Özgürlüğe giden gerçek yol, “aileyi ortadan kaldırma” çağrısı değildir. Bu ancak kapitalizmin çürütücü mantığına meydan okuyan reformlarla, geleneksel aile yaşamını radikal bir şekilde dönüştürerek yapılabilir
Sophie Lewis’in Tam Taşıyıcı Annelik Şimdi (Full Surrogacy Now, Verso, 2019) adlı kitabının buradaki değerlendirmesi ilk önce Jacobin Foundation’ın Catalyst: A Journal of Theory and Strategy adlı dergisinde yayımlandı.
Bir ticari taşıyıcı anne bir rahim mi, bebek mi, yoksa bir hizmet mi satıyor? Önemi var mı? Çocuklar ebeveynlerine mi yoksa etraflarındaki topluluğa mı “ait” olmalı? Tam Taşıyıcı Annelik Şimdi adlı kitabında Sophie Lewis, ilericilerin aynı fikirde olmaktan uzak oldukları bu soruları konu üzerindeki kendi düşüncelerinin bir parçası olarak ele alıyor. Lewis ticari taşıyıcı anneliği kuvvetle eleştirirken, bu sektörün yasaklanmasına da karşı çıkıyor. Yasaklama çağrısının Sağ’ın kürtaj karşıtı politikalarıyla uyumlu olduğunu iddia ediyor. Onun yerine, Lewis taşıyıcı anneliği emeğin sorunlarından biri olarak görüyor ve taşıyıcı annelik işçileri için genişletilmiş hakları savunuyor. Onun ideali olan, çocukların kolektif olarak büyütülecekleri post-kapitalist dünyada, taşıyıcı annelik sadece bir bakım hizmetidir.
Lewis taşıyıcı annelik savunusunu aile hakkındaki daha derin bir görüşün içinden yapıyor. Sol’un hedeflerinden birinin ailenin lağvedilmesi gerektiği olduğu, taşıyıcı anneliğin bir baskı kaynağı olmaktan çok öteye, ailenin çözülmesi için bir yol olduğu görüşünde. Kapitalizmde geleneksel ebeveyn-çocuk ilişkisi bir sahiplik (ebeveyn(ler)in çocuklar üzerindeki sahipliği) beyanıdır. Ailenin kapitalizm için işlevselliği gereği sürdüğü inancında olduğu gözüküyor. Sermaye için gelecek işçiler neslinin üretildiği yer ailedir ve ebeveynler (çoğunlukla kadınlar) işveren sınıfı için ücretsiz bakım emeği sağlarlar. Bunun hiçbir doğal yanı yoktur, sadece kadınlar için değil çocuklar için de asıl olarak baskıcıdır.
Lewis’in inancına göre, ideal bir dünyada, çocuklara, kendilerine “ait” olduğu için değil, seçimleri sonucu çocuklara bakmayı seçen birden çok yetişkin ebeveynlik yapacak. Bir model olarak tarihteki ezilen grupların pratiğine bakıyor. Köleleştirilenlerin örneğinden bahsederek, kendi çocuklarına “sahip olma” hakkı verilmediği için çocukların bakımı için birçok yetişkinin sorumluluk aldığı komünal çocuk büyütme pratikleri geliştirdiler. Günümüzdeki ticari taşıyıcı annelerin de benzer şekilde ezildiklerini düşünüyor. Onun fikrine göre, tam da aile yapısı ile gelen ayrıcalıklardan bazı nüfus gruplarının yararlanamaması yüzünden, aile yapısında içkin olan baskıdan bir kurtuluş çaresi olarak tasavvur edilebilirler. Dolayısıyla, taşıyıcı anneliği lağvetmek değil, tersine genelleştirmek gerekir.
Tam Taşıyıcı Annelik Şimdi acil etik ve politik sorular ortaya atarken, iddiasında da büyük ölçüde başarısızdır. Lewis, tarif edici olanla (taşıyıcı annelik sektörünün canavarlıkları) ve normatif olanı (post-sermaye ve post-aile komün) güçlükle bir arada tutmaya çalışıyor. Her ne kadar birkaç eleştirmen onun aile eleştirisine odaklansalar da kitabının en problematik olan tarafı bu değil. Daha ziyade, onun, sosyal yaşamın daha fazla metalaştırılmasını patriyarka ve sermayeden kurtuluşun bir yolu olarak görmesidir. Eğer “tam taşıyıcı annelik” onun idealindeki meta olmaktan çıkarılmış bakımı temsil ediyorsa, “yasalaştırılabilecek” bir ideal olmadığına inanıyor, ve ticari taşıyıcı anneliğin yasaklanmasının da onun açısından kesinlikle kurtuluşa giden yol olmadığına inanıyor. Onun yerine, Lewis için, bütün tehlikelerine rağmen piyasalara bağımlılık piyasaları olmayan bir dünyaya doğru tek yoldur. Bu nedenle de kitabı ticari taşıyıcı anneliğin tavsiyesi edilmesi ve dolayısıyla, sermayenin hayatımızın şimdiye kadar ondan korunan alanlarına nüfuzunun derinleşmesi demektir. Ve böylece Lewis iddiasını ispatlamakta başarısız kalmaktadır.
