“Yetkili sendikaların örgütlü oldukları işyerlerinde elde edilen kazanımlara baktığımızda da bunun sendikaların sahip oldukları yetkiyle masa başında kazanılmadığını, işçilerin örgütlü gücü ve birliğiyle kazanıldığını görüyoruz. Demek ki keramet yetkide, işkolu barajını aşmada değil; asıl keramet işçilerin kendi örgütlü gücüne güvenmesinde ve birlikte hareket edebilmesinde”
“Önümüzde barajlar var: Toplu sözleşme hakkının gaspı ve sınıf hareketinde yeni arayışlar” başlıklı dosyamız kapsamındaki ikinci söyleşiyi Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen’le yaptık. Tekstil sanayisi açısında önemli kentlerden olan ve ocak-şubat aylarında 30’un üzerinde direnişe sahne olan Gaziantep’te yaşananları, yetkili sendikaların varlığına rağmen bağımsız bir sendikayla fiili mücadele süreçlerine dahil olma motivasyonunu sorduk.
Türkmen yetkili sendikaların dahi kazanımlarını toplu sözleşme mevzuatlarına uygun süreçlerden ziyade fiili direnişlerle kazanabildiğini vurgulayarak “Demek ki keramet yetkide, işkolu barajını aşmada değil; asıl keramet işçilerin kendi örgütlü gücüne güvenmesinde ve birlikte hareket edebilmesinde” diyor.
İşkolunuzda toplu sözleşme yapabilecek sendikalar varken bu imkandan yararlanmamak pahasına bağımsız bir sendika kurarak Antep havzası başta olmak üzere çeşitli yerlerde mücadeleler yürütüyorsunuz. Bu tercihi yapmanızdaki temel motivasyon neydi? İşçilerin toplu sözleşmeye bakışına dair ne söyleyebilirsiniz? Toplu sözleşme yapma beklentileri yok mu?
Mehmet Türkmen: Bizim işkolunda işkolu barajını aşan üç sendika var. Her biri ayrı konfederasyona bağlı. Bu üç sendikanın ikisinin hali içler acısı. Sarı sendikacılık ve bürokrasi diğer iki sendikanın her hücresine yayılmış. DİSK Tekstil ise diğerlerine nazaran daha mücadeleci bir konumda, en azından DİSK’e bağlı. Burada mücadele olanakları diğer iki sendikaya nazaran daha fazla ve dönüşüm yaratma imkanı diğerlerine göre daha fazla vardı. Bu yüzden uzun yıllar bu bölgede DİSK Tekstil’de örgütlenme çalışması yürüttük. Bu çalışmanın son iki yılını da DİSK Tekstil’in bölge temsilcisi olarak sürdürdüm.
Pek çok fabrikada örgütlenme faaliyeti sürüyordu. Örgütlenme sürecindeki baskılara karşı çok sayıda yerde direnişe geçtik. İki fabrikada yetki alma aşamasında geldik.
Antep havzasında sendikal bürokrasiye yönelik tepkiler Türkiye’nin hiçbir yerinde olmadığı kadar yüksek. Çünkü Antep’te bu üç sendikanın üçünün de örgütlendiği yerler ve ne yazık ki üç sendika da işçileri hüsrana uğrattı. Hepsi işçileri yüz üstü bıraktı. İşçilerin Antep’te çok önemli mücadeleleriyle gelişen işçi hareketi sekteye uğratıldı.
Benim DİSK Tekstil’de görev aldığım süreçteki mücadele, bu intibayı değiştirecek düzeyde önemli deneyimler yarattı. Etkili de oldu. Ama son aşamada yaşananları biliyorsunuz. Antep’te Güven Boya, Urfa’da Uğur Tekstil örneklerinde işçilerin ve bizim irademiz yok sayıldı. Genel merkez beni görevden aldı.
Bu üç sendika içerisinde en iyisi dediğimiz DİSK Tekstil’de de deneyimler böyle sonuçlanınca uzun süredir pek çok mücadelede yan yana olduğumuz ve direnişleri birlikte örgütlediğimiz öncü işçilerle, bunlar 16-17 ayrı fabrikadan işçiler, bir araya geldik ve DİSK Tekstil çatısı altında da örgütlenme imkanımızın ortadan kalktığını düşünerek ne yapacağımızı tartıştık. Ne yapacağımıza da baştan karar verip işçilere dayatmadık. Seçenekleri ortaya koyduk. Ya mevcut bir sendika çatısı altında örgütlenerek devam edecektik ya da bütün zorlukları ve engelleri göz önüne alarak bağımsız bir sendika kuracaktık.
