıdır. Baykal kürsüde konuşurken kendi sesine aşık, kendi görüntüsüne bayılan yakışıklı erkek olarak saatlerce kendini dinler/ izlerdi. Herkesin kendisine hayranlıkla bakması gerektiğine çevresini de inandırmış bir yakışıklı idi. Muharrem İnce, Deniz Baykal hastalığına tutulmuştur. Hatta bir önceki seçimde bir fizik öğretmeni olan kendisini kuantum fiziği doktorası olan Merkel’e benzetmişti.
Siz hiç oy almak için tuhaf hareketler/ “dans” videoları çeken bir Merkel gördünüz mü? O daha çok tablasına/tezgahına müşteri çekmek için abartılı hareketler yapan, Kılıçdaroğlu’nun kendine yaptığı ziyareti bile “hoşgeldiniz, şimdi de güle güle” nezaketsiz davranışıyla aklınca “Gel Muharrem” sözünden rövanş almaya çalışan bir tik tok ergeni gibi davranmıyor mu? Seçim için herkesin kendini kıstığı, taleplerinin bir kısmını askıya aldığı ve ciddi sorumluluklar aldığı böylesi bir zamanda seçim bir iki puan oy farkıyla kaybedilirse vay o zaman İnce’nin haline… “Gel Muharrem”in yerini “Kaç buralardan Siyasi Tablacı /İşportacı Muharrem” alacak, hatırlatalım.
Eder mi? Eder!
Erdoğan “Sinan Bey’le buradaki ofisimizde bir görüşme yapmıştık. Bugün de bizi ve Cumhur İttifakı’nı destekleyeceğini beyan etti. Kendisine şahsım ve bütün yol arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum. Sinan Bey ile aramızda bir pazarlık kesinlikle olmadı. Bir Afet Bakanlığı kurulması gündeme gelebilir…”
Tanrı Türkü korusun mu? Korusun!..
Devlet Bahçeli… Metin Feyzioğlu… Teğmen Mehmet Ali Çelebi… En son bir hafta kadar “delikanlı” takılan Sinan Oğan… Dönem dönem Erdoğan’ın karşısına çıktılar, “kostaklandılar” ama Erdoğan hepsine birden “boşa kostaklanmayın kostak değilsiniz” diyerek diz çöktürdü.
Türk milliyetçiliğini temsil edenlerin düştükleri hali ve ihtiyacı görünce “Tanrı Türkü Korusun!” diyorum çünkü:
Memlekette hem milliyetçilik yükseliyor diyorlar ama nasıl oluyorsa Amerikan Doları daha bi yükseliyor. Ya da şöyle mi oluyor? Vatan, millet, din, iman satanlar kazançlarıyla Amerikan Doları mı alıyorlar? Faiz nas/haram, Amerikan doları helal mi? Yerli ve milli paranızı bir devlet bankasına yatırmak haram ama yerli ve milli paranızla başka bir ülkenin parasını satın alıp paradan para kazanmak, doları neredeyse karaborsaya düşürmek helal yani!..Bu sefer kur korumalı mevduat tavşanı da doları tutmaya yetmez! Diyeceğim “Tanrı Türkü korusun” çünkü çok ihtiyacı olacak.
Evet, ikinci turda insanlara yalnızca “Erdoğan’la bir beş yıl daha yönetilmeye evet mi, hayır mı?” diye sorulsaydı, “hayır” çıkma olasılığı daha yüksek olabilirdi. Soru Erdoğan bir başına olsaydı cevap hayır olurdu. Erdoğan’ın yanına başka isimler oy pusulasına girince seçmen birincil hedefinden sapmakta, odağını kaybetmekte, tali belirleyiciler seçim sonucuna tesir etmektedir. (Bakınız “Mostra ve Sandık” yazısı.)
İlk turda Kılıçdaroğlu elinden geleni yapmıştır. Yirmi yıllık bir parti devletine karşı yalnızca %4,5 oranında daha az oy almıştır. Milli Eğitim sisteminin gençlere Türk-İslamcı bir dünya görüşü empoze etmeye çalıştığı eğitim sistemi varken, televizyon kanalları silme yalaka yayınlar yaparken, Diyanet’in elindekini ağı/ imkanları Alevi bir başkan adayına karşı kullandığı bir yapılanma siyasette baş aktörken, sermayenin milli gelirdeki payı artarken ve benzeri nedenlerden dolayı Kılıçdaroğlu’na başarısız demek haksızlık olur. Daha doğrusu bütün faturayı ona kesmek, bizim bireysel olarak sorumluluklarımızı üstümüzden almaz. Bu verili koşullarda başka bir muhalif aday da daha fazla oy almayabilirdi. İnsanları ikna etmek, alışkanlıkları/ siyasi refleksleri değiştirmek kolay değildir. Hele de toplumsal varlıklarının/ sınıflarının bilincinde olan emekçilerin sayısının işçileşme oranının çok altında kaldığı, hala ideolojik kopuşların yaşanmadığı, iş kurma/aradan sıyrılma/ yükselme umutlarının hep canlı kaldığı bir toplumsal ortamda bu alınan oy hakikaten kötü değildir.
Pazar günü kazanabiliriz de kaybedebiliriz de ama önemli olan ilk turdaki insan ve oy oranının üstüne çıkmaktır. Samuel Beckett’ın sözü aklımızdan çıkmamalıdır: “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil.” Yani %70’e %30 yenilme. %60’a %40 yenilme. Hatta %55’e %45 de yenilme. Soğuk nefesimizi her an ensesinde hissetsin. Sallansın! Korksun!..
Kazanmak için ne gerekiyor biliyor musunuz? Size de hayatta birçok konuda “Lütfen bunu şahsi alma” ya da “o meseleyi çok kişiselleştirmesen olmaz mı?” gibi tavsiyelerde bulunmuşlardır mutlaka. Benim naçizane önerim, tam aksine her türlü bireysel ve toplumsal gelişmeyi şahsileştirmeniz, kişisel algılamanız yönündedir. Pidecide zehirlenerek ölen dört işçiden, yol yapım sırasında araba çarparak ölen diğer dört işçiye, oradan denizlerdeki müsilaja kadar her şey sizin meseleniz olur. O zaman vereceğiniz tepkileriniz daha sahici, daha duyarlı, daha sahiplenmiş ve çözümün zaruretini daha hissederek hareket etmiş olursunuz.
O vakit seçim/oy pusulasındaki Erdoğan’ın yanındaki Kılıçdaroğlu fotoğrafını yok sayın. Kılıçdaroğlu fotoğrafını, ismini anonim bir kişi olarak kabul edin. Bir rivayet/ söylence olsun hatta. Orada kendi fotoğraf ve adınızın olduğunu düşünün. Erdoğan’ın rakibi olarak oy pusulasında kendinizi görün. Doğrusu da bu değil mi zaten, siz hep Erdoğan’la karşı karşıya gelmek istemiyor muydunuz? İşte o fırsat elinize geçti, Seçim pusulasınızı kişiselleştireceksiniz ve kişiselleştirdiğiniz oy pusulasındaki tercih mührünü fotoğraf ve isminizin altındaki yuvarlağa basacaksınız. Şimdi daha kararlı ve inançlı olduğunuza eminim. Hepsi bu. Şimdilik bu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.