“Kardeşim Hrant” da içinde yaşadığımız toplumsal geriliğin dayatmasını ciddiye alıp “hesaba katan” bir slogandı. Çoğumuz kendimizle benzerlikler kurarak, kendimize benzeterek daha kolayca sahip çıkabildik Ermeni Hrant’a. Oysa işin doğrusu ötekini benzerliklerimizi vurgulayarak değil, farklılıklarımızın altını çizerek ve koruyarak kabullenmektir
Kardeşlik lafı feodal toplumların ortak karakteridir.
Toplumsal aidiyetin “yurttaşlık” kavramıyla tanımlanan bu kavram burjuva demokratik devrimlerinde ve Fransız Devrimi’nde karşımıza çıkmaktadır. “Kardeşlik” sözcüğü bir toplumsal aidiyet kavramı olarak “özgürlük ve eşitlik” ilkelerinin yanında göstermelik ve sırıtık bir biçimde yer almıştır. Halkların kardeşliğinin, politik ilişkinin tanımları arasına girmesi ve öne çıkarılması materyalist bir bakış açısı değildir. Toplumsal ilişkiyi kan bağı esası üzerinden tanımlamak doğru değildir. Egemen toplumların feodal “kan bağı” vurgusunu görünür olmaktan uzak tutmaya çalışsa da ayrımız-gayrımız yok gibi feodal ilişkinin tarihsel mirası üzerine oturduğunu görmekteyiz.
Anadolu coğrafyasında hepimiz kardeşiz diyerek, Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Asurilerin, Lazların, vd. kimliklerin kültürleri ve dilleri tekçi-Türkçü zihniyete bağımlı kılınmıştır. Ötekilerin, dilleri ve kültürleri engellenerek toplumsal asimilasyonunun bir tarzı ve aracı olarak kullanılmıştır. Yurttaşlık bilincinde halkların eşitliğini inkâr ederek zihniyet kırılmasını yaratmıştır.
“Kürt-Türk kardeştir” sözcüğü, Cumhuriyet kültürünün inkârcı yalan siyasetidir. Bu, öncelikle sahteciliktir. Kürt ve Türk kardeş falan değil, iki ayrı ulusa ait aidiyet ya da iki farklı kimliğin mensubunun adıdır. Üstelik Türklerde ve özellikle Türk resmî ideolojisinde “kardeş” sözü kan bağıyla tanımlanır. Cumhuriyet kültürü, toplumsal ilişkilerimizde kan bağı ya da “soydaşlık” gibi kavramlara sığınmıştır. Ama kardeşlerinin kültürel haklarını ve dillerini inkâr ederek yasaklamıştır. Dolayısıyla cumhuriyet kültürü Türkçülüğün ve Sünni İslam’ın dışında tüm dilleri ve dinleri yasaklamıştır.
Yaşamın somut gerçeği kimliktir. Kavramları basitleştirilerek ya da “ayrımız gayrımız yok” sözünde olduğu gibi kutsallaştırılıp gerçek “insan” anlamından uzaklaştırılarak ama her iki halde de somut gerçekten koparılarak önemsizleştirilmiştir. “Kardeşime dokunma” kampanyalarında koruma altına aldıklarımız yine de “benzerlerimiz” idi. “Ötekine dokunma” sözcüğüne yine de haylice uzaktık. “Kardeşim Hrant” da içinde yaşadığımız toplumsal geriliğin dayatmasını ciddiye alıp “hesaba katan” bir slogandı. Çoğumuz kendimizle benzerlikler kurarak, kendimize benzeterek daha kolayca sahip çıkabildik Ermeni Hrant’a. Oysa işin doğrusu ötekini benzerliklerimizi vurgulayarak değil, farklılıklarımızın altını çizerek ve koruyarak kabullenmektir. Ama ayrımcılıkta usta zihniyetler için bu elbette zordu. Bu nedenle “Hepimiz Hrant’ız” sloganı, “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganından daha geniş bir kullanım alanına sahipti.
“Bin yıllardır birlikteyiz, kardeş kardeş yaşıyoruz, etle tırnak gibiyiz, Kürt ve Türk ayrımı yoktur” sözleri, asimilasyonu ve inkârı öngören ve daha da ötesi, unutturma kültürünü destekleyen böylesi bir ince tuzak değil midir? Kürtler ve Türklerin bir aradalığı, halkların özgür iradeleriyle seçilmiş bir “birlikte yaşam” iradesi ve “birlikte yaşam” biçimi değildir. Osmanlı’nın kılıç zoruyla dayattığı bir egemenlik-bağımlılık ilişkisinin adıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise unutturma, inkâr, asimilasyon ve katliam adı olmuştur.
Tersine yorum zorlamaları, sadece tarihe ve gerçeğe değil, mantığa da aykırı bir tuzaktır. Ötekinin özgür ve bağımsız kimliğini inkâr edebilmek için zorlanan dil, giderek “Hiç etle tırnak birbirinden ayrı olur mu?” ya da “Kürtler ve Türkler etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz” sözüne sığınılan saçmalık düzeyine ulaşır
“(…) Kürt’ü kendimizden birisi saymak başka, Kürt’ün Kürt olmasını bir ayıpmış gibi inkâr etmesi duygusunu uyandırmak başka. Her gün siyasi partilerin Güneydoğu bölgesini gezerken, ikide bir bu memlekette ikinci sınıf vatandaş yok diye güvence vermek gerektiğini duyması, İkinci Meşrutiyet’te ‘bundan böyle gâvura gâvur denmeyecek’ diye sokaklarda adam bağırtmaya benzer, (…) Oysa bir Kürt ‘ben Kürt’üm’ diyorsa ille de ‘sen Türk’sün’ demenin anlamı yoktur. Bunun temelinde kof ve dayanıksız ‘ÜSTÜN IRK megalomanisi’ yatıyordu. Bizim kuşak Kürt’ü bu megalomani içine yerleştirdi (…) İsmet Paşa’nın Lozan’da savunduğu Kürt ve Türk kardeşliği pratikte toplumun altyapısını değiştirmedi, dahası tek yanlı bir milliyetçilik anlayışı Kürt gerçeğini göz ardı etti” diyor, Profesör Cahit Tanyol. (Türkler ve Kürtler, ERA yayınları, 1993, sayfa 72.)
Halkları, “kardeşleştirme” isteği ya da inadı, sadece asimilasyonun sinsi hilelerinden biridir.
Aslında “Ermeni ile, Rum ile, Asuri ile, Kürt ile, Yahudi ile, Alevi ile vd. ötekilerle insanlaş!” diyemeyen bir zihniyetin ürünüdür bu kavram kargaşası. Oysa İNSAN diyebilmek için “kardeş” olmaya gerek yoktur. İNSAN’ın sadece kardeş için değil, belki de daha çok “kardeş olmayan öteki” ile insanlaşması ve kaynaşması gerekir. “İNSAN”, eşitlik halindeki insan ilişkisi olmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.