Yoksullaşmış sınıfların yaşam döngüsünde nefes alabilecekleri bir gün varsa o da muhafazakâr kitlelerin haklarının savunulmasından arda kalanla hayata geçecek demek. Bir ekmek bir hırkamız olacaksa önce dindarların anayasal güvencesi sağlanmalı. Onların hakkı öncelenmeli, onlardan icazet alınmalı ki ‘diğerleri’nin bir dirhem yaşama imkânı olsun
En sık bastığım tuşlardan biri olan silme tuşu bu kez daha fazla çalıştı. Ne desem ne yazsam gel giti içimde bomboş bir his oluşturdu, oluşturuyor.
Çalınan hayatlarımızın, giden yıllarımızın hesabını sorsun diye birilerine bel bağladığımız için suçluyuz. Sırf o sebeptendir ki hayal kırıklıklarımız. Ya tutarsa diye destek attığımız muhalefetin ‘rastgele kaptan’ gevşekliğinde siyasi adımlarını tünelin sonundaki ışığa götürecek sandık. Belki bu sebepten bitmiyor umutsuzluğumuz. Hesap sorun diye omuz verdiğimiz bireylerin dünyasını anlayamadık. Konforsuzluğumuzu onların 24 saatiyle bir tuttuk. Onları da biz gibi bildik. Onlar da geçim sıkıntısı çekip vasat hayatın pençesinde diye düşündük. Yanıldık!
Ne de çok güvenmişsin bunlara diye bir soru sorayım sizin yerinize. Öyle değil! Ayrıca güvenmek de insan evladının ıstırabı. Başımıza ne geldiyse güvenmekten mülhem.
Halklar çaresiz değil romantizmine sığınmayı zayıflık olarak görürüm. Çaresiz olabilir. Tümden yok edilebilir, dönüştürülebilir. Örgütsüz ve cahilse çok daha kolay. Türkiye gibi bir ülkede per perişan hale getirilmiş yoksul sınıfın orta sınıfla birleştirilmiş ve derinleştirilmiş çaresizliği tam bir toplu çaresizleştirme hareketidir. Buna karşın irili ufaklı, sağlı sollu, merkezli çeperli siyasi oluşumların birçoğu kendi kursağındaki öfkeyi onlarla paylaşan kitlelere sahip. Bunlara bel veren insanları suçlamak mı anlamlı ve kolay, yoksa onları peşinden sürükleyen siyasi dehaları mı? Cevap basit tabii.
Biz yine döndük dolaştık geldik bir İslamcı insafsızlığının kucağına. Bizim savunulacak, arkasında durulacak, anayasal güvenceye alınacak hak ve özgürlüklerimiz yokmuş meğer. Karnımız tok, sırtımız pek, ifademiz özgürmüş oysa. Ne bir güvenceye ne bir yasaya ihtiyacımız varmış. Yoksullaşmış sınıfların yaşam döngüsünde nefes alabilecekleri bir gün varsa o da muhafazakar kitlelerin haklarının savunulmasından arda kalanla hayata geçecek demek. Bir ekmek bir hırkamız olacaksa önce dindarların anayasal güvencesi sağlanmalı. Onların hakkı öncelenmeli, onlardan icazet alınmalı ki ‘diğerleri’nin bir dirhem yaşama imkânı olsun.
Sayısını ve ispatını artık bilemediğimiz hırsızlıklar ve haksızlıklarla ‘helalleşilmesi’ için önce muhafazakarın onayı gerekiyor. Onlar destur etmeden sen abdest alamıyorsun. İslamcı iktidara açılan alan gevrek gevrek gülüp dalga geçmelerin ötesine gitmedi. Oturup kalkar artık çaresiz helalleşmelerin dalgasını geçerler.
Sormak isterim mesela; Sayın Kılıçdaroğlu, bir KHK’linin hakkını geri kazanması için önce muhafazakarın gönlünü mü yapmak gerekir? Mülakatlarda yüzüne pişkin pişkin gülünen gençlerin çalışma hakkını elde etmesi için milyonluk ciplere binen başörtüsünün anayasal güvencesi mi elzemdir önce? Kirasına zam gelmesin diye dul ve yetim aylığı alan kadının ev sahibine boyun bükmemesi için nargile içen ihale uzmanlarının ağzına sakız mı olmak gerekirdi önce? Toplumsal barışı sağlamak için 10 yıllardır refah içinde yaşayan İslamcıların mı ‘temel hak ve özgürlükleri’ teminat altına alınmalıydı önce? Borç içinde parmağını dahi oynatamayan geniş ve derin yoksulluk içinde bulunan işçi yurttaşların barınma ve beslenme haklarını savunmak için tarikatların sempatisini mi elde etmek gerekir? Bu insanlar zaten yıllardır gün yüzü görmedi. Bundan sonra da mucize olsa görebilecekleri bir ülkede ellerinde kalan tek şey kişilik gururlarıdır. Bunu el üstünde tutup şereflice hak savunuculuğu yapmak hiç mi gelmedi aklınıza? Siyasi istikbal düşünmemek, risk almak illa ki muhafazakar ultra-zengin sınıfın hiç de tehdit altında olmayan hakkını savunarak mı gerçekleştirilir? Buna risk almak değil, en garantili yola sapmak denir. 350 bin ilkokul çocuğu okula aç gidiyormuş, öğretmenler küçük çocukların açlıktan ağızlarının koktuğunu söylüyormuş.[1] Bu çocukların karnını doyurmak için bir güç lazımsa onun yolu muhafazakâr zenginlerin gönlünü almak değil.
Bize lazım gelen bu değildi. Ülkenin geniş tabanı yoksullukla yoğrulmuştur. Bunlara hitap edip onların temel haklarını savunmak, mağduriyetleri yarın da bitip tükenmeyecek başörtülü ‘bacıların’ elinin altından geçmiyor. Bunu öğrenmek icap ederdi; Siyasal İslamcı kendi yolunda gidene yol verir. Yolu en iyi öyle döşerler. Biz seçim kazanmak umuduyla uyanıp gününü geçiren insanlar değiliz. Yine kıt kanaat, yine siyasi baskının çevresinden dolanıp, yine küçüklü büyüklü mücadele yöntemlerimizle geçinip gideriz. Yüreğinin kanını iç de boyun eğme[2] diyenin istikametinde elde edilecek bir kırıntı bile sonsuz iktidardan evladır.
Dipnotlar:
[1] https://m.bianet.org/bianet/print/267930-bulent-sik-okullarda-en-az-bir-ogun-iyi-yemek-verilmeli
[2] https://sites.google.com/a/iggydarsa.com/iggydarsa/Home/Omer-Hayyam—Rubai–Turkish-
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.