13 Ekim’de Kuzey Kıbrıs’ta Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Ersan Saner, UBP-DP-YDP koalisyon hükümetinin istifasını Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a sundu. Bunun ardından Kuzey Kıbrıs’ta seçim sürecine girildi. 23 Ocak’ta yapılacak seçim sürecini, Kuzey Kıbrıs’taki politik atmosferi, Kıbrıslı devrimcilerin seçim tutumlarını bu sene ilk defa seçime kendi başına girecek olan Bağımsızlık Yolu’nun Genel Sekreter Yardımcısı ve aynı zamanda Lefkoşa milletvekili adayı Münür Rahvancıoğlu ile konuştuk
13 Ekim’de Kuzey Kıbrıs’ta Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Ersan Saner, UBP-DP-YDP koalisyon hükümetinin istifasını Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a sundu. Bunun ardından Kuzey Kıbrıs’ta seçim sürecine girildi. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), Halkın Partisi (HP), Ulusal Birlik Partisi (UBP), Demokrat Parti (DP), Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), Bağımsızlık Yolu, Yeniden Doğuş Partisi (YDP) ve Toplumcu Kurtuluş Partisi Yeni Güçler’in (TKP-YG) katılacağı 23 Ocak’ta yapılacak seçim sürecini, Kuzey Kıbrıs’taki politik atmosferi, Kıbrıslı devrimcilerin seçim tutumlarını bu sene ilk defa seçime kendi başına girecek olan Bağımsızlık Yolu’nun Genel Sekreter Yardımcısı ve aynı zamanda Lefkoşa milletvekili adayı Münür Rahvancıoğlu ile konuştuk.
Rahvancıoğlu, Türkiye’nin Kıbrıs gündemiyle Kıbrıslıların Kıbrıs gündemi arasındaki farka dikkat çekiyor. Kıbrıs sorununun önemli olduğunu belirten Rahvancıoğlu, neoliberal politikaların yarattığı yıkımın, son süreçte TL’nin değer kaybetmesinin ardından derinleşen yoksulluğun Kıbrıs halkının dinamiklerini belirlemede daha etkili olduğunu vurguluyor ve Kıbrıs sorununun da ancak emek eksenli bir program aşılabileceğini ekliyor.
Rahvancıoğlu son olarak Türkiye’deki emekçi sınıflara, kadınlara, ekolojistlere ve sosyalistlere de bir çağrıda bulunuyor.
Sendika.Org: Kuzey Kıbrıs, Türkiye’de iktidarın provokatif açıklamalarıyla gündeme geliyor. Yakın zamanda Maraş gündemi ve iki devletli çözüm veya federatif çözüm tartışması gündemi vardı. Peki Kuzey Kıbrıs halkının gündemi de bu mu?
Münür Rahvancıoğlu: Türkiye’de Kıbrs, genelde Kıbrıs sorunu üzerinden tartışılıyor. Bu daha çok “yavru vatan” yaklaşımı üzerinden gündeme geliyor. Bunu bir yere kadar anlayabiliyoruz. Çünkü Kıbrıs’ta da çeşitli siyasal özneler, Kıbrıs sorunu üzerinden konumlanıyorlar. Geleneksel sağ sol ayrımı da bu konudaki konumlanış üzerinden belirleniyor. Bağımsızlık Yolu olarak bu çerçeveyi reddediyoruz. Bize göre sağ sol ayrımı emek sermaye çelişkisi üzerinden belirlenebilir. Kıbrıs sorunu üzerinden konumlanmaların da bir anlamı var elbette. Bizim de bir konumlanışımız var. Bağımsızlık Yolu olarak biz barıştan, federasyondan yanayız.
Kıbrıs’ta da birçok kişi “Kıbrıs sorununda nerede duruyorsunuz?” sorusu üzerinden siyaset tartışıyor. İlginçtir ki bu seçimlerde ekonomik kriz, TL’nin döviz karşısında erimesi, emekçilerin gündelik sıkıntıları, neoliberal politikalar sonucunda eğitimde, sağlıkta, barınmada yaşanan sorunlar, sosyal devlet politikalarının geri çekilmesinden kaynaklı güvencesizleşme gibi ekonomik konular ön plana çıktı ve seçim sürecinde de Kıbrıs sorunundan çok daha fazla tartışıldı. Bu da Bağımsızlık Yolu’nun kendi sözünü yükseltmesi açısından büyük bir imkan sağladı. Kıbrıs sorununun çözümünün de ancak emek eksenli bir programla mümkün olacağını söylüyorduk.
