Geçmişin bilgisini aktarabilecek kadar canlı kalamayan eski kuşaklar, gençlerin ruhsallığına büyük distopik endişeyi bırakıp köşelerine çekildi. Bu filmleri izleyen genç kuşaklarsa şimdilerde Amerikan sokaklarında, yakın zamana dek dünyanın tüm meydanlarında isyandaydı. Geçmişten bugüne taşınan en cesur sözler, en cesur eylemler onlarla birlikte eski selam ve semboller biçiminde alanlara taşındı. İsyan ederken net ve kararlı olan genç kitleler kazanmak sözkonusu olduğunda duruyorlardı. Çünkü ya kazanırlarsa…
Suzanne Collins’in romanlarından (2008, 2009, 2010 yıllarında yayımlanan) Gary Rose’un sinemaya uyarladığı Açlık Oyunları (2012, 2013, 2014 ve 2015 yıllarında dört bölüm halinde gösterime giren) filmi, Panem adlı ülkenin diktatörüne karşı isyanı anlatan distopik öyküsüyle gençlerin beğenisini kazandı.
Ütopyalar, olması isteneni, “ideal toplum”u, çözüm zamanını anlatır. Distopyalarsa “ütopyaları”na giden insanların yolundan sapması, tohumda, ağaçta birikirken, olgunlaşması heyecanla beklenen bir meyvenin içeriden çürüyerek zehre dönüşmesi sürecini anlatır. Distopyalar, yolundan sapan devrimlerin sanatsal izleri gibidir. Yola düşenin uzaklaşmak istediğine yakın, yakınlaşmak istediğine uzaklaşmasının, düşmanına benzemenin, mağduru olduğu hikayenin failine dönüşmenin öyküleridir.
Distopya yazınının en olgun örnekleri, 1917 Ekim Devrimi’nin ve onun Avrupa’daki temsili olan örgütlerin yozlaşmasının, despotik yönetimlere dönüşmesinin yarattığı büyük hayalkırıklığını anlatır. Zamyatin, Biz adlı romanını 1924 yılında yazar. 1922’den itibaren Lenin ve başka komünistlerin de Sovyetler Birliği için işaret ettiği riskleri edebi bakımdan anlatarak, ruşeym halindeki parti bürokrasisinin devrime verebileceği zararları erken bir tarihte gösterir. 1932 yılında Huxley, Cesur Yeni Dünya’da faşizmin öngününden öngörülerde bulunur. George Orwell, 1945’te Hayvan Çiftliği’nde devrimci bir programla yola çıkan öznenin yaşadığı bozulmanın, devrimin içinden gelişen bürokrasinin kendisi için ayrıcalıklar oluşturan adımlarını edebi bir dille anlattıktan sonra bu türün bilinen en olgun örneklerinden biri olan 1984’ü kaleme alır. Ursula Le Guin’in bilim-kurgu romanları, yazıldığı tarihsel dönemin Soğuk Savaş’ın izlerini net biçimde üzerinde taşır.
Geleceğe ilişkin bir uyarı niteliği de taşıyan distopik edebiyat, bugünün “iyi” ve “güzel” olasılığının potansiyel olarak taşıdığı “kötülük” riskine işaret eder. Bugün için devrim olarak nitelenen teknolojik gelişmenin, rengarenk ekranların, haz alınan izleme-izlenme hallerinin ve devrin “yeni” siyasal hareketlerinin de taşıdığı, içinde biriktirdiği riskleri görür, gösterir.
