İktidar sıkıştıkça kadınların, bedenlerine, emeklerine ve hayatlarına saldırıyor. Şiddet karşısında ekonomik, politik, hukuki ve toplumsal olarak savunmasız ve güvencesiz bırakılan kadınlar iktidarlar ve onların evlerdeki, işyerlerindeki, sokaktaki temsilcileri tarafından denetlenmeye, kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Fakat kötü haber; kadınlar geri çekilmiyor
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de krizde olan neoliberal faşist rejimin kadın düşmanı yönü giderek güçleniyor. İktidar sıkıştıkça kadınların, bedenlerine, emeklerine ve hayatlarına saldırıyor. Şiddet karşısında ekonomik, politik, hukuki ve toplumsal olarak savunmasız ve güvencesiz bırakılan kadınlar iktidarlar ve onların evlerdeki, işyerlerindeki, sokaktaki temsilcileri tarafından denetlenmeye, kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Fakat kötü haber; kadınlar geri çekilmiyor.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı da tam da böyle bir zamanda, pandeminin de etkisiyle ekonomik krizin artık bastırılamayacağının görüldüğü, iktidarın kan kaybedişinin süreklileştiği, toplumun her kesiminin öfkesinin arttığı bir anda seçimlere giden Erdoğan’ın, kendi tabanını konsolide etmek, gerici muhafazakar oylara oynamak ve erkek çoğunluğun rızasını almak üzere “kutsal aile”nin güvenliği öne sürülerek alındı. AKP sözleşmeden çekilmeye giden sürecin taşlarını aslında uzun zamandır örüyordu. Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözüyle başlayan ve Boşanma Komisyonu Raporu’nun adım adım hayata geçirilmeye çalışılmasıyla devam etti. Boşanmanın zorlaştırılması için getirilen arabuluculuk düzenlemesi, nafaka hakkına dönük saldırı, müftülük yasası vb. kimisi başarılı kimisi başarısız birçok adımın temel meselesi aileyi erkeği korumak üzerine kurgulanmıştı.
Kadınların haklarına dönük bu tür saldırılar bir yandan kadınları saldırıya açık hale getirirken öte yandan da cezasızlık politikalarını besliyor. Erkeğe, kadını ehlileştirmek için sınırsız şiddet hakkı tanıyan iktidar; erkeğin bunu yapabilmesi için hukuk aracılığıyla bir alan yaratıyor. İyi hal indirimleriyle, tahrik indirimleriyle, nafaka hakkının gaspıyla, boşanmayı zorlaştırmasıyla erkeğe devlet tarafından aklanma garantisi sunuluyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin uzunca bir süre hedef gösterilmesinin ardından, Türkiye 1 Temmuz 2021’de resmi olarak sözleşmeden çekildi. İstanbul Sözleşmesi’nin en temel özelliği şiddeti önlemeyi, cinsiyetçi işbölümü ekseninde derinleşen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temellerini zayıflatma eksenine oturtması ve LGBTİ+’lara da şiddet karşısında güvence verebilmesiydi. İktidar homofobinin, mizojininin ve gericiliğin üzerine oturttuğu karşı tezlerle toplumu İstanbul Sözleşmesi etrafında kutuplaştırdı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi kadınları saldırıya daha fazla açık hale getirse de bu süreç mücadele zeminini genişletti ve kadınlarla LGBTİ+’lar arasındaki görünmez duvarı da ortadan kaldırmış oldu.
Kadınların haklarına dönük saldırılar yalnızca yasaların ortadan kaldırılmasıyla değil aynı zamanda da var olan yasaların uygulanmamasıyla ya da yasanın hedef gösterilmesiyle de açığa çıkabiliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının açıklanmasının öncesine kadar kadın hareketi karakollarda, adliyelerde, kamusal alanın tamamında sözleşmenin uygulanması için uğraşırken 6284 sayılı yasadan gelen hakların kullanılabilmesi ya da medeni kanunla bağlanan nafaka ve velayet hakkına dönük saldırıların püskürtülmesiyle de uğraşıyordu. O nedenle kadın hareketinin İstanbul Sözleşmesi yoksa İstanbul Sözleşmesi biziz lafı dün de bugün de gerçek bir yere oturuyor.