Seçim öncesinde Kıbrıs Meclisi’nde çoğunluk sağlanamama krizinden dolayı hükümet istifa etmişti ve seçim de aslında bunun üzerine yapılıyor. Bu seçimin ardından Kuzey Kıbrıs’taki sağdan sola çeşitli aktörlerde “istikrarın” yeniden sağlanabileceğine dair bir beklenti var mı?
Seçimin bir sebebi buydu. Ancak soruya cevap vermeden önce mevcut durumu eleştirmek isterim. Hükümet, çeşitli kararları alıp uygulamakla yetkilendirilmiş bir yapı. Meclis’in toplanamaması yasama ve denetim göreviyle ilgili sıkıntı yaratıyor. Hükümetin icraatlerine sıkıntı yaratan bir durum yok. Erken seçimin yapılması daha çok hükümet partilerinin arasındaki anlaşmazlıkla alakalı. Bu seçimin sonrasında da UBP tekrar koalisyon kuracaksa tekrar DP ile kurmayı tercih edecektir. Yani aynı partilerden oluşan koalisyon.
Meclis içindeki muhalefetin de Meclis’te nisap sorunu yaratmak için Meclis toplantılarına katılamamasını doğru bulmuyoruz. Kürsü muhalefeti dahi yapamayacak kadar rejimle ve UBP ile ortaklaşmış olmalarından dolayı bu tavırda olduklarını düşünüyoruz. Zaten toplumsal muhalefeti sokakta örgütlemeye dair pratikleri uzun zamandır yoktu. Son süreçte kürsü muhalefeti yapamayacak kadar rejimle özdeşleşmiş durumdalar. Yapabildikleri tek şey, Meclis’e girmemektir.
Biz Meclis’e girerek de yapılabilecek çok şey olduğunu düşünüyoruz. Meclis’e girmeme tavrını da boykot tavrını da yanlış buluyoruz. Bizce emek muhalefetinin kürsüden söyleyecek sözü de var, sokakta yapacak eylemi de var. Emek hareketi açısından dönemin bir adım öne çıkma dönemi olduğunu düşünüyoruz.
Bağımsızlık Yolu, ilk defa seçime giriyor. Kuzey Kıbrıs halkına nasıl bir program sunuyor, ne vadediyor?
Bizim ana sloganlarımız “Biz hükümete değil muhalefeti talibiz” ve “Emekçinin partisi var.” Biz Kuzey Kıbrıs’ta hükümet olmanın iktidar olmak anlamına gelmediğini söylüyoruz. İktidarın çeşitli odaklar tarafından paylaşılmış olduğunu ve hayatın çeşitli alanlarında farklı iktidarlar olduğunu söylüyoruz. Bunu kabaca iki kategoride görebiliriz: Bir sermayenin iktidarı, ikincisi de Türkiye Cumhuriyeti devletinin iktidarı.
Kuzey Kıbrıs’ın askeri Türkiye’ye bağlıdır. Polis teşkilatı hükümete değil askere bağlıdır. Merkez Bankası başkanı Türkiye tarafından atanır. Sivil Savunma Teşkilatı Başkanı, Türkiye tarafından atanır. Diğer stratejik kurumların yönetimi de yine Türkiye’nin elindedir.
Bunun dışında ulaşım alanında otomobil, akaryakıt ithalatçıları ve inşaat şirketlerinin iktidarı söz konusudur. Barınma alanında sosyal konut projeleri on yıldan beri gündeme gelmiyor. Bu alanda özel inşaat şirketlerinin tekeli söz konusu. Bankacılık alanında özel bankaların ciddi bir finansal iktidarı var. Eğitim alanında özel eğitim sermayesinin kamusal alanı yıpratan bir iktidarı söz konusu. Sağlık alanında da benzer bir durum var.
Bu iktidar odakları, hükümetten çok daha etkili. Biz bunu üç ayakla tarif ediyoruz. Birincisi, hükümeti oluşturan partiler ideolojik olarak zaten neoliberal programa angaje oldular. İkincisi, angaje olmayanlar da “parayla satın alınıyor.” Çünkü sermayedarların çok daha geniş imkanları var o partilerden. Burada hükümet ancak orta düzey bir işletme kadar imkana sahip. Ultra zenginler çok daha büyük bütçeleri yönetiyorlar. Yakın geçmişte başbakanlık da yapmış olan ve üç yıldır Türkiye’de ikamet eden, milletvekili olduğu halde Meclis’e gelmeyen Hüseyin Özgürgül’ün banka hesaplarında muazzam paralar bulundu. Hakkında soruşturma açıldı. Kendisine sorulduğunda da “Arkadaşlar topladı, verdi” dedi. Bu sermaye tarafından bir milletvekilinin satın alınması konusunda önemli bir örnektir. Üçüncüsü de tehdit ve şantaj var. Çeşitli kişilerin videoları paylaşılıyor. Paylaşılmayan videolar olduğunu da düşünüyoruz. Bu yüzden gerçek iktidar, hükümette değil. İktidar, sermaye ile Türkiye arasında paylaşılmış durumda.
