Sadece tırmanan baskılardan söz ederek ülkenin gerçekliğinin anlatılamayacağını belirten Halkevleri Genel Sekreteri Eberliköse, sokak zorlandığı zaman iktidara geri adım attırılabilen bir dönem içinde bulunduğumuza dikkat çekerek “Yoksullaştırmaya ve faşizme karşı direnişte birleşelim!” çağrısını öne çıkardıklarını ve esas alınması gerekenin de halkın içindeki direniş eğilimleri olduğunu belirtiyor
Ülke seçim sathı mailine girdi. İktidar baskı politikaları ile muhalefeti etkisizleştirmeye çalışıyor. Bir yandan da sokak yeni tipte işçi direnişleriyle, 8 Mart ve Newroz’da görüldüğü gibi sokağı boş bırakmayan bir kitle militanlığıyla ısınıyor.
Peki bu koşullarda 1 Mayıs 2022’nin anlamı nedir? Toplumsal muhalefet ne yapıyor? Öncelik ne olmalı? Sosyalist hareketin özneleri Sendika.Org’un sorularını yanıtladı.
Halkevleri Genel Sekreteri Mustafa Eberliköse, parlamenter muhalefetin anket firmalarının yarattığı sanal bir havuzda büyük kentlerde sıkışmış elit bir kesime hitap ederek “Geliyor gelmekte olan!” diye sanal bir hava yarattığını ancak emekçilerin yaşadığı hayatın gerçeklerinin ve ritminin farklı olduğunu vurguluyor.
Sadece tırmanan baskılardan söz ederek ülkenin gerçekliğinin anlatılamayacağını belirten Eberliköse, sokak zorlandığı zaman kazanımlar elde edilebilen, iktidara geri adım attırılabilen bir dönem içinde bulunduğumuza dikkat çekerek “Yoksullaştırmaya ve faşizme karşı direnişte birleşelim!” çağrısını öne çıkardıklarını ve esas alınması gerekenin de halkın içindeki direniş eğilimleri olduğunu belirtiyor.
Sendika.Org: 1 Mayıs 2022’nin politik anlamı sizce nedir? Nasıl bir politik süreçte, nasıl bir önem taşıyor?
Mustafa Eberliköse: 2022 yılının başlamasıyla yeni biçimlerde açığa çıktığını gördüğümüz halkın direnme eğiliminin politikleşmesi ve iktidarı alaşağı etme perspektifi kazanması gerekmektedir. Yaklaşık 120 işçi direnişi yaşandı ve bunların önemli bir kısmı toplumsallaşmayı başardığı gibi kazanımlarla da sonuçlandı. Ocak-Şubat ayındaki işçi direnişleri bir anda halkın gerçek gündemi oldu. Direnişler, işyerleri önlerinde direnen işçilere destek için başlatılan boykotlarla başka bir boyut kazandı. Aralık ayında asgari ücret ile başlayan, Ocak ve Şubat aylarında elektrik, doğalgaz, akaryakıt ve ulaşım zamlarına karşı gelişen; Doğubeyazıt’tan Marmaris’e, Hopa’dan Didim’e memleketin dört bir tarafına yayılan kitlesel eylemler gördük. Asgari ücrete geçmiş yıllara göre nispeten yüksek oranda zam yapıldı ve elektrik zamlarında kısmen de olsa geri adım atıldı. İşçi direnişlerinin ve zam eylemlerinin en belirgin özelliği ise örgütsüz kesimler içerisinde gelişmesiydi. Direniş ve eylemlerin birçoğu kendiliğinden yerel unsurlar tarafından örgütlendi.
8 Mart’ta ise kadınların ne gecelere ne yasaklara sığmayan coşkuları, direngenlikleri ve isyanlarını gördük. Ardından Newroz eylemlerinin geçmiş yıllara göre daha kitlesel ve daha yaygın yapıldığına şahit olduk.
Konuşmamıza AKP-MHP iktidarının yarattığı çoklu kriz ortamını ve halkın biriken öfkesinden bahsederek de başlayabilirdik ama gördüğümüz gibi umut veren direniş ve isyanlarla başladık. Yani sadece baskı ve saldırıların teşhir edilmesi gereken bir dönem değil bu. Aynı zamanda sokak zorlandığı zaman kazanımlar elde edilebilen, iktidara geri adım attırılabilen bir dönem olması bizce politik anlamda bu yılın öne çıkarılası gereken yanı.
Bu sene 1 Mayıs’a karakterini vermesi gereken en önemli müdahale halkın direnme eğiliminin korunması ve büyütülmesidir. Hiç kimsenin geleneksel kalıplarıyla kapsayamadığı, her yere ve alana yayılan direnişlerin ve direnme eğilimlerinin 1 Mayıs alanlarında birleşmesidir.
Siz bu 1 Mayıs’a özel olarak hangi politik mesajı taşıyacaksınız? 1 Mayıs çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
“Yoksullaştırmaya ve faşizme karşı direnişte birleşelim!” diyerek çalışmalarımıza başladık. Proleterleştirme, yoksullaştırma ve mülksüzleştirme iç içe geçmiş, giderek derinleşiyor. Neoliberal sistemi, çürümüşlüklerini, iktidarlarını korumak için ise faşizmin dozu her geçen gün daha da artırılmaktadır. Savaş, göçmen, kadın, gericilik politikaları ile ötekileştirme, kutuplaştırmanın dozunun arttığı, hukukun tek adamın iki dudağının arasında belirlendiği bir süreçten geçiyoruz.
