Bir cinayete ortak olanlar aynı derecede cinayetten suçlu değil midir? Bu, Rusya’nın kararında haklı olduğunu söylemek değildir. Aksine, BM Şartı’nın Ukrayna’ya, gerçekler temelinde, belirli bir tarihsel geçmişe sahip özel bir durum olarak uygulanması gerektiği konusunda ısrar ediyoruz
Hepimizin olmamasını umduğu şey oldu. Rusya Federasyonu, ABD öncülüğündeki NATO provokasyonuna tepki olarak 24 Şubat’ta Ukrayna’ya asker gönderdi. Mevcut durum, küresel barış hareketinin önüne birçok ciddi, temel sorular koyuyor.
Russiagate (ABD seçimlerine Rusların gizliden müdahale ederek Hillary Clinton’un seçimi kaybettiği ama tek bir kanıtı bile olmayan iddia; -ç.n.) iddiası ile uzun süre kaynayan ve yeni bir Soğuk Savaş’ın başlangıcı olan, Rus devlet başkanını ve devletini iblisleştiren şiddetli bir propaganda kampanyası yoğunlaştı. ABD ve müttefikleri tarafından kışkırtılan ve yandaş medyalar tarafından desteklenen Rusya’nın toptan kınanması, küresel boyutlara taşmıştır. Rusya karşıtı resmi anlatıya karşı alternatif görüşler ve muhalif sesler ise bastırılıyor veya kapatılıyor.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, büyük emperyalist propagandanın bu zehirli bombardımanına maruz kalan birçok insan tüm suçu Rus saldırganlığına attı. Bizim görüşümüze göre bu tehlikeli konumlarını haklı çıkarmak için çeşitli nedenler getiriliyor. Bu gerekçelerden bazılarına bakalım ve ahlaki, hukuki ve siyasi geçerlilik derecelerini değerlendirelim.
Verilen ilk ve ahlaki açıdan en haklı neden, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin Birleşmiş Milletler Şartı’nı ihlal ettiği savıdır. Bu temel ilkeye dayanarak, Tüzüğün sadık bir destekçisi ve savunucusu olan ABD Barış Konseyi’nin de Rusya’yı ihlalci olarak kınaması gerekmez mi?
Rusya’nın ihlal ettiğine kesin olarak karar verip veremeyeceğimizi görmek için BM Şartı’na bakalım:
Madde 2
Madde 51
Birleşmiş Milletler’in bir üyesine karşı silahlı bir saldırı meydana gelirse, mevcut Tüzükteki hiçbir şey bireysel veya kolektif meşru müdafaa hakkını bozmaz…
Madde 2’ye, özellikle paragraf 4’e bakıldığında, Rusya’nın ihlalde olduğu iddia edilebilir. Ancak 51. maddeye dayanarak, Rusya Federasyonu meşru müdafaa hakkını talep etti ve Güvenlik Konseyi’ni usulüne uygun olarak bilgilendirdi. Rusya, Madde 51 uyarınca güç kullanımı lehine önemli argümanlar sunmaktadır.
Ukrayna hükümeti, Rusya Federasyonu’nu düşmanca bir şekilde kuşatmada ABD ve NATO’nun vekili olarak hareket etti. Ukrayna ordusu ve milisleri 2014’ten bu yana Donetsk ve Lugansk’a saldırdı ve çoğu Rusça konuşan ve bazı çifte vatandaşlardan oluşan yaklaşık 14.000 kişinin ölümüne neden oldu. Son zamanlarda, Rusya, Rusya sınırındaki Donetsk ve Lugansk’ın geniş çaplı bir işgali için yakında uygulamaya konacak bir Ukrayna hükümet planını keşfetti. Rusya, bu iki cumhuriyeti, Rusya’dan savunmalarına yardım etmelerini istemesi üzerine artık bağımsız devletler olarak tanıyor.
Rusya açıkça, kendi endişelerine yeterince yanıt vermeyi reddeden ABD ve NATO’dan güvenlik garantisi istedi. Ukrayna, Moskova’ya beş dakika içinde ulaşabilecek ABD/NATO nükleer silahlarına kendi topraklarında ev sahipliği yapmayı planlıyordu. Bu, ABD’nin 2019’da Rusya ile yapılmış olan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) Anlaşması’ndan çekilme kararının endişe verici bağlamında gerçekleşti.
Eğer bu Rusya’ya karşı bir savaş eylemi değilse, nedir? Bir cinayete ortak olanlar aynı derecede cinayetten suçlu değil midir? Bu, Rusya’nın kararında haklı olduğunu söylemek değildir. Aksine, BM Şartı’nın Ukrayna’ya, gerçekler temelinde, belirli bir tarihsel geçmişe sahip özel bir durum olarak uygulanması gerektiği konusunda ısrar ediyoruz.