İki ay süren bu tartışmalarda toplamda 200’e yakın işçiyle bir araya geldik. 20 kişilik Başpınar Tekstil ve Dokuma İşçileri Komitesi oluşturuldu. Sonra bu sendikal girişime dönüştü. Bu toplantılarda işçilerin ezici bir çoğunluğu bağımsız bir sendika kurma fikrindeydi. İşçilerin kurduğu, işçilerin yönettiği ve işçilerin karar aldığı bir sendika ihtiyacı ağır basmıştı. Elbette toplu sözleşme yetkisine sahip olmak, sendikanın ekonomik imkanları şüphesiz çok önemli ve bunların yokluğunu mücadele içinde fazlasıyla hissediyoruz. Bunu inkâr etmek mümkün değil.
Ancak bu imkanları elinde tutan sendikalar, bu gücü ve olanakları işçi çıkarları ve talepleri doğrultusunda kullanmıyor. Toplu sözleşme hakkı işçi sınıfı açısından hâlâ önemli bir araç. Bağımsız sendikaların da önemli hedeflerinden biri barajı aşmak ve toplu sözleşmeyle işçilerin haklarını güvenceye almak. Bu amacımızdan vazgeçmiş değiliz.
Yetkili bir sendikanın işçiler adına toplu sözleşme yapması, ancak işçilerin kendi talepleriyle aktif olarak katıldığı bir süreçle işçilerin lehine sonuçlanabilir. İşçiler neden sendikalı olma ihtiyacı hisseder? Bir işyerinde birlik değilseniz, örgütlü değilseniz orada bütün kararlar patronun iki dudağı arasındadır. Ne ücret ne çalışma koşulları ne sosyal haklar gibi işçileri ilgilendiren hiçbir konuda işçilerin hakları yoktur. Sendikalı olmak bunu değiştirmek için anlamlıdır. İşçilerin kendini ilgilendiren her konuda söz sahibi olmasını, kaderlerini patronun iki dudağı arasında olmamasını sağlar.
İşçiler bu beklentiyle geliyor ama bu üç sendika da örgütlenme süreçlerinde gelen baskılar karşısında dava açmak dışında, ki o da uzun vadede tazminat almak dışında bir getirisi yok, bir adım atmıyor. Yani sendikalar bürokratik yollara sıkışmış durumda. İşçilerin çoğu üye olup yetki alınsa dahi bu sefer de ne yazık ki işçilerin iradesi yok sayılıyor. İşçilerin onayı ve haberi olmadan, sözleşme hazırlanırken bile işçilerin talepleri dikkate alınmadan toplu sözleşmeler hazırlanıyor, imzalanıyor. Böyle olunca bahsettiğimiz o sendikalarda örgütlü olan işçiler ve işyerleri aslında sendikalı olmuş olmuyor.
Sendikalı sayılmanın asgari koşulu, sendikal faaliyette işçilerin söz hakkının olması, sendikal demokrasinin işlemesidir. İşçileri en çok ilgilendiren ücret, çalışma koşulları gibi konularda bile işçilerin fikri sorulmuyorsa o işyerinde hiçbir şey değişmemiştir. Bir patronun iki dudağı arasında olan işçilerin kaderi bugün bir sendika ağasının, bürokratının iki dudağıyla patronun iki dudağına terk ediliyor. Dolayısıyla işçiler, işyerinde kendi sorunlarını çözme, daha iyi ücret alma gibi amaçlarla gerçekleştirdikleri sendikal örgütlenme fiiliyatta böyle bir rol oynamamış oluyor.
İşçilerin iradesinin kırıntısının bile yansımadığı bu sendikalarda örgütlenme faaliyetinin işçilerin yaşamını daha iyiye götürmeye de bir faydası olmuyor. O yüzden bütün zorluklara rağmen bağımsız bir sendika kurduk. İşçilerin karar aldığı, işçilerin yönettiği ve sendikal faaliyetin tamamını işçilerin denetleyebildiği mücadeleci bir sendika için bağımsız sendika kurmak tek seçenekti. BİRTEK-SEN de böyle bir motivasyonla kuruldu.
