Bu yüzden Gülşen’in zihninde yaratılmış olan İmam Hatip’li gökten düşmedi. Yıllar boyu adım adım oluşturuldu, bizzat failleri tarafından
Geçen haftaki yazımda da belirtmiştim şimdi yine hatırlatma gereği duydum. Son 1 haftada yaşananlar ülkenin en büyük sorununun ekonomi olmadığını bize gösterdi. Ekonomi dediğiniz şey seçime kadar bir IMF borcuyla ayağa kaldırılır. Şapkadan tavşan da bu olur. Tüm argümanını ekonomiye, kendi deyimleriyle tencereye yaslayan muhalefetin de ayak bastığı zemin altından bir günde kayıverir.
Bizim en büyük sorunumuz temel hak ve özgürlükler. Bunu bağıra bağıra anlatması gereken muhalefet, ekonomiye kilitlenmiş durumda. İktidar da icra borçları, KYK borçları, Tarım Kredi marketleri, asgari ücret zamlarıyla gedik kapata kapata bu argümanı yok etmeye çalışıyor. Son silahını da kullanırsa muhalefet dımdızlak ortada kalacak.
Gelelim başlıktaki mevzuya. 28 Şubat döneminde İmam Hatip Lisesi’nde okumuş biri olarak Gülşen’in sarf ettiği sözlere katılıyorum. Çalışma arkadaşına konserde şaka amaçlı olarak dile getirse de durduğu politik yer bakımından ne söylemek istediğini anladım. Gülşen nezdinde toplumdaki İmam Hatip’li algısının neden bu seviyede olduğunu sizlere aktarmaya çalışacağım.
Cumhuriyetin gençlik yıllarında kurulan ve amacı dindarları kontrol etmek ve imam-hatip açığını gidermek olan okullar, Menderes dönemi ve 12 Eylül Kenan Evren sonrası palazlandırıldı, amaçlarından saptırıldı, derin ve hiç mi hiç bitmeyen kronik mağdur kitleler yarattı.
İmam Hatipler okutulan derslerin, derse gelen öğretmenlerin, dönem dönem Milli Güvenlik dersi adı altında üniformalı askerlerin sınıflarda aşağıladığı öğrencilerin, haremlik selamlık sınıfların, blokların ve hatta bizimki gibi farklı mahallelerde yer alan binaların, namaz kılmaya zorlanan, kafasında tren yolu açılarak saçları kestirilen, sosyalleşince günaha girdiği yüzüne vurulan, sinemaya, konsere, tiyatroya gidenin Batılılaşarak dinden uzaklaştığı iddia edilen, müzikle ilgilenmeyi ilahi dışında ayıplayan, farklı giyinmeyi kişiliksizleşmiş özenti sayan, başka dinlere, inançlara, tanrıtanımazlara kesif bir düşmanlıkla yetiştirilen, Sünni mezhebi tek hakiki İslam sayan ve böyle dikte ettirilen okullardır!
İmam Hatip okullarında okuyan çocukların hemcinslerinden farklı olana büyük bir açlıkla baktığını biliyorum. Baskı yüzünden ergenlik döneminde lisenin arka sıralarında birbirlerini tanımaya çalışanların barındığı bir okuldur İmam Hatip. Normal sayılabilecek seviyede sosyalleşen akranlarının yaptıklarını yaparken marjinal olduklarını zanneden İmam Hatipli çocuklar yabani sayılabilecek seviyede okul bahçesi dışında davranışlar sergileyebilirler. Özellikle İstanbul ve Ankara dışında kalan taşra İmam Hatiplerinde durumun böyle olduğunu yaşayan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim.
İmam Hatipli çocukların bu şekilde bir yetişme tarzına tabi tutulmaları onlarda vuku bulan davranışların ana sebebi. Suçlu olan çocuklar değil.
İmam Hatip’te dini dersler dışında İngilizce’den Fizik ve Edebiyat’a kadar birçok alanda ders verilmekte. Ancak net olarak hatırlıyorum ki; yabancı dile batı dili, düşman dili olarak bakılırdı. Pozitif bilimlerin ise Allah’ın hikmeti şeklinde açıklama getirilerek daha fazla ilerlemeye izin vermeden önü kesilirdi. Peygamber mucizelerini modern bilimi aşağılamak için anlatan İmam Hatip eğitimi, çocuklarda hurafelere ve efsanelere inanma eğilimini güçlendirirdi. Takdir edersiniz ki, muskalarla, okuyup üflemelerle şifa arama, dualarla kadere boyun eğdirme tutumu İmam Hatip mezunlarında çokça yaygındır.
Ailesinden veya küçük çevresinden farklı düşünmeyi az da olsa görmüş bir İmam Hatip’li çocuk, sınıfta sesini çıkaramasa bile davranışından kendini ele verirdi. Bu fark edildiği anda kendisine yüz çevrilir, yetersiz Müslüman veya Müslüman gibi görünen anlamında, münafık denirdi. Çünkü İslam’da dine sıkı sarılmayan ve eleştiren kimselere yüz çevirin diye bir emir de vardır.
İslam’ın ikinci halifesi olan Ömer’in farklı bakış açılarına olan hikâyesi övünülerek anlatılır. Muhammed’in yanına gelen amcası ve Mekke’nin en zengini olan Ebu Sufyan’ın “Senin peygamber olduğuna inanıyorum ama kafamda derin şüpheler var!” sözlerine Ömer’in yanıtı şu olur: “Kafanı kesersem şüpheler yok olur!”