Doğalgaz ve elektrik ücretlerinin katlamalı sisteme geçtiğinden bu yana karanlıkta, battaniye altında ısınmaya çalışan kesimleri, arabasına mazot koyamayan, aylık ulaşım ücreti maaşının yüzde 20’sine yaklaşan kesimleri, pazardan, marketten artık gramla domates, biber alan kesimleri, çocuğunun özel okul taksidini ödeyemeyen kesimleri, kredi, kredi kartı borçlarının asgarilerini bile ödeyemediği için hacze uğrayanları, maaşları asgari ücretin altında kalan emeklileri, halen iş bulamayan işsizleri ya da düzenli iş sahibi olamayan milyonları, yurtsuz kalan öğrencileri, 1 Mayıs alanlarına davet ediyoruz.
Her gün şiddete uğrayan, ücretli/ücretsiz emeğine el konulan kadınları, ırkçı ve mezhepsel saldırılara maruz kalanları, haksızlığa uğrayanları, göçmen işçileri, LGBTİ +ları, hayvan özgürlüğü savunucularını, ekolojistleri 1 Mayıs alanlarına davet ediyoruz.
Pandemi döneminin emektarları sağlık emekçilerini, enerji işçilerini, özel okul ve devlet okullarında farklı biçimlerde baskılara maruz kalan öğretmenleri, moto kuryeleri,market işçilerini, freelans çalışanları, işsiz mühendisleri, stajyer avukatları, üretimden koparılmak istenen üreticileri, baskılara maruz kalan gazetecileri, işten atılma korkusu yaşayan akademisyenleri, ev işçisi kadınları 1 Mayıs alanlarına davet ediyoruz.
Kısaca ekonomik, toplumsal, ekolojik ve devlet krizlerinin sonuçlarının bedellerini ödeyen tüm kesimleri, direnişleri 1 Mayıs alanında buluşturmayı hedefliyoruz.
Bir yandan ülke seçim sathı mailinde ilerliyor, bir yandan savaş ve baskı politikaları ile iktidar muhalefeti etkisizleştirmek istiyor, bir yandan da sokak yeni tipte işçi direnişleriyle, 8 Mart ve Newroz’da görüldüğü gibi sokağı boş bırakmayan bir kitle militanlığıyla ısınıyor. Sosyalist hareketin önceliği ne olmalı?
Aslında her fırsatta çözümü seçimlerde gösteren ve sokaktaki hesaplaşmayı sandığa sıkıştırmaya çalışan bir muhalefet ve bunu destekleyen sol bir anlayış mevcut. Önerdikleri ve oluşturdukları politikalarla direnme eğilimindeki kitleleri bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde pasifize ediyorlar. Olağan koşullarda bir seçim yaşanacakmış gibi politikalar üretiyor, halkın ve işçilerin direnişlerini ve isyanlarını yalnız başına mevcut iktidardan “memnuniyetsizlik” olarak kör bir değerlendirme girdabına giriyorlar.
Hesaplaşmayı erteleme, restorasyon, ittifak politikaları, seçim barajları, sermayeyi sadece 5’li çeteye indirgeme gibi yarattıkları yanılsama ve algı operasyonları ile güçlendiklerini ve iktidarı alabileceklerini düşünüyorlar. Anket firmalarının yarattığı sanal bir havuzda büyük kentlerde sıkışmış elit bir kesime hitap ederek “Geliyor gelmekte olan!” diye sanal bir hava yaratıyorlar.
Oysa hayatın gerçekleri ve ritmi farklı. Sorunun temelinde neoliberalizm ve onun krizi var. Doktoru, avukatı, mühendisi vb. kesimleri işsiz bırakan ya da düşük ücretlere mahkûm eden, uyguladığı savaş politikaları nedeniyle milyonları yerinden yurdundan eden, yerinden yurdundan ettikleri ile yerleşik milyonları işlerinden eden, otoriterleşmenin ve faşist baskıların dozunu artıran sistemdir. Ekolojik krize neden olan, dünyayı salgın hastalıkların pençesine atan bir sistem aslında geçmişe göre daha fazla sorgulanıyor.
O yüzden sosyalistlerin önceliği “Kurtuluş sosyalizmde” şiarı çevresinde neoliberal politikaların içinde değil karşısında bir önerme yapmak olmalıdır. Yaşadığımız memleket neoliberal dönüşümler karşısında ciddi mücadeleler biriktiren ancak bunun toplam bir başarı öyküsüne dönüşemediği bir coğrafya. Neoliberal yeniden yapılanma politikaları hayata geçmesin diye çok mücadele edildi ancak başarılı olamadık. Eğitim, sağlık, ulaşım gibi en temel ihtiyaçlar parasız ulaşılamaz durumda. Son olarak enerji üretimi ve dağıtımında yaşanan kriz, özelleştirmenin halkın sırtına ne tür bir kambur bindirdiğini tekrar net bir biçimde ortaya koydu. Bugün özelleştirilen ve neoliberal yağmaya kurban edilen ne varsa kaybettiklerimiz geri alma mücadelesi de vermek zorundayız. Bizim açımızdan kamulaştırma dışında bu memleketi neoliberalizm pençesinden kurtarabilecek bir formül yoktur. Bize ait olan her şeyi geri alacak bir mücadele kritik. Bu mücadele ise milyonlarca yoksulun içinde politika üretmek ve sorunun muhataplarıyla birlikte mücadele etmekten geçer.