Orhan Keskin baskı ve işkenceleriyle ünlü Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm orucunda hayatını kaybeden bir Devrimci Yolcu’dur. Ölüm orucu sürecinin ilerleyen günlerinde Orhan Keskin uyurken yüksek sesle sayıklamaktadır: Bana Beyaz Bir At Getirin!
Arkadaşlar, ben Orhan Keskin’in babasıyım. Biraz önce oğlumun durumunu kontrol ettim, artık ondan hiçbir umudum kalmadı. Orhan’ı kaybedeceğiz. Ama siz de bizim evlatlarımızsınız, hiçbirinizin kaybolmasını istemem. Ama içim yanarak söylüyorum bu saatten, bu kadar direnişten sonra hiçbir kazanım elde etmeden eylemi bırakmanızı da istemem. En doğru kararı alacağınıza inanıyorum. (Cemil Keskin, aktaran Recep Maraşlı, s. 288)
Orhan Keskin baskı ve işkenceleriyle ünlü Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm orucunda hayatını kaybeden bir Devrimci Yolcu’dur. Ölüm orucu sürecinin ilerleyen günlerinde Orhan Keskin uyurken yüksek sesle sayıklamaktadır: Bana Beyaz Bir At Getirin! Onurlu bir baba ise oğlunun ölümünden kısa süre önce, ölüm orucu nedeniyle hastanede bulunan tutsaklara, yukarıda aktarılan konuşmayı yapmaktadır. Aynı ölüm orucunda daha önce Necmettin Büyükkaya koğuşlara yapılan saldırıda dövülerek öldürülmüş, Yılmaz Demir ve Remzi Aytürk de intihar eylemiyle hayatlarını kaybetmişlerdir. Cemil Keskin’in bu konuşmasından kısa bir süre sonra cezaevi idaresi ile anlaşma sağlanır ve Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki yoğun baskı dönemi sona erer. Ama ölüm orucundaki tutsaklardan Cemal Arat ve Orhan Keskin hayatını kaybeder.
Ragıp Zarakolu bir yazısında 1990’ların başında bir Orhan Keskin kitabı tasarladıklarını ancak dönemin “basından sorumlu” DY yöneticisinin bu kitabın çıkmasını istememesi nedeniyle söz konusu kitabın yayımlanmadığını belirtmektedir[1]. O dönemdeki örgütlülüğün veya “basından sorumlu” arkadaşın hangi nedenle bu kitabın çıkmasına karşı çıktığını biz, maalesef, bilemiyoruz. Ancak insan “keşke Zarakolu DY’lilerle ilişkilerinin koptuğu 91 ve sonrasında bu kitap projesini hayata geçirseydi” diye düşünmeden edemiyor.
Yurtsever Kürt aydını Faqi Hüseyin Sağnıç’ın oğlu ve kendisi de bir Kürt sosyalisti olan Azad Sağnıç, Tatvan’daki gençlik yıllarından tanıdığı Orhan Keskin’in hayatını “Orhan Keskin / Bana Beyaz Bir At Getirin”[2] ismiyle kitaplaştırdı. İlk baskısı 2016 yılında yapılan kitabın 3. baskısı bazı yeni görüşmelerle genişletilmiş olarak 2018 yılında yayımlandı. Sağnıç kitapta Orhan Keskin’in ailesi ve değişik dönemlerde yolunun kesiştiği farklı gruplardan devrimcilerle yapılan görüşmelere dayanarak kapsamlı bir eser sunmaktadır.
Kitabın editörü Yalçın Bürkev (s. 11) ise Devrimci Yol’un Kürdistan çalışmasının camianın kendi içinde bile pek bilinmediğini, diğer sol çevreler ve genç kuşaklar açısından ise tam bir hafıza kaybı bulunduğunu belirtmektedir. Yine Bürkev, Orhan Keskin’in “Devrimci Yol’un üzerinde çok konuşulan cezaevi pratiği açısından bambaşka bir örnek”[3] olduğunu ve bu direnişin de pek fazla bilinmediğini vurgulamaktadır.
Yukarıda Bürkev’in sözünü ettiği her iki olgu da bugün Orhan Keskin ve bölgedeki çalışmalara yakından bakmayı yararlı hale getirmektedir. Bu yazı Azad Sağnıç tarafından yazılan kitap ekseninde Orhan Keskin ve DY’nin Kürdistan örgütlenmesi hakkında bir özet ve bazı değerlendirmeleri içermektedir. Kitapta aktarılanlar, zaman zaman başka kaynaklarla karşılaştırılarak değerlendirilmektedir. “Orhan Keskin” kitabından yapılan alıntılar yazarın (Sağnıç) veya aktarımı yapan kişinin ismi ve sayfa numarası verilerek aktarılırken, diğer kaynaklardan yapılan alıntıların kaynakları ise dipnotlarda sunulmaktadır.