2022’nin ocak-şubat aylarında işçi eylemleri patlak verdiğinde Antep’te de 30’un üzerinde işyerinde fiili iş bırakma eylemleri yapıldı. Bu eylemlerle BİRTEK-SEN’in ilişkisi nasıldı? Başından beri sizle temasta olan ya da direnişe geçtikten sonra temasa geçen işçilerin sizden temel beklentisi neydi? Bu beklenti sizce ne oranda karşılanabildi?
Burada ilk eylem 2 Şubat’ta başladı. Zafer İplik Fabrikası’nda. Sonraki günlerde diğer fabrikalara da yayıldı. 9 Mart’a kadar devam etti. Bazılarında birkaç saat, bazılarında bir iki gün, en uzun süreni üç gün olmak üzere 35 fabrikada iş bırakma eylemleri oldu. 2 Şubat’ta ilk direnişler başladığında sendikamız hâlâ kuruluş sürecini yasal olarak tamamlamamıştı. Bu süreç şubatın ortasında tamamlandı. Kuruluşumuz tamamlanmamış olmasına rağmen ilk direnişten itibaren bu direnişlere müdahil olduk. Kısa sürmesinden kaynaklı yetişemediğimiz 9-10 fabrika dışında bütün direnişlere gittik. Yanlarına gittik, destek olduk, direnişin başarılı şekilde devam edebilmesi için daha öncesinde ilişkide olduğumuz işçiler üzerinden müdahil olmaya çalıştık. Direnişin örgütlü şekilde sürmesi için komitelerin oluşturulması, taleplerin belirlenmesi gibi noktalarda direnişlerin pek çoğunda önemli müdahalelerimiz oldu. Bu grevlerin pek çoğu da kazanımla sonuçlandı.
Kurduğumuz ilişki şöyle gelişti. Fabrikaların bir kısmında önceki mücadele süreçlerinden ilişkimiz vardı zaten. Diğerlerinden de sosyal medya üzerinden haberdar olduk. Antep’te 20 binden fazla işçinin takip ettiği bir Facebook sayfası var. Başpınar’daki bütün işçiler fabrikalarında bir gelişme olduğunda sayfaya mesajla iletiyor. Bu şekilde haberdar olduğumuz direnişlere de fabrika önlerine giderek müdahil olduk. Dolayısıyla BİRTEK-SEN daha kurulurken böyle ilişkilerin içerisine doğdu.
Bu süreçte üye bile yapamıyorduk. Üye yapar hale geldiğimizde de bizim sendikal anlayışımıza güvenseler bile daha önceki sendika deneyimlerden kaynaklı işçilerin ciddi tereddütleri oldu. Daha önceki süreçlerdeki başarısızlıklar, sendikal bürokrasinin yarattığı güvensizlik, kendilerinin yüzüstü bırakılmalarının yarattığı tahribatın önemli bir etkisi vardı. Bu kötü etkiyi kıracak düzeyde bir etkiyi de o kadar kısa sürede yaratamadık. Yavaş yavaş kaldırılıyor bu tereddütler. Buna rağmen, o fabrikalarda tek bir üyemiz bile olmamasına rağmen oradaki direnişlere bütün gücümüzle dahil olduk. O direnişlerin başından sonuna kadar işçilerin yanında olduk.
Pek çok yerde çevik kuvvet direniş alanını dağıtmak, işçilerin fabrika önündeki bekleyişini engellemek gibi tehditlerle karşı karşıya kaldı işçiler. Bunlar karşısında da sendikamızın bu noktada işçilere cesaret veren bir tutum aldı ve işçilerin de direnişlerini sürdürmesini sağladık. Ben fabrikalar önünde yedi kez gözaltına alındım. Bir süre sonra patronlar da BİRTEK-SEN’in bu direnişlerdeki etkisini görünce bundan rahatsız oldular. Onuncu günden itibaren gittiğim her fabrika önünden gözaltına alındım. Bir süre sonra bu da sonuç vermedi. Çünkü işçiler buna rağmen direnişlerini sürdürdü ve bizim de kararlı tutumumuzla bu baskıyı da kırdık.
Bu bize şunu gösterdi. Antep’te örgütlü oldukları fabrikalar olan, binlerce üyesi olan tekstil işkolu sendikaları var. Bu direnişlerin yaşandığı bazı yerler bu sendikaların örgütlü olduğu işyerleri. Örneğin Öz İplik-İş’in örgütlü olduğu iki işyerinde direniş oldu. Ama sendika ortada bile yoktu. O fabrikaların direnişine bile biz gittik, destek verdik. Yetkisi olan, binlerce üyesi olan sendikalar işçilerin telefonlarını bile açmazken hiç yetkisi olmayan, hatta o fabrikalarda üyesi bile olmayan bağımsız bir sendika olarak bu engellere hiç takılmadan bu direnişlerde işçilere yol gösterip öncülük ettik. Bizim bu kararlı duruşumuzla pek çok fabrikada kazanım elde edildi.
