“Bu mücadele anlayışı bizi örgütledi. Yani bire bir bağ kurarak bu kadar insana bu kadar kısa sürede ulaşamazdık. Bu çalışma ve eylem biçimi binlerce öğretmenin sendikaya yüzünü dönmesini sağladı. O kurum baskını eylemlerinin olduğu zamanlarda on gün içinde 600 kişi sendikaya üye oldu. Bu da bu pratiğin doğru olduğunu göstergesi bizim açımızdan”
“Önümüzde barajlar var: Toplu sözleşme hakkının gaspı ve sınıf hareketinde yeni arayışlar” başlıklı dosyamız kapsamındaki ilk söyleşiyi Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali’yle yaptık. Henüz bir yıldan kısa süre önce kurulan ama büyük bir büyüme ivme yakalayan sendikada öğretmenlerin örgütlenme motivasyonlarını konuştuk. Eğitim öğretimin tatil ilan edildiği günlerde zorla öğretmenleri çağıran özel öğretim kurumlarına yaptıkları baskınlarla gündeme gelen sendikanın mücadele pratiklerini ve yeni dönem güvencesiz öğretmen mücadelesini konuştuk.
Edebali, kendilerini örgütleyen ana dinamiğin sorunlara yönelik ertelemeden fiili müdahale pratiklerini geliştirmeleri olduğunu ifade ediyor ve bu anlayışın sendikal mücadelenini esasını oluşturması gerektiğini vurguluyor.
Tanımlı olduğunuz 10 no’lu işkolu büro, ticaret, eğitim ve güzel sanatları birlikte içeren bir torba işkolu. Kayıtlı işçi sayısı 4 milyonun üzerinde. Yüzde 1’lik işkolu barajını aşmanın oldukça zor olduğu bu işkolunda baraj aşmış sendikalar varken ayrı bir sendika kurdunuz. Bu motivasyonun kaynağı nedir? Sendikal anlayış farkı mı var?
Bunun birkaç dayanağı var. Bir tanesi 10 no’lu işkolunda özel öğretim kurumlarında çalışan emekçilerin özgün koşullarıyla yer alması. Bu torba işkolunda biz bir sendika fikrine ulaştığımızda bir strateji belirlemek istedik. Bu stratejinin ana dayanakları şuydu. 10 no’lu torba işkolundaki diğer emek bileşenlerinden ayrı olarak biz, belirli süreli sözleşmeyle çalışıyoruz. Çalışanlar açısından, işyerindeki sürekliliği, örgütlenmedeki kalıcılığı gibi dikkate almamız gereken başlıkları vardı. 10 no’lu işkolundaki toplu sözleşme yetkisi olan sendikaların özel öğretim kurumlarında faaliyet göstermemelerinin de nedenleri arasındaydı bu durumlar. Bu anlayış özel öğretim kurumlarındaki emekçilerin sorunlarının dikkate alınmamasına ve bu alanın boş bırakılmasına sebep oldu. Burası bir mücadele alanına dönüşmedi.
Biz arkadaşlarımızla bu işkolunda bir sendikayla örgütlenmek zorunda olduğumuzu konuştuk. Bu sendikalarda yer alma imkanlarını da tartıştık. Ama hem biraz önce bahsettiğim sebepler hem de bu özgün koşulların özgün mücadele yöntemi gerektirmesi bizi bağımsız bir sendika kurmaya itti.
Bu bağımsız sendikanın 10 no’lu işkolunda olması, diğer emek bileşenlerini mücadele hattında görmeyeceği, kabul etmeyeceği ya da özel öğretim kurumlarındaki emekçilerin kendilerine çok önem vermesiyle ilgili değil. Bizim yaklaşımımız şuydu. Sonuçta Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çalışıyoruz. Bu çalışma da üç yasal düzenlemeyle şekilleniyor: Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği, cezada ve yaptırımda Devlet Memurlar Kanunu ve İş Kanunu. Bu üç yasal düzenlemenin getirdiği özgün koşullara karşı özgün bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyordu. Bu yüzde 10 no’lu işkolunda bir öğretmen sendikası kurmayı düşündük. Özel öğretim emekçilerini örgütlemeyi hedefleyen, onlara adres gösteren bir mücadele aracı oluşturmak istedik. Bu motivasyonla da 10 no’lu işkolunda bağımsız bir sendika kurduk. Bu mücadelenin talepleri ve ilkelerini konuştuk. Bu alandaki işkolu barajı gibi sendikal engelleri, hukuki mücadeleyi ve hukuki mücadeleyi de güçlendirecek fiili mücadele hattını değerlendirdik. 2021 Ağustos’ta da sendikayı kurduk.