Lewis’in ticari taşıyıcı anneliği savunusunun temel önermesi hamileliğin, herhangi bir diğer emek gibi, bir emek biçimi olduğudur. Yani, karşılığı ödenmeden (feminist literatürdeki karşılığı ödenmeyen ev emeği bağlamında, ç.n.) ve evlilik bağıyla yapılsa da onun emek olduğu gerçeğini değiştirmez. Taşıyıcı anneliğin ticarileştirilmesi o emeği metaya dönüştürür. Ana rahmini, “çağrı merkezinde çalışan işçilerin ses telleriyle, atletlerin kaslarıyla veya akıllı telefon montaj bandında çalışanların göz yuvarlağıyla bir tutuyor”. Ve emek harcanması gereken bir faaliyet olduğu için (buna “rahmin çalışması” diyor) böyle kabul edilip buna göre karşılığını almalı, lağvedilmemeli.
Hiç şüphe yok ki, hamilelik epey bir emek gerektirmektedir. Buradan kalkarak onu iş olarak, kapitalizmdeki sömürülen herhangi bir emek biçimi olarak kabul edebilir miyiz? Onu metalaştırmakta, ekonomik değeri üzerine tartışmakta, sanki konfeksiyon işçilerinin ücretini konuşuyor gibi konuşmakta hiçbir çekince görmemeli miyiz? Lewis taşıyıcı annenin bir konfeksiyon işçisinden daha az sömürülmediği fikrinde gibi gözüküyor ve dolayısıyla da hedef onun sömürülmesini mahkûm etmek ve minimize etmek olmalı, emeğin kendisini yasaklamak değil. Bir an için sömürü meselesini bir tarafa bırakalım ve taşıyıcı annelere yapılan muameleyi mahkûm etmek için pek çok neden olduğunda anlaşalım. Bunun ötesinde, farklı emek çeşitleri birbirleriyle karşılaştırılabilir mi?
Taşıyıcı annelik sözleşmeleri, doğaları itibariyle diğer pek çok sömürülen emek biçimlerinden daha fazla kadın vücudunun otonomisinin derinine inerler. Her şeyden önce, kontratların çoğunda taşıyıcı annelerin kürtaj hakları ciddi bir şekilde engellenir; daha da fazlası, kürtaj kararı sıklıkla işverenlerine devredilir, böylece işverenlerine, kişi olarak taşıyıcı anne üzerinde kısmi kontrol tanınır. Taşıyıcı anneler bu işi yapmayı kendisi seçer, aynen bir fabrika işçisinin ücretli işçi olmayı seçmesi gibi. Fakat fabrika işçisinin en azından işi terk etme hakkı varken, taşıyıcı annenin bir kere seçimini yaptıktan sonra işi bırakma seçeneği son derece kısıtlanmış olur. Sözleşmeler kadının vücuduna, aradaki ajansın kadına lüzum gördüğünde pek çok biçimde tıbbi müdahalede bulunmak özgürlüğü de dahil olmak üzere, geniş müdahalelerde bulunmaya müsaade ederler. Taşıyıcı anneler sıklıkla 9 aylık hamilelik süresi boyunca kapatılırlar ve hareket ve ziyaret hakları kısıtlanır. Bu kısıtlamalar ücretli işçiler için uygulanamayacak yollarla sözleşmenin parçası haline getirilirler. Taşıyıcı annelerin hakları karşısında daha dikkatli olan kontratlar bulmak elbette mümkünse de değişimin doğası böylesi korumaları kaçınılmaz olarak kısıtlı kılacaktır. Sürecin sağlıklı bir bebeğin doğumuyla sonlanması amaçlandığı için, üretim sırasındaki olağan “kalite kontrolü” sürecinin taşıyıcı annenin özgürlükleri üzerinde, metalaştırılmış diğer emek biçimlerinde gereksiz olan, ciddi kısıtlamalar getirmesi kaçınılmazdır.
