Tarım ürünleri fiyatları finans sektörünün elinde spekülasyonla boğuluyor, güneş altında karnını doyurmaya çalışan insanların geliriyle karnını şişiriyor. İnsanları açlığa mahkûm ediyor, özellikle çocukların yetersiz beslenmesine neden oluyor. Gelişmiş ülkelerde ise insanlar aşırı kilodan dolayı can veriyor. Zengin az tüketirse Afrika karnını doyuracak anlamına gelmiyor
Yapılan nüfus tahminlerine göre 2050 yılında dünya nüfusu 9 milyara ulaşacak. Nüfusun artışı gıda kaynaklarının da artması anlamına geliyor. Açlıktan ölen, eksik gıda alan ya da kötü beslenenlerin sayısı da eğer bu doğayı ve insanı sömüren sistem değişmezse artacak demektir.
Ayrıca tarım politikaları açısından sadece nüfus artışı değil nüfusun yapısı, dağılımı, geliri, beslenme alışkanlığı da dikkate alınmalıdır. Çin ve Avustralya aynı tarım yapısına sahip değildir ve örneğin yükselen ülkelerde et tüketimi artmaktadır.
Bir de giderek hızlanan iklim bunalımı ve bunun tarıma olan etkilerini göz önüne getirin. Son hükümetlerarası iklim değişikliği paneli raporu uçurumun kenarında olduğumuzu gösteriyor. Ancak son yıllarda iklim bunalımı hep ön düzlemde yer aldığından ve diğer sorunlarla (kalkınma, büyüme, kirlilik gibi) bütüncül olarak ele alınmadığından zirvelerde çözüm bulunamıyor. Herkes suçu başkasına atıyor.
Tarım sektörü de hem iklim bunalımının sorumlularından biri hem de bu bunalımdan büyük ölçüde etkilenen sektör. Saldığı karbondioksit (CO2) ve metan gazı ile iklim bunalımına büyük ölçüde katkıda bulunuyor ve sonrasında da kuraklık, seller, fırtınalar ve zararlı ve işgalci hayvanların çoğalmasıyla felaketi yaşıyor, insanlar açlığa mahkûm oluyor.
Sorumuz şu: Bugünkü sanayi tarımı yani tarım ilaçlarıyla ve kimyasal girdilerle beslenen ve çok sayıda tarımsal makine ve düzenek kullanan ve sayılaşmış tarım artan nüfusun gıda gereksinmelerine yanıt verecek mi, verebilir mi yoksa doğa ve insana saygılı başka bir tarıma geçerek gıda gereksinmelerinin de ötesinde bir tarım yaratabilir miyiz? Giderek hızlanan iklim bunalımını da dikkate alarak nasıl bir tarıma geçmeliyiz ya da hangi tarımla bu bunalıma uyum sağlamak zorundayız?
“Yeşil devrim” adı altında makineleşmeye yer veren ve tarım ilaçlarıyla üretkenliği artırarak az da olsa açlık sorununa çözüm getiren sanayileşmiş tarım sektörü bunalımlar içinde.
Nedir yaşanan sorunlar?
Dünya tarımı genelde insanlar için değil hayvan yemi ve biyoyakıt için çalışıyor. Hayvan yeminin payı yüzde 40, biyoyakıtın payı yüzde 7. 2010 yılında Çin 55 milyon ton soya ithal etmiştir ve bunun yüzde 85’i hayvan yemidir. Tarımın dev gıda şirketleri politika ve fiyatlarıyla köylünün emeğini sömürüyor. Ülkenin tarım politikasını dış güçler belirliyor. 10 ülkede bulunan tarımın çokuluslu şirketleri üretimin yüzde 85’i sağlar. Küreselleşmeyle birlikte serbest değişim, tarım gıda sanayinin ve biyoteknolojinin dev şirketlerinin tüm dünyada köylü ya da geçim tarımı üzerindeki etkilerini Pierre Dardot ve Christian Laval şöyle açıklıyor: Güney ülkelerinin ekilebilir topraklarının gelişmiş ülkelerce (ABD, İngiltere) ya da yükselmekte olan ülkeler (Çin, Hindistan) tarafından ele geçirilmesi söz konusudur (Afrika Sahraaltı, Endonezya, Filipinler, Brezilya, Arjantin, Uruguay). Bu işlem ya satın alma ile ya da 38-99 yıllık kira sözleşmeleriyle elde edilir. Ele geçirilen ekilebilir toprak dünya genelinde yüzde 2’dir. Amaçları gıda ve enerji iaşelerini sağlamak, toprak ve tarım fiyatlarıyla ilgili spekülasyondan şirket ve finans merkezlerinin yararlanmasını sağlamaktır. Bu işlemler 2007 gıda bunalımından sonra yoğunlaşmış ve finans spekülasyonu ile ateşe benzin dökülmüştür. 2011 yılında ele geçirilen toprak 80 milyon hektardır. Böylece toprağın ele geçirilmesi, GDO ve tarım ilaçlarıyla yürütülen ihracata yönelik üretim köylülerin mülksüzleşmesine, kentlere göçüp gecekondulara yerleşmesine ve geçim tarımının azalmasına neden olmakta ve insanları açlığa itmektedir.
Kuşkusuz sadece üretmek yeterli değil, tabağa kadar da gelmesi gerekiyor.
Gelişmekte olan ülkelerde insanların beslenmelerine yanıt verecek geçim tarımı yerine ihracata yönelik tek ürün yetiştirilmesi teşvik ediliyor. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yapısal programlar adı altında tarıma verilen desteğin azaltılmasını istiyor.
Tarım ürünleri fiyatları finans sektörünün elinde spekülasyonla boğuluyor, güneş altında karnını doyurmaya çalışan insanların geliriyle karnını şişiriyor. İnsanları açlığa mahkûm ediyor, özellikle çocukların yetersiz beslenmesine neden oluyor.
Gelişmiş ülkelerde ise insanlar aşırı kilodan dolayı can veriyor. Zengin az tüketirse Afrika karnını doyuracak anlamına gelmiyor.
Tarım ilaçları toprak verimliliğini azaltıyor, toprak kirleniyor. Tarım fosil kaynaklı enerjilerle (makine, gübre) çalışıyor.
Köylünün ruhu olan toprak can çekişiyor. Toprak ağaları üzerinde dans ediyor.
Gıdada kendine yeterli olan ülkeler -en başta ülkemiz olmak üzere- ithalatla ve borçla karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Tarım kendi üretim ve tüketim yapısını belirleyemiyor, dış güçlerin politikalarına teslim oluyor. 1990 yılından beri 24 ülke tarım ürünleri ihracatçısı iken (9 Afrika ülkesi, 7 Doğu Asya ülkesi ve 8 Latin Amerika ülkesi) bugün bu ürünleri ithal ediyor ve borçlanıyorlar.
Ulusal tohum politikaları terk edilmeye zorlanıyor ve buğday, mısır, pirinç ve soya üretimi dünya tarımında yüzde 70 pay alıyor. Yerel tohum ve sebze-meyveler kayboluyor. Kooperatifler kapanıyor. Tarım birlikleri piyasaya teslim ediliyor.
Piyasa genetiği değiştirilmiş ürünleri yetiştirin, daha fazla kazanın diyor.
Dünya genelinde artan kentleşme tarım topraklarını istila ediyor.
Yeraltı suları azalıyor, kirleniyor.
Toprak derin işleniyor, organik madde azalıyor, kayboluyor.
Toprakta tuzlaşma artıyor, yanlış sulanarak su israf ediliyor.
Sebze ve meyvenin mevsimi ve tadı kayboluyor, dev seralarda üretken tarım yapılıyor.
Giderek etkilerini daha çok hissettiğimiz iklim değişikliği ise tarımın üstüne tuz biber ekiyor. Tarım sektörü saldığı CO2 ile hem iklim değişikliğine büyük ölçüde katkıda bulunuyor, hem de bu değişiklikten büyük ölçüde etkileniyor: Seller, kuraklık, orman yangınları, böcek istilaları tarıma sekte vuruyor, politikacılar seyrediyor.
Denizlerin yükselmesi tarım alanlarını işgal ediyor.
Tarımda verimlilik düşüyor ve insanlar artan nüfus karşısında giderek sorunlu olmaya başlayan tarımın insanları besleyip besleyemeyeceğini Thomas Malthus’den beri sorguluyor.
Tarım sektörü ile ilgili sorunları daha ayrıntılı şekilde daha önceki bir yazımda açıklamıştım.[1] Burada 9 milyarı hangi tarımla beslemenin olanaklı olup olmadığına bakacağız.
Dünyada uygulanan tarım türlerine geçmeden önce bugün genelde uygulanan sanayisel ve üretken tarımın kimi olumsuz yönlerini düzeltmek için uygulanacak politikalar olduğu uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Amaç çevreye saygı göstererek insanları sağlıklı beslemek ve açlığı önlemektir. Amartya Sen’in dediği gibi “Açlık insanların yeterince gıda alamamasıdır, yeterince gıda olmaması değil.”
Yerele uygun tür ve tohumlarla ve eğitim ve donanımla tarımda verimliliğin artırılması olanaklıdır. Tarım girdilerini (su, gübre, ekosistem) optimize ederek verimlilik artırılabilir. Tarımda öncelik insan tüketimi olmalıdır, hayvan yiyeceği ya da biyoyakıt değil. Üretilen ürünlerin yaklaşık yüzde 30’u üretimden tüketime giden yolda çöpe gitmektedir. Savurganlık azaltılmalıdır. Kıtlık durumunu dikkate alarak gıdalar sağlıklı şekilde depolanmalıdır. Et tüketimi azaltılmalıdır. Genetiği değiştirilmiş ürünlere yer vermeden önce elimizdeki ve kaybolmuş türlere önem vermek gerekir. Tarım arazileri çitlerle ve ağaçlarla çevrilerek biyoçeşitlilik korunmalı ve bunun tarıma sağladığı katkı dikkate alınmalıdır. Bu uyarıları aklımızda tutarak dünyanın farklı bölgelerinde uygulanan tarım türlerine bir göz atalım. Bu tarım türleri birlikte uygulanacağı gibi tek bir bölgede de uygulanabilir. Her tarım türünün ardında insan ve çevre ile ilgili felsefe de vardır. Kimilerinin ortak yönleri olduğu gibi tümüyle zıt yönleri de bulunabilir. Bu tarım türlerinde amaç tarım ile ekolojiyi bir araya getirmektir. Hepsi de “Yeşil Devrim” adı verilen yoğun tarımın yarattığı yıkıma karşı almaşık tarım türleri sunmaktır.
Fazla ayrıntısına girmeden kısaca bunları özetleyelim:
Geçim Tarımı: Bildiğimiz geleneksel tarım olup öncelikle köylünün gıdasını karşılamaya, yani öztüketime yöneliktir. İhtiyaç fazlası artık ürün yerel pazarda değerlendirilerek geçim için katkı sağlar. Tarımsal girdi az kullanır. Tarım yanında kümes hayvanları da beslenir. Kapitalist yoğun ve dev gıda-tarım şirketlerinin kurbanı olan tarımdır. Açlığı önleyen tarımdır.
Organik Tarım: Sanayi ve üretkenci tarımın tam karşısında yer alan organik tarım giderek yayılmakta ve bu tarımın ürünlerini pazarlayan ve satan yerler çoğalmaktadır. Hatta kimi dev, çokuluslu gıda-tarım şirketleri de pazar paylarını kaybetmemek için organik tarım ürünlerine yönelmektedir. Çevre ve insan sağlığına önem verir. Kimyasal gübre ve tarım ilacı kullanmaz. Tarla az sürülür. Humusun oksitlenmesi önlenir. Uğur böceği, bok böceği zararlı böceklere karşı kullanılır. Kullanılan GDO ise yüzde 0,9 düzeyindedir. 2018 yılında Avrupa ve ABD’de bu tarımın payı yüzde 7,5 olup 2020’de yüzde 20’e ulaşması beklenmektedir. Verimi sanayi tarımına göre düşüktür ama giderek artmaktadır. Zira sanayi tarımıyla fakirleşen toprağı yeniden canlandırmak söz konusudur. Biyoçeşitliliği korur. Az CO2 üretir.
Sorumlu Tarım: Yerel ekosisteme uyumlu, iktisadi sonucu optimize eden, özellikle kimyasal girdilere egemen olmaya çalışarak çevreye verilen zararı azaltmaya çalışan bir tarımdır. Toprağı (yapısı, içeriği, öğeleri) ve bitkiyi (tür, verimlilik) dikkate alarak ekime gerekli katkıyı ve uyarlamasını sağlamaya çalışır.
Sürdürülebilir Tarım: Bu tarımın üç ayağı vardır: Ekolojik, toplumsal ve iktisadi. Amaç insanları beslemek, doğal kaynakları tehlikeye atmamak, çevreye özen göstermek ve korumaktır. Tarım çöplerini değerlendirir ve komposta (gübre) dönüştürür. Biyokütleden enerji sağlamaya çalışır. Suyu tasarruflu kullanır. Tohum ve türleri korumaya çalışır. Ürünleri kısa devre ve yerel pazara yöneliktir. Ürünler izlenir. Organik tarımla ortak özelikleri çoktur.
Ekolojik Yoğun/Düşünülmüş Tarım: Üretkenlik ve çevre kaygısı birlikte gider. Çevreyi düşünerek az kimyasal girdi ve ilaç kullanır. GDO kullanabilir. Üretkenlik, kârlılık ve çevre arasında denge sağlamaya çalışsa da kurallara uyma esnektir. Yoğun tarımın çevresinden dolaşır.
Perma Kültür: 1970’li yıllarda Avustralya’da Bill Madison ve David Holmgren yoğun ve sanayi tarımın verdiği zararları görürler ve istikrarlı ve dayanma gücüne sahip olan perma kültürün öncüsü olurlar. Doğal ekosistemin hızına ayak uydurarak geleneksel tarımın bilgisinden yararlanır. Büyüme karşıtıdır. Bostancılığı önerir. Etik önemlidir. Toprağa olduğu kadar insanlara da saygı ve özen gösterir. Kaynakları eşit dağıtmayı ve paylaşmayı amaçlar. Kendi kendine yeterli olmayı amaçlar. Tepecikler üzerinde tarım yapılır. Bostancılığa daha uygundur.
Biyodinamik Tarım: Bütüncül, canlandırıcı, yenileştiren, olumlu tarım olup gizem (ezoterik) içerir.1925’li yıllarda Rudolf Steiner’in önerdiği az çok organik tarım benzeri bir tarım olup eğer toprak nitelikli ise üründe nitelikli olacaktır der. Toprak ile gökyüzü arasında bağlar kurar. Toprak özerk bir organizmadır. Toprağın verimliliği ve saflığı gezegenlerin sıralanmasına, uzayın örgütlenmesine bağlıdır. Toprak ve insan sağlığı ön düzlemdedir.
Orman-Tarım İşbirliği: Diğer adıyla tarımsal ormancılık olup orman, mera, çalılık kenarı, içi yapılan tarımdır. Ağaç-ekim arasında denge, uyum sağlar. Buğday-ceviz bir aradadır örneğin. Ağaç yaprakları toprağı besler. Kirliliği azaltır. Hayvanlar da tarıma ortak edilir ve meyve ağaçları altında otlanırlar. Biyokütle daha fazla üretilir. Işık, su eşgüdümlü kullanılır. Bir tür mikro iklim yaratılır. Ağaçlar (meyve)köylünün gelirini artırır. Arıcılık devreye girebilir. Ekolojik koridor ve süreklilik sağlanır. Biyoçeşitlilik sağlanır. Bu tür yerler turizm için de kullanılabilir.
Kentsel Tarım:[2] Kent içi ve çevresinde yapılan tarım olup bostancılık ya da özel şirketlerin kurduğu kentsel çiftliklerde yapılan tarım olup kısa devreli, doğrudan pazarlanan ve kentsel pazara yöneliktir. Kentin bir kısım gıda gereksinmesine yanıt verebilir. Örneğin 19. yüzyılda Paris kentinde gerçekleştirilen işçi bahçeleri ya da bostanları kentsel tarımın ilk örneklerinden olup organik tarım yoluyla kenti beslemiş ve hatta ihracat bile yapar hale gelmişlerdir. Transition Network adı altında bugün dünyada 30 kadar kent (Avrupa’da 11) yenilenebilir enerji ve gıda zincirini kısaltma konusunda önemli çabalar sarf etmektedirler.
18. yüzyılda Fizyokratlar tarımın en önemli sektör olduğunu, tarımın maddeyi çoğalttığını söylemelerinden tarım bu kadar insanı besleyebilir mi sorusuna geldik.
Dünyada her yedi kişiden birinin açlık içinde olduğu bir döneme geldik.
Kuşkusuz tarımın değişmesi yanında kullanılan enerji (yenilenebilir enerjiye yönelmek), gıdaların nakliyesi, dağıtımı, saklanması ve pazarlanması konusunda da doğaya saygılı önlemler almak gerekecektir.
Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız.
Tüm bunlar ise zaman alacak ve bir geçiş dönemi yaşanacaktır. Geçiş dönemi de var olan sistemi düzenlemek ya da iyileştirmenin ötesinde başka bir sisteme geçişi sağlamalıdır.
Tüm bu tarım türleriyle artan nüfusu beslemek olanaklı mı? Çevreyi mahvetmeden bir milyar düzeyinde eksik ve kötü beslenen insanları besleyebilir miyiz? Uzmanlara göre evet. Sadece gıda savurganlığını yarı yarıya azaltmak bile yeterli olabilir. Silahlanmaya harcanan paranın onda biriyle insanların geçim tarımına yönelmesini sağlamak açlık sorununu çözebilir. Ancak sorun gıdaya erişimdir ve esas sorun da buradadır. Ekilen topraklar eşit dağılmamıştır, ekilen topraklara gıda-tarım şirketleri yani tekelci kapitalist şirketler egemendir ve tarım politikalarını elde edecekleri kâra göre belirlerler. Geçim tarımında, yerel tarımdan sizi koparıp piyasaya yönelik spekülasyon ve genelde tek ürünlü tarıma yöneltirler. Hayvan yemi ve biyoyakıt üretin derler.
Artan nüfus karşısında bugünkü topraklarda yapılacak ekimle beslemek zor olacak ta deniyor. Dünyada 13 milyar hektar alan var. Bunun 4,9’u tarım alanında yani yüzde 38. Bu yüzde 38’in ise 1/3’ü ekili alan, 2/3’ü ise otlaklar. 3,9 milyar hektar ormanlık alan (yüzde 30) ve 4,2 milyar hektar (yüzde 32) tarıma uygun olmayan toprak var. Uzmanlar 2,5 milyar hektar kullanılabilecek ekim alanı var diyorlar. Afrika’da hala ekilebilecek topraklar var diyor uzmanlar. Yeter ki toprak işleyenin olsun.
Farklı üretim ve tüketim biçimlerine geçmemiz gerekiyor. Bunun içinde aşırı tüketimi özendiren, sağlıksız beslenmeye yer veren, çevreyi zehirleyen ve tarım emekçilerini sömüren sisteme son verip insan ve doğaya saygılı üretime geçmeliyiz, geçmek zorundayız. İnsanları, 10-15 milyar olsa da besleyebiliriz. Bugünkü tarımı sorgulamak iklimi de ilgilendirir ve etkilerini azaltabilir.
İnsana ve bastığı, ayakta durduğu toprağa saygı gösterelim, unutmayalım.
Dipnotlar:
[1] İsmail Kılınç, “Tarım sektörü: Hem sorumlu hem kurban”, sendika.org, 4 Eylül 2016.
[2] İsmail Kılınç, “Kentte tarım, kentsel çiftlik ve uygulamalar”, sendika.org, 19 Mayıs 2016.
Bir kitap:
Louis Malassis: Ils vous nourriront tous, les paysans du monde, si…, CIRAD-INRA, 2006.
Kaynaklar:
Pablo Sevigne: Nourrir l’Europe en temps de crise, Babel essai, 2014.
Pierre Dardot, Christian Laval: Commun, Essai sur la révolution au XXI.siècle, LA Découverte, 2014.
Frederic Denhez: Cessons de ruiner notre sol, Flammarion, 2014.
Bruno Parmentier: Comment nourrir 9 milliards d’hommes, 2007(cairn.info).
Marc Dufumier: 50 idées reçues sur l’agriculture et l’alimentation, Allary yay.,2014.
Walden Bello: La fabrique de la famine, CarnetNord, 2012.
İ. Cossiers, K. Marechal, D.Meda; Vers une société de post-croissance, L’Aube, 2017.
Le fil vert, Libération, 26 Ağustos 2021.
Audrey Gorric: omment nourrir 9 milliards sans détruire la planète?le Monde, 14 Ekim 2011.
Les emissions de co2 menacent notre alimentation, Le Monde, 27 Ağustos 2018.
materre.fr; nationalgeographic.fr; actu-environnemnet.com; futura-sciences.com; agrobiodciences.org; wweeddoo.com; slate.fr; nouvelobs.com; latribune.fr; ecoco2.com; conolis.polytechnique.fr; lesechos.fr; opinion-internationale.com; alimenterre.org; sideplayer.fr; levif.be; scienceshumaines.fr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.