Biz klasik bir sendikal akılla hareket etseydik çok atıl kalırdık. Örneğin sadece toplu sözleşmeyi düşünseydik ya da 10 no’lu işkolundaki bütün emek bileşenlerini kattığımız bir sendikal örgütlenmeyi hedefleseydik bu düzeye gelemezdik.
Özel sektörde çalışan eğitim emekçileri derken de farklı kesimleri kastediyoruz. Özel okullar, kurslar, rehabilitasyon merkezleri, vakıf üniversiteleri, motorlu taşıt sürücü kursları çalışanları, ücretli öğretmenler, okullarda çalışan hizmetliler eğitim emekçileri ve sendikamızda örgütlenebiliyorlar. Bu tüzüğümüzde de yer alıyor. Ama biz bu yola çıkarken bir öğretmen gerçekliği üzerinden hareket ettik. Mesleğe verilen değerin azalması, atama yapılmaması, güvencesizliğin yaygınlaşması bu mesleğe dair bakışı da değiştirdi. Özel sektörde çalışan öğretmen arkadaşlarımız da kendini öğretmen olarak göremiyordu. Bunun öğretmen arkadaşlarımızın kendini emekçi olarak görememesi gibi bilinç düzeyine dair de etkileri var.
Biz de öğretmenlere sadece öğretmen kimliğini kazandırmanın ötesinde mücadele alanı içinde emekçi öğretmen kimliğini kazandırma hedefimiz vardı. Söylemlerimizde de bu vurgu hep vardır.
Temas ettiğiniz öğretmenlerin sendikadan ya da sizden beklentisi ne oluyor? Toplu sözleşme beklentisi var mı örneğin?
Özel sektörde çalışan öğretmenlerin yakıcı sorunları var. Ağırlıklı olarak da ekonomik sorunlar. Düşük ücretlerle çalışıyoruz. Asgari ücretin altında çalışan arkadaşlarımız var. Hayat pahalılığı arttıkça da bu sorunlar katlanıyor.
Süreli sözleşme yaptığımız için yeni sözleşmenin etkisini ancak ekim ayında görebiliyoruz. Ocakta ve temmuzda asgari ücret de diğer ücretler de artar ancak öğretmenlere yansıtılmıyor. Bu durumda öğretmenlerin temel sorunu ve sendikadan temel beklentileri bu alana dair. Sendikamız da ücret mücadelesini bu gerçeklik üzerine kuruyor.
Öğretmenlerin sendikadan diğer beklentisi işyerlerindeki patron baskısı, mobbing, süreli sözleşmeden dolayı oluşan haksızlıklar, kıdem tazminatı hakkının gaspı gibi hukuki sorunlara çözüm bulunması. Hukuki destek talebi oluyor. Hukuki destekle birlikte bir mücadele süreci de başlıyor tabii.
Hukuk komisyonu kurduk. Avukatlarla birlikte öğretmenler de yer alıyor. Avukatlarımız da yüzünü sadece davaya dönmüyor, hukuki mücadeleyi destekleyecek şekilde fiili mücadeleyi de teşvik ediyorlar.
Öğretmenler kendi koşulları içerisinde de bir şeylerin değişebileceğini ve başarabileceklerini bu mücadele içinde görüyor. Haklı feshin nasıl yapıldığını bilmeyen öğretmenler var örneğin. Bir yıllık mücadelenin hukuki ayağı, pek çok öğretmene bunu öğretti. Bugün hakkını patrona bırakmayan, sonuna kadar savunan ve arkadaşlarına da bunu öneren, bunun yapılabildiğini göstererek etrafındaki öğretmenleri de sendikaya davet eden, sendikayla bu süreçte güven ilişkisi oluştuğunu ifade eden arkadaşlarımız var.