İkincisi, Birleşmiş Milletler’in kendisi NATO ülkelerinin bariz ihlalleri karşısında kendi Tüzüğünü yerine getirememiştir. Burada niyetimiz Rus eylemini haklı çıkarmak değil, BM Şartı’nı koruma ihtiyacı için gerçekçi bir bağlam sağlamaktır.
Sovyetler Birliği’nin sona erip, ABD’nin tek süper güç haline geldiğinden beri Washington, küresel “bütün sahalarda” hakimiyetini dayatma güdüsünde BM Tüzüğünü açıkça görmezden geldi. NATO’yu sadece egemen devletlerin bir “ittifakından” daha fazlası olarak görmeli ve ABD komutası altında bütünleşmiş bir emperyal ordu olarak anlamalıyız.
Yüzyılın sonundan beri emperyalist güçler tarafından ayaklar altına alınan BM şartının ilgili iki maddesine bakalım:
Madde 6.
Mevcut Tüzükte yer alan İlkeleri ısrarla ihlal eden bir Birleşmiş Milletler Üyesi, Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından Kuruluştan atılabilir.
Madde 25.
Birleşmiş Milletler Üyeleri, Güvenlik Konseyi’nin kararlarını mevcut Tüzük uyarınca kabul etmeyi ve yürütmeyi kabul eder.
ABD, NATO ve müttefikleri son yirmi yılda BM Tüzüğünün bu ve diğer maddelerini giderek daha fazla ihlal ettiler. İşte birkaç örnek:
— 1998’de 78 gün boyunca NATO saldırdı, 28.000 bomba attı ve Yugoslavya’yı Birleşmiş Milletler’in rızası olmadan paramparça etti.
— 2001 yılında, 11 Eylül saldırısına tepki olarak, ABD, yedisi yasadışı rejim değişikliği hedefi olmak üzere en az 60 ülkeyi etkileyen süresiz bir “teröre karşı savaş” ilan etti.
— 2003 yılında, ABD ve “kararlılar koalisyonu” üyeleri, BM Güvenlik Konseyi’ne karşı yasadışı olarak Irak’a saldırdı ve işgal etti.
— 2011 yılında ABD, İngiltere ve Fransa tek taraflı olarak ve BM Güvenlik Konseyi’nin rızası olmadan Libya’ya saldırdı ve lideri Muammer Kaddafi’yi öldürdü.
— 2011’den itibaren ABD, NATO ve bölgesel müttefikler Suriye’de terörist gruplarını silahlandırarak ve finanse ederek bir vekalet savaşı başlattılar, bu savaş hala masumların canını alıyor.
— 2014’te ABD, Ukrayna’daki neo-Nazi güçlerin yardımıyla bir darbe düzenledi, NATO yanlısı bir hükümet kurdu ve bu da Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşanların katledilmelerine yol açtı.
— Bu süre boyunca ABD ve Avrupalı müttefikleri dünyanın 40’tan fazla ülkesine yasadışı tek taraflı ekonomik yaptırımlar uygulayarak yüz binlerce masum insanın ölümüne neden oldu.
— Ve elbette, Suriye ve Filistin topraklarının ABD’nin tam desteğiyle İsrail tarafından yasadışı olarak işgal edilmesi ve ilhakından bahsedilmelidir.
Bugün Ukrayna’da karşı karşıya karşıya olduğumuz kriz, tek süper gücün ve onun NATO müttefiklerinin bu tür yasadışı eylemlerine karşı BM’nin tüzüğünü yerine getirememesinin bir sonucudur ve bu da ABD/NATO’nun Rusya’yı ve dünyanın diğer hedef ülkelerini böyle imkansız bir duruma itmesine olanak sağlamıştır.
Evet, BM Şartı’nı savunmalıyız ama emperyalizmin ikiyüzlülükle istediği gibi seçici olarak değil. Mağdur kendini savunmak zorunda kaldığında emperyalizmin “mağduru suçla” anlatısı ile kandırılmamıza izin vermemeliyiz.
Özellikle solda pek çok kişi, Rusya’nın kapitalist/emperyalist bir devlet olduğu, bunun emperyalistler arası bir savaş olduğu ve her iki tarafı da eşit şekilde kınamak zorunda olduğumuz konumunu aldı. Ancak Rusya’nın emperyalist bir devlet olup olmadığı, eldeki meseleyle ilgisizdir.
Birincisi, böyle bir tutum, sadece belirli sosyoekonomik sistemlere sahip ülkelerin emperyalist saldırganlıklara karşı savunulması ve diğerlerinin kendi başlarının çaresine bakması gerektiği anlamına gelir. Emperyalizmin hedef aldığı ülkelerin çoğunluğunun kapitalist olduğu gerçeği göz önüne alındığında, böyle bir tutum antiemperyalist mücadelenin zayıflamasına yol açmaktadır.