Bizim işkolu barajının altında olmamız, işçi sınıfı mücadelesini ilerletme, işçilerin kazanım elde etmesinin önünde bir engel değil. Zaten fabrikalardaki grevler de fiili grevlerdi. Çoğu sendikalı değildi. Toplu sözleşme mevzuatına göre yapılan grevler değildi. Ama işçiler birlikte hareket ettiğinde yasal mevzuata uygun olmasa bile fiili mücadelelerle hak elde edebildiğini gösterdiler. Bu ne kadar mümkünse bağımsız bir sendikanın da işçilerin bu fiili mücadele gücüne dayanarak işyerlerinde örgütlenmesinin, sözleşme yapmasının, sözleşme yerine geçebilecek protokoller yapmasının ve bir sendikanın toplu sözleşmeyle elde edeceği kazanımları elde etmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bunun örnekleri de var.
Hâlihazırda işyerlerinde toplu sözleşme yapmaya yetkisi olan sendikaların kazanım elde etmesi de sahip olduğu yetkiyle değil, işçilerin örgütlü gücüyle sağlanıyor. Aslolan işçilerin fiili örgütlü gücüdür. Örneğin Standart Profil işçileri kazanım elde etti. Normalde örgütlü bir işyeri, işçiler Petrol-İş üyesi. İşçiler iş durdurdu. İşçilerin yaptığı eylem yasal mevzuata uygun bir grev değildi. Fiili bir grevdi, fabrikayı işgal ettiler. Bunun sonucunda da kazanım elde ettiler. Bunun gibi çok örnek var. Mevcut örgütlü ve yetkili sendikaların örgütlü oldukları işyerlerinde elde edilen kazanımlara baktığımızda da bunun sendikaların sahip oldukları yetkiyle masa başında kazanılmadığını, işçilerin örgütlü gücü ve birliğiyle kazanıldığını görüyoruz.
Demek ki keramet yetkide, işkolu barajını aşmada değil; asıl keramet işçilerin kendi örgütlü gücüne güvenmesinde ve birlikte hareket edebilmesinde. BİRTEK-SEN olarak da asıl amacımız sadece barajı aşmak değil, barajı aşana kadar da işkolunda yetkili sendika olmasak bile işçinin fabrikadaki iradesini açığa çıkarmaktır.
Polisin engelinin yanı sıra çete benzeri yapılardan tehditler de aldınız. Ne söylersiniz bu konuda?
Ne yazık ki patronlar işçilerin sendikal haklar gibi Anayasal haklarını tanımama ve bunları sürekli ihlal etme pervasızlıklarıyla yetinmiyor, bunlar yetmediğinde mafyavari yapıları da hayata geçiriyorlar. Bunlardan biri de Antep’te Şireci Tekstil, buradaki en büyük fabrikalardan biri. Direnişe katılan ikinci fabrikaydı. İki ayrı fabrikasında ayrı direnişler oldu. Biz ikisine de gittik. Bizim ziyaretimiz ve verdiğimiz destek, işçiler için son derece motive ediciydi. Bundan rahatsız olan patron peşimize mafya taktı. Bunu da tespit ettik. Arabalarla bürolarımıza, evlerimize kadar takip ettiler. Tespit edip fiilen müdahale ettik ve polise de teslim ettik ama serbest bıraktılar. Şireci Tekstil’in kirli işlerini yapmakla bilinen mafyavari yapılardan telefonla tehditler aldım. Başlattığımız hukuki süreç devam ediyor. Bunun yanı sıra tehditlerin ertesi günü bile direniş alanına gitmekten geri durmadık. Kararlı tutumlarımızla da bu tehditleri savuşturduk. Sonrasında işçilere bizim için, tekrar fabrika önüne gelemezler demişler. Ama bayramdan hemen önce işçiler bayram ikramiyesi için direnişe geçmişlerdi. Biz yine o direniş alanındaydık.