Biz öğretmenlere bu sorunların sadece kendi kurumunda olmadığını, başka bir kuruma gitse orada da benzer sorunları yaşayacağını söylüyoruz. Bu yüzden bizim ortak taleplerimiz de mücadele hattımızın oluşmasında etkili. Etkili bir meslek kanunu, süreli sözleşme dayatmasının kaldırılması, taban maaşın yeniden yürürlüğe girmesi gibi talepler bizim ortak mücadelemizi belirliyor. Hedeflerimizi ortaklaştırdıkça da genel bir örgütlenmeden bahsedebiliyoruz.
Öğretmenler tabiî ki toplu sözleşme talebiyle gelmiyor sendikaya. Çünkü öğretmenler çok örgütsüz bir alandan geliyor. Toplu sözleşmenin gerçekliği işyerindeki örgütlülükten gelir. Sendikamızın güçlü olduğu işyerleri var. Ancak mücadele dinamik olduğu kadar değişkenlik de gösterebiliyor. Sözleşmeler süreli olduğu için örgütlenen bir öğretmen ertesi yıl aynı işyerinde olmayabiliyor örneğin.
Bir de ülkedeki sendikal mücadelenin toplu sözleşme süreçlerine sıkışmaması gerektiğini de düşünüyoruz. Sendikal mücadeleyi buraya daraltmamamız gerekiyor. Kurum baskınları, idari izin günlerinde gösterdiğimiz refleks gibi fiili mücadele pratiklerimizin sendikamızı örgütlediğini görüyoruz. Örgütlü olduğunuz işyerinde toplu sözleşme gündem haline gelemiyorsa baraj aşma ve toplu sözleşme yapma hedefiyle dinamik bir sendikal mücadele inşa edilemez.
Burada öğretmen kendisini bir özne olarak, eğitim emekçisi olarak görüyor. Kendisini mücadele etmesi gereken bir yerde görüyor. Bu yolla da bir mücadele kültürü ediniyor. Sadece kendi patronuna karşı da değil, hükümetin ve bakanlığın asıl sorumlu olduğunu görerek de siyasallaşıyor.
Eğitim öğretim kurumlarının tatil edildiği günlerde öğretmenleri zorla okula çağıran kurumların kamuoyuna ifşası, İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine dilekçeler ve deyim uygunsa okul basma gibi eylemleriniz oluyor. Bu pratiklerin çıkış sürecine değinebilir misiniz? ‘Bildiğimiz’ sendikal pratiklerin dışında ancak gündem de olan eylemler bunlar.
Aslında bizim sorunlarımıza dair harekete geçmesi gereken bir mekanizma var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tepesinde olduğu bu mekanizma şu anda işlemiyor. Denetimsizlik hakim. Bu mekanizmanın işlememesi öğretmenlerde de güvensizlik ve bu sorunların çözülemeyeceğine dair bir algı yaratıyor. Çünkü öğretmenler sendika yokken de bir şeylerden şikayet ediyorlardı ve olumsuz durumlarla karışılaşıyordu.
Sendika burada sömürünün karşısında bir barikat olma görevini üstleniyor. Sömürüyü zayıflatan, teşhir eden ve sömürüye karşı örgütlü mücadeleye teşvik eden bir araç oluyor sendika. Kurum baskınları önceden tartışılan ve karar verilen bir mücadele biçimi değildi. Aslında pek çok soruna tepki anlık olarak gelişiyor. Ama bu kendiliğinden bir anda ortaya çıkmış bir şey değil. Bu süreçte gelişen mücadele aklının refleksleri bunlar. “Koşullar böyle, MEB yeterli denetimi sağlamıyor, yapacak bir şey yok. Güçlenmemiz gerek” diyebilirdik. Ama bizim anlayışımız, fiili mücadelenin sendikal mücadelenin ana yöntemi olması gerekliliğine dayanıyor. Burada bir sorun varsa ve yetkililer bu soruna karşı duyarlı değilse, sendika bunu yapar. Sendika oradaki eğitim emekçisinin hakkını aramalı, onunla birlikte mücadele etmeli ve onu yalnız bırakmamalıdır. Bu fiili mücadele de karşı tarafa caydırıcı bir unsur olarak kullanılabilir.