Farklı şiddet biçimleri, çoğu kez baba, abi, koca, partner veya eski partner, koca konumundaki erkekler ya da reddedilen bir erkek tarafından kadınlar üzerinde disiplin, kontrol ve ceza aracı olarak kullanıyor. Devlet ise gerek farklı kurum ve mekanizmalar ile doğrudan, gerekse görmezden gelerek, tedbir almayarak ve erkekleri cesaretlendirerek dolaylı yollarla bu şiddete katkıda bulunuyor, fail oluyor. Çünkü devlet, “diğerleriyle” en büyük işbirlikçisi aile ve onun reisi erkek arasında bir karar verecek olsa her zaman aile ve erkeği tercih eder. Bu söz konusu kadınlar olduğunda da çocuklar olduğunda da değişmez.
Bu nedenle bir yandan çocuk istismarına karşı idam ve hadım gibi tartışmalar yaparak bunu en ağır suç gibi tarifleyen iktidar, Diyanet’e 9 yaşındaki kız çocuğu evlenebilir fetvaları verdiriyor. Öte yandan “severek evlenen” ve “haksız yere tutuklandığı için mağdur olan ailelerin mağduriyetini gidermek için”, çocuk cinsel istismarı faillerine af müjdesi veriyor.
Son olarak Meclis’te görüşülen Beşinci Yargı Paketi kapsamında ise boşanmış ebeveynlerde erkeği icra yoluyla teslim almadaki harçlardan “kurtarmak” ve “babalık duygusunun tatmini” için kişisel ilişki kararları yerine getirilmediği hallerde velayeti bulundurana disiplin hapsi öngörüyor ki çoğunlukla velayeti bulunduran kişiler kadınlar oluyor. Birçok kadının şiddete uğrama korkusu nedeniyle çocuğun görüş hakkını yerine getiremediğini göz önünde bulundurduğumuzda şiddet tehdidi altındaki kadınlar cezaevi tehdidi nedeniyle şiddete açık hale gelmeyi tercihe zorlanacaktır.
Meclis’te yapılan bütçe görüşmelerine dönüp baktığımızda da aynı aileyi ve erkeği önceleyen politikanın bütçesinin oluşturulduğunu görüyoruz. Yine bütçeden en küçük payın yüzde 3,77 ile kadınlara verildi. Bakanlık yalnızca kadınlara bakmıyor o nedenle bütün bütçe de kadınlara ait değil kadının güçlendirilmesi alt birimi için ayrılan pay 998 milyon lira, bunu Türkiye’deki kadın nüfusuna böldüğümüzde kadın başına 22,5 lira düşüyor. Bununla neler yapılmaz ki…
Bütçeden kadınlara pay ayrılmadığı gibi bakanlık programında da kadınlar yok. Program dahilinde açılması planlanan 3 sığınak var biri 2022 biri 2023 öteki de 2024. Yoksulluğun giderek derinleştiği, tanımlı işsizliğin 8 milyona vurduğu ve bunun yüzde 29’unu kadınların oluşturduğu koşullarda kadın yoksulluğuna dair de herhangi bir program yok.
Ne iktidarın ne de bakanlığının kadınları koruyacak politikalara yönelmesini beklemiyoruz. Fakat bu kriz ortamındaki saldırganlık ve her türlü şiddet biçiminin katmerlenerek kadınların hayatlarını, haklarını ve umutlarını elinden alması karşısında bundan öncesinde olduğu gibi birbirimizi savunacak mekanizmaları daha yaygın bir şekilde inşa etmemiz gerekiyor. Feminist özsavunma ağlarını mahalle mahalle inşa ederek bu ağları kadınların kolektif güçlenme, dayanışma ve mücadele ağlarına dönüştürmemiz gerekiyor. Bedenlerimizi barikatlara yasladığımız gibi birbirimize de yaslamalıyız ve evlerde, sokakta, karakollarda, adliyelerde birbirimizi yalnız bırakmamak için daha fazla çalışmalıyız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.