Bugün en ağır ifadeleri kullandığınız örgütün ve üyelerinin yıllardır ülkedeki 100 gündemin 95’inde sizinle aynı şeyleri savunduğunun, her zaman değilse bile eylemlerin birçoğunu birlikte yaptığınızın farkında mısınız? Bence dostları harcamakta pek aceleci davranmayın, sonra lazım olur
Dikkat! Bu yazı bilimsel bir yazı değildir. Bir miktar duygusallık ve tepki içerir. İsteyen “hariçten gazel” olarak değerlendirebilir.
28-29 Kasım 2020 tarihlerinde Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu yapıldı. Türkiye’nin ilerici saflardaki en önemli sendikalarından (hatta en önemlisi) olan bir sendikada yaşananların demokrat kamuoyunu ilgilendirdiği açıktır.
Eğitim Sen Genel Kurulu bazı üyelerin sendika üyeliğinden ihraçları, genel kurulu terk etmeler, adaylıktan çekilmelerle birlikte gerçekleşti. Genel Kurul’da yeni yönetimin 511 delegenin 193’ünün oyuyla belirlendiği basına yansıdı. Demokratik Emek Platformu’nun (Kürt yurtseverleri) genel kurula sunduğu broşürdeki bazı ifadeler oldukça dikkat çekti. Genel Kurul sonrasında Demokratik Emek Platformu, Devrimci Sendikal Dayanışma (Sol Partililer), Emek Hareketi (EMEP’liler) ve Devrimci Öğretmen (Halkevciler[1]) açıklamalar yaptı.
KESK’te durum: Kamu çalışanları sendikalarının ilerici kanadını oluşturan KESK, uzun dönem durağanlıktan sonra, son 5 yıldır ciddi bir üye kaybı yaşamaktadır. KESK’e bağlı sendikaların üye sayılarındaki azalma ve bu durumun açık bir tartışma konusu olmaması hakkında bir değerlendirmeyi 2 yıl kadar önce yazmıştım[2]. O yazıdaki tespitler bugün hâlâ geçerli olmakla birlikte sayısal olarak bazı değişiklikler oldu. 2 yıl içinde KESK’in üye sayısı 146 binden 137 bine indi. 2015’ten beri süren hızlı üye kaybı, yerini yataya yakın bir seyre bırakmış gibi görünmektedir. Son 2 yılda belirgin üye kazanan KESK üyesi tek sendika, 2 yılda yaklaşık 6 bin üye kazanan, Tüm Bel-Sen’dir. CHP’nin kazandığı belediyelerden kaynaklandığı anlaşılan, Tüm Bel-Sen’deki artış KESK’in gerilemesinin bir kısmını perdelemiştir. Tüm Bel-Sen’in üye artışı sevindirici olmakla birlikte, sendikal krizden çıkış için bir model oluşturma ihtimali yoktur. Aynı dönemde Eğitim Sen 9 bin, SES 3 bin üye kaybetmiştir. “Sayılara çok fazla takılmamak gerektiğini” ifade edecek arkadaşlara peşin peşin söz konusu olanın bir sendika olduğunu ve sendikaların önemli bir güç kaynağının “nicelik” olduğunu hatırlatayım.
Son tartışmalara vesile olan Eğitim Sen, Mayıs 2017’de gerçekleşen, bir önceki genel kurulundan bu yana 19 bin üye (üyelerinin %20’si) kaybetmiştir. Oysa kamuoyuna yansıyan metinlerde bu üye kaybına ilişkin hiçbir değerlendirme yoktur. Herkes Ezop diliyle konuşmaktadır. Genel kurulun “koltuk/taht kavgası” ile geçtiği yakınması yaygındır. DSD’nin, muhtemelen sendikadaki aktif unsurların anlayacağı ancak sürecin o kadar içinde olmayanlar için pek de açık olmayan eleştirilerinden anlaşıldığı kadarıyla esas sorun, sendikanın Kürt yurtsever hareketinin siyasi ihtiyaçlarına göre şekillenmesidir. Emek Hareketi’nin yaptığı açıklamalara göre ise esas sorunların yönetimlerin nispi temsil ile belirlenmemesi, KESK Genel Meclisi’nde yürütme sorumluluğu bulunmayan kişilerin bulunması olduğu izlenimi edinilmektedir. Devrimci Öğretmen’in de büyük “topyekûn yeniden inşa” sözleri kullanmakla birlikte, somut bir öneriye sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
Geçtiğimiz dönemde KESK ve bağlı sendikaların ihraçlara karşı etkili bir mücadele veremediği de açık bir gerçektir. İhraç edilen üyelerle maddi dayanışma ve, genellikle etkisiz olan, bazı eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu etkisizliğin üye kitlesinin geri çekilmesinin yansıması olduğunu tahmin etmek zor değildir. Ülkedeki bütün toplumsal muhalefet güçlerinin etkisiz kaldığı bir dönemde, KESK’in tümüyle farklı bir şey yapabilmesini beklemek de abartılı bir beklenti olur. Ama yine de KESK gibi Türkiye sol hareketinin en önemli mevzilerinden birisinin ihraçlara karşı daha etkili mücadele vermesi beklenebilirdi.