İdari izin verilen günlerde biz “Hadi gidelim de kurumları basalım” demedik. Öncesinde yetkililere, İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine bu idari izinlerin özel öğretim kurumlarındaki eğitim emekçilerini de kapsadığını hatırlattık. Ama patronlar, idari izinlerin sadece kamudaki öğretmenleri kapsadığını iddia ediyor. Üstelik bu denetim mekanizmaları da işlemiyor. Biz de eğitim emekçilerinin haklarını savunmak üzere adım attık. Bu noktada da bize fiili olarak müdahale etmek dışında bir seçenek kalmadı. Fiili müdahale deneyimleri, çeşitli kesimlerin mücadele süreçlerinde var ama belki özel öğretim kurumları emekçileri açısından yeni bir adım olacaktı.
Belki de yetkili sendikaların toplu sözleşmesi süreçlerine sıkışmasını konuştuğumuz bir dönemde fabrika işgalleri, iş durdurma eylemleri, bizim yaptığımız kurum baskınları bambaşka bir yerde duruyor. Biz sendikal mücadelenin de buradan ilerleyebileceğini düşünüyoruz.
Bu mücadele anlayışı bizi örgütledi. Yani bire bir bağ kurarak bu kadar insana bu kadar kısa sürede ulaşamazdık. Bu çalışma ve eylem biçimi binlerce öğretmenin sendikaya yüzünü dönmesini sağladı. O kurum baskını eylemlerinin olduğu zamanlarda on gün içinde 600 kişi sendikaya üye oldu. Bu da bu pratiğin doğru olduğunun göstergesi bizim açımızdan.
Aynı zamanda bu eylemleri yapacak ekipler de çoğaldı. Biz bu eylemleri sınırlı sayıda insanla yapıyorduk. Ama bu eylemler sonuç verdikçe eylemi yapmaya gönüllü öğretmen sayısı da arttı. Çok da üzerinde durulmadan, anlık olarak verilen tepki genelleşti. Benzer bir durum olduğunda bu refleksi gösterecek, bu eylemi yapabilecek ekiplerimiz oluştu. Bu da sevindirici.
Elbette toplu iş sözleşmeleri önemli. Bir işyerinde çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve bunun çerçevelenmesi önemli. Bu da bir mücadele alanı. O işyerinde çoğunluğu elde etme, bu süreci alttan alta örme, işçinin sendikayı sahiplenmesi, son ana kadar belki de sendikalı olduğunu saklaması ama aynı zamanda arkadaşına anlatması önemli bir mücadele biçimi. Bizim işkolumuzda yetki alabilmek için 40 bin üye yapmamız gerek. Bu bizim kendimizi koşulladığımız bir hedef olmadığı gibi başarılamayacak bir hedef de değil. Başarırız da, yeter ki bunun hakkını verebileceğimiz şekilde büyüme ivmemizi sürdürelim.
Ama bir yandan da şunu düşünüyoruz. Bu alanda büyük sermaye grupları var. Bahçeşehir, Doğa, Final… Bunların sahipleri de belli. Hangi sermaye hangi alanı tutmuş, hangi cemaat veya tarikat İstanbul’un hangi ilçesinde hangi kurumlara sahip, bunlar belli. Biz sendika olarak aynı zamanda ülke gerçekliğine karşı da mücadele ediyoruz. Kara para aklama, gerici tahakküm, patron şımarıklığının eğitim emekçilerine karşı baskıya dönüşmesi de sendikamızın mücadele ettiği sorunlar.
