OHAL Valisi az acılı kısırı hiç tadamayacak mesela, yapmaz çünkü Sevim ona kısır. Durduk yere öpmeyecek OHAL Valisi’ni Ayfer, çünkü o hiç derdini dinlemedi onun. Erhan abi sabahlara kadar çay demlemeyecek hiçbirine çünkü enkazın başında onlar yoktu
“Devlet bir sosyal ilişkidir; insanların birbiriyle belirli bir biçimde ilişkilenme biçimidir. Yeni ilişkiler yaratarak, başka bir ifadeyle, diğerleriyle farklı biçimde ilişkilenen insanlar tarafından ortadan kaldırılabilir.”
Gustav Landauer
Ve 20 günün sonunda devlet geldi. Günlerdir enkaz başında, geceleri soğukta, açken, susuzken, evsizken yana yakıla herkesin aradığı devlet sonunda geldi. Yunan Komünist Partili arama kurtarmacıları gönderdiği gibi, Pazarcık’a kayyum atadığı, TKP’lileri gözaltına aldığı, Kadıköy’ü abluka altına aldığı, Türkiye İşçi Partisi’nin il binasına geldiği, Kaldıraç okurlarını, TÖP’lüleri gözaltına aldığı gibi Sevgi Parkı’na da geldi.
28 Şubat sabahı OHAL Valisi ve beraberindeki polis korumasındaki heyet Sevgi Parkı’na gelerek depremzedelere onları başka bir bölgeye taşımak istediklerini söyledi. İçerisinde hiçbir şeyin olmadığı, ne tuvalet ne duş ne de herhangi bir ihtiyaçlarını karşılama garantilerinin olduğu tamamlanmamış bir çadırkenti adres göstererek “zaten 3 tane battaniyeniz var onları da alıp gideceksiniz” dedi.
Öncelikle Sevgi Parkı’nda yaşayan insanların 3 battaniyeden fazla şeyi var orada ve hiçbiri de devletten gelmedi. Ne battaniye ne soba ne giyecek ne de yiyecekler… Hiçbirini ne OHAL Valisi’nden ne de herhangi bir devlet kurumundan edindiler. Hayatlarını da devlet kurtarmadı. Parktan tahliye etmeye çalıştıkları devrimciler çıkardı enkazdan onları, sonra onlara verilen çadırlarda bir yaşam alanı inşa ettiler, üzerlerini örtecek birer battaniye, sonra sıcak bir bardak çay ve dostça bir muhabbet verdiler. Yani Sevgi Parkı’ndan tahliye etmek istedikleri öyle iki battaniye bir depremzede değil.
Devlet bugün Sevgi Parkı’ndan kendi dayattığı ilişki biçimini ortadan kaldıracak olan başka bir ilişkilenme biçimini tahliye etmek istiyor.
Maraş depremi olarak kayıtlara geçen depremin ardından açığa çıkan manzarayla herkes güçlü Türkiye, güçlü lider yalanıyla bir kez daha yüzleşmiş oldu. Ortada ne bir lider vardı ne de bir güç. Ama devrimciler vardı. Bir de hepimizi “eski günlere” götüren bir duygudaşlık. Acıda, kederde, yasta ve öfkede birleştik bir anda. Enkaz başlarında bir önceki gün birbirine karşı harekete geçmeye hazır insanlar sarılıp ağlaştı. Devletin aksine insanlar kimi kurtardıklarına bakmadan kurtardı birbirini. Günlerce devleti aradı herkes. Ama aradığımız devlete ulaşılamıyordu. Devlet de enkazın altındaydı.
Ve devlet geldi. 20 gündür nerede olduğu sorulan devlet geldi. Elinde çadır yoktu, su yoktu, battaniye yoktu, sıcak bir çorba yoktu. Devlet sözlü bir tahliye tebligatıyla geldi. “Nasılsınız” diye sormadan, “bir şeye ihtiyacınız var mı?” demeden, bir başsağlığı dilemeden yanında polisiyle geldi.
Yıllardır AKP iktidarının Türkiye halklarıyla kurduğu tebaa ilişkisi Maraş depremiyle vadesini doldurdu. Depremin ilk anlarında insanların arama kurtarmacılara ihtiyacı varken kentlere girişi engellemeleriyle, koordinasyon sağlamak yerine ortalığı karıştırmalarıyla, insanların çadıra ihtiyacı varken tuttukları notlarla, çadır getirenleri ifadeye çağırmalarıyla, dağıtmaları gereken insani yardım malzemelerini sattıklarında bitti her şey. Evet depremden sonra çadıra da battaniye de yemeğe de tuvalete de ihtiyacımız vardı ama en çok da bizi anlayan, acımızı paylaşan, bu yası bizimle tutacak ve yaraları saracak birilerine ihtiyacımız vardı. İşte o anda devlet yoktu, şimdi gelmişler “devlet” olarak karşımıza dikiliyorlar. Aradığımız devlete ulaşılamadığı gibi aradığınız “tebaaya” ulaşılamıyor OHAL Valisi.
OHAL Valisi az acılı kısırı hiç tadamayacak mesela, yapmaz çünkü Sevim ona kısır. Durduk yere öpmeyecek OHAL Valisi’ni Ayfer, çünkü o hiç derdini dinlemedi onun. Erhan abi sabahlara kadar çay demlemeyecek hiçbirine çünkü enkazın başında onlar yoktu. Arayıp halini hatrını sormayacak Hatice’nin ailesi OHAL Valisi’nin, selam göndermeyecek Sibel’in ailesi ona. Zehra kahve getirmeyecek OHAL Valisi’ne, içmez de onunla artık bir acı kahve. Hüseyin Amca OHAL Valisi’ne siper olmaz ancak karşısına dikilir bu saatten sonra “Bugüne kadar neredeydiniz?” diye.
Çadırların ve enkazın arasında bizler birbirimizle bambaşka bir ilişki kurduk. O ilişkinin yıkılmış kentlerin ortasında nasıl da yeniyi inşa edebileceğini gördük. Çok şey tattık birlikte, hiçbirinin tadını unutmayacağız. Şimdi AKP iktidarının ve yıllardır süregelen devlet geleneğinin bizleri bıraktığı enkazın altından nasıl ve kimlerle çıkabileceğimizi biliyoruz. Bizlere düşen şey bir yandan dayanışmanın ve bir halk olmanın değiştirici gücüne yaslanırken öte yandan şimdi tam da herkes diktatörlüğe sırtını dönmeye, yüzünü sosyalistlere dönmeye hazırken onu yıkmak için harekete geçmenin taşlarını döşemektir.
Üç beş ağaçtan üç beş çadıra…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.