Üyelikten ihraç meselesi: Herhangi bir konuda başkalarına göre daha direngen eylemler yapmak, daha fazla bedel ödemek kimseye demokratik bir örgütteki diğerlerine saldırma, sendika kapısı kırma, işgal etme, “faşistlik”, “işbirlikçilik”, “ihbarcılık” suçlamalarında bulunma hakkı vermez. Demokratik bir örgüte karşı alınacak tavırla, faşist bir örgüte alınacak tavrın arasındaki farkı önemsememek apolitikliktir. Saldırıya uğrayanların bu saldırıyı yapanlarla aynı örgütte bulunmama, en azından bir ceza isteme hakkı vardır. Ancak ihracı istenen arkadaşların bir kısmının tutuklu olduğu şartlarda, sendika üyeliğinden çıkarılmaları hem cezaların ağırlığı hem de zamanlama açısından sorunludur. Sosyal medyada sorun oldukça demagojik şekilde “direndikleri için ihraç edildiler, farklı düşündükleri için ihraç edildiler” şeklinde tartışılıyor. Bu demagojiye kapılmamak ama ihraç kararlarını cezanın ağırlığı ve zamanlama vb. açıdan sorgulamak bana daha doğru görünüyor. İçinde bulunulan ülke gerçekliğine bakıp bazı konularda daha esnek davranmak acaba Eğitim-Sen ve toplumsal muhalefet için daha iyi olmaz mıydı?
Koltuk tartışması konusu: Etkili etkisiz bütün gruplar yıllardır koltuk pazarlıklarından yakınıyor. Ben burada bir samimiyetsizlik görüyorum. Yönetimlerde yer almaya çalışmak bir grup olmanın, bir bakış açısına sahip olmanın doğal sonucudur. Demokratik örgütlerde farklı anlayışlar vardır ve doğal olarak her anlayış kendi anlayışının diğerlerinden daha doğru olduğunu, mücadeleyi ilerleteceğini, dolayısıyla kendi anlayışının yönetimlerde etkin olmasını hedefler. Her siyasal anlayış, ayak oyunlarına ve diğer bileşenlere karşı zora başvurmamak şartıyla, kendisinin etkin olması için çaba gösterme hakkına sahiptir.
Demokratik bir örgütte kimin “doğru” olduğunu belirleyecek bir “Hakemler Kurulu”, “Yaşlılar Heyeti”, “İdeolojik Doğruluk Denetleme Heyeti”, “Militanlık Değerlendirme Kurulu” vb. olmadığına göre herhangi bir perspektifin etkisini, ister istemez, etkilediği kitleyle ölçmek durumundayız. Baskılar karşısında bana yakın düşünenler sendikadan istifa etmişse, kimseyi örgütleyememişsem, desteğim ve dolayısıyla da yönetimlerdeki etkim azalacaktır. Önerdiğim politikalar üyeler tarafından doğru bulunmuşsa etkim ve sayısal gücüm çoğalacaktır. Dünyanın en militan grubu da olsan, en fazla bilimsel bilgiye sahip grup da olsan, demokratik olarak işleyen bir kurumda sonuçta mesele gelip kitleyi etkileyip etkileyemediğine dayanacaktır. Genel Kurulların önemli bir işlevi de seçim yapmaktır. Bundan utanmaya veya utanır gibi yapmaya gerek yok.
KESK gibi tüm bileşenlerin asgari olarak “demokrat” olduğu bir örgütte seçimlere çok çeşitli ittifaklar ile girmek mümkündür. Kendi dışındaki ittifakları “kutsal ittifak”, “ilkesiz birlik cephesi” vb. şekillerde tanımlamak bir gelenek olsa da fazla abartmamakta yarar var. Sarı sendikalarda muhalif üyelerin işten attırılmasından, delege adaylıklarının engellenmesine, insanların dövdürülmesine, parayla veya pavyona götürülerek delegelerin satın alınmasından delege seçimlerinin kimseye haber vermeden gizlice yapılmasına, muhalif delegelerin genel kurul salonuna sokulmamasına kadar birçok anti-demokratik uygulama vardır. KESK ve bağlı sendikalarda böyle uygulamalar olduğunu sanmıyorum ve şimdiye kadar böyle iddialar duymadık. Öte yandan, seçimlerde yönetimlere girmeye çalışmanın meşru olması, buralardaki grupların kendi grupsal çıkarlarını, mücadelenin genel ihtiyaçlarına rağmen, ön planda tutmasını haklı kılmaz.
Demokratik Emek Platformu’nun broşürü: Genel Kurul’un kamuoyunda en çok tartışılan konularından birisi Demokratik Emek Platformu’nun Genel Kurul’da sunduğu “Kendimizi Yeniden Varederek Direnerek ve Örgütlenerek Faşizmi Püskürteceğiz. Biz Kazanacağız” başlıklı deklarasyonu oldu. Bu deklarasyonda bir spot olarak konulan alıntıda şu ifadeler yer almaktadır: “Ekonomik bazda kâr-ücret, sosyal bazda burjuva-proleter kavramlaştırmaları, kapitalizm tarafından paramparça edilen insanlığın tüm tarihsel birikimini en acımasız ve ince yöntemlerle asimile eden ve sonunda soykırım ve nükleer dehşetle gezegene salan bir sistemi pozitivist tarz bilimselleştirmenin ilk adımlarıdır. Proleter denen unsurun tek başına emeğiyle değer yarattığını, daha sonra bir nevi sahibi olan sermayedarın para ve diğer araçlarının karşılığını bu değerden kâr olarak kopardığını bilimsel bir tespitmiş gibi ileri sürmek, ekonomizm yaklaşımının temelidir. Ekonomik indirgemecilik denen anlayış bu olsa gerekir. … Temel Çelişki; Devletli Uygarlıkla Demokratik Uygarlık Arasındadır” (vurgular DEP’e ait).
Bu görüşün sınıfların varlığını inkâr ettiği, yerine yanlış çelişkileri tanımladığı ve genel olarak yanlış olduğu çok açık. Bu görüşlerle tartışılmalı, kamu çalışanları hareketinde sınıf perspektifi güçlendirilmeye çalışılmalı. Öte yandan bu görüşler yeni görüşler olmayıp, Kürt yurtsever hareketinin çeşitli zeminlerde dile getirdiği, buna rağmen demokratik zeminlerde yan yana gelmeye devam edilen, birlikte yönetimlerde yer alınmasına engel görülmeyen görüşleridir. Kürt yurtsever hareketi “Marksizmi aşmak” iddiasıyla bence bir dolu yanlış, safsata niteliğinde görüşü savunuyor. Bunlarla ideolojik mücadele vermek gerekir. Ancak Marksist olmamaları onları düzen işbirlikçisi veya emperyalizmin işbirlikçisi yapmaz. Olsa olsa yanlış görüşleri olan demokratlar yapar. KESK gibi bir sendikada Kemalist de sosyal demokrat da reformist de sosyalist de anarşist de otonomcu vb. de olabilir ve güçleri oranında yönetimlerde de temsil edilebilirler. Ve bugünün delege bileşimi, beğenelim beğenmeyelim, KHK’lere, ihraçlara, baskılara rağmen bu sendikalarda kalmayı tercih edenlerin yansımasıdır.
Kürt yurtsever hareketinin görüşleri karşısında infiale kapılan arkadaşlar, siz neyi savunuyorsunuz? Marksizm sınavından geçemeyenlerin KESK üyesi sendikalardan dışlanmasını mı? Emin misiniz? Değişik akımlardan sosyalistler de üye kitlesini kendi görüşleri doğrultusunda etkilemeye çalışma, yeni üye yapmaya çalışma hakkına sahiptirler. Kürt yurtseverlerinin “sınıf mücadelesi” yerine “devletli uygarlıkla- demokratik uygarlık” arasındaki çelişkiyi geçirmesi çabasına karşı, sınıf mücadelesini önemseyen grupların birlikte hareket etme hakları da vardır. Peki bu birlikte hareketi önleyen nedir?
Kürt yurtsever hareketinin sendikaları ve diğer demokratik kuruluşları kendi siyasal gündemine tabi hale getirme ve ülkenin diğer gündemlerini önemsizleştirme çabası çoğumuzun malumu. Laf aramızda, diğer siyasal gruplarımızın da çok daha uzun vadeli perspektiflere sahip olduklarını gösteren müdahalelerine ve başarılarına tanık olamadık. Yani hiç kimsenin kamu çalışanı sendikalarını (aynı durum işçi hareketi için de geçerli) uçuşa geçirecek formüllere sahip olmadığı, maalesef ve maalesef, görüldü. Yine de bilelim ki, uzaydan kimse gelip bu grupları yok ederek yepyeni bir demokratik kamu çalışanı kitlesi oluşturmayacak. Bu nedenle tartışmaların sağlıklı yapılması önemli.
Velhasılıkelam…
Yoğun bir baskı döneminde yaşıyoruz. Bu baskı dönemi kitle hareketinde ciddi bir gerilemeye yol açtı. Herkesin bazı önerileri ve çeşitli çabaları olmakla birlikte henüz bu konuda çıkış yolu bulabilen de yok. Tartışmaları ve Türkiye’deki durumu bilmeden bu tartışmaları izleyenler olursa sanacaklar ki, bazı gruplarımız her gün daha kitleselleşirken, KESK ve DİSK mücadeleyi batırıyor. KESK ve DİSK’i eleştirelim ama, bence, abartmayalım.
Bugün “KESK’in bitişini” ilan edenler, istifa çağrısı yapanlar bence biraz çevrelerine baksınlar. Hangi ülkede yaşadıklarının farkındalar mı? Ne kadar işçiyi, yoksulu, kamu çalışanını etkileyebildiklerinin farkındalar mı?
Bugün en ağır ifadeleri kullandığınız örgütün ve üyelerinin yıllardır ülkedeki 100 gündemin 95’inde sizinle aynı şeyleri savunduğunun, her zaman değilse bile eylemlerin birçoğunu birlikte yaptığınızın farkında mısınız? Bence dostları harcamakta pek aceleci davranmayın, sonra lazım olur.
KESK uzun yıllar yaşadığı nispi gerilemenin ardından 5 yıldır net olarak üye kaybediyor. KESK’in farklı sendikalarında ve şubelerinde farklı dönemlerde değişik siyasal ekiplerden arkadaşlarımız yönetimlerde yer aldılar. Geri çekilmeyi durduran bir örnek göremiyoruz. Eğer varsa, demokrat kamuoyu bilgilendirilirse hepimiz yararlanırız.
Hani şimdi sık sık 1920 ve 30’ların Almanya’sına atıf yapılarak “komünistlerle sosyal demokratların faşizme karşı yan yana durmayı başaramamış olmaları” eleştirilir ya… Tarih sadece birbirimize laf çakmak için yararlanabileceğimiz bir alan değildir ya… 1970’lerde de TÖB-DER’de kavgalı kongreler ve iki başlılık olmuştur. Kimin haklı olduğu bir yana, 12 Eylül darbesi sonrasındaki süreç herkese, faşizme karşı mücadelede halk safları içindeki mücadelenin 70’li yıllardakine göre çok daha dikkatli yürütülmesi gerektiğini göstermiş olmalıdır. Geçmişten öğrenmek, olgunlaşmak diye bir şeyin yaşanması gerekmez mi?
Bugünün tartışmalarının, genel olarak, fiziki çatışmalara dönüşmemesi nispi bir gelişmedir. Ancak daha fazla olgunlaşmaya ihtiyaç olduğu, grup çıkarlarını savunmanın da mücadelenin genel çıkarları gözetilerek mümkün olduğu görülmelidir. Toplumdaki genel saygınlığı ve Eğitim-Sen özelinde öğretmen kitlesindeki saygınlığı gözetmek herkes için bir ihtiyaçtır. “Küçük olsun benim olsun” mantığı doğru bir mantık değildir.
Bence halk saflarında tartışılırken herkes kendi tarzına dikkat etmeli. Bir arada durma zeminlerini kaybetmemeliyiz. Sosyal medya radikallerinin oluşturduğu ortamı fazla abartıp gaza gelerek sağa sola en uç lafları etmenin mücadeleyi ilerletici olmayacağını unutmayın. Sınıflar mücadelesinin son 170 yılında işçi sınıfına ve dünya halklarına öncülük eden Marksizmi lafızda bol kullanıp, tecrübelerini, düşünce yöntemlerini yok saymayalım. Unutmayalım birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.
Dipnotlar:
[1] Kamu çalışanları sendikalarındaki bir ekibi “Halkevciler” olarak anmak bana garip gelse de kimin kastedildiğini kamuoyu tarafından anlaşılabilmesi için daha açık başka tanımlama bilmiyorum.
[2] http://sosyalhaklardernegi.org/2018-temmuz-kamu-calisani-sendika-istatistikleri-sayisal-degerlendirmesi-ertugrul-bilir/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.