Her gün hak gasplarının yaşandığı kurumları arıyoruz. Yöneticileriyle müzakere de ediyoruz. Belki toplu sözleşme masasına oturmuyoruz. Resmî bir ilişki de yok. Ama fiili olarak çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele ediyoruz.
Sonuç alınıyor mu peki bu yöntemlerle?
Sonuç alıyoruz tabii. Özellikle franchising sistemiyle çalışan kurumlarda çekmece sözleşmeler oluyor. Bu sözleşmelerin MEB sözleşmesi olması lazım. Ama öğretmenin önüne resmî olmayan bir sözleşme koyuyorlar. Tamamen kölelik koşulları. Bu sözleşmeler bizim açımızdan teşhir edilmesi gereken işlevsiz sözleşmeler. Bunu açığa çıkardığımızda o sermaye grubunun karşısına dikilmiş oluyoruz. O sözleşmenin açığa çıkarılıp işlevsiz hale getirilmesi, ortadan kaldırılması bile önemli bir kazanım. Öğretmenler de bunu görüyor.
10 aylık sözleşmeye karşı mücadele yürütüyoruz. Biz belirli süreli sözleşmeyle çalışmak istemezken yaz aylarında maaş vermemek için 10 aylık sözleşme dayatmasıyla, haziran aylarında zorla istifa ettirme durumlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Buna karşı yürüttüğümüz mücadeleyle birçok yerde 10 aylık sözleşme uygulamasını kaldırabiliyoruz. İfşa etme, dava açma ya da fiili mücadele pratikleriyle tehdit etmiş oluyoruz aslında. Öyle kaldırılıyor bu uygulamalar.
Bahçeşehir gibi yüksek kayıt ücretleri olan ve imaja önem veren kurumlarda öğretmenler asgari ücretle çalışıyor. Bu kurumlarda mücadele başlattık ve bu durumu teşhir ettik. Sosyal medyadan teşhir etmek ya da kurumun önünde eylem yapmak onların kaldıramayacağı şeyler. Bunun karşılığını da aldık. Bahçeşehir’deki öğretmenlerin maaşlarına aylık 2000 lira zam yapıldı. Böyle kazanımlar arkadaşlarımızı sendikaya daha da bağlıyor tabiî. Bunun yeterli olmadığını ama bu kazanımların da önemli olduğunu biliyoruz.
Biz sadece tek tek patronlara karşı değil, bakanlığa karşı mücadele yürüttüğümüzde bütün özel öğretim kurumlarındaki emekçilerin çalışma koşullarını belirleyecek bir mücadeleye girmiş oluyoruz. Taban maaşı uygulaması örneğin, bütün özel öğretim kurumlarındaki emekçileri ilgilendiriyor. Patronlarla toplu sözleşme ya da takım sözleşmesi gibi mücadelelere girişmekten ziyade çerçevelenmiş, yasada madde olarak yer bulan bir hakkın uygulanmasını konuşacağız. İster istemez bizim talep ettiğimiz koşullar olacak. Diğer özlük hakları için de geçerli bu durum. Genel taleplerimizi hayata geçirip kazanım elde etmek bizim açımızdan bir toplu sözleşme demek. Bu sendikanın bir özgünlüğü aynı zamanda. Bizim mücadelemiz sadece patronları bağlamıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çalıştığımız için bakanlık ve hükümeti de bağlıyor. Bu da somut bir hedef.
Öğretmenlerin genel olarak fiili müdahale tarzına ya da özel olarak kurum baskınlarına olumsuz bir yaklaşımı oluyor mu? Marjinal görenler oluyor mu örneğin?
Biz sendika olarak çoğunluğa bakarak hareket etmiyoruz. Çoğunluğun fikri, tepkileri üzerinden bir mücadele aracı oluşturulamaz. Biz ihtiyaçlar üzerinden hareket ediyoruz. Taleplerimiz ortak olmakla birlikte günlük mücadele pratikleri herkes tarafından doğrulanmayabilir. Ama mücadele araçlarımızı yarattığı sonuçlarla daha geniş kesimlere doğrulatabiliyoruz.