Bu daha ana problem bile değildir. Belki taşıyıcı annenin haklarını korumanın yollarını bulabiliriz, demokratik bir toplumda diğer işçiler için ne kadar koruma sağlanabiliyorsa. Taşıyıcı annelikte asıl spesifik olan şey işçi ile “ürünü” arasındaki ilişkide yatmaktadır. Marx’ın açıkladığı gibi, prototipik ilişki derin bir yabancılaşmadır. Kapitalizmde, işçinin üzerinde çalıştığı malla gerçek bir ilişkisi yoktur. Hatta mal dışsal bir güç olarak, bir baskı kaynağı olarak tepesinde sallanır ve işçilerin malın üretimini hatta kalitesini bilinçli olarak sabote ettikleri görülmeyen bir şey değildir. Ama taşıyıcı annelikte değil. Ürünün teslimi tipik olarak derin bir endişe kaynağıdır.
Bir BBC haberinde gösterildiği gibi, taşıyıcı annelerin bazen dünyaya getirdikleri bebeklere göz atmalarına bile izin verilmez, bu durum olayın üstünden yıllar geçse bile azalmayan zorlu bir kayıp duygusuna ve acıya yol açar. Lewis’in kendisi, Google Baby adlı bir başka belgeselde, sezeryan ameliyatı ile doğum yapmış bir taşıyıcı annenin hastane yatağındayken hızla uzaklaştırılan yeni doğmuş bebeğin arkasından döktüğü sessiz göz yaşlarına dikkatimizi çeker. Belgeselde, doğurduğu ikizleri ebeveynleri gelmeden önce emzirmek de dahil olmak üzere üç hafta bakan bir başka taşıyıcı annenin bebeklerden ayrılışı gösterilir, izleyici kadının ruh sağlığının ne halde olduğu merakı ile baş başa kalır. Şüphesiz böyle bir üzüntüyü deneyimlemek kişiden kişiye farklılıklar gösterir, ama hamilelik emeğinin önemli yönlerinden veya zararlarından biri olarak kabul edilir.
Bu, genel olarak iş ile iş olarak hamilelik arasındaki niteliksel farklılığın anahtarıdır. Bir konfeksiyon işçisi emeğiyle ürettiği bir bluzun arkasından gözyaşı dökmez. Lewis bir noktada, ve sadece o bir noktada, taşıyıcı anneliği ortadan kaldırmak isteyenlerle aynı fikirde olduğunu söyler; o da şudur: “taşıyıcı anneler bir anlamda bir bebeği satıyorlar …canlı ürün el değiştirinceye kadar ücretlerinin tamamı ödenmez.” Ama ayrıldığı yer, taşıyıcı anneliği kaldırmak isteyenlerin vardığı şu sonuçtur: “dolayısıyla, onlar bir bebeği üreten emeği, yani daha sonra o bebeğin ‘hareketli, gelişmeye devam eden vücudunda’ yavaş yavaş gözden kaybolan emeği satıyorlar.” Onun yerine, Lewis’in tutumu şudur: “taşıyıcı annelerin somut emeği metalaştırılınca, bir canlı varlık formunda katılaşır” ve üretim süreci içindeki somut emeklerinin karşılığı olan fiyatı alırlar.
Lewis’in hamilelik emeği ile diğer emek çeşitlerinin eşdeğer olduğu iddiası istemeyerek de olsa kadınlara karşı bir nosyonu güçlendirmektedir. Onun, hamilenin bir bebeğin yaratılmasına katkısının doğumla bittiği ve bebeğin “hareketli, hala gelişen vücudu” ile bir ilişkisinin olmadığı iddiası, ebeveynliğin sadece genetik katkı -yumurta ve sperm- temelinde belirlendiği fikri üzerine kuruludur. Mevcut yasal pratik de genel olarak aynı görüştedir. Mahkemeler taşıyıcı annelerin ebeveynlik iddialarını, genetik olarak bebekle bağlantıları olmadığı için reddetmektedirler.