Bu tür bir argümanla ilgili ikinci ve daha önemli sorun, tüm saldırganlık sorununu gözlerden gizlemesidir. Artık kimin saldırgan, kimin kurban olduğu önemli değil. ABD’nin küresel “tüm saha” hakimiyetle dünyanın hegemonyası olmaya çalıştığı gerçeğini saklamaktadır. Kısacası, ABD emperyalizmi ABD askerlerini kullanmadan bir savaş yarattı.
Tartışma uğruna, Rusya’nın gerçekten emperyalist bir devlet olduğunu ve olup bitenlerin emperyalist bir savaştan başka bir şey olmadığını varsayalım. Öyle bile olsa, bu emperyalistler arası savaş insanlığın geleceğini etkilemeyecek mi? Bunun sonucunda hepimizin payı yok mu?
Bir barış örgütü olarak, Ukrayna ihtilafının askeri çatışma seviyesine tırmanmasına esas olarak katılamayız. Ancak, Rusya’yı tek başına kınama tutumuna karşıyız.
Bazıları ise, NATO genişlemesini ve Rus güçlerinin Ukrayna’dan çekilmesini aynı anda durdurulmasını talep ederek her iki tarafı da kınama konusunda daha “dengeli” bir tutum aldı. Ancak bu pozisyon, Ukrayna’nın doğasında bulunan nedensel ilişkileri de göz ardı ediyor. NATO genişlemesinin Rus askeri tepkisinin önemli nedeni olduğu gerçeğini göz ardı ederken, neden-sonuç aynı seviyeye yerleşir. Bu nedenlerden dolayı, eşdeğer suçlama pozisyonu yüzeysel olarak dengeli görünüyor, ancak gerçekte değil.
İkincisi, iki talebin doğası farklıdır. Birincisi genel, stratejik, uzun vadeli bir taleptir; ikini talep ise hemen ve somut bir taleptir. Talepleri bu şekilde formüle ederek, böyle bir pozisyon kaçınılmaz olarak sonuçta ana baskıyı tek başına Rusya’ya yapıyor.
Üçüncüsü, NATO genişlemesiyle ilgili ilk talep Ukrayna örneğine özgü değil ama ikinci talep Ukrayna örneğine özgü. ABD/NATO’nun Ukrayna’yı yüz milyonlarca dolarlık askeri teçhizatla doldurduğu ve “danışmanlık” için askeri ve gizli operasyon personeli sevk ettiği gerçeğini göz ardı ediyor. Doğru bir talep, Ukrayna’nın tarafsız bir devlet olarak tanınması, tüm yabancı silahların ve askeri personelin (paralı askerler dahil) Ukrayna’dan çıkarılması ve Minsk II anlaşmasının tam olarak uygulanması olacaktır.
NATO’nun Ukrayna-Rusya sınırına genişleme çabasındaki başarısı cehennem gibi bir dünya yaratacak ve nükleer savaş olasılığına yol açacaktır. Hikâyenin orada bitmeyeceğini ve Belarus’un bir sonraki hedef olabileceğini unutmayalım. Bu nedenle, barış hareketinin Ukrayna’nın tarafsızlığını ve ABD/NATO’nun bunu tanımasını garanti etmek için elimizden gelen her şeyi yapması zorunludur.
ABD, NATO müttefikleriyle birlikte bu trajediyi kışkırtmakla kalmadı, aynı zamanda ateşkes müzakerelerine katılmayı reddetmelerini de uzatmaya çalıştı. Bir savaşta kimse kazanmazken, bundan en çok kazancı olan ABD’dir: NATO’yu ABD hakimiyeti altında daha fazla birleştirmek, Avrupa enerji pazarındaki Rus ekonomik rekabetini azaltmak, ABD savaş bütçesini artırmak ve NATO kullarına savaş malzemeleri satışını kolaylaştırmak. AB/İngiltere ve Rusya arasında daha da bölünmüş bir Avrupa, emperyal ABD’den başkasına bir fayda sağlamaz.
ABD Barış Konseyi, Ukrayna’daki mevcut durumun bu değerlendirmesine dayanarak, öncelik ve aciliyet sırasına göre aşağıdaki acil talepleri gündeme getirmektedir:
ABD Barış Konseyi
24 Mart 2022
***
ABD Barış Konseyi • Posta Kutusu 3105, New Haven, CT 06515 • (203) 387-0370 • [email protected]
• https://uspeacecouncil.org • https://www.facebook.com/USPeaceCouncil/ • @USPeaceCouncil
[uspeacecouncil.org’daki İngilizce orijinalinden Mehmet Bayram tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.