İdeolojik olarak egemen siyasetin güdümünde hareket etmiş bir kitle var. Emek hareketindeki genel kitle böyle zaten. Ortaya koyduğumuz fiili mücadelenin ‘marjinalliği’ aslında sendikanın marjinal olarak görülmesinden değil. Bu pratikler bu zamana kadar ona öğretilenlere göre marjinal oluyor.
Ama sorun çok yakıcı. Bir emekçi açısından sorunun ortadan kaldırılması çok önemli. Bu anda bürokratik süreçler, denetim mekanizmasının işlevsizliği gibi durumlar da emekçiyle o fiili mücadele hattını yakınlaştırıyor. Keyfiyetle alınmış kararlarla öğretmenlerin hakkı yenirken sendika buna fiili müdahale ediyor ve öğretmeni o cendereden kurtarıyor. Öğretmen de haliyle bu pratiğin doğru olduğunu düşünmeye başlıyor.
Çoğunluk üzerinden hareket etmiyoruz ama bir süre bakıyoruz ki mücadelenin ileri unsurlarından çıkan pratikler geniş kesimlerce de sahiplenilmiş. Bu mücadele pratikleri tarz haline gelmiş ve benimsenmiş. Öğretmenler kendilerinin de bu pratikleri sergileyebileceklerini düşünmeye başlıyor sonra.
Zaten biz de bu mücadele hattının seçkin insanların, göze alabilenlerin dahil olabileceği bir mücadele hattı olmasını istemiyoruz. Bu mücadele hattı kitleselleşmeli. Kitleselleşme için de deneyimler yaratmalı. Biz her yaptığımız çalışmaya olabildiğince fazla arkadaşımızı katmaya çalışıyoruz. Kararları birlikte almaya çalışıyoruz. Çünkü kararı birlikte aldığımızda sahipleniliyor.
Bu alanda kayıtdışı çalıştırma oldukça yaygın. Kayıtdışı çalıştırılanlar da resmî olarak sendikaya üye olamıyor. Kayıtdışı çalıştırılan öğretmenlerle bir temasınız var mı? Nasıl ilişki kuruyorsunuz onlarla?
Kayıtdışı çalıştırılan eğitim emekçisi çok fazla. Resmiyette 160-170 bin civarı kayıtlı eğitim emekçisi var. Kayıtdışı çalıştırılanlarla birlikte bu sayının 300-400 binlere dayandığını düşünüyoruz. Neredeyse kayıtlı kadar kayıtdışı da var yani. Çalıştığı ders saati kadar ücret alan arkadaşlarımız var. Sendikamızın üye sayısı da üç bini geçmiş durumda. Ama çalışma gruplarımızda, temsilcilerimizin arasında, whatsapp gruplarımızda sendikaya resmî olarak üye olamayan arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlarımızla herhangi bir resmiyete takılmadan bir araya geliyoruz. Bu engeli o şekilde aşmaya çalışıyoruz.
Sendikamız 10 no’lu işkolunda ama rehabilitasyon merkezlerinde çalışan arkadaşlarımızın işkolu sağlık işkolu olarak görülebiliyor. Bu arkadaşlarımızı da çalışma gruplarımıza, temsilcilerimiz arasına alıyoruz.
Bu bir engel tabiî ama örgütlenme sürecinde resmiyete koşullanmadığımız için bu arkadaşlarımız da mücadelenin bir parçası haline gelebiliyorlar. Neyi engeller peki? Örneğin toplu sözleşme süreçlerini engeller. Çoğunluk elde etme mücadelesinde bu arkadaşlarımız dikkate alınmıyorlar. Sendikaya üye olamadıkları için kendilerini de iyi hissetmiyorlar. Mücadele içerisinde değer vererek aşmaya çalışıyoruz.
Eğitim alanının bir parçası da veliler. Sizin bir temasınız var mı? Mücadelenizin bir parçası olabiliyor mu veliler?