Debra Satz’ın not ettiği gibi, “kadınların bu biricik [unique] emek katkısına mahkemeler tarafından gösterilen bu dikkatsizliğin kendisi eşitsiz muamelenin bir biçimidir. Farklı olmalarına rağmen, mahkemeler kadınların hakları ve katkılarını erkeklerinki üzerinden tanımlayarak, onların hakları ve gereksinimleri için uygun bir temel kabul etmekte başarısız kalıyor, [böylece] kadınların üzerine ek yükler [bindiriyorlar].” Diğer bir deyişle, yasal taşıyıcı annelik kavramı hamilelik emeğini ebeveynin tanımından koparmakta ve böyle yaparak kadınlar hakkındaki geleneksel kuluçka nosyonunu güçlendirmektedir.
Lewis, kendi argümanı için merkezi olan, kadınların yumurtalarına ek olarak bebeğin dünyaya gelmesi için dokuz aylık hamilelik emeği katkısı gerçeğinin sonuçlarını tuhaf bir şekilde dikkate almamaktadır. Bu durum (hamilelik emeği, ç.n.) kadına bebekle arasında sadece genetik materyalin transferinin üzerinde ve ötesinde bir bağlantı sağlar. Kadınların hamilelik emeğinin spesifikliğini tanımayı ve bunu yaparken o emeği metalaştırmanın duygusal şiddetini de reddederek, Lewis sadece mevcut yasal pratik tarafından onaylanan yorumu güçlendirmektedir.
Şimdi Lewis buradaki kendi akıl yürütmesinin kısmen farklı olduğunu söyleyip itirazda bulunabilir. Çeşitli vesilelerle motivasyonunun, en azından kısmen, bizatihi hamilelik hakkındaki görüşlerden değil, başta genler üzerine kurulu olan olmak üzere, ebeveynliğe dair bütün mülkiyetçi tanımlara itirazdan kaynaklandığını söylüyor. Yani, çocuğun taşıyıcı anneden alınabilmesinin sebebi, aynen genetik ebeveynler için olduğu gibi, taşıyıcı annenin de çocuk üzerinde herhangi özel sahiplik hakkı zaten olmaması fikridir. Ancak, açıktır ki, gerçek değeri ne olursa olsun, yaygın ebeveynlik ideali çocuğu karnında büyüten kadının ebeveynlik alanından uzaklaştırılması üzerine kurulamaz. Çocukların münhasıran biyolojik ebeveynlerinin mülkiyeti olmaması ve çocuğun etrafında onu zenginleştiren, olgunlaşmasına katkıda bulunan geniş bir ilişkiler çevresi olması gerektiğini söylemek bir şeydir. Ancak, geniş ilişkiler çevresinin bebek üzerinde ilk hakkı olanlar olduğunu ve ebeveynlere onun (ilişkiler çevresinin, ç.n.) keyfine göre bebekle birlikte olma hakkının verileceğini söylemek çok başka bir şeydir. Bu, çocuğu taşıyıcı anneden alma pratiğini savunmak anlamına gelmektedir.
Taşıyıcı annelik savunmasının son mercii olarak, Lewis, mesleki zararlar bir tarafa bırakılırsa, “ücretli hamileler … emeklerini sömüren bu sektörün yok edilmesi çağrısı yapmıyorlar” gözleminde bulunuyor. Diğer bir deyişle, taşıyıcı annelerin kendileri yaptıkları işten memnun görünüyorlar. Ama bu, ilerici bir yazardan gelmesi tuhaf bir argüman. Basit gerçek şudur ki, bazı işçilerin yaptıkları işin ortadan kaldırılmasına itiraz etmeleri onu devam ettirmeyi haklı çıkarma nedeni sayılamaz. İşçiler sıklıkla böyle protestolarda bulunurlar, aslında o işi istedikleri için değil, başka alternatifleri olmadığı için. Onların protestosunu o işi devam ettirme sebebi olarak almak onların isteklerine saygı duymakla aynı anlama gelmez; onların umutsuzluğundan faydalanmak anlamına gelir.
Bu dinamiğin iyi bir örneği erken 2000’li yıllarda Kalküta’daki bir veya birkaç kişi tarafından çekilen iki tekerlekli çekçek arabalarının yasaklanmasıydı. İktidardaki Komünist Partisi işçilerin fiziksel olarak arabayı çekmelerini onur kırıcı ve sömürüsü yüksek bir iş olarak gördü. Şüphesiz ikisi de doğruydu. Ama, o zaman, bu arabaları çekenler yasağa itiraz ettiler. Ve kendilerini temsil eden bir sendikaları da vardı. Sendikanın tavrı protestoları desteklemek oldu ama işçilerin tepkisini yaptıkları işin onaylanması olarak gördükleri için değil. Yasağa itirazın nedeni, bu yasadan etkilenecek işçilere eyalet hükümetinin alternatif iş olanağı sağlama programının büyük ölçüde yetersiz oluşuydu. Bütün Bengal Çekçek Sürücüleri Sendikası yürütmesinin üyelerinden Anwar Hussain’in açıkladığı gibi, “Eğer hükümet bu işi yapan 23 bin kişi için kabul edilebilir bir iyileştirme programı ile gelirse, Kalküta’da çekçeklerin kaldırılmasını destekleyeceğiz” dedi. Sendika lideri için, asıl mesele işin doğasının aşağılayıcı olup olmaması değil (ki öyledir) işçilerin korunmasıdır.
