“Bolluk içinde kıtlık” denilen işte budur. Türkiye’nin kapitalist düzeninde kabaca (bir aile ortalama 4 kişi sayılırsa) 6 milyon kişinin barınmasına hazır durumda 1,5 milyonun üzerinde boş konut stoku bulunmasına rağmen, depremzedeler için yapılacak yeni konutlardan gelecek kârlar, inşaat şirketlerinin ve sektördeki firmaların iştahlarını kabartıyor
“Ama kesin olan şu ki, bugün bile, büyük kentlerde, akla uygun bir şekilde kullanılmaları durumunda her tür gerçek ‘konut kıtlığı’na hemen çare bulunmasına yetecek miktarda konut binası bulunuyor. Bu da doğal olarak yalnızca bugünkü sahiplerin mülksüzleştirilmesi ya da evlerine evsizlerin veya bugüne kadarki evlerinde aşırı kalabalık bir şekilde yaşayan işçilerin yerleştirilmesi yoluyla gerçekleşebilir ve proletarya siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez, herkesin iyiliğinin gerekli kıldığı böylesi bir önlem, bugünkü devletin diğer kamulaştırma ve yerleştirme eylemleri kadar kolay bir şekilde hayata geçebilecektir.”[1]
6 Şubat 2023 depremlerinin Türkiye’ye özgül kapitalizm koşullarında toplumsal afete dönüşmesiyle evsizleşen yüz binlerce yurttaşın yerleşebileceği konutlar yok mudur? “Bolluk içinde kıtlık” denilen işte budur. Türkiye’nin kapitalist düzeninde kabaca (bir aile ortalama 4 kişi sayılırsa) 6 milyon kişinin barınmasına hazır durumda 1,5 milyonun üzerinde boş konut stoku bulunmasına rağmen, depremzedeler için yapılacak yeni konutlardan gelecek kârlar, inşaat şirketlerinin ve sektördeki firmaların iştahlarını kabartıyor. Kapitalist Türkiye’de ihtiyaçtan fazla konut yapılır, konut yapımı ile mülkiyeti bir kâr ve rant elde etme kapısı olarak kullanılırken sosyalist Türkiye’de boş duran konutlar şirketlerden alınıp kamulaştırılacak, ihtiyacı olanlara dağıtılacaktır.
Peki konutların ev sahiplerine ve kiracılara dağılımı ne durumda? Aşağıdaki görselde, ev sahibi olmayanlar kiracı olarak geçiyor; başka bir deyişle piyasada oluşan kira bedellerini ödeyenler yanı sıra, lojmanda kalanlar, düşük kira verenler ve akrabalarının sahip olduğu evlerde kalıp kira vermeyenlerin hepsi kiracı olarak değerlendiriliyor. Piyasanın düzenleyiciliğinde kira bedeli verenlerin oturduğu evlerin mülkiyetinin, başkalarına ait olduğu açıktır. Bu mülkiyet Almanya gibi ülkelerde gayrimenkul şirketlerinin elinde toplanıyor.
AB ülkeleri içerisinde en fazla kiracının yaşadığı ülke Almanya. Bu ülkede evlerin yarısında kiracılar ikamet ediyor.[2] 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Berlin’de 200 binden fazla konut, yatırım fonlarına ya da özel sermaye şirketlerine satılmış bulunuyor. Örneğin Almanya’nın dev emlak şirketi “Deutsche Wohnen” Berlin’deki 110 binden fazla konutun sahibi durumunda. Berlin’de yaşayanların yüzde 80-85’i kiracı ve artan kira fiyatlarından yakınıyor. Berlin yönetimi beş yıl süreyle kiraların dondurulması kararı alsa da Almanya Yüksek Mahkemesi, 2020 yılında eyalet yetkilileri tarafından getirilen kira üst sınırının anayasaya aykırı olduğuna hükmetmiş bulunuyor. Çünkü kapitalizm koşullarında hukukun ruhunu, üretim ve piyasa ilişkileri oluşturuyor. Almanya’da federal seçimlerle birlikte Berlinlilerin şehirde gayrimenkul şirketleri tarafından yönetilen ve kiraya verilen yüz binlerce konutun kamulaştırılması için düzenlediği 2021 referandumundan ise evet oyu çıkmış bulunuyor.[3]
Bu örnek neyi gösteriyor?.. Kirada oturanların evlerinin kamulaştırılmasının bir ihtiyaç olduğunu ve insanların bunu arzuladığını…
Türkiye için durum farklı görünüyor. Ülkemizde daha çok ev sahiplerinin birden fazla evin mülkiyetini ellerinde bulundurması ve rant geliri elde etmeleri söz konusu. Fakat Türkiye’de de emekçiler kira ödeme derdinden kurtulmak istiyor.
Türkiye’de 2017 yılı itibariyle 23 milyon hane bulunuyor ve bu ailelerin 13,2 milyonu sahip olduğu evde oturuyor. 6 milyon hane ise yaşadığı konut için kira ödüyor.[4] Bu 6 milyon konutun, 2 veya daha fazla sayıda konutun mülkiyetine sahip ev sahiplerine ait olduğu anlaşılıyor.
2002 yılında 3 milyon 79 bin 128 kiracı varken, 2017 yılında 6 milyon 57 bin 146’ya yükseliyor. 15 yılda oturduğu ev için kira ödeyen hanelerin oranı yüzde 18’lerden yüzde 26’ya çıkıyor.[5]
Sosyalist Türkiye’de, başka bir deyişle emekçilerin iktidarında yapılacak ilk işlerden biri, kirada oturulan evlerin mülkiyetine sahip kişilere konutların bedeli, (kâr düşülüp) maliyeti üzerinden devlet tarafından ödenerek, kamulaştırma yapılması olacaktır. Böylelikle Türkiye’deki hanelerin kirada oturan yüzde 26’sı, düşük bir kira bedeli ödemesi yaparak, kamunun mülkiyetindeki konutlarda kalacaktır.
Lojmanlarda oturanlar için kiralar zaten bir sorun oluşturmuyor. Akrabasının konutunda kira vermeden ikamet edenlerin durumunda ise, yine bu ekstradan sahip olunan konutların kamulaştırılması ve oturanların düşük düzeylerde kamuya kira ödemesi devrede olacaktır. İstatistiklerde “ev sahibi değil ama kira ödemiyor” olarak ifade edilen bu hanelerin sayısı, 2002-2017 arasında kabaca 1 milyon düzeyinden, 3 milyon 400 bin düzeyine çıkmış bulunuyor. Bu düzey, toplam hanelerin yaklaşık yüzde15’ini oluşturuyor.
Dolayısıyla ilk etapta kamulaştırılacak konutların oranı yüzde 26 artı yüzde 15, eşittir yüzde 41’i buluyor. 6,5 milyona yakın hane için oturdukları konutların kamulaştırılması, toplumsal bir ihtiyaç ve talep olarak karşımıza çıkıyor.
Peki ev sahiplerine ne olacak?. Türkiye’de hanelerin yüzde 58’ini oluşturan 13,2 milyon hanenin oturduğu evin mülk sahipliği (2017 yılı verisi), zamana yayılarak kamulaştırılabilir görünüyor. Konutta miras hukuku lağvedileceğinden, konut sahiplerinin vefat etmeleriyle birlikte, mülkiyetlerinde bulunan konutların kamuya devredilmesiyle, zaman içerisinde konutta kişisel mülkiyet azalıp sıfırlanabilir.
Elbette şunu da belirtmek gerekiyor. Bu süreçte kentlerdeki demografik veriler dikkate alınıp, kamu eliyle yeni konutların ihtiyaçlar ölçüsünde yapımı gerçekleştirilirken, eskiden yapılmış ve yeni yapılacak konutların depreme dirençli kılınmaları ve şehir planlamasının diğer ilke ve gereklerine dikkat edilmesi de sağlanacaktır.
Son olarak, “sızdıran bir çatı, nemli duvarları, zemin, temel veya pencerelerde çürümeler olan bir konutta yaşayan toplam nüfus” oranı Türkiye’de yüzde 34,7 düzeyinde bulunuyor.[6] Bu konutların tamiri, bu mümkün değilse ikamet edenlerin yeni konutlara transferi gerekiyor. Yoksulluğun bunları yapmaya engel olduğunu tahmin etmek güç değil. Sosyalizm kamu eliyle yapılacak modern ve sağlıklı konutlara emekçileri yerleştirmesiyle, geçmişin bakiyesi virane konut stoğunu da tasfiye edecektir.
Özetle, sosyalist Türkiye’de herkes oturduğu konutun devlet mülkiyeti aracılığıyla sahibi olacaktır. Sağlıklı ve modern konutlarda barınma, yasal/anayasal bir hak olarak kabul edilecek, herkese bu olanak sunulacak, günümüzde piyasa ilişkilerinin pençesindeki barınma sorunu çözüme kavuşturulacaktır.
[1] Friederich Engels, Konut Sorunu, s. 47, Yordam Kitap
[2] https://tr.euronews.com/2022/01/18/ab-de-en-fazla-kirac-almanya-da-turkiye-ve-avrupa-da-kirac-ve-ev-sahibi-oran-kac Erişim tarihi: 26.02.2023
[3] https://tr.euronews.com/2021/09/27/berlin-de-konut-krizi-halk-referandumda-200-binden-fazla-konutun-kamulast-r-lmas-na-evet-d Erişim tarihi: 26.02.2023
[4] https://www.emlakjet.com/haber/haber/turkiyede-kac-hane-oturdugu-evde-ev-sahibi Erişim tarihi: 26.02.2023
[5] https://www.emlakjet.com/haber/haber/turkiyede-kac-hane-oturdugu-evde-ev-sahibi Erişim tarihi: 26.02.2023
[6] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-nin-yuzde-kaci-ev-sahibi Erişim tarihi: 27.02.2023
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.