O yüzden kayıtlara geçmedi mesela nasıl ters kelepçeyle gözaltına alındığımız, mesela benim üç polis memuru tarafından ters kelepçe yapılmak için darp edilmem görülmedi, Hanifi Zengin’in saçımdan tutup eğdiği ve hızlarını alamayıp polis otosunun önündeki demirlere yasladıkları görülmedi. Polis memurlarının yüzündeki hınç, öfke ve nefreti kimse görmedi. Bizim bütün bunlara nasıl da cesaretle, umutla ve usanmadan direndiğimizi de…
Sizden ve faillerinden başka kimsenin görmediği bir şey, bir olay, bir suç yaşanmamış mı sayılır? Hayır. Ama ispatlayamazsınız. Tıpkı 2022 Onur Yürüyüşü’nde taciz, darp ve işkence nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulunduğumuz ama soruşturma açılmasına gerek bile duyulmayan İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin’in suçlarını ispatlayamadığımız gibi.
Son dönemde basın da en az onlara açıklama yapmak, kamuoyuna sesini duyurmak isteyen eylemciler kadar darp ediliyor. Çünkü kimsenin görmediği bir suçu ispatlayamazsınız.
Örneğin kameraların önünde yıkılmamış bir evin yıkıldığından, evi başına yıkılan Tozkoparan halkı ve onu polisler eşliğinde başına yıkan operatör ve haliyle polisler dışında kimse haberdar olamaz. Ya da Barış Annelerini düşünün, herhangi bir yerde barışı ne kadar da çok istediklerini söyleyemezlerse kim inanır Kürt halkının barış istediğine?
O yüzden kayıtlara geçmedi mesela nasıl ters kelepçeyle gözaltına alındığımız, mesela benim üç polis memuru tarafından ters kelepçe yapılmak için darp edilmem görülmedi, Hanifi Zengin’in saçımdan tutup eğdiği ve hızlarını alamayıp polis otosunun önündeki demirlere yasladıkları görülmedi. Polis memurlarının yüzündeki hınç, öfke ve nefreti kimse görmedi. Bizim bütün bunlara nasıl da cesaretle, umutla ve usanmadan direndiğimizi de…
Şebnem Hoca izleyemedi, onunla dayanışmak için yaptığımız eylemde kadınların ve lubunların nasıl da tacizci ve işkenceci polisin yüzüne bunu haykırdıklarını göremedi. Görseydi belki savcının karşısına bir başka güvenle de çıkardı, görseydi belki içeride bir nebze daha olsun direncine direnç katabilirdik. Şebnem Hoca izleyemediği gibi kimse de göremedi.
Artık devletin ve onun kolluğu polisin birincil önceliği mümkün olduğunca aleyhinde delil üretilmesinin önüne geçmek. Herhangi bir eylemin yapılmasını engellemek istiyorsa, herhangi bir gerçeğin duyulmasını istemiyorsa mümkün olduğunca “ince bir işçilikle” önce basını alandan uzaklaştırıyor.
26 Ekim günü Şebnem Korur Fincancı’nın kimyasal silah kullanımına ilişkin açıklamaları gerekçe gösterilerek gözaltına alınmasının ardından basın açıklaması yapmak için Süreyya Operası’nın önünde toplandık ve “Süreyya Operası önünde toplanmak” suçundan gözaltına alındık. Pandemi günlerinin kaymakamlıklara armağan ettiği yetkiye dayanarak Kadıköy Kaymakamlığı eylemimizi yasaklama kararı almıştı. Bekledikçe artan kalabalığı görünce Kadıköy amirlerinden biri “Burada ‘durmak yasak’ biliyorsunuz değil mi” diyerek gözaltı sürecini başlattı. Önce etrafımız sarıldı, o sırada biz hala polise anayasal hakkımızı kullandığımızı, bunun engellenmesinin suç olduğunu anlatmaya çalışıyor bir yandan da olacakları bilerek en gür sesimizle sloganlar atıp sesimizi duyurmaya çalışıyorduk. Buraya kadar hepiniz biliyorsunuz. Çünkü buraya kadar basın da hala bizimle içerideydi. Ardından polis basını da çemberden çıkardı. Artık faillerle biz aynı çemberin içinde yalnızca onların haklı olduğu yerleri çeken bir kamerayla baş başaydık. İşte buradan sonrasını bir tek biz biliyoruz.