Lewis’in, taşıyıcı annenin işi yapmak istemesini işin istenilebilirliğine kanıt olarak göstermesi, bu kabulü sadece yanlış yapmaz, aynı zamanda bazı en kötü iş pratiklerinin daha yaygın olan sağcı savunması ile uygunluk haline getirir. Doğru, işçiler emeklerinin yasalaşması çağrısı yapınca ciddiye alnmalıdırlar. Ama bu bir koz kartı değildir ve asla olamaz. Dolayısıyla, taşıyıcı anneliğin olası yasaklanması üzerindeki herhangi bir tartışma kapsamlı bir tazminat ve taşıyıcı annelik işçileri için alternatif istihdam koşullarıyla bütünlüklü olarak bağlantılandırılmalıdır. Taşıyıcı annelik işçilerinin isteği olarak kabul ettiği şeyi teşvik etse bile, Lewis’in çalışması bu boyutları ele alsaydı, faydalı olabilirdi.
Ticari taşıyıcı anneliği savunmak için onların fikirlerine dayandıktan hemen sonra, Lewis bir dönüş yapar ve aileye saldırırken onların görüşlerini tamamen görmezden gelir. Taşıyıcı annelik işçilerinin aile yapısının yok oluşunu görmek istediklerine dair hiçbir kanıt sunmuyor. Aslında, eğer bir şey söylemek gerekirse, taşıyıcı annelik işçileri büyük bir çoğunlukla bu işi kendi aileleri için, özellikle çocukları için yaptıklarını söylüyorlar. Taşıyıcı annelik sözleşmeleri yüzünden uzun zamanlar kapanmak zorunda bırakıldıkları için kendi aile mekanlarına dönmeyi özlediklerinden bahsediyorlar. Lewis’in taşıyıcı annelik savunması son tahlilde köklerini onun biyolojik ebeveynlerin çocukları üzerinde özel haklara (sanırım, sorumluluklara da) sahip olmaması inancından alıyor. Kurtuluşa giden gerçek yol çekirdek aileyi ortadan kaldırmaktan geçiyor. Projesini, “kapitalizmin mülkiyetçi, iki ögeli (diyadik) aile kurma tarzlarını teşvik etmesine duyduğu nefretle anime olmak,” olarak tarif ediyor. Diğer bir deyişle, [projesinin] taşıyıcı anneliği sosyal doğurganlığın ilerici biçimlerinin potansiyel bir modeli yapmasının nedeni, ebeveyn ile yavrusu arasındaki biyolojik bağlantılara hiçbir özel değer atfetmiyor olmasıdır. Ortadan kaldırılmaktan daha da öteye, taşıyıcı annelik onun için çocuk yetiştirmenin pratiğini dönüştürecek bir modeli temsil etmektedir.
Onun ideal post-kapitalist ve post-aile komününde “tam taşıyıcı annelik” pratiği olacak, yani insanlar çocukların yetiştirilmesinden ve birbirlerine bakmaktan kolektif olarak sorumlu olacaklar. Herkes herkes için “taşıyıcı annelik” yapacak. Bu, daha dikkatle incelemeye değer. İnsanların birbirine yaslanabileceği, hısım akrabanın, arkadaşların ve komşuların desteğini alabileceği ve böylece çocukların zengin bir sosyal çevreye sahip olabilecekleri, hatta daha da önemlisi ebeveynlerin çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirirken destek görebilecekleri bir sosyal model için çabalamak için iyi sebepler var. Bu anlamda, bir “köy” izole olmuş bir çekirdek aileden çok daha iyi bir modeldir. Ancak, bu modelde, (çocuklara karşı, ç.n.) sorumluluk sırasının başında olanların ebeveynler olduğunu ve muhtemelen olması gerektiğini ummalıyız. Çocuk kime başvuracağını, kimin onun/onlar için orada olduğunu, yan odada ya da aynı odada yan yatakta kimin uyuduğunu vb. bilecek.
Ama Lewis’in kafasındaki bu değil. Aileyi bir destekleyici kurumlar bağlantısının içine yerleştirmenin peşinde değil. Onun yerine, aileyi tamamen ortadan kaldırmak istiyor. Onun savunduğu çocuk büyütmeye ilişkin dönüşümün sonucunda ebeveynlerin yerini topluluk (community) alacak. Dahası, bu dönüşümde, çocuğun herhangi bir belirli grupla illa da sıkı bağları olmayacak. Shulamith Firestone’un topluluk olarak çocuk büyütme modelinden onaylayarak bahsediyor, bu modelde birden çok yetişkin bir çocuğun bakıcısı olmaya talip olur, isterlerse bundan vazgeçme opsiyonları vardır; çocuğun da aynı hakları vardır. “Bütün çocukların hakkı olan istikrarın gerçek kaynağının doğa değil, bütün ihtimalleriyle sevgi olduğu anlayışını,” besleyeceği beklentisiyle modeli onaylar. Bu kurulumda biyolojik ebeveynlerin herhangi bir özel hakka sahip olup olmayacakları belli değildir. Bütün ilişkiler gönüllü olacakları için muhtemelen yoktur ve Firestone, “kültürel dayanaklarıyla beraber bu sahipçiliği [biyolojik bağlardan kaynaklanan] yok etmeyi,” istediğini açıkça belirtiyor.
Bu kurulumun çocuklar için daha iyi olduğu olasılığını varsayabiliriz. Fakat böyle olacağına inanmak için bir sebep var mı? Şaşırtıcıdır ki, Lewis çocukları ebeveynlerinden ve ebeveynleri çocuklarından koparmanın onların duygusal gelişimleri için daha uygun olduğuna dair hiçbir kanıt sunmaz. Çocuk yetiştirmiş herhangi birinin aldığı ilk ders, doğdukları birinci günden itibaren canınızı acıtacak kadar açık olan şeyin bağlanmayı nasıl da çaresizlikle istedikleri; ve kendilerine bakanlarla ilişkilerinde en çok istedikleri şeyin öngörülemezlik değil istikrar olduğudur. Bebeklerin de gerçekten ihtiyaç duydukları şeyin, “bütün ihtimalleriyle sevginin” gerçekliğini keşfetmek olduğuna inanmak için bir sebep var mıdır; iki yaşındaki veya yedi yaşındaki bir çocuğun, Firestone’un modelindeki gibi, yaşamındaki yetişkinlerin habire değişmesini deneyimlemesinin duygusal gelişimi için sağlıklı olduğunun bir ispatı var mı? Hatta daha da fazlası, çocuklara yetişkin seçiminde “otonomi” gibi şatafatlı iddiaların onlara empoze edilen zalim bir fantaziden başka bir şey olmadığına inanmak için bir sebep var mı?
Çocukların ebeveyn(lerinin) veya ebeveyn figürlerinin kendilerine biyolojik bağlarla bağlı olmasına ihtiyaçları olmayabilir; ama onların koşulsuz sevgilerine ihtiyaçları var. Mevcut aile yapısının çocukların duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya en uygun olanı olduğunu hatta yeterli olduğunu bile söylemiyorum. Ama aileyi ortadan kaldırma çağrısının en iyi haliyle anlamsız ve muhtemelen amacına zarar verecek olduğunu söylüyorum. Hedefe konulması gereken şey sevmenin, yetişkinler ve çocuklar arasındaki anlamlı ilişkiler ihtimalinin sistematik bir şekilde altını oyan bir ekonomik rejimdir.
Aileyi ortadan kaldırmak açıktır ki, zorluklarla doludur, patolojik yanlarını reforme edecek kaynaklar sağlamak çok daha tavsiye edilir bir şeydir. Birden çok yıl için tam ödemeli hamilelik ve çocuk bakımı izni, kürtaj sonrası bakım ve izin, ücretsiz ve yüksek nitelikli çocuk bakımı, çocuklar ve yaşlılar için özel imkanları olan evrensel sağlık hizmeti, düşük masraflı kaliteli barınma gibi bütün talepler kapitalizmin çürütücü mantığına karşıdır ve geleneksel aileyi anlamlı şekillerde dönüştürme potansiyelini taşırlar. Özgürlüğü kaybetmediğimiz ve birbirimizi bakmakla cezalandırılmadığımız zaman, bağlanmanın daha yakın, yaratıcı ve anlamlı yollarını keşfedebiliriz. Ailenin bir kurum olarak çözülmesi pekâlâ mümkündür, ama yüksekten gelen ortadan kaldırma anonsu ile değil, şu anda cezalandırıcı bakım rejiminin tutsağı olan insanların yapacağı seçimlerle.
Lewis’in taşıyıcı annelik ve aile karşısındaki muhalefeti son tahlilde, feministlerin uzun bir savaş verdikleri biyolojik determinizme karşı muhalefetlerinden temellenmektedir. Anti-koruyucu annelik kampanyasının büyük bir bölümü platformlarını anti-kürtajcı sağcılarla paylaşırlar. Her ikisi de sıklıkla çocuk doğurmanın kutsallığı şeklindeki eskimiş fikri benimserler. Lewis, taşıyıcı anneliğe muhalefetin patriyarkal annelik konseptinin veya onun tipik olarak teşvik ettiği heteronormatif ve ırksal varsayımların kuvvetlendirilmesi üzerine temellendirilemeyeceğini vurgulamakla doğru olanı yapıyor. Haklı olarak, “hamileliğin iş değil noksansızlığın ve kendini-gerçekleştirmenin tam tepe noktası olduğu kanaati üzerine kurulu ‘cenine dayalı anneliğin’ hümanist idealizasyonu”nu kınıyor. Böyle bir biyolojik determinizme karşı, Lewis idealizasyona karşı gelen senaryolardan bahsediyor: “İnsanlar bazen anne olamazlar, bazen kürtaj olurlar, bazen onlara kötülük ederler, bazen onları terk ederler, diğer ebeveyni boşarlar veya hatta öldürürler.”
Şüphesiz doğrudur ki kadınların hepsi illa ebeveyn olamayabilir veya olmak istemeyebilir, kadınların çoğu yaşamlarının sadece belirli anlarında ebeveyn olmayı isteyebilir ve ebeveynlik yapabilirler, yaşam koşulları, özellikle yoksulluk, ebeveynlik kapasitesini zayıflatacak bir şekilde etkiler. Fakat nasıl olur da bunlardan herhangi biri kadınların çoğunun kendi kanı ve etiyle büyüttüğü cenin ile bir bağ geliştirdikleri gerçeğini inkâr edebilir?
Sağ’ın ailenin dokunaklı ve duygusal boyutlarına dair sürekli yakarışları karşısında tepki gösterirken, Sol’da da yaşamın bu yönlerini değerlendirmeyi reddeden bir eğilim var. Ve bu kendilerinin zararınadır. Kürtaj hakkına karşı mücadelede Sağ’ın, sıklıkla güçlü ve başarılı bir şekilde, sevgi, merhamet ve suçluluk gibi insan duygularını mobilize ettiği doğrudur. Ama Lewis’in yaklaşımı, onlara basitçe tam da bu temeli teslim eden bir cevabın kusurlarını barındırmaktadır. Herhangi bir filizlenebilir post-kapitalist ilerici gelecek vizyonu bir sosyal mühendislik deneyimi olarak değil, ama hem aile içindeki hem dışındaki, çalışan halkın her günkü mücadelelerinin altında yatan bağları tanıyan bir proje olarak gözükmelidir.
Lewis’in taşıyıcı annelerin emeğine saygılı bir perspektif geliştirme çabası takdire değer. Ama ebeveyn-çocuk ilişkisine dogmatik düşmanlığı onun sadece taşıyıcı annelerin maruz bırakıldıkları duygusal şiddetle bağ kurmasını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda da gayet şaşırtıcı bir sonuca varmasına yol açıyor: “özgürlüğe giden yol sosyal yaşamın daha da çok metalaştırılmasından geçer.” Lewis’e göre, eğer patriyarka kadınların doğurganlığını, insanı yeniden üretmesin ve bakım işini “feminin mistik” biçiminde silah haline getiriyorsa, o zaman bu emeği ticarileştirerek demistifikasyonu sağlanır. Ama bu çok tuhaf bir akıl yürütme, hele de bir ilerici için. Emeğin veya sosyal entegrasyon biçimlerinin metalaştırılması ne zamandan beri onu insanileştirmenin ön koşuludur? Herhangi bir sol proje bunu lanetlemeli.
İleriye giden yol, meta biçiminin artan bir şekilde daraltılmasından, yakın ilişkiler için sosyal desteklerin derinleşmesinden ve evet, iki alem arasındaki eşikte bulunan taşıyıcı annelerin emeğinin samimi bir kabulünden geçer.
Çevirenin notu:
Rusya, Kazakistan, Ukrayna, Yunanistan, Gürcistan, Meksika ve ABD ücretli taşıyıcı anneliğin yasal olduğu ülkeler arasında. Meksika ve ABD’de eyalet yasalarıyla düzenleniyor, federal yasa mevcut değil, dolayısıyla da eyaletten eyalete taşıyıcı annelere gösterilen zorluklar ve kolaylıklar değişebiliyor. Bu yazıyı çevirmek isterken dikkate aldığım asıl nokta taşıyıcı annelik sorunu değildi. Sophie Lewis’in kitabının değerlendirmesini-eleştirisini yapan Nivedita Majumdar’ın aile ve çocuklar üzerine söyledikleriydi.
Sophie Lewis’in 2019’da yayınlanan ve taşıyıcı anneliğin yaygınlaştırılması çağrısını yapan kitabı Batı’da epey tartışıldı. Aslında Lewis, Majumdar’ın da dediği gibi Shulamith Firestone (ve Bety Friedan’ın) biyolojik determinizme karşı çıkarak “aileyi ortadan kaldıracağız” feminist görüşüne geri dönüyor. Majumdar ise çocukların gereksinimleri, özellikle de psikolojik-duygusal ve tabii ki sonuçları itibariyle sosyal gelişimleri üzerinden bu görüşü eleştiriyor. Ailenin ortadan kaldırılmasını değil “dönüştürülmesi” gerektiğini savunuyor. Başka bir aile olmasını.
Tayyip Erdoğan, Diyarbakır’da 9 Temmuz’da yaptığı konuşmada Kürt Hareketi’ne bir dizi eleştiri yöneltirken, “’aileyi ortadan kaldıracağız’ diyorlar” dedi. Eskiden bu eleştiri sosyalistlere yapılırdı sağcı-dinci çevreler tarafından. Hangi vesileyle bu eleştiriyi yaptı bilmiyorum: Kürt Hareketi’nin ilk kuşağı üzerindeki sosyalizmin etkisine mi yoksa Hareket’in yakın çevresindeki bir beyana mı referans veriyordu bilmiyorum.
Ama sosyalistleri içi doldurulmamış bu ham radikal çağrılarla ilişkilendirmek boşuna bir çaba. Aileye aile, okula okul, üniversiteye üniversite, hastaneye hastaneye, mahkeme mahkeme diyoruz. Tasavvur ettiğimiz toplum için de yeni isimler icat etmeye gerek yok. Ama bunlar başka türlü aileler, okullar, hastaneler ve mahkemeler olmalı.
Sosyalistler, çocuklara ve çocukların duygusal-sosyal, bilgisel gelişimine ilişkin neredeyse iki yüz yıldır bilim insanlarının yaptığı araştırmaları, bulguları yok sayamazlar. Çocukların gelişiminde kendilerini onunla/onlarla ilişkilendirdikleri, bağlandıkları, istikrarlı bir şekilde yanlarında olan yetişkinlere ihtiyaçları var. Bunlar da olağan, yaygın ve doğal olması itibariyle başta anneleri olmak üzere ebeveynleridir. Başta anneler olmak üzere, ebeveynlerin çocukların bu ihtiyacını karşılayabilmeleri için cömert, yaygın, özenle düzenlenmiş kamu hizmetleri tarafından desteklenmeleri gerekir. Bu ise sermayenin gücünün geriletilmiş, en iyi şekliyle ise ortadan kaldırılmış olduğu bir toplumda mümkündür.
*Türkçede emek sevgi, şefkat, fedakârlık olarak kullanılabiliyor, özellikle de çocuklar sözkonusu olduğunda. Halbuki, Nivedita Mazumdar’ın eleştirisini-değerlendirmesini yaptığı kitapta Lewis taşıyıcı anneliği metalaştırmayı, işçi haklarının taşıyıcı annelere de tanınmasını savunuyor. Bu nedenle bağlamına dikkat ederek bazı yerlerde ‘Labor’ ya da Britanya İngilizcesindeki ‘Labour’ı işgücünün emeği olarak çevirdim.
Yazar hakkında: Nivedita Majumdar John Jay Koleji’nde İngilizce doçentidir. CUNY’ın (City University of New York) fakülte ve personel sendikasının (Professional Staff Congress) sekreteridir.
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.