Biz bundan dolayı emekten yana, sermayeye karşı, Kıbrıslı Türklerin özgür iradesini yansıtan, Türkiye’nin hegemonyasından kurtulmuş, eşit ilişkiye sahip bir partiye ihtiyaç var. Bağımsızlık Yolu da bu sloganlarla yola çıktı.
Sosyalistlerin seçime girmesi, seçime giren diğer partilerin programına etkisi oldu mu?
Oldu. Biz vaat diliyle konuşmuyoruz. Biz mücadele vadediyoruz. Parasız eğitim, parasız sağlık, toplu taşıma, sosyal konut, sığınma evleri açılması, kadın özgürleşmesi gibi konularda mevcut rejim partilerinin bunları sağlayamayacağını ve bunun için mücadele edeceğimizi söylüyoruz. Biz Meclis’e de girsek hatta hükümet de olsak emekçi halk kitlelerinin, kadınların, gençlerin, yaşlıların desteği ve hareketliliği olmadan hayata geçirilemeyeceğini vurguluyoruz. Bu da iktidarın hükümette olmamasından kaynaklı. Mevcut iktidar odaklarının geriletilmesinin yolunun da muhalefetten geçtiğini söylüyoruz.
Birçok talebimiz var. Birkaçı üzerinden bu taleplerin genel atmosferi nasıl etkilediğine dair örnek vereyim. Ücretsiz eğitime dair talebimiz eğitim bütçesinin yarısından fazlası, özel eğitim kurumlarına teşvik olarak gitmesine muhalefetimize dayanıyor. Özel üniversiteler, kurumlar vergisinden muaf. “Kurumlar vergisinin alınması lazım ve eğitim teşviklerinin de ortadan kaldırılıp kamusal eğitime yatırım yapılması lazım” diyoruz. Sağlıkta da benzer bir durum var. Orada bu pay yüzde 80’lere varmış durumda. Bu söylemimiz mevcut rejim partilerinin bazılarında “Teşvik sistemi yeniden gözden geçirilecektir. Sınırsız teşvik olmaz. Belli bir süreden sonra teşviklerin ortadan kalkması gerekir” gibi bir vaat oluştu. Yıllardır bu sorun olmasına rağmen iki üç haftalık bir sürecin getirisi bu oldu. Aynı şekilde özel üniversitelerden kurumlar vergisi alınma olasılığından bahsedenler var. Tabii sermayedarlar buna tepki de gösteriyor.
On yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyinde kamusal bir toplu taşımacılık yok. Özel toplu taşımacılık sadece otobüs sistemine dayalı. O da çok hantal. Akşam saat beşten sonra otobüs bulamıyorsunuz. Turistler dahi geldiklerinde araba kiralamak ya da satın almak durumunda kalıyor. Biz yıllardır bir ada ülkesinde bu kadar yol yapmanın ve bu kadar araba ithal etmenin ciddi bir sıkıntı olduğunu, toplu taşımacılığa yatırım yapılması gerektiğini, hafif raylı sistem kurulması gerektiğini söylüyorduk. O zaman bize gülenler şimdi toplu taşımacılıktan bahsediyor. CTP, “Hafif raylı sistemi önümüze koymalıyız” diyor. DP, “Toplu taşımacılığı geliştirmeliyiz” diyor. Bunlar çok yeni söylemler.
Ultra zenginlerden servet vergisi alınması talebimiz var. TDP, servet vergisini söylemeye başladı. Parti programının dışında olmasına rağmen UBP’de bile servet vergisinin tartışılması gerektiğini düşünen milletvekilleri var.
Bizim 2018’den beri asgari ücretin en düşük kamu emekçisi ücretine sabitleme talebimizi Halk Partisi, reklam panolarına yazmaya başladı.