Orhan Keskin 1957 Ardahan doğumludur. Babası Cılavuz Köy Enstitüsü ve sonrasında Erzurum Eğitim Ensitüsü Türkçe bölümü mezunu öğretmen Cemil Keskin’dir. Babasının aile kökleri Gürcistan’a uzanmaktadır. Çarlık Rusya’sına isyan eden ailenin büyükleri Gürcistan’dan, önce Şavşat’a ardından Ardahan’a yerleşmiştir. Orhan Keskin’in annesi ise Posofludur (Sağnıç, s. 14).
Orhan Keskin ilkokulu Ardahan’da, ortaokulu Çıldır ve Erciş’te, liseyi Silvan’da okur. Bu yıllarda Deniz Gezmişlerden etkilenir. Çok kitap okuyan ve Yılmaz Güney filmlerini seven bir gençtir. Liseyi bitirdiği yıl olan 1974’te babasının tayini Suşehri’ne çıkar. Orhan Keskin, Suşehri’nde vekil öğretmenlik yapar. Daha sonra 1975-76’da Ankara’da dershaneye devam ederken devrimci çevrelerle ilişkileri gelişir. 1976 yılında ise Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü’nü kazanır ve buraya kayıt yaptırır. Bu dönemde babasının tayini Tatvan’a çıktığı için ailesi Tatvan’a taşınmıştır. Orhan Keskin de Tatvan’da ve çevre ilçelerde Devrimci Yol örgütlenmesi yapar. 1978’de bölgede Devrimci Yol ilişkileri daha örgütlü hale gelirken Orhan Keskin de profesyonel devrimciliğe geçerek Diyarbakır ve çevresindeki çalışmaları yürütecek olan komitede yer alır (Ferda Koç, s. 62). Bir süre sonra yapılan yeni iş bölümüyle Orhan Keskin, Diyarbakır sorumlusu olur. 1980 ilkbaharında DDKD’lilerin saldırılarıyla başlayan bir çatışma sırasında arkadaşlarıyla birlikte polis saldırısına uğrarlar ve diğer arkadaşlarından ikisiyle birlikte Orhan Keskin yaralı olarak yakalanır.
Orhan Keskin her gün tıraş olan, temiz giyinen, asla ütüsüz elbise giymeyen bir devrimcidir. Bunun nedenini de “devrimciler bakımlı ve temiz olmalı ki halka örnek olabilsinler” sözleriyle anlatmaktadır (Ensari Kızoğlu, s. 162). Oldukça disiplinli, planlı, ayrıntıları önemseyen, ölçülü bir devrimcidir. Keskin bilgi birikimi iyi olan, Kürt sorununda özel bir anlama ve öğrenme çabası gösteren bir kadrodur. Gürcan Bahadır (s. 124) da Orhan’ın mütevazi ve kararlı bir tutumunun olduğunu, üstten konuşma tarzının olmadığını belirtmektedir. Ferda Koç (s. 65) Orhan Keskin’in zorlayıcı ve liderlik iddiası olan, kolektif liderlikten çok bireysel önderlik yatkınlığı olan ancak bu yatkınlığını örgüt hukukunun üzerine çıkarmayan bir yapıda olduğunu belirtmektedir.
Yıllarca ulusal baskı altında tutulan Kürt illerinde 1960’lı yıllarda siyasal bir uyanış başlamıştır. Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeler de bölgeyi etkilemektedir. 1970’lerin ortalarına gelindiğinde ise Kürt illerinde güçlü bir ulusal hareket görülmektedir. Bölgede Kürtlerin yoğunluğu yanında bazı il ve ilçelerde Arap ve Türk yerli halk da bulunmaktadır. Aşiret ilişkileri halen etkilidir. Ayrıca bölgede Türkiye’nin diğer yerlerinden gelen memurlar, öğrenciler, işçiler de bulunmaktadır. Kürtlerin önemli bir bölümü Sünni mezhebinden olmakla birlikte Bingöl, Tunceli, Elazığ, Erzincan, Malatya gibi illerde Alevi Kürtler de bulunmaktadır. 1975’te Türkeş’in Diyarbakır ziyaretinde çıkan olaylardan sonra MHP Kürt illerinde büyük oranda etkisizleşmiştir. Bazı il ve ilçe merkezlerinde faşistlerin bulunmasına karşın bölgenin önemli bölümünde bir etkinlikleri yoktur.
Bölgede, hem Türkiye genelinde örgütlenen siyasal grup ve partiler (TİP, TSİP, TKP, DG/DY, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu vb.) hem de Kürdistan’ın sömürge olduğunu savunan Kürt grupları (Şıvancılar/KUK, DDKD, Özgürlük Yolu/DHKD, Kawa, Rızgari) faaliyet göstermektedir. Bölgede 1975/76’da “Cepheci” olarak tanımlanan gençler bulunmaktadır. Devrimci Gençlik/Devrimci Yol bölgeden diğer şehirlere eğitim amacıyla giden, THKP-C’den etkilenen ve Devrimci Gençlik’le ilişki kuran öğrenciler, bölgeye dışarıdan gelen öğrenci, öğretmen ve memurların etkisiyle bölgede var olmaya başlar. Bölgenin merkezi olan Diyarbakır’da 1976-77 öğrenim yılından itibaren Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen DG taraftarları örgütlenmeye başlar. Bu örgütlülük 1978’de giderek öğrenci hareketinin dışına çıkar ve mahalleler ile çevreye doğru yayılır.
