Türkiye’de eğitimin sorunları ve çözüm önerileri – Eğitim Hakkı Atölyesi

Eğitimin temel bir insan hakkı olduğu ancak kapitalizmin neoliberal yıkım politikalarının sonucunda bir hak değil para ile alınıp satılabilen bir meta haline getirildiği eğitim hakkının yeniden geri alınması mücadelesi yok edilen diğer haklar gibi düzen dışı ve düzen karşıtı bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır

Türkiye’de eğitimin sorunları ve çözüm önerileri – Eğitim Hakkı Atölyesi

Halkevleri’nin 22 Ocak’ta düzenlediği “Yok oluştan yeniden inşaya kamusallık sempozumu”nun Eğitim Hakkı oturumu sempozyum öncesinde çalışmaya başlayan Eğitim Hakkı Atölyesi’nin sunumuyla başladı.

“Bir geri alma mücadelesi olarak kamulaştırma: Hayat sosyalizmi çağırıyor” dosyamız kapsamında bu atölyenin metnini de paylaşıyoruz.

Eğitim Hakkı

Eğitim en genel anlamıyla bireyin toplumsallaştırılması süreci olup her insanın sahip olduğu haklardan biridir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) ve Lima Bildirgesi (1988) eğitimin bir hak olarak tanımlandığı ve devletlerin bu hakkı sağlaması gerektiğini belirten uluslararası belgelerdir. Eğitim, uluslararası belgelerde temel bir insan hakkı olarak küresel ölçekte kabul görmesinin en önemli nedeni, eğitimin insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir etken olmasıdır. İnsan haklarının (temel haklar da dahil olmak üzere) kullanılabilmesi ve hak ihlallerine karşı mücadele edilebilmesi, insanların, hangi haklara sahip olduklarını ve bunları nasıl kullanabileceklerini bilmelerine ve anlamalarına bağlıdır.  Eğitimin hak olarak tanımlanması herhangi bir ayrım ve toplumsal engel olmaksızın bütün bireylerin eğitime eşit bir biçimde erişimi ve eğitim olanaklarına eşit olarak yararlanılmasını gerektirir. Bununla birlikte tarihsel süreç göstermiştir ki eğitim hakkının gerçekleştirilmesi üzerinde toplumsal yapı ve koşullar etkili olmaktadır. Eğitim insan hakları evrensel bildirgesi ile tanımlanmış temel bir insan hakkı olmasına rağmen ekonomik, kültürel ve sosyal etkenler eğitimin sınıfsal eşitsizlikler ya da ırk, etnisite, cinsiyet, inanç, din, ideoloji gibi farklı birçok değişkene göre yapılanmasına neden olmaktadır. Bu etmenlerin etkisi altında eğitim bir hak olmaktan çıkmakta ve toplumsal eşitsizliğin yeniden üretildiği bir alana dönüşmektedir. Eğitimin hak olmaktan çıkması ve toplumsal eşitsizliklere neden olmasında toplumsal yapılarda var olan üretim tarzlarının tarihsel süreçteki değişimi etkili olmuştur.