Yapacaklarını düşündüğümüzden değil ama biz bu durumu olumlu görüyoruz. Çünkü rejim partileri pratik olarak aynılaşmış durumda. Vaat diliyle olsa dahi bunları yapıyor olmaları, emekten yana siyasetin yarattığı etki olarak görüyoruz. Ama bundan daha önemlisi emekçi halk kitlelerinin bu sloganlara kulvar açması ve bu sloganları benimsiyor olmasıdır. Bu da önümüzdeki süreçte örgütlenme zeminimizin gelişeceği anlamına gelir. Sermayede de bu konuda tepkiler oluşuyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde senelerdir konuşulmayan şeylerdi bunlar. Yıllardır eğitim, sağlık, ulaşım, asgari ücret konuşan yoktu. Hep Kıbrıs sorunu konuşuluyordu. Kıbrıs sorunu da konuşulmalıdır, önemlidir. Ama biz hayattan yola çıkarak Kıbrıs sorununa varmayı hedefleyen bir partiyiz. Kıbrıs sorunundan yola çıkıp hayata dönmeyi düşünen bir parti değiliz. Aynı şekilde federasyonu savunan diğer partilerden bir farkımız var. Onlar federasyon olmadan Kıbrıs’ta ulaşım, eğitim, sağlık, çalışma yaşamındaki sorunlar gibi hiçbir sorunun çözülemeyeceğini düşünüyor. Biz de bu alanlarda emek eksenli bir program ortaya konmadan ve emekçiler örgütlenmeden Kıbrıs sorununun çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Biz bu ayrımı ön plana çıkarabilme fırsatı yakaladığımız bir seçim sürecindeyiz. Tartışma zemininin bu şekilde değişmesini de olumlu görüyoruz.
Kuzey Kıbrıs halkının programınıza ilgisi nasıl?
Fikirleri tartışma ve benimseme anlamında çok olumlu dönüşler alıyoruz. Halkın çeşitli kesimleri varlığımızdan bile haberdar değildi. Seçime girilmesiyle beraber halkta siyasal öznelere dair ilgi gelişir. Bu süreçte gerek varlığımız, gerekse sloganlarımız daha bilinir hale geldi. Ama insanların oy verme davranışları sadece benimsedikleri fikirlere göre belirlenmez. Maddi gücünüz, seçim sonucuna etkinizin beklentisi önemli faktörlerdir. Bunlar için de bu çalışmayı yeni bir başlangıç olarak görüyoruz.
Seçim süreciyle başlamadı mücadelemiz tabii ki. Seçim süreciyle de bitmeyecek. Bir eşik atlamanın yakınında olduğumuzu, bundan sonra da artık gerek Kıbrıs sorununun gerekse diğer sorunların emek sermaye çelişkisi temelinde konuşulacağı yeni bir sürecin başladığını düşünüyoruz. Önemli olan buna doğru örgütlülük adımlarıyla yanıt verebilmek. Açtığımız bu yolu derinleştirebilmek ve genişletebilmek adına gerekli araçları geliştirebilmek. Bu da sadece Bağımsızlık Yolu’yla alakalı bir şey değil. Gerek ekoloji ile ilgili duyarlılığı olan demokratik kitle örgütleri, gerek sendikalar, gerek özel sektörde sendikalaşmanın önünün açılması, gerek kadın örgütlerinin taleplerinin genişletilmesi gibi geniş bir mücadele ağıyla yürütülmesiyle alakalıdır. Önümüzde ciddi görevler var. Örgütlerimizle, kadrolarımızla, demokratik muhalefetle olan ilişkilerimizle bunu göğüslemek istiyoruz. Umarım başarabiliriz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye’deki ilerici, aydınlık, demokratik, sosyalist, emekten yana olan güçlere bir şey söylemek isterim. Kıbrıs’ta TC devletinin mevcut konumunun bir veri olarak kabul edildiği bir atmosfer var. o veriye dayalı olarak da ya Türkiye’deki mevcut iktidara biat edersiniz, ya olumlu olumsuz ne yaparsa yapsın reddedersiniz, ya da daha liberal bir noktadan “Biz Türkiye’nin egemenlerini ikna ederiz” şeklinde bir uzlaşma süreci geliştirirsiniz. Bağımsızlık Yolu, bu üç yolu da reddediyor. Bağımsızlık Yolu diyor ki “Bizim muhatabımız Türkiye’nin kadınları, emekçileri, ekolojistleri, ezilenleri, aydınları, sosyalistleridir.” Biz kendi halkımıza da diyoruz ki “Türkiye’yle ilişki kurma noktasında mevcut yolun dışında başka bir yol var: Türkiye halklarıyla ilişki kurmak” Bizim bir hedefimiz de Türkiye’nin aydınlık yüzüyle buluşmak ve bundan sonraki süreçleri de Türkiye emekçileriyle geliştirmektir. Şimdiden bir selam göndermiş olayım. Kapınızı çalacağız. Dayanışmak isteyeceğiz.
Söyleşi: Tankut Serttaş