İslam’da şüphe, eleştiri, farklı düşünmenin yanıtı henüz ilk yıllarda olmasına rağmen bu seviyededir. Bin 400 yıl sonra ortaya çıkan İslamcı örgütlerin infaz gerekçe ve yöntemlerine bu açıdan bir kez daha bakılsa iyi olur diye düşünüyorum.
İmam Hatip’lilerin cemaatlere kolayca kanalize olmaları, kadere teslimiyeti bir lider arkasında aramaları da bugünkü siyasi iktidarı daha iyi anlamamız açısından önemli. Allah’ın verdiği cüz’i iradesi (yetersiz, çok küçük) karşısında insanın mutlaka bir cemaate üye olarak, bir tarikatın mensubu olarak, şeyhin, hocanın, hocaefendinin kanaatine teslim olarak güçlendirilebilir veya hata yapma olasılığını en aza indirebilir.
Cemaatlerin ve tarikatların Türkiye’deki kısa tarihine bakınca başımıza gelen felaketin nedenini de anlayabiliyoruz. Mevcut iktidarın 15 Temmuz’daki ortağı anlaşmazlığından sonra bile hâlâ cemaat ve tarikatlere alan açmasının sebebi kitlesinin ve kitlelerin kolay yönlendirilmesidir. Siyasi iktidarı İslam’ın son kalesi olarak anlatan cemaatler seçimleri bir cihad, siyasi liderleri de mücahid olarak empoze ederler. İktidar, her hayati dönemeçte cemaat ve tarikatlere ‘prim’ verir, onlar da karşılığında koşullu destek. Cemaat ve parti tabanlarının ise burada yapması gereken şey çok basit: oy vermek!
İmam Hatip’te yukarıda anlattığım davranış kalıbı Milli Eğitim müfredatına çok güzel bir şekilde yedirilerek verilir. İmam Hatip her zaman bir korku çemberinde eğitim sunar. Her zaman bir tehdit altında olma paranoyasıyla öğrenci yetiştirir. Devran dönerse kapatılırız, bugünkü rahatı bulamayız, başörtüleriniz tekrar yasaklanır, camiler azalır, ezanlar susabilir. Allah’ın dini sahipsiz kalır en nihayetinde!
Radikalleşmeye de götüren bu kaybetme korkusuyla bezeli eğitim, öğrencilerde ne olursa olsun iktidarı ayakta tutma motivasyonu oluşturur. Yolsuzluk, hırsızlık, istismar, taciz gibi kendi içlerinden çıkan sapkınlıklara ses çıkaramazlar. Bu noktada unutmamalıdırlar ki; her Müslüman hesabını Allah’a verir. Hatırlayalım! Egemen Bağış Kur’an ayetleriyle dalga geçtiği telefon görüşmesi hakkında “biz bir hata ettik, hesabını Rabbimiz katında veririz” demişti. Yine Erdoğan’ın Fethullahçılarla ilgili olarak “biz hata ettik, kandırıldık, Allah affetsin” demesini de buraya ekleyelim. Allah’a sığındı günahını itiraf etti. Bu noktadan sonra ‘bizden biri gitsin de dinsizler mi gelsin iktidara’ inanışı zihinlerinde her zaman olduğu gibi raftan indirilerek devreye kondu.
Herhangi bir okulda sistematik olarak bu şekilde bir eğitim verilmediği için, mezun çocukların hayattaki yönelimleri kişisel olarak değerlendirilmelidir. Ancak İmam Hatiplerde herkesin tek tip olması adına kurulan düzen topyekûn ele alınıp eleştirilebilir, eleştirilmelidir de.
İmam Hatiplerden mezun olanların son 20 yılda yaptıklarına bakılacak olursa; Ensar Vakfı rezaletinden Belediyelerden alınan hak edilmemiş burslara, cemaat evlerinde intihar eden gençlerin ailelerine, tarikat evlerinde şeyhler tarafından istismar edilen çocuklara, namaz kılmayanların öldürülmesi gerekir diyen adamlardan ülke yönetimini ele geçirmiş ve dini temelli saplantıları sebebiyle 80 milyonu sefalete sürüklemiş yöneticilere kadar. Hangi açıdan İmam Hatiplilerin sapkınlıkları gizlenebilir ki? Ekonomik sapkınlık, lüks sapkınlığı, radikalleşme sapkınlığı, pedofili sapkınlığı, yalan haber sapkınlığı, sonradan görme sapkınlığı, nefret, kin, düşmanlaştırma sapkınlığı vb. Sapkınlık herhangi bir tutum ve davranışın kontrolsüz bir şekilde amacından çıkartılarak hayata geçirilmesidir. Bu yüzden saydıklarımın hepsi sapkınlıktır.
Genelleme yapmıyorum, kişileri hedef göstermiyorum. İmam Hatip sisteminin neler yarattığını ortaya koyuyorum bir İmam Hatip’li olarak. Bu yüzden Gülşen’in zihninde yaratılmış olan İmam Hatip’li gökten düşmedi. Yıllar boyu adım adım oluşturuldu, bizzat failleri tarafından.
O yüzden Gülşen’le ilgili yorum yapılırken cümlenin başına konan “söylediği tamamen saçma, olmaması gerekirdi vb” savunma sözlerinin korkudan kaynaklandığını düşünüyorum. Gülşen doğruyu söyledi. Eleştirilse bile eleştiri cümleleri başta değil sonda olmalı!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.