Sonrasında onlarca sıradanlaşmış, normalleşmiş hukuksuzluğa karşı direniş. Araca binmeden ters kelepçe takılarak gözaltına alınmak, rızan olmadan çantanın kurcalanması ve kimliğinin alınması, teslim tutanağı olmadan el konulan cep telefonun zaman zaman da çantan, -hatta bir gözaltında bir arkadaşın çantasından çıkardıkları kolonyayı bize ikram ettiler o derece sıradan-, sesini çıkarmasan doktorun yanına seninle girmeler, hastane bahçesinde ters kelepçe yapmak için tekrar darp, aracın içinde küfür kıyamet, baş eğdiremediğine keyfe keder işkenceler… Bu böyle uzayıp gider. Bütün bunları kimsenin gözünü korkutmak için anlatmıyorum. Korkmasın da kimse bundan. Çünkü her gün bundan daha kötüleri ya başımıza geliyor ya da başımıza gelme riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Ters kelepçe, darp izi birkaç güne geçiyor, gözaltı otobüsü ağrılarının ertesi gün yerinde yeller esiyor ama susmanın ağırlığı öylece oturuyor.
Bütün bunların normal olmadığını herkes bilsin diye anlatıyorum. Gözaltına alınmanın ekmek almaya gitmek kadar sıradanlaştığı ülkemizde; ters kelepçenin, işkencenin insanlık suçu olduğunu, öyle dedikleri gibi “prosedür” olmadığını anlatmak için yani.
İşte bu yüzden basın en az eylemci kadar “suçlu” devletin gözünde ve o nedenle darp ediliyorlar en az bizim kadar. Bu prosedürler güzelce işlesin, adını bilmediğimiz, sivil giyimli, üzerinde hiçbir numara yazmayan, önlük giyenin de numarasının sabit olmadığı polis memurlarınca rahatça darp edilebilelim diye. Tıpkı kadın katillerini cezasızlıkla ödüllendirdikleri gibi, bu polis memurlarının, amirlerinin, müdürlerinin etrafına örüyorlar o güvenlik kalkanlarını.
Kimi zaman bir mahallenin tamamının etrafına örülen akordeon bariyerlerden duvarlarla, kimi zaman kalkanlarla örülmüş kalelerle, kimi zaman etten polis koridorlarıyla birbirlerini koruyorlar.
Bizlerse uzunca bir zamandır, saldırılar karşısında rızamız olmadığını söylemek için direniyoruz. Oysaki her seferinde perşembenin gelişi hep çarşambadan belli oluyor. Mesela Şebnem Hoca’nın tutuklanacağı Erdoğan kürsüden hedef gösterdiğinde belliydi, tıpkı Gülşen’in tutuklanacağının belli olduğu gibi, Deniz Poyraz’ın katledileceğini HDP’ye açılan kapatma davasından görebilirdik. Bugün de konserlerin yasaklanması kamusal alanın dinle kuşatılmasının ve şu “ailelerimizi koruyalım” mitingleri de LGBTİ+’lara kitlesel saldırıların habercisi olabilir. Bütün bunları görür veya tahmin ederken olmasını beklemeden harekete geçmeliyiz.
Şimdi biz bir toplanıp bir dağılıyoruz ya, hani sokaklara çıkıp evlerimize dönüyoruz, yan yana gelip ayrılıyoruz ya bizim bu bariyerleri dağıtmak, kalkanları kırmak, koridorları aşmak için toplanıp, yan yana gelip sokaklara çıkmamız lazım. Dağılmamacasına, dönmemecesine, ayrılmamacasına…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.