Mücadeleci sendikacılığı seçtiğinizde bu tür tehditler karşınıza çıkabiliyor. İşçilerin örgütlü ve kararlı mücadelesi bu tehditleri yenmeye yeter diye düşünüyorum
BİRTEK-SEN tekstil işkolunda bir sendika. Ama özellikle ocak ve şubat aylarındaki eylemlerde Sevinçler Sağlık Ürünleri gibi işkolu dışındaki işletmelerle de temasınız oldu. Bu temasınız dayanışma ziyaretlerinden öte gidebildi mi? Bu temasları örgütlenme stratejiniz içerisinde nasıl konumlandırıyorsunuz?
BİRTEK-SEN olarak şöyle bir sendikal anlayışa sahibiz. Önceliğimiz elbette işkolumuzdaki işçilerin örgütlenmesi. Ancak biz sınıf sendikacılığı anlayışını savunuyoruz. Sınıf sendikacılığı anlayışı çerçevesinde, işçi sınıfının birleşik hareketini örgütlemek temel hedefimiz. O yüzden işçi sınıfını tek bir işkoluyla sınırlı görmek, sadece kendi işkolundaki işçilerin mücadelesi ve sorunlarıyla sınırlı bir ufka sahip olmak bizim sendikal anlayışımıza uygun değil. Bu yüzden mücadele ettiğimiz havzada hangi işkolunda olursa olsun işçilerin örgütlenmesi ve talepleri için mücadeleye girişmesinde aynı kendi işkolumuzdaki işçileri örgütler gibi hareket ediyoruz. Bu grevlerde dört fabrika tekstil işkolu dışındaydı. Bunlara da aynı şekilde müdahale ettik. Fabrika önlerine gittik. İşçilerin kazanım elde etmesi için doğrudan müdahil olduk. Örneğin bunların birinde, Karpen’de, Petrol-İş’in örgütlenmesi için bizzat inisiyatif aldık. Yine Petrol-İş’in örgütlenmesi için ön ayak olduğumuz başka bir fabrika da oldu. Bizzat bizim girişimimizle toplantılar yapıldı. 30’dan fazla üye yaptık.
Gıda işkolunda işçilerden talep geldiğinde de yine bizim işkolumuzda değil demiyoruz ve bu sorunları çözmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Örneğin fabrika işçisi bile olmayan ama aylardır mücadele eden Gaziantepspor Kulübü’nün işten atılan ve tazminatlarını alamayan işçilerin mücadelesine de sendika olarak başından beri destek olduk.
Geçtiğimiz ay ilk kongrenizi yaptınız. Öne çıkan mücadele başlıkları çalışma saatlerinin kısaltılması, yoksulluk sınırı üzerinde ücret ve ırkçılığa karşı mücadele. İlk iki başlık sendikal mücadelede sıklıkla görülen başlıklar ancak üçüncüsü sınıf hareketinde daha yeni bir dinamik. Bu yönde alınan karara, attığınız adımlara ve aldığınız tepkilere dair ne söylersiniz?
Öncelikle çalışma saatleri ve ücretlerle ilgili kararlara dair bir şey söylemek isterim. Sendikal faaliyet içerisinde çok gündeme gelen başlıklar olsa da pratikte olması gereken düzeyde kararlı ve samimi bir mücadele sergilendiğini düşünmüyorum. Birkaç istisna mücadeleci sendikayı saymazsak yeterli mücadele verilmiyor.
Günlük 7, haftalık 35 saat çalışma süresi talebinin şöyle bir anlamı var. Üretim teknikleri geliştikçe işçiler daha az çalışarak daha fazla üretebiliyor. Ancak bu gelişime rağmen işçilerin çalışma saatleri ve iş yükü artıyor. Molaları kısalıyor. Çalışma sürelerinin kısaltılması mücadelesi bugün hem işçi sınıfının karşı karşıya olduğu kölelik koşullarını sonlandırma hem de işsizlik tehdidini de ortadan kaldırma açısından öneme sahip. Sendikaların bu mücadeleyi açıklamalarını süsleyen birer cümle olmaktan çıkarıp örgütlü oldukları işyerlerinden başlayarak pratikte hayata geçirmeleri gerekiyor.
Mültecilerle alakalı karara gelirsek, bu kongremizde aldığımız bir karar olmaktan öte bizim bir ilkemiz. DİSK Tekstil çatısı altındayken de Suriyeli işçilerin yer aldığı fabrikalarda mücadeleler örgütledik. Yerli işçilerle mülteci işçilerin ortak örgütlenmesine dair ilk kez örnekler çıkardık. Bunlardan biri Akınalbella terlik fabrikası. Daha öncesinde Koza Halı örneği vardı. Türkiye’de ilk kez bir fabrikada çalışan onlarca Suriyelinin bir sendikaya üye olmasını ve o fabrika önünde işçilerin ortak direnişini örgütledik.
Ülkemizde mültecilere karşı yayılan ırkçı nefret politikasına karşı, işçi sınıfını bölebilecek ırksal ayrımlara karşı işçi sınıfı enternasyonalizmiyle hareket etmek bizim öncelikli görevimiz. Bu sorun bizim sadece empati veya insan hakları çerçevesinde yaklaştığımız bir sorun değil, bizim için aslında bir sınıf meselesi. Irkçılığın olduğu yerde farklı milliyetlerden işçilerin ortak mücadelesini örgütlemek mümkün değil. Bu düşünceler tarih boyunca en çok da işçi sınıfına, yoksullara zarar vermiş. Biz bu bilinçle hareket ediyoruz. Mülteci işçilerin uğradığı ayrımcılık, kayıtdışı çalıştırılma, ucuz işgücü olarak görülme gibi ağır sömürü koşullarına karşı yerli işçilerle birlikte örgütlenme faaliyeti bizim açımızdan öncelikli hedeflerdendir. Kongrede de karar haline getirip tescillemiş olduk.
Pratikte attığımız adımlar da var. Sendikamızın kongresine mülteci işçiler de katıldı. Önergenin altında sendikamız üyesi Suriyeli işçilerin de imzası var. Halihazırda sendikamıza üye olan 10’a yakın Suriyeli işçi de var. Onlar da çalışmalarımıza katılıyor.
Bu konuda daha önce sizinle bir söyleşi de yapmıştık. Orada daha derli toplu şekilde bu durumun çeşitli yansımalarını aktarmıştım. Ama söyleyeyim yine. Hâlâ Suriyelilere yönelik bir tepki var. Son dönemde Ümit Özdağ gibi bunu politika haline getiren kesimler var. Bunların da kışkırtmasıyla Suriyelilere yönelik bir önyargı var. Bunu işçiler içinde de görüyoruz.
Ama bizim temas ettiğimiz işçilerde bu önyargıların önemli ölçüde kırıldığını söylesem abartmak olmaz. Suriyelilere karşı önyargılı olan işçiler, hem yerli hem mülteci işçileri sömüren sermayedarların ortak düşman olduğu bilincini mücadele pratiği içinde edinen işçilerin bu önyargılarının kırıldığını görüyoruz.
1 Mayıs öncesinde burada bir işçi kurultayı yapmıştık. 25 fabrikadan onlarca işçi katılmıştı. Suriyeli işçiler de vardı. Bu konu da gündem oldu. Suriyeli işçiler de söz alarak yaşadıkları ayrımcılığı ve kötü çalışma koşullarını anlattı. İşçilerden biri “Bir de bunu burada konuşturuyorsunuz. Bunlar yüzünden biz işimizi kaybediyoruz” diyerek tepki gösterdi. Kurultaydaki onlarca işçi bu sözleri sarf eden işçiye tepki gösterdi. İşçiler söz alarak mülteci işçilerle çıkarlarımızın ortak olduğunu ve birlikte örgütlenmenin gerekliliği üzerine konuşmalar yaptılar. Orada gördük ki bu çabamız boşa gitmiyor.
Çalışma Bakanlığı’nın Temmuz ayında yayımladığı sendika istatistiklerine göre yaygın olarak ‘tekstil’ olarak ifade edilen dokuma, hazır giyim ve deri işkolunda bağlı 1 milyon 363 bin işçi kayıtlı. Bu işkolundaki işçilerin yüzde birinden daha fazlasını örgütleyerek toplu sözleşme yetkisi olan ise üç sendika var. DİSK, Türk İş ve Hak İş’e bağlı bu sendikaların üyelerinin toplamı ise tekstil işçilerinin yüzde 8’ine tekabül ediyor. Yani bu işkolunda, diğer işkollarındaki gibi, işçilerin toplu sözleşme yapması bir istisnai durum.
Söyleşi: Tankut Serttaş
https://sendika.org/2022/08/onumuzde-barajlar-var-toplu-sozlesme-hakkinin-gaspi-ve-sinif-hareketinde-yeni-arayislar-663691/