Anayasal güvence altına alınmak istenen bir özgürlük alanının başörtüsünden ibaret olması bu noktada sanırım daha da anlamlı. Şimdi çok daha berrak şekilde görüyoruz ki; tüm özgürlükler onların, bütün susturulmuşluklar da bizim olacak
Bu yazıda yer alan cümlelerin birçoğu 1 Nisan 2023’te yürürlüğe girecek olan ‘Dezenformasyon Yasası’ kapsamında suç teşkil etmektedir.
1 Nisan 2023’e dek hali hazırda yasaya da gerek duymadan yazıp çizdikleriniz özgürlüğünüzü elinizden alabilir zaten. Bu mühletin ardından siyasi iktidar sansürü yasal zemine oturtup, sınırlarını çizerek işini kolaylaştırdı.
Neyin suç olup olmadığıyla ilgili muallakta çok şey varmış gibi görünse de yanıtı ayan beyan ortada. Türk-İslamcı iktidarın istikbaline halel getirecek her türlü girişim, söz, yazı ve hatta düşünce (başkasına ait düşüncenin paylaşımı da dahil) yasaktır.
Erdoğan ve Bahçeli’nin Türkiye Cumhuriyeti devletinin kadrolarını tıka basa doldurdukları ve doldurmaya devam ettikleri süreçte, şahıslarından tüzel sahipliklerine dek, tek bir laf edilmeyecek. Edenler hapsedilecek. Yasal olarak da dayanaksız kalmamak adına mevcut baskı rejimini ‘legal’ hale getirmiş olacaklar.
Konvansiyonel (geleneksel) medya kuruluşlarından işgal edildikten sonra işlerini kaybeden gazetecilerin, televizyonlardan ayrılmak zorunda kalan medya emekçilerinin sığındıkları ve nispi anlamda özgür olabilecekleri internet dünyası artık yeni fetih alanı olmuştur. Erdoğan’ın şahsından mütevellit istibdat düzeni ‘fondaş’ olarak vukuatlı gösterilmiş bağımsız basın emekçilerinin gırtlağına çökmüştür.
Sosyal medyanın tüm platformlarında gazetecilik yaparak, ‘patronsuz’ bir muhabirliği mesleğin onuruna yakışır şekilde ifa edenler (eleştirilerin saklı kalması kaydıyla), hayatlarını idame ettirebiliyorlar(dı). Şimdi iktidarın maşası olmak yerine kendi dükkanında iş yapmak isteyen gazeteciler için de yolun en dar mevkiine gelinmiş durumda. Artık kalemler yazarken mürekkep biriktirecek, klavyeler uzun sessizliklere mahkûm olacak.
Basın her zaman sansür içinde her dönem baskı altındaydı şüphesiz. Bunu yaşadığımız siyasi iktidar çağı ile kıyaslamak zannımca adaletsiz bir bakış olur. Yasanın yürürlüğe girmesi, uygulanması, AİHM süreçleri ne olur bilemem. Baskı herkesi susturur mu, o da meçhul. Her zaman sözünü sakınmayan, kalemini tıraşlamaya devam edenler oldu, olacak. Ancak, kitlesel olarak zayıflama, ifade özgürlüğünün sadece kelle koltukta da olsa iş yapmaya çalışanlar tarafından savunulup hayata geçirilmesi yetersiz kalacaktır.
Bir toplumun, hele ki sosyal medya diye bir koca kazan varken, susturulmaya çalışılması, hapis cezalarının cadı avlayan savcılarca yağdırılmasının bu denli kolaylaştırılması ekseriyette sessizliği artıracaktır.
Muteber muhbir vatandaşların göreve çağırıldığı siyasi iktidar döneminde artık savcılara ekran görüntüleri yağacak,’mücahid’ savcılar da sabah baskınlarına imza atıp rastgele retweet ettiğiniz bir mesaj yüzünden sizi ifadeye çağıracak. Artık konserde, tiyatroda, sinemada, müzede, sergide, düğünde, nişanda, sünnette sarf edilen her söz yasanın bir tarafına iliştirilerek suç kabul edilecek.
Henüz haziran ayının başında AKP-MHP’nin alelacele hazırladığı ve TBMM’nin tatile girmesiyle yetiştirilemeyen ‘dezenformasyon yasası’nın ekim ayında hemen yasalaştırılması seçimin yaklaşmasıyla da ilgili şüphesiz. Seçime kadar susturabildiği kadarını susturarak, birkaç da ‘kelle’ alarak gözdağı vermek, diğer bir deyişle caydırmak için sansür yasasına ihtiyaç vardı. Gerçi bu yasa olmadan da Beştepe hukuku gereğini yerine getiriyordu.
Gazeteci olmayan birinin gazetecilere neyin haber olup olmadığını anlatacak kişiler arasında sadece savcılar yok. Yerli Goebbels olarak andığım Fahrettin Altun, Çukurambar’ın sırtındaki gökdeleninden yargı ve basın kartı dağıtacak. Halkı kin ve nefrete boğmuş medya düzeninin kurucu genel müdürü Altun, sesi çıkanı gammazlamak üzere hazineden aldığı fon ile ülkeyi hainlerden temizleyecek.
Herkes susacak Cumhur İttifakı konuşacak. Muhalefet etmek çantalarındaki terör ceplerinden herhangi birine konmak için yeterli sebep olacak. Artık herkese terörist demekten de yılmış olacak ki; ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ maddesine mandal olarak asacak.
Anayasal güvence altına alınmak istenen bir özgürlük alanının başörtüsünden ibaret olması bu noktada sanırım daha da anlamlı. Şimdi çok daha berrak şekilde görüyoruz ki; tüm özgürlükler onların, bütün susturulmuşluklar da bizim olacak. Hem de yasal zeminlerle.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.