Bölgedeki DG/DY kadroları içinde öğretmen ve memur çocukları önemli yer tutar. Örneğin Orhan Keskin gibi, bölgede DY’nin kurucu kadrolarından olan Ferda Koç da köy enstitüsü mezunu bir öğretmenin oğludur. İstanbul, Ankara gibi merkezlerden Diyarbakır’a gelenlerin yanı sıra Artvin, Kars (o yıllarda Ardahan da Kars’ın ilçesidir), Erzurum gibi çevre illerden gelenler yoğunluktadır. Bölgenin yerlisi olan ilişkiler de, zayıf da olsa, bulunmaktadır.
1978’e kadar Orhan Keskin ağırlıklı olarak Tatvan ve çevresinde faaliyet yürütür. Okuldaki ilk senesinde Eğitim Enstitüsü’ne zaman zaman uğrar. 1978 yaz aylarında girilen yeni yapılanma, 1979 yılında sınırları daha belli bir alt bölge örgütlenmesinin çekirdeğini oluşturur. Söz konusu yapılanmada Kürdistan iki “Alt Bölge”ye ayrılmıştır. Diyarbakır, Urfa, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri, Ağrı, Muş, Hınıs ve Karayazı bir “Alt Bölge”; Malatya, Elazığ, Tunceli ve Bingöl bir ise diğer “Alt Bölge”yi[4] oluşturmaktadır (Ferda Koç, s. 62). Orhan Keskin Diyarbakır merkezli alt bölgede faaliyet sürdürmektedir. 1979’da yapılan görev dağılımında Orhan Keskin, Diyarbakır sorumlusu olarak faaliyet yürütmeye başlar.
1977 Nisan ayında yayınlanan Devrimci Yol Bildirge’de Kürt sorunu “Parti ve Kürt Meselesi” başlığı altında yer alır. Burada Kürt sorunu ülke devriminin “temel sorunlarından bir tanesi” olarak tanımlanmaktadır. THKP-C’nin görüşleri, Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup’ta Kürt sorunu ile ilgili paragraf ile aktarılır:
..Her şart altında, her zaman meseleyi misak-ı milli sınırları içinde ele almak gerekir, veya Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek çözüm yolu ayrılma hakkının kullanılmasıdır’ diyen görüşler yanlıştır. Bu görüşlerin sahipleri her iki tarafın burjuva ve küçük burjuva milliyetçi unsurlarıdır. Oysa devrimci proletarya meseleyi diyalektik bir tarzda ele alır. Yani UKTH’nın öngördüğü ayrılma, özerklik, federasyon v.s. çözüm yollarının hangi şartlar altında ve ne zaman geçerli olabileceğini açıkça ortaya koyar. (ASD’ye açık mektup)
Bildirge THKP-C’nin bu yaklaşımını “genelinde doğru” olarak tanımlamakla birlikte “ülkemiz koşullarına uygun bir ulusal sorun programı ortaya koyulmadığı için de doğru olarak kabul edilemez. Bu eksiklik ezen ulus şovenizmine karşı ajitasyon-propagandanın ihmali ile birlikte ele alındığında geçmişin bu yönden eleştirilme gereği ortadadır” ifadeleriyle eleştirmektedir. Somut analize dayalı somut bir program ortaya koyma zorunluluğu ifade edilmektedir. Bölümün devamı şöyledir (DY Bildirge, 1977, s. 45-46):
Ulusal sorun konusuna doğru yaklaşımın temel koşulu Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının kayıtsız şartsız tanınmasıdır. Bu hak Kürt halkının isterse bağımsız bir devlet olarak örgütlenme hakkı demektir.
Biz bugünkü koşullar altında böyle bir çözümü önermiyor, Kürt ve Türk halklarının oligarşik diktatörlüğe ve emperyalizme karşı ortak bir kurtuluş mücadelesi vermelerini Kürt ve Türk proletaryasının ortak örgütlenmesini, ve her iki halkın özgür ve eşit temellerdeki gönüllü birlikteliğini savunuyoruz. Böyle bir birliğin temel koşulu ise Kürt halkının kayıtsız şartsız bir kendi kaderini tayin özgürlüğüne sahip olmasıdır. Bu özgürlüğü savunmadan, birlik çağrıları oligarşinin şoven baskı siyasetinin gölgesinden kurtulamaz. Halkların birliği, halkların özgürlüğünden geçer.
Ayrıca bugünkü koşullar altında da, Kürt halkının ayrılma hakkını kullanma doğrultusunda gerçekleştireceği demokratik muhtevalı bir mücadele karşısında devrimci tavır böyle bir mücadelenin desteklenmesinden başka bir şey olamaz. Yeter ki böyle bir hareket emperyalizmin güdümünde, ayrılıkçı ve gