Direnişin ilk günü bir fotoğraf düştü sosyal medyaya Suna ve Semra’nın birbirlerinin ellerini sımsıkı tuttukları bir fotoğraf
Koç Üniversitesi’nin İstanbul Topkapı’da bulunan hastanesinde geçtiğimiz hafta işçiler çantalarından çıkan poşet çaylar gerekçe gösterilerek Kod 46 yani hırsızlık ve meslek sırlarını deşifre suçlamasıyla işten atıldı. Ama işin aslını soracak olursak kadro isteyerek örgütlendikleri için, angaryaya itiraz ettikleri ve tacizci bir müdürle çalışmak istemedikleri için işten atılan işçiler tüm çalışma arkadaşları adına bir haftadır hastane önünde direnişteler. Suna, Semra, Sedat ve Kenan.
Direnişin ilk günü bir fotoğraf düştü sosyal medyaya Suna ve Semra’nın birbirlerinin ellerini sımsıkı tuttukları bir fotoğraf. Direkt aklıma 25 Kasım geldi, sonra İranlı kadınlarla yaptığımız eylemler, sonra takip ettiğimiz davalar… Direniş alanını ziyarete gittiğimizde Suna’nın, Semra’nın ve o fotoğrafın hikayesini öğrendim.
Suna ve Semra uzun zamandır çalışma arkadaşı, aynı katta çalışıyorlar. Çalışma koşullarına söylenerek başladıkları hikayeleri, örgütlenerek ve herkesi sendikalı yapmak için örgütleyerek ve şimdi de direnerek devam ediyor.
Hepimizin bir hikayesi vardır ve biriciktir. Bazen benzer, bazen tamamen farklı ancak hepsi birbirinden değerli işte Suna’nın anlatımıyla kendi hikayesi:
“Suna güneşten önce doğup, sokaklardan, yoksul mahallelerden yürüyerek ve toplu taşıma kullanarak buraya gelen bir işçidir. Yıllardır sömürüye, ağır çalışma koşullarına, tacize, sömürüye, mobbinge, uzun mesai saatlerine direnen bir işçidir. Yıllardır yönetime ve taşerona söylememize rağmen hiçbir yol alamamış bir işçidir.
“Söylediklerimizi ciddiye almadılar, bizi insan yerine koymadılar ve en sonunda çantalarımızı arayıp üç poşet çay için bizi hırsızlık koduyla işten attılar. En büyük hırsız sizsiniz. Biz sizi geçmişten tanıyoruz, bugün de tanıyoruz. Geçmişten beri yaptığınız her şeyi biliyoruz. Bizler artık susmayacağız. Ben altı yıldır sustum. Tacizi artık dile getirmek istiyorum. Benim saçıma, eteğime, küpeme artık karışamayacaksın!”
Ardından Semra alıyor sözü:
“Ben Koç Üniversitesi Hastanesi tarafından potansiyel hırsız damgasına sahip olan bir insanım. Çünkü taşeronlara yani hastane bünyesinde çalışmayan herkese hırsız potansiyeliyle bakan bir kurum ve ben hırsız gibi muamele edilen bir işçiyim burada. Biz buradaki çalışma koşullarını anlatırken, “sus sen taşeronsun” dediler, biz buradaki mobbingi anlatırken, “sus sen taşeronsun” dediler. Karşında bir muhatabın olmayan bir taşeron işçisin bu hastanede. Daha önce de söylemiştik, bugün de burada söylüyoruz, biz işimizi de aşımızı da emeğimizi de kimseye bırakacak işçiler değiliz.”
İkisi de konuşmasını bitirirken çok iddialıydı. Biri tacizci müdürü koruyan hastane yönetimine seslenerek ya “siz müdürü alırsınız ya da ben gelir paçasından tutar atarım” derken öteki de “bize hakkımız olanı vermezseniz her yeri eylem alanına çeviririz” diyordu. Bu cesareti ve umudu nereden aldıklarını biliyoruz. Bu hissi başka yerlerden tanıyoruz. Bu yazıyı okuyan kadınlar hatırlar bu hissi. İstanbul Sözleşmesi mücadelesinden hatırlar, 25 Kasımlardan, 8 Martlardan, Pride’lardan hatırlar. Bu “biz bitti demeden bitmez” diyen kadınların cüretiyle aynı, bu ölümle tehdit edilirken “biz sokağa çıkacağız siz de görevinizi yapın” diyen lubunların cesaretiyle aynı.
Koç Üniversitesi Hastanesi direnişinde karşımda duran iki usta ajitatör vardı. Ama bakmayın öyle duraksamadan, düşünmeden konuşup, hastane yönetimine kafa tuttuklarına. O ustalığın arkasında birbirlerinin sımsıkı tuttukları elleri var.
Direnişin ilk günü sendika temsilcileri, işçiler, dayanışmaya gelenlerle yıllardır her gün kapısından içeri girdikleri işyerinin önünde eylem yapmak üzere bir araya geldikleri anı anlatırken “Suna da ben de çok heyecanlıydık” diyor Semra.
“Suna konuşma yapacak, tirtir titriyor zaten, ben sırtını sıvazlıyorum. Tuttum elini dedim ki ‘Konuş Suna ben buradayım’.”
Sonra Suna başlıyor konuşmaya, ardından da Semra ve tabii Kenan da. O gün bugün de susmuyorlar. Sordum, susmaya da pek niyetleri yokmuş.
Türkiye’de son yıllarda giderek tırmanan faşist saldırganlık karşısında yer yer geri çekilmeler yer yer ileri atılmalar oluyor. Ancak hepimizin ortaklaştığı bir şey var ki kadın hareketi; azalıyor, çoğalıyor, ciddi saldırılarla ve şiddetle karşı karşıya kalıyor ama hiç sokaklardan çekilmiyor.
Bunun birçok nedeni var ama Hiranur Vakfı’nda yaşanan istismarın açığa çıkmasını sağlayan kadınların birbirilerinin hikayelerinden aldıkları güç, 25 Kasım’da yaşanan ağır polis şiddeti karşısında bu şiddeti ifşa etme, yaşadığımız her şeyi anlatabilmek için bulduğumuz güç ve Suna ve Semra’nın birbirilerinden aldıkları gücü gördükçe diyorum ki “her şeyle birlikte bizim sımsıkı tutulu ellerimiz var”. Patron karşısında, polis karşısında, koca, baba, abi, kardeş erkekler ve Erdoğan, Soylu, tekmili birden şeyhler karşısında.
O yüzden konuş Suna, biz buradayız.
* Fotoğraf: Sezgin Kartal
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.