Ekonomik sistemin tarihsel dönüşüm sürecinde eğitim

Eğitim farklı toplumsal formasyonlarda farklı amaçlarla biçimlendirilmiştir. Tarım toplumunda tarımın ihtiyaçlarına dönük olarak yapılan bir etkinlik olan eğitim sanayi toplumunda sanayi öncelikli olarak yapılandırılmıştır. Bununla birlikte üretim araçları üzerindeki mülkiyet durumu da eğitimin hangi toplumsal grubun yararına yapılacağı üzerinde etkili olmaktadır. Sanayi devrimiyle birlikte hızla gelişen kapitalist süreç zorunlu eğitim sistemlerini beraberinde getirmiş bununla birlikte eğitim içerikleri de sanayiye sahip olan sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmeye başlanmıştır. Diğer bir deyişle kapitalist sanayi toplumunda eğitim hem sanayi için işgücü yetiştirilmesi bakımından ekonomik yönüyle hem de devlet (devlete hakim olan toplumsal sınıfın) ideolojisine bağlı yurttaşlar yetiştirilmesi bakımından ideolojik yönleriyle işlevlendirilmiştir. Bununla birlikte eğitimin kapitalist ülkelerdeki önemi farklı dönemlere göre değişiklik göstermiştir. Kapitalist rekabet nedeniyle yapılan savaş sonrası dönemlerde toplumun yeniden organize edilmesinde eğitime verilen önem artmış, ülkelerin yeniden inşası için eğitime biçilen bu rol nedeniyle eğitim hizmetleri ücretsiz bir kamusal hizmet olarak sunulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde özellikle Avrupa’da ülkelerin yeniden yapılandırılmasında gerekli insan gücü ve ideolojik nedenlerle eğitim ücretsiz bir kamu hizmeti olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu durum 1970’li yılların ortasında yaşanan kapitalist kriz sürecine kadar devam etmiştir. 1970’li yıllarda kapitalist ekonomide başlayan kriz sermaye kesiminin sermaye birikimi sağlamak üzere devletin sunduğu hizmet sektörüne yönelmesine neden olmuştur. Bu yönelme kamusal hizmetlerin daha fazla özel sektöre devredildiği yeni bir ekonomipolitik sürecin oluşturulmasına yol açmıştır. İngiltere ve ABD hükümetleri öncülüğünde başlatılan bu ekonomik ve politik süreç Türkiye’de de etkili olmuş ve 24 Ocak 1980’de alınan kararlarla, oluşturulan yeni küresel ekonomik düzene eklemlenme süreci başlatılmıştır. 24 Ocak kararları ancak 1980 darbesi ile toplumsal muhalefetin ezilmesi, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin kapatılması ile uygulanabilmiştir. 1980 sonrası dönemde ekonomik yapıda hızlı bir dönüştürme süreci sermaye kesimi ve devlet yöneticileri işbirliği sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde 1994 yılında yapılan ve Türkiye’nin de 1995’te katıldığı GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ile hizmet kapsamına giren üretim faaliyetlerinin ve eğitimin de uluslararası kapitalist piyasada alınıp satılabilmesinin önü açılmıştır. Bu çerçevede Türkiye’de uluslararası eğitim veren ticari okullar (International Bakalorya vd.) açılmıştır.

İstihdam biçiminde meydana gelen değişimler

1980 öncesi dönemde devlet tarafından ihtiyaç karşılama önceliğiyle kamu kurumları tarafından sunulan hizmetler neoliberal politikaların uygulanmaya başlanmasıyla sermaye sınıfına devredilmeye yani özelleştirilmeye başlanmış ve piyasalaştırılmıştır. Bu piyasalaştırılma süreci istihdam biçimlerini de etkilemiştir. Kamunun elinde olan pek çok kurum ve kuruluş özel sektöre devredilmiş, bu kurumlarda çalışan emekçiler ya işsiz bırakılmış ya da düşük ücret, taşeronlaştırma altında, güvencesiz ve esnek istihdam koşullarında çalışmak zorunda bırakılmıştır. Eğitim alanında çalışanlar da bu süreçten olumsuz etkilenmiştir. Öğretmenler kadrosuz, (sözleşmeli, ders ücreti karşılığında) sigortasız ya da yarı sigortalı ve düşük ücretlerle çalışma koşullarına mahkûm edilmişlerdir. Öte yandan kamuda çalışan öğretmenlerin ücretleri özel/ticari okulların rekabet koşulları dikkate alınarak düşük tutulması gözlenen bir diğer durumdur. Eğitimde kamusal istihdamın azaltılması, yüzbinlerce öğretmenin atamasının yapılmaması öğretmenleri ticari amaçlı okullarda düşük ücretlerle çalışmaya mahkum etmiştir. Bu da ticari okullardaki öğretmenlerin daha düşük ücretlerle çalıştırılmasına yol açmıştır. Ticari amaçlı eğitim veren kurumlarda ise (özel okullar, dershaneler, meslek eğitim merkezleri, özel eğitim rehabilitasyon vb.) öğretmenler asgari ücret ve altında ücretlerle ve esnek istihdam (görev tanımı dışında işlerde ve uzun mesai saatleri boyunca) koşullarında çalıştırılmaktadır. Bu dönemde kamusal eğitimde hizmet sunan yardımcı/eğitimci olmayan personelin de istihdam şekli kadrolu ve güvenceli istihdamdan güvencesiz istihdama dönüştürülmüştür. Öte yandan Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmenler arasında hiyerarşi oluşturulmuş, aynı işi yapan öğretmenler arasında rekabet ve ayrımcılık oluşturulmak istenmiştir. Okullarda güvenlik, temizlik vb. işlerde çalışan personeller şirketler üzerinden hizmet satın alma yoluyla istihdam edilmeye başlanmıştır. Yüksek öğretimde ise vakıf ve özel üniversitelerde çalışan öğretim görevlileri ve üyeleri düşük ücretlerle istihdam edilmektedir.

Eğitim finansmanında dönüşümler

Türkiye’de 1960’lı yıllarda planlı kalkınma süreci ile başlatılan karma ekonomik sistemde devlet tarafından ücretsiz olarak sunulan eğitim hizmetlerinin 1980 sonrası dönemdeki neoliberal politikalara geçişle birlikte özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması, eğitim hak olmaktan çıkarılıp piyasada para ile alınıp satılan meta niteliğine dönüştürmüştür. Bu süreçte hem paralı eğitim veren ticari amaçlı eğitim kurumları açılmaya başlanmış hem de devlet tarafından ücretsiz olarak sunulan eğitim hizmetlerinden çeşitli adlar altında ücret alınmaya başlanmıştır. Okul aile birlikleri kurularak eğitim finansmanının ailelerden karşılanmaya çalışılması, okuldaki eğitim hizmetlerinden bağış adı altında para toplanması, okul kantinlerinin kooperatif olmaktan çıkarılıp özelleştirilmesi gibi pek çok ticarileşme ve piyasalaşma uygulaması bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte anayasa ve yasalarda tarikatları ve faaliyetlerini yasaklayan maddelere rağmen bir yandan tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerinin uygulamada serbest bırakılması öte yandan eğitim alanına devlet desteğinin azaltılması yoksul aile çocuklarını tarikat ve cemaatlerin yurtlarında kalmaya mecbur bırakmıştır. Yüksek öğretim düzeyinde de ilk piyasalaştırma uygulamaları bu dönemde gerçekleştirilmiştir. İlk özel üniversite 1983’te kurulmuş sonraki süreçte çok sayıda ücretli üniversite kurulmaya devam edilmiştir. Ticari amaçlı üniversitelerde eğitimin para ile alınıp satılan bir metaya dönüştürülmesine paralel olarak devlet üniversitelerinde ise öğrencilerden harç alınmaya başlanmış, daha önce ücretsiz olarak sunulan yemek ve ulaşım ücretleri paralı hale getirilmiştir.

6287 sayılı yasa ile getirilen kesintili eğitim nedeniyle kız çocuklarının okullaşma oranında düşüş meydana gelmiştir. Çocukları kesintili eğitim yasası nedeniyle eğitimden ayrılmak durumunda kalması hem çocuk işçiliğinin artışına ve hem de çocukların erken yaşta evlendirilmesi sorunlarına yol açmıştır.

Eğitim programlarının dinselleştirilmesi, bilimsel eğitimden uzaklaşma

1980 sonrası dönemde eğitim alanında gerçekleştirilen bir diğer dönüşüm eğitim programlarında gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde eğitim programlarında felsefe, sosyoloji gibi derslerin ağırlığı azaltılmış Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi 1980 darbe anayasası ile zorunlu ders haline getirilmiştir. 1980 anayasası ile zorunlu hale getirilen bu derse ek olarak 2012 yılındaki 6287 sayılı yasa ile Peygamberin hayatı ve Kuran-ı Kerim dersleri de öğretim programlarına konulmuştur. Ayrıca okullarda mescitler açılarak dinselleşme süreci hızlandırılmıştır. Bu süreçte yapılan bir diğer uygulama eğitim programlarından evrim teorisinin çıkartılması ve evrim teorisini derslerinde işleyen öğretmenlere soruşturma açılmasıdır. Eğitimde dinselleştirmeyi artıran bir diğer uygulama imam hatiplerin sayılarının artırılmasıdır. Eğitim dinselleştirilmesinde yapılan son uygulama ise Milli Eğitim Bakanlığı ile vakıf adı altındaki tarikatlar arasında yapılan protokollerdir. Bu protokollerle devletin sorumluluğu altındaki okullarda dinci ve gerici tarikatların eğitim vermesinin önü açılmıştır.

Sınav odaklı eğitim

1980 sonrası süreçte gerçekleştirilen ezberci ve dogmatik eğitim müfredatını destekleyen bir diğer durum sınav eksenli eğitim sistemidir. Merkezi olarak yapılan sınavların sayısı oldukça artırılmış bu nedenle bütün eğitim sistemi sınav odaklı getirilmiştir. Eğitim sistemine eklenen elemeci ve rekabetçi eğitim sistemi ile oluşturulan hegemonik yapıyla sadece belirlenen öğretim programı içeriği doğrultusu kadar öğrenme beklentisi oluşturulmuştur. Bireylerin daha geniş ve bütün toplumsal koşulları ilişkilendiren disiplinler arası bir yaklaşımla eğitim sürecinde ilerleyebilmesinin önü sınav sistemi yoluyla kapatılmıştır. Öte yandan merkezi sınav sistemi toplumsal kaynaklardan eşit koşullarda yararlanamayan bireyleri aynı rekabetçi yarışa tabi tutmuştur. Bu durum emekçi ve yoksul toplumsal kesimlerin eğitimsel süreçlerden yeterince yararlanamamasına ve var olan sınıflı toplumsal yapının eğitim yoluyla yeniden üretilmesine neden olmuştur.

Mesleki eğitimdeki gerçekleştirilen dönüşümler

2012 yılında 6287 sayılı yasa ile eğitim yasalarında yapılan değişikliklerle meslek liselerindeki öğrencilerin tamamının ucuz işgücü olarak düşük ücret altında çalıştırılmasına yol açmıştır. Sonrasında kurulan MESEM’ler aracılığıyla ise çocuk işçiliği ve istismarının önünün açılması sermaye lehine yapılan düzenlemelerdir.

Toplumsal üretim tarzındaki dönüşümün veliler ve öğrenciler açısından sonuçları

Karma ekonomik sistemden neoliberal ekonomik sisteme dönüşümle birlikte 1980 sonrası süreçte özelleştirme ve piyasalaştırma süreçleri sonucunda ortaya çıkan yeni istihdam biçimleri velileri işsizlik, daha düşük ücretler, yoksulluk ve güvencesizlik gibi yaşamsal problemlerle karşı karşıya getirmiştir. Bu durum eğitim çağındaki çocukların ve gençlerin yoksullaşmasına neden olurken eğitim süreçlerinde gerekli beslenme, barınma ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasını da zorlaştırmıştır. Barınma ihtiyacının karşılanması bağlamında devletin eğitim alanındaki yatırımları azaltması, kamusal eğitime verilen finansmanın düşürülmesi ile yurt sayıları yetersiz kalmış bu durum ortaokul, lise ve üniversite düzeyinde barınma sorununa yol açmıştır. Kırsal bölgelerde köylerdeki okulların kapatılmasıyla öğrenciler kasaba ve şehirlerdeki tarikat, cemaat gibi gerici yapılanmaların yurtlarında konaklamaya mahkum edilmiştir.

Neoliberal dönüşüm sürecinde eşitsiz coğrafi gelişme nedeniyle hem kır ve kent arasındaki olanak eşitsizlikleri hem de kentlerde farklı sosyoekonomik düzeye sahip kent mekânları arasındaki olanak eşitsizlikleri eğitim eşitsizliklerini de derinleştirmiştir. Neoliberal üretim süreçleri ile birlikte kent içerisinde toplumsal ayrışma ve mekânsal bölünme artmış buna bağlı olarak oluşan mekânsal farklılaşma sonucunda farklı sosyoekonomik düzeye sahip kent mekânları öğrencilerin farklı olanaklarla yetişmesine neden olmuştur. Bu durum yoksul ve varsıl mekânlardaki okulların niteliklerinin de farklılaşmasına neden olmuş, farklı olanaklarla eğitim alan toplumsal grupların varlığı ve merkezi sınavlara dayalı eğitim sistemi nedeniyle eğitim eşitsizlikleri derinleşmiştir.

Düşük sosyoekonomik kent mekanlarında yaşamak zorunda kalan ailelerin çocukları yetersiz beslenme sorunları ve yetersiz eğitim olanakları karşı karşıya kalmıştır. Bir yandan okullara ayrılan kamu kaynaklarının kısılıp öte yandan aile finansmanına dayalı finansman modeline geçilmesi okullar arasındaki ayrışmayı derinleştirmiştir. Mekânlar arasındaki eşitsizlik durumunun kamusal planlama yoluyla düzeltilmemesi, bu alanlarda yaşayan öğrencilerin varsıl bölgelerde daha çok olanaklarla eğitim alan öğrencilerden geri kalmalarına, üst eğitim seviyelerine geçememelerine neden olmaktadır. Bu durum eğitim hakkının ihlal edilmesine yol açmaktadır.

Eğitim hakkının yok oluşundan yeniden inşaya kamusal eğitim

Uluslararası sözleşmelerle temel insan haklarından biri olarak tanımlanan eğitim hakkı neoliberal politikaların başlatıldığı 1980 sonrası süreçte hem piyasalaşma hem de dinselleştirme politikalarının ve uygulamalarının etkisi altında kalmıştır. Neoliberal politikalar ile gerçekleştirilen piyasalaşma ve muhafazakarlaştırma uygulamaları eğitim alanını da olumsuz yönde etkilemiştir. Bu süreçte bir yandan eğitimin hak temelli bir hizmet olmaktan çıkarılıp piyasalaştırılması öte yandan eğitim alanındaki dinselleştirme uygulamaları eğitim hakkına erişimi sınırlandırdığı gibi aynı zamanda eğitimden beklenen bireysel ve toplumsal yararların sınırlı kalmasına neden olmuştur.

Eğitimin piyasalaşmasıyla birlikte toplumun büyük kısmını oluşturan, sosyoekonomik durumu yoksulluk seviyesinin altında kalan kesimler eğitime hem erişim bakımından hem de sonuçlarından yeterince yararlanama bakımından eşitsizliklerle karşı karşıya kalmıştır. Bu süreçte ticari eğitim kurumlarının faaliyete geçirilmesi, kamu okullarından harç ve çeşitli adlar altında bağış vb. toplanması eğitimin hak değil ancak para ile alınabilen bir ticari metaya dönüşmesine neden olmuştur. Eğitimin paralı hale gelmesi gelir eşitsizliğinin olduğu toplumsal yapıda özellikle yoksulluk sınırı altında yaşayan geniş kesimlerin eğitim olanaklarından yararlanmalarını sınırlandırmıştır. Diğer bir deyişle eğitimin kamusal bir sorumluluk değil, parayla alınabilen bir mal/meta olması ise onun bir hak değil, kişilerin maddi olanaklarına göre yararlanılabilen bir ayrıcalık durumuna dönüşmesine yol açmaktadır. Eğitimin piyasalaştırılması yoksulluk sınırı altında yaşayan yeni nesillerin erişemedikleri nitelikli eğitim nedeniyle ailelerinin yaşam koşullarını aşamayacak şekilde yaşam sürmelerine yani eşitsiz sınıflı toplumun yeniden üretimine neden olmaktadır. Buna karşın eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal sorumluluğu, yani devletin herhangi bir ayrım gözetmeden herkese, nitelikli eğitimi parasız olarak sunmasını gerektirmektedir. Hak kavramı eğitimin kamusallığını dolayısı ile finansmanın da kamu tarafından karşılanmasını zorunlu kılar.

Neoliberal politikaların yaşama geçirildiği 1980 sonrası süreçte Türkiye’de eğitim alanının dinselleştirilmesi, sorgulamaya ve araştırmaya dayalı bilimsel eğitim yerine ezberci ve buyurucu bir eğitim anlayışını koymaktadır. Ezberciliğe buyuruculuğa dayalı eğitim anlayışı bir yanıyla öğretmeni buyurucu öğrenciyi buyruklara itaat eden bir şekilde konumlandırırken öte yandan eğitim alan bireylerin problemleri tanımlama, araştırma sorgulama ve yaşamlarını özgür bir şekilde değerlendirme yeteneklerinin gelişmesine engel olmaktadır. Türkiye’de son yıllarda cemaat ve tarikatlara bağlı yurtlarda, kurslarda görülen taciz ve tecavüz vakalarının bu kadar çok olması ve gerek çocukların gerekse ailelerinin bu durumlara karşı ses çıkaramaması dinselleşme sonucunda buyruklara boyun eğmeye alıştırılan bireylerin çoğalmasıyla açıklanabilecek bir durumdur. Dini eğitim veren tarikat ve cemaatlere bağlı kurslarda, yurtlarda ve okullarda hem dogmatizmin ve hem de bu dinsel dogmatizmin temsilcisi olan, dinsel otorite ve buyurucu olarak konumlandırılan eğitmenlerin taciz ve tecavüzlerine çocuklar ve aileleri tepki gösterememeleri ile çok fazla sayıda çocuk istismara ve şiddete maruz kalmakta, bu olaylar zaman zaman ölümlerle sonuçlanan intihar vakalarına neden olmaktadır.

Eğitimin dinselleştirilmesi öte yandan kamusal hizmetlerin toplumu oluşturan farklı kesimlere eşit bir şekilde sunulmasına engel olmaktadır. Farklı inanç, din ve mezheplerin bulunduğu toplumsal yapıda sadece bir inancın eğitim yoluyla dayatılması toplumsal barışı tehdit etmektedir.

Eğitimin dinselleştirilmesi toplumsal yapının dinsel inançlarla biçimlendirilmesine de neden olmaktadır. Dini esaslara dayalı bir devlet ve kamu yönetimi inşasına hizmet edecek bir eğitim sistemi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı ve herkesin inançlara bağlı olmadan yurttaşlık temelinde yaşadığı ve toplumsal hizmetlerden yurttaş olma nedeniyle eşit bir şekilde yararlanabildiği laik devletin ortadan kalkmasına yönelik adımlar anlamına gelmektedir. Laik bir devlet sistemi ve kamu yönetimi hem eşit yurttaşlık için hem de farklı inançlara sahip toplum kesimlerinin bir arada karşılıklı saygı içinde yaşayabilmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Sonuç