Açlık Oyunları’ndaki hikaye, Capitol’ün etrafında, bu merkez için üretim yapan 12 mıntıkanın bulunduğu Panem ülkesinde geçer. Capitol halkı, büyük bir refah içindeyken mıntıkalardaki halk açlıktan ölmemek için büyük mücadele vermektedir. Günümüz dünyasındaki uluslararası eşitsiz işbölümü, zengin ve fakir ülkeler ayrımı Panem üzerinden bu biçimde gösterilir. Üretim-hizmet süreçlerinin mıntıkalara bölünmesinin, her mıntıkanın birbiri ile ilişkisiz biçimde başka başka işler yapıyor olmasının, günümüz dünyasında artan uzmanlaşmayı, atomize olan işbölümünü, bu bölünmenin ülkelere göre pay edilmesi ile gelen yabancılaşmayı, birbirinden uzaklaşmayı temsilen anlattığı düşünülebilir.
Panem, ağzından sürekli kan tüküren ve kanın kokusunu saklamak için yakasına beyaz güller takan Başkan Snow adlı diktatör tarafından yönetilir. Bu fiziksel temsil, daha zengin ülkenin daha yoksula yönelen zulmünün, demokrasi götürme, adalet arayışı süsüyle kamuoyuna sunulan işgallerin bir temsili gibidir. Amerikalı bir yazarın, kötülüğün merkezi olarak açıkça ABD’yi işaret eden bir ülke kurgulaması, sömürülen ülkelerin merkeze karşı ortak isyanını anlatması milliyetçi olmayan, enternasyonalist bir tavrın işaretidir. Yazar Collins, televizyon kanallarını karıştırırken reality şovlarla, Irak Savaşı görüntülerinin birbirine karıştığını ve Açlık Oyunları’nı yazma fikrinin ilk kez böyle doğduğunu ifade eder.
Açlık Oyunları’nda Roma mitolojisine ve Roma tarihine atıflar vardır. Roma’da ve öncesi Antik Yunan’da ütopya ve distopya bir bakıma yanyana durur. Açlık Oyunları’nda da durum böyledir. Panem’de mıntıkalardaki hayatla hiç ilgilenmeden Capitol’ün yaşamına odaklanırsak belki bir anlamda bir ütopya ile karşılaşırız. Orada yaşayanların istediği her şeye ulaşabildiği, sınırsız yemeğin, giyeceğin bulunduğu, insanların yeteneklerine uygun işleri yaptığı bir ülke… Mıntıkalardaki yaşamsa tam anlamıyla distopyadır. Ve Capitol’deki “ütopya” mıntıkalardaki “distopya” sayesinde sürdürülebilir olur. Tıpkı Antik Yunan Atina’sının, ardından Roma’nın “özgür yurttaşlar” için adeta bir ütopyayı ifade etmesi, özgür olmayan insanlar içinse yoğun bir sömürü anlamına gelmesi örneğindeki gibi…
Marx ve Engels “Ütopik Sosyalizm” eleştirilerinde tam da bu gerçekliği ifade ederler. Onların eleştirilerindeki temel nokta ütopyanın kapsamının darlığı, biz-onlar, içerideki-dışarıdaki ayrımlarının belirginliği ve mülkiyetin niteliğine yapılan/yapılmayan vurgudur. Kıyılarda yaşayanlarla ilişkilenmeden yaratılacak bir “ada” hayalinin çıkışsızlığını, adaların, diğer ada ve kıyılarla zorunlu etkileşimini ve kurtulma olanaklarının birbiri ile ilişkisini anlatırlar. Bu görüşü, Açlık Oyunları’ndaki adıyla ifade edersek “ya tüm mıntıkalar ya hiçbirimiz” biçiminde özetleyebiliriz. Günümüz dünyası açısından bakıldığında ulusal sınırlara sıkışan devrimci iddiaların eninde sonunda karşı çıktıkları distopik toplumlara benzemelerini anımsayabiliriz.
Panem’de Capitol için üretim yapan 12 mıntıkada yaşayan insanların Capitol ve diğer mıntıkalardaki yaşamla teması neredeyse hiç yoktur. Mıntıkaların birbirinden haberdar olabildiği tek alan Açlık Oyunları’nın yayımlandığı ekranlardır. Her yıl düzenlenen Açlık Oyunları’na, yaşları 12-18 arasındaki gençler arasından kurayla seçilen, bir kız bir de erkek yarışmacı olarak katılır. Yarışmacılara haraç adı verilir. Açlık Oyunları’nda amaç hayatta kalmaktır. Gençler özel olarak tasarlanan bir alanda ölümüne mücadele ederken Capitol ve mıntıkalar halkı ekranlardan zorunlu olarak yarışma programını izler. Sağ kalan son kişi, o yılın kazananı olarak yaşadığı mıntıkaya bazı ödüller ve ayrıcalıklar kazandırır. Bu oyunlar sırasında, Capitol’ün, gücünden büyük kibri nedeniyle, her tür araç, haraçların da kullanabileceği biçimde gözler önüne serilir. Capitol bu oyunlarla mıntıkalara “Biz sizi ve isyan potansiyelinizi öyle ezip geçtik ki ne yapsanız birleşerek bu araçları bize karşı kullanamazsınız” der gibidir. Ancak 74 yıldır 13. Mıntıka’da bilinçli olarak diğerlerinde belki hayal etmekten bile korkarak biriken yeni isyan olasılığı tam da arenaya Capitol tarafından konulan “araç”ların onlara karşı geri çevrilmesi ile mümkün hale gelir. Başkan Snow, 74. Açlık Oyunları’nın ardından Katness’e zehirli orman meyvelerini yiyerek Peeta ile birlikte intihar etme tehditlerinin sistem için büyük risk oluşturduğundan söz ettiğinde Katness ona “küçücük orman meyveleri tarafından tehdit edilebilecek bir sistem, söylediğiniz kadar güçlü değildir” derken bu olanağı sezdiğini gösterir. Onunki bilinç düzeyinde değil sezgi düzeyinde bir bilgidir.
Yazar Suzanne Collins, Amerikan televizyon dünyasından gelen biri olarak, şov dünyasını tanımanın avantajlarını romanında kullanır. Açlık oyunları, Survivor türü yarışmalarda yarışmacıların birbirini yenmeye, ruhsal olarak yıkmaya dönük tavırlarının, bilgisayar oyunlarında normalleştirilmiş, bir “rahatlama” aracına dönüştürülmüş insan avlama, öldürme eylemlerinin distopik ifadesi gibidir. Bu da gündelik hayatın gözeneklerine dek sinmiş olan rekabetin ve şiddetin sanatsal alana yansımasıdır. Bu anlamda bu filmler, gençleri birbirini öldürürken izleyen, destekledikleri haraçlarla birlikte duygulanan, coşkulanan, bu yıkıcı oyunu bozmayı akıllarından dahi geçirmeyen çoğunluğu, izlerken şaşıran günümüz insanının kendi gerçeği ile yüzleşmesine bir olanak sunar. Ölümüne bir mücadeleyi bazen sessizce ağlayarak bazen coşkuyla bağırarak izleyen seyirciler, gladyatörleri izleyen Romalılara kuşkusuz benzer. Survivor izleyenlerin benzediği gibi… Sponsorların haraçlara destek olması, kazanmasını istediği yarışmacıya SMS göndermeye, kapitalist rekabet içerisinde bir sermaye sahibi tarafından desteklenmenin önemine işaret ederken, gençlerin ölecekken bile sponsor desteği aramak zorunda bırakılması olduğun gibi görünme hakkının sonsuza dek elinden alınmasının göstergesidir.
Televizyonlardan izlenen israf görüntüleri, yoksul ve aç kitleler, canlı canlı izlenen savaşlar, odalarında o savaşlara benzeyen bilgisayar oyunları oynayan gençler, çocuklar, gündelik hayata sızan en şiddet dolu anları gösteren reality şovlar… Biraz üzerine düşünen için Capitol halkının izlediği Açlık Oyunları denli ürkütücü değil mi? Açlık Oyunları, Battle Royal başta olmak üzere bir çok başka filme ve romana benzetiliyor. İnsanların birbirini öldürmek için bir yere bırakıldığı ve diğerlerinin ekranlardan izlediği böylesi bir kurgunun tekrarlanması, yazarların birbirinden etkilenmesinden çok günümüz gerçekliğine uygunluğu ile ilgili olabilir mi? Az bile yazılıyor az bile çekiliyor belki de…
Açlık Oyunları’nda distopik bir toplumu yıkmaya girişen isyanın öyküsü anlatılır. Ana karakterimiz Katness, 74. Açlık Oyunları’na 12. Mıntıka’yı temsil eden haraç olarak katılmasının ardından gelişen olaylarla kendini devrimin lideri olarak bulur. Peki neden Katness ve yaşadığımız çağ için Katness karakteri ne ifade ediyor?
Katness’in babası maden işçisidir. O henüz 11 yaşındayken bir maden kazasında hayatını kaybeder. Babasının ölümü ardından annesi uzun süren bir depresyona girer. Kitapta bu durum Katness’in dilinden şöyle ifade edilir. “Tek düşünebildiğim yalnızca babamı değil annemi de kaybettiğimdi. Ben 11, Prim ise 7 yaşındaydı (Katness’in kız kardeşi) ve ailenin reisi olmuştum.” (Açlık Oyunları, C.1, s. 36) Depresyondaki “yok anne”lerin işlenemeyen yasının yol açtığı sonuçlar, erken büyüyen çocuklar… Hayatta kalmak için mücadele ederken erken yaşlanan gençler… Katness 16 yaşında bir genç kızdır ama ruhu da beden yaşı kadar genç midir? Günümüz gençlerinin ruhu peki? Yükleri? Babası sağken canlı, neşeli, şifacı bir kadın olan annesi, babanın kaybı ardından öylesine çöker ki bir zamanlar annelik işlevleri ile var olduğu günleri anımsamak dahi çocukları için kolay değildir: “Bunu her zaman aklımda tutmaya çalışıyordum, çünkü artık gördüğüm, çocukları bir deri bir kemik kalmışken, ifadesiz bir yüzle ve ulaşılamaz bir havada kendi köşesine çekilmiş bir kadındı.” (Açlık Oyunları, C.1, s. 16)
Katness karakterinin gördüğü yoğun ilginin nedeni bu karakterin günümüz gençleri için hayli tanıdık tarafları olmasındandır. Önceki kuşakların “hayatta kalmak” için gerçekleştirdirdikleri devrimci ayaklanmalarda ölmesi, kalanların depresif, melankolik yaşam biçimleri geliştirmesi, yaşam becerilerini, deneyimlerini aktarmaktaki yetersizlikleri, yeni kuşakların erkenden, doğal akışı bozan bir hızda “büyüme”lerine daha doğru bir ifadeyle ruhsal olarak yaşlanmalarına, ağır sorumluluklar altında ezilmelerine yol açmadı mı? Genç kadınlar bu anlamda dünyada gelişen isyanlarda her zaman ön saflarda yer alarak erken büyümeye karşı direngenliklerini ve erken büyümeye isyanlarını dile getirmediler mi?
Sınıfsal açıdan ele alındığında Katness’in annesi görece iyi durumdaki eczacı bir aileden gelir ve kendi sınıfından taliplerini reddederek aşık olduğu adamla evlenir. Katness’in babası işçi sınıfındandır. Katness, Açlık Oyunları sırasında kullandığı hayatta kalma becerilerinin önemli bir bölümünü babasından almıştır. Ok kullanma, avlanma, gizlice ormana gidip gelme gibi… Babasıyla göle gidip yüzmeleri, şarkı söylemeleri anımsayarak hayat dolduğu anılardır. Canlı kalmaya dair en büyük sırrı da ona babası verir. Katness adını mavimsi küçük yumru köklerden oluşan ve pişince patates kadar lezzetli ve besleyici olan bir orman bitkisinden almıştır. Babasının sözünü anımsar zor durumdayken; “Kendini bulabildiğin sürece asla aç kalmazsın” (Açlık Oyunları, C.1,s. 64)
11 yaşında babasının ölümüyle babasını ve bir bakıma annesini de kaybeden Katness, ikisinin rollerini de üstlenerek 7 yaşındaki kardeşi Prim’in ve annesinin hayatta kalmasını sağlar. 74. Açlık Oyunları’nda kuradan kardeşi Prim çıkınca tereddütsüz biçimde onun yerine gönüllü olması yarışmaya gitmesi bu gerçeklik üzerinden şekillenir. Kardeşinin yerine canını ortaya koyarak bilinçli olarak amaçlamadığı biçimde kitleleri hareketlendiren genç kadın, babasından öğrendiklerini kuşanarak girdiği yarışta “kötü bir olaya hazırlıksız yakalanan insanların zorlanabildiğini, baş edemeyebileceğini” de anlayarak annesini bağışlamaya yaklaşır. Ve içine düştüğü, ödipal olarak da değerlendirilebilecek aşk üçgeninde, babasına benzeyen Gale karakterinden uzaklaşarak annesiyle benzerlikleri olan Peeta karakterine yakınlaşır. Gale ve Peeta karakterleri gelişen herhangi bir isyan hareketinin içinde doğalında yer alabilecek farklı sınıfların (bu bahiste küçük burjuvazi ve işçi sınıfı gibi) bir temsili gibidir aynı zamanda. İki sınıf arasında salınan ve karar vermeye çabalayan kitleleri ise adeta Katness temsil etmektedir.
Açlık Oyunları’nda distopik bir toplumun yıkılışı anlatılır. Diktatörlüğün kuruluş öyküsünü ve Açlık Oyunları’nın nasıl başladığını hikayenin ilerleyişi sırasında öğreniriz. Hikayemizin başlamasından 74 yıl önce bir isyan gerçekleşmiş, bu isyan Capitol tarafından sert biçimde bastırılmış 13. Mıntıka tamamen ortadan kaldırılmıştır. İsyanın bastırılmasının ardından bir daha asla isyanın tekrar etmemesi için bir anımsama ritüeli olarak Açlık Oyunları kurgulanmıştır. Bağlı toprakların gençlerini egemen olana kurban vermesi gibi… 12. Mıntıka’nın Valisi 74. Açlık Oyunları’nın açılışında şimdi “hem tövbe hem şükran zamanı” diyerek anlatır bu durumu…
Mıntıkaların kendi tarihi, isyanın gerekçeleri, resmi tarihin sert çizmeleri altında ezile ezile derinlere gömülür. Ta ki bu tarihin bilinçli biçimde kendisine aktarılmadığı Katness çıkıp kardeşinin yerine gönüllü olana dek… Onun kardeşiyle kurduğu bağ, insanların sevdikleriyle ve birbirleriyle kurduğu bağın sıcaklığını anımsatır. Katness gönüllü olduğu anda kitleler, sol el orta üç parmağını önce dudaklarına götürüp sonra havaya kaldırarak mıntıkanın eski zamanlardan kalma şükran, takdir ve sevdiğiniz birine veda anlamına gelen selamını verirler. Egemenlere yöneltilmesi istenen şükran ve takdir bir “kurbana” aktarılmaktır. Gömülü tarih böylece toprağın altında kıpırdanmaya başlar, bu toprak elbette insanların ruhsallığındadır. Üç parmak selamı gibi eski isyan hikayesinin diğer sembolleri de bir bir ortaya çıkarlar. Katness’e verilen Alaycı Kuş broşu örneğin… Filme tam olarak aktarılamasa da romanda eski isyandan bu yana insanların içinde birikenlerin önemli bir temsilidir. O broşun aslında ait olduğu kişi 50. Yıl Açlık Oyunları’na 12. Mıntıka’yı temsilen katılan orada ölen bir genç kıza aittir ve genç kız Katness’in annesinin en yakın arkadaşıdır. Katness bu gerçeği ancak isyanın ortasında öğrenir. Unutulan bir tarih, pek çok anı ve hakikat yeni bir isyanın habercileri olarak bir selam ve ıslıklı bir melodi şeklinde mıntıkaları dolaşmaya başlar.
Bu anıların ortaya çıkması Katness’in önce kardeşi için öne çıkıp hayatını riske atmasıyla ardından Açlık Oyunları katılımcısı küçük çocuk, kolay rakip görünen Rue’yu korumasıyla ardından Peeta ile birbirilerinin hayatta kalması için yaptıklarıyla harekete geçirilir. Tüm mıntıkalarda kendinden küçük olanı korumak, egemenler istiyor diye onu harcamamak, rekabet ettirilme kaderine karşı çıkarak kendin gibi olanla dayanışmak eğilimi güçlenir ve o eski selam tüm sert cezalara rağmen yeniden meydanlardadır.
Mıntıkalardaki insanların büyük çoğunluğunun Capitol’ü görmesinin, diğer mıntıkalardan insanlarla tanışmasının yolu haraç olmaktan geçer. Paradoksal biçimde oraya haraç olarak gitmek demek muhtemel ölüm demektir. Katness’i devrimin başına getiren en kritik durum, Açlık Oyunları’na katılması ve bu yolculuktaki eşlikçileridir. İlk kez trene, uçağa binmek, Capitol insanlarının nasıl yaşadığını görmek, kendileri açlıktan ölmemek için onca çabalarken davetlerde yeniden yiyebilmek için kustuklarına tanıklık etmek ve Başkan Snow’un ağzından çıkan kan kokulu cümleleri duymak onu isyan için hazırlayan en önemli etmenlerdir.
Ve isyan çıkar, başarıya da ulaşır. Tam kazanacakları vakit, Katness’in hayatını kurtarmak için yola çıktığı kardeşi Prim de ölür. Başkan Snow kaybeder ama şimdi ne olacaktır? Tüm devrimci kalkışmaların birbirine bağlı iki önemli sorusu… Devrim için neler mübahtır? Bir de kazanınca ne yapacağız? İkisi birbirine bağlı dedim çünkü kazanınca ne yapacağınızı belirleyen kazanmak yolunda yaptıklarınızdır biraz da… Konuyu Açlık Oyunları üzerinden düşünmeye devam edecek olursak… Açlık Oyunları’ndaki şov üzerinden kendini var eden bir sisteme karşı mücadele ederken, varlığını görünür kılmak için neler yapabilirsin? Varlığını göstermeyi, onların şatafatlı şovları karşısında bir gösteriye dönüştürmek gerekli midir? Filmde Katness’lı ajitasyon filmleri çekerken fona yerleştirilebilecek görsellerden söz edilir ancak çekimler gerçek olaylar içinde yapılır ve halkın cesaretini profesyonel pahalı şovların karşısında hakikatin görüntüleri açığa çıkarır. Büyük bir yalan üzerine kurulu diktatörlüğü yıkabilmek için yalan söylemek peki? Halka söylenecek yalanların insanları getirdiği yer yeni bir Capitol yaratmak olmaz mı? Hem yalan söylendiğinde, gerçeği bilme ayrıcalığı, gelişecek tüm ayrıcalıkların ilk formu olmaz mı? Görkemli Rus ve Çin devrimleri böyle böyle birer korku iktidarına dönüşmediler mi? Ve şiddet… Şiddeti egemenlerin kullandığı biçimde kullanmak da bir zamanların sömürülenlerini yeni sömürücüler haline getirir yazık ki…
Şiddetle ilgili mevzuyu biraz daha açalım. Hikayemizde ilk isyanda yok olduğu söylenen 13. Mıntıka’da meğerse hayatın sürdüğünü, isyancıların yer altına çekilerek yeni bir başkaldırı için hazırlık yaptığını öğreniriz. 13. Mıntıka’daki örgütlü isyan hazırlığının başında Başkan Coin vardır. Onun kazanmak için yaptıklarının, kurduğu ittifakların, amacından uzaklaşmasına yol açtığını filmin sonlarında, Capitol halkının haraç olacağı yeni Açlık Oyunları’nı düzenlemeyi önerdiğinde öğreniriz. Ve filmin son sahnesinde Katness, Snow’u öldürecek gibi yaptığı son anda okunun yönünü Coin’e çevirerek onu öldürür. Snow eski toplumun suçu sabit temsilidir. Oysa Coin bir Snow olma olasılığını ifade eder. Kabul etmeliyiz ki bu olasılık güçlüdür. Ancak yine de henüz gerçekleşmemiş bir önerinin karşılığı onu öldürmek midir? Katness onun önerisini teşhir ederek kitlelere gitme yolunu seçmek, söze, diyaloga ortak hukuka yaslanmak yerine okunu çevirip onu infaz eder. Böylece bir olasılığa bir suikastle yanıt veren Katness da belki kullandığı araçlarla amacından uzaklaşanlardan biridir. Böylesi anlar tüm devrimci durumlar için kritik eşiklerdir.
Kendisi hakkında karar verirken Katness da zorlanır: “Orman meyveleri. Kim olduğum sorusunun yanıtının o zehirli meyvelerde olduğunu fark ettim. Onsuz mıntıkaya döndüğüm takdirde herkesin beni dışlayacağını bildiğimden, meyveleri Peeta’yı kurtarmak için çıkardıysam, o zaman aşağılık biriydim. Bunu Peeta’ya aşık olduğum için yaptıysam, hala benmerkezci ama affedilebilir biriydim. Ama meyveleri Başkent’e meydan okumak için çıkardıysam, değerli biriydim. Sorun, o anda aklımda ne döndüğünü tam olarak bilmiyor olmamdı.” (Açlık Oyunları, C.2, s. 141-142)
Katness’ın siyasal tutumu, Snow’un ölümünü görmek isteyen, Coin’in ifade ettiği olasılığı da derhal yok etmek isteyen duruşuyla, günümüz gençliğinin mevcut baskıcı iktidarlardan bunalmış, onları yenmek isteyen ama aynı zamanda da geçmiş deneyimlerin bir lekesi olarak gördüğü örgütlü çabalardan korkan halinin bir ifadesi gibidir. Geçmişin bilgisini aktarabilecek kadar canlı kalamayan eski kuşaklar, gençlerin ruhsallığına büyük distopik endişeyi bırakıp köşelerine çekildi. Bu filmleri izleyen genç kuşaklarsa şimdilerde Amerikan sokaklarında, yakın zamana dek dünyanın tüm meydanlarında isyandaydı. Geçmişten bugüne taşınan en cesur sözler, en cesur eylemler onlarla birlikte eski selam ve semboller biçiminde alanlara taşındı. İsyan ederken net ve kararlı olan genç kitleler kazanmak sözkonusu olduğunda duruyorlardı. Çünkü ya kazanırlarsa… Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Onların da ardından gelen kuşaklar elbet bir gün kazanacaklar, ne yapacaklarını bulacak ve bizlere de yeni pek çok şey öğretecekler…
Filmin sonlarında Coin’i öldürdüğü için tutulduğu hücrede, isyanın gizli örgütleyicilerinden Plutarch’ın mektubu gelir Katness’a: “Savaş sona erdi. Bu dehşeti kimsenin tekrar etmek istemeyeceği huzurlu bir döneme gireceğiz. Elbette kaypak, aptal, zayıf hafızalı ve kendimizi yok edebilen bir ırkız. Yine de kimbilir belki bu kez öğreniriz. (…) Ülke huzuruna kavuşacak. Umarım sen de kavuşursun.” Değişmeyen umudumuz “kimbilir belki bu kez öğreniriz”. Filmde Plutarch’ı çok başarılı bir oyuncu olan Philip Seymour Hoffman oynar. Hoffman ne yazık ki Açlık Oyunları filmlerinin çekildiği sırada 2014 yılında aramızdan ayrılır. Onun canlandırdığı bir karakterden bu sözlerin seyirciye iletilmesi ayrıca etkileyicidir.
Romanın son bölümünde Katness Peeta ile birliktedir. Çocukları 12. Mıntıka’nın çayırlarında oynarken onlara bakar ve şöyle der: “Onları korkutmadan, şarkımızın sözlerini kayıtsız şartsız kabul eden çocuklarıma o dünyayı nasıl anlatabilirim?” Bir zamanlar kız kardeşi Prim’e, Açlık Oyunları’nda ölen küçük Rue’ya söylediği ninniyi mırıldanır. Sözleri şöyledir:
“Çayırın derinliklerinde, söğüdün altında,
Çimenlerden bir yatakta, yumuşacık yeşil bir yastığa,
Yasla başını, uykulu gözlerini kapa,
Güneş doğacak gözlerini yeniden açtığında.
Burası güvenli, burası sıcak,
Burada papatyalar seni her şeyden koruyacak,
Burada gördüğün rüyalar yarın gerçek olacak,
Burası seni sevdiğim yer olarak kalacak.”
Roman şu cümleyle son bulur: “Bir mezarlığın üzerinde oynadıklarını bile bilmeyen çocuklarım.” (Açlık Oyunları, C.3, s. 442-443)
“Bir mezarlığın üzerinde oynadıklarını bile bilmeyen çocuklarımıza” onca katliamı, acıyı, hayal kırıklığını ve ihanetin yükünü bir tarih bilinciyle aktarmak sorumluluğu Katness kadar bizim de bildiğimiz bir güçlük değil midir? Distopyaları anlatan eserler bize, işler kötüye giderse olabilecekleri, bu plandaki ortak endişe, ve korkularımızı gösteren birer uyarı işareti gibidir.
Yazdıklarının ülkesinde basılması bürokrasi tarafından engellenen buna rağmen ölümüne dek SSCB vatandaşı olarak kalan büyük yazar Zamyatin’in sözleriyle yazıyı bitirmek istiyorum:
“Gerçekten canlı olan, hiçbir şey karşısında duraksamaz ve saçma ‘çocukça’ sorulara hiçbir şeye aldırmadan cevap arar. Cevaplar yanlış olsun, felsefe hatalı olsun, ne çıkar -hatalar, doğrulardan daha değerlidir: doğru makineye aittir, hata canlıdır; doğru güvence verir, hata ise rahatsız eder. Ve eğer cevaplarımız ulaşılması imkansız şeylerse daha da iyi! Cevabı belli sorularla uğraşmak, beyinleri inek işkembesi gibi kurulmuşa benzeyen insanlara özgüdür -ve biliriz ki işkembe ancak geviş getirmeye yarar.
Eğer doğada sabit şeyler, sabit gerçekler olsaydı, tüm bunlar yanlış olurdu. Ama şükür ki gerçekler hatalıdır. Diyalektik sürecin özü tam da budur. Bugünün doğruları yarının yanlışlarıdır; en son sayı yoktur.
Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur.” (Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, s.127)
KAYNAKÇA
Collins S. Açlık Oyunları (çev. Taftaf T.) Doğan Egmont Yayıncılık, 2015, İstanbul.
Collins S. Ateşi Yakalamak (çev. Taftaf T.) Doğan Egmont Yayıncılık, 2015, İstanbul.
Collins S. Alaycı Kuş (çev. Taftaf T.) Doğan Egmont Yayıncılık, 2015, İstanbul.
Le Guin U.K. Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar (çev. Erksan D. Somay B. Sökmen M.G.) Metis Yayınları, 2011, İstanbul.
* Psikesinema Dergisi’nin Eylül-Ekim 2020 tarihli 31. sayısında yayımlanan bu yazı internet ortamında ilk olarak Sendika.Org’da yayımlanmaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.