Özel okullarda velilerin de son dönemde bir hareketliliği var. Eğitime verilen değerin zayıflaması, özel okullardaki piyasacı akıl, eğitim ücretlerinin yükselişi, patronların ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan yönetmelikler velileri rahatsız ediyor. Veliler de şu an platformlarda buluşmaya çalışıyorlar. Özel Okul Velileri Platformu, Veli-Der gibi yapılarda örgütleniyorlar.
Biz de velilerle iletişim kurmak istiyoruz. Emek mücadelesine değer veren, bizi anlayabilen, çocukla eğitim arasındaki ilişkide öğretmenin önemini kavrayabilen velilerle temasımız oluyor. Daha da ilerletmek istiyoruz. Taban maaş talebimizin veliler tarafından da desteklenmesini istiyoruz.
Bir okul devroluyor örneğin. Bu mağduriyet demek. Mağduriyetin bir tarafında öğrenci, bir tarafında veli, bir tarafında da öğretmen var. Kurum satarken, kaçarken ya da devrederken bunu habersiz yapıyor. Bu da bu alanlarda birlikte mücadeleyi zorunlu kılıyor. Birlikteliğin bir tarafını öğretmenler, diğer tarafını veliler sağlamalı.
Eğitimin bu özel sektör ayağı, sınıfsal bir taraf da taşıyor. Buranın kendisini tam olarak “müşteri kitlesi” olarak gören velileri de var. O kesim öğretmenleri de zora sokuyor. Gecenin bir vakti aradığında öğretmenin cevap vermesini bekliyor, bunu öğretmenin görevi olarak görüyor. Bu yaklaşımlar da elbette sınıfsal.
Ama emeğe, emek mücadelesine değer veren velilerle bu dönem birliktelikler kurulabileceğini düşünüyoruz.
30 Ağustos’ta Ankara’da bir programınız olacak. Ondan da bahseder misiniz?
Taban maaş kampanyasıyla girdik biz bu yola. Bizim dinamizmimizi de sağlayan ve bizi somut bir mücadele hattına çeken taleplerdi bunlar. Ütopik olduğunu da düşünmüyoruz. 2014 yılına kadar var olan bir hakkımızdı. Öğretmenler arasında ücret politikasının yeniden sıklıkla tartışıldığı bir dönemde taban maaş uygulamasının da yeniden geri getirilebilecek bir hak olduğunu düşünüyoruz. Ama bu da ancak mücadeleyle olur, bunun da farkındayız.
Öğretmenlerin düşük ücretle çalıştığı gerçeği sendikanın mücadelesiyle topluma açıldı. Bizim öğrencilerimiz bile özel okullarda okudukları için bizim durumumuzun da çok iyi olduğunu sanırdı. Sendikal çalışmanın da fark edilmesiyle öğrencilerimiz bize “Geçinemiyor musunuz?” diye soruyorlar. Bu bizi mutlu ediyor çünkü çalışmamız sonucu sorunumuzun toplumsallaştığını görüyoruz. Bunun toplum nezdinde tartışılması bir baskı yaratır.
Taban maaş talebini topluma açma, öğretmenleri bir araya getirme amacını taşıyordu bu kampanya. 30 Ağustos’ta Ankara’da yapacağımız buluşma da bu talep eksenindeki mücadeleyi kazanıma götürecek hamleler için önemli. Kamudaki diğer eğitim sendikalarının ve meslek örgütlerinin desteğine açıyoruz kampanyayı.
Her kesimden insanın çocuğu özel okullarda, kurslarda ve rehabilitasyon merkezlerinde. Dolayısıyla toplumsal bir sorun bu. Bu sorunlar dolayısıyla herkesin sorunu.
Taban maaş mücadelemizi 30 Ağustos’la birlikte emek örgütlerine açmış olacağız.
Özellikle küçük illerden gelen arkadaşlarımız için sendikanın gücünü ve etkisini görebilmeleri açısından da bir fırsat olacak.
Bir yıllık mücadele bilançomuz da çıkacak elbette.
Söyleşi: Tankut Serttaş
Önümüzde barajlar var: Toplu sözleşme hakkının gaspı ve sınıf hareketinde yeni arayışlar