Eğitimin temel bir insan hakkı olduğu ancak kapitalizmin neoliberal yıkım politikalarının sonucunda bir hak değil para ile alınıp satılabilen bir meta haline getirildiği eğitim hakkının yeniden geri alınması mücadelesi yok edilen diğer haklar gibi düzen dışı ve düzen karşıtı bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda eğitim süreçlerinde tüm öznelerin (öğretmen, veli, öğrenci ve eğitim sürecinde yer alan tüm eğitim emekçilerinin) eğitim hakkının tam ve eksiksiz bir kamusal hak olarak güvence altında olduğu ve bu hakkın piyasacı yaklaşım karşısında parasız nitelikli laik bilimsel kamusal bir eğitim hakkı için etkili bir talep hareketi oluşturulması gereği çok açıktır. Başta eğitim sürecinin tüm özneleri ve onların örgütlenmeleri olmak üzere toplumun neoliberal sürece muhalif olan bütün kesimlerinin içinde olduğu politik bir hareket eliyle mücadele üretilmeli ve sürdürülmelidir.

Uluslararası sözleşmeler ve Türkiye’deki yasal metinlerde yer alan eğitim hakkının bütün toplumsal kesimler için eşit bir şekilde yeniden sağlanması ve eğitim alanında neoliberal süreçte üretilmiş olan bütün eşitsizliklerin ortadan kaldırılması önemli bir mücadele alanıdır. Bu sürecin başarıya ulaşması toplumsal refahın artışı, bireyin ve toplumun özgürleşmesi ve diğer pek çok bakımdan değerlidir. Halkevleri olarak eğitim alanındaki sorunlara ilişkin saptamalar ve sorunların ortadan kaldırılması için yaptığımız çalışmalara neoliberal politikalara muhalif bütün toplum kesimlerini davet ediyoruz. Bu bağlamda eğitim alanındaki sorunlara yönelik çözüm önerilerimiz şunlardır:

  • Eğitimin tüm süreçleri (okul öncesi, ilk, orta, lise, yükseköğretim) parasız, eşit, nitelikli olarak herkes için kolayca ulaşılabilir olmalı ve bir kamusal hak olarak güvence altına alınmalıdır.
  • Eğitimin doğumdan itibaren temel bir hak olduğu göz önünde bulundurularak gündüz bakımevleri, kreş, anaokulları vb. okul öncesi eğitim kurumları yaygınlaştırılmalı, isteyen tüm ailelerin 0-6 yaş arası çocuklarına parasız ve eşit nitelikli okul öncesi eğitim olanağı sağlanmalıdır.
  • Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise düzeylerinde zorunlu din eğitimi uygulamaları olmamalıdır. Din ve/veya inançların öğrenimi devlet veya hükümet zorlamasıyla değil bireylerin kendi özgür iradesiyle olmalıdır. Bu bağlamda 18 yaşına kadar aileye tabi olan ve zorunlu eğitim altında tutulan öğrencilere din eğitiminin zorla verilmesi insan haklarına aykırı bir durumdur. Bu nedenle din öğrenimi bireylerin çocukluk yaşından çıktığı ve özgür iradesiyle karar verebilecekleri 18 yaş ve sonrasına bırakılmalıdır.
  • 12 Eylül darbe anayasası ile konulan zorunlu din dersiyle başlayan ve ana sınıfına kadar indirilen din eğitimi ve her türlü dinci gerici, ırkçı, cinsiyetçi uygulamalar derhal kaldırılmalı buna uygun demokratik katılımla yeni öğretim programları hazırlanmalıdır.
  • Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim alanındaki kamusal sorumluluğunu belirli gruplara devretmesi uygulamalarına son verilmelidir. Bu çerçevede vakıf ve tarikatlarla yaptığı tüm anlaşmalar iptal edilmeli, eğitim alanı üzerinden tarikat ve cemaatlere tanınan ayrıcalıklara son verilmelidir.
  • Öğrencilerin kendilerini ve toplumsal yapıyı analiz edip sorunları tanımlayabilmesine olanak tanıyacak Felsefe ve Sosyoloji derslerinin sayıları artırılmalıdır.
  • Buyurucu ve ezberci değil problem tanımlayıcı, eşitler arası diyaloğu öne çıkaran demokratik eğitim sistemi kurulmalıdır.
  • Merkezi sınavlarla bir üst eğitime geçme uygulamalarına son verilmelidir.
  • Okullara kamu bütçesinden daha fazla finansman ayrılmalı okulların nitelikleri eşitlenmelidir.
  • Şehir merkezlerinde her mahallede çocukların yürüme mesafesinde nitelikli okullar kurulmalı veya okulların olanakları eşitlenmeli, özel servislerce paralı olarak sunulan taşımalı eğitime son verilmelidir.
  • Öğrenciler ilkokuldan başlayarak okul rehberlik servisleri aracılığı ile (velilerin de görüşleri dikkate alınarak) ilgi ve yeteneklerine göre sonraki eğitim süreçlerine hazırlanacak şekilde eğitim sistemi yapılandırılmalıdır.
  • Üniversiteler bilimsel, özerk ve demokratik nitelikleri taşır hale getirilerek, herkesin ücretsiz biçimde yükseköğrenim hakkından yararlanması sağlanmalıdır.
  • Sermayenin yararını önceleyen politikalar terkedilmeli toplumsal ortak yararın gereği olan ihtiyaç temelli eğitim politikaları üretilmelidir.
  • Özel/ticari eğitim kurumları kapatılmalıdır.
  • Eğitim sürecinin değiştirilen ekonomik sistemin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılandırılması, bu yönde yapılan bütün düzenlemelerden vazgeçilmelidir.
  • Çocuk işçiliğini ve sömürüsünün önünü açan mesleki eğitim uygulamalarından vazgeçilmelidir.
  • Mesleki eğitim, ilk ve orta öğretim süreçlerinin programlarının tamamlanmasından sonra ve kişinin ihtiyaç ve isteği doğrultusunda verilmelidir. Meslek liseleri ve Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) kapatılmalıdır.
  • Barınma bir haktır ve tüm öğrencilere nitelikli barınma yanında laik, eşitlikçi, demokratik barınma sağlamakla yükümlü olan devlettir. Lise ve özellikle üniversite öğrencilerinin barınma, beslenme, ulaşım vb. ihtiyaçları temel birer hak olarak değerlendirilmeli, ulaşım hakkı ücretsiz olarak sağlanmalı, barınma hakkı ise ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmalıdır. Özel sektör ve cemaatler tarafından işletilen yurtlar kapatılmalı veya kamulaştırılmalıdır.
  • Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda ve yükseköğretimde öğrencilere öğle yemeği ücretsiz olarak verilmeli, önceden üniversitelerde olduğu gibi tüm okul türlerinde ücretsiz ulaşım sağlanmalıdır.
  • Eğitim programları dogmatik olmaktan çıkarılmalı, bilimsel esaslar temelinde, öğrenciler ve öğretmenler arasında eşitler arası diyaloğa dayalı, problem tanımlayıcı eğitim yaklaşımına önem verilmelidir.
  • Öğrencilerin yaşam koşullarını olumsuz yönde etkileyen ve eğitim olanaklarından yeterince yararlanamamalarına neden olan aile yoksulluğunun ortadan kaldırılması şarttır. Bu bağlamda güvenceli, kamusal istihdama geçilmeli ve insan onuruna yakışır gelir düzeyi sağlanmalıdır.
  • Eğitim kurumlarının niteliklerini ve olanaklarını farklılaştıran mekânsal farklılaşma ve toplumsal ayrışmaya yol açan eşitsiz mekânsal gelişmeye neden olan sermaye çıkarı odaklı kentleşme politikalarından vazgeçilmelidir.
  • Laiklik toplumsal eşitlik için olmazsa olmaz bir koşul olup eğitim alanındaki uygulamaların bütünü laiklik ilkesine göre düzenlenmelidir.
  • Laik, bilimsel, parasız, anadilinde, nitelikli, demokratik, herkes için erişilebilir ve eşit olanaklar sağlayan kamusal eğitim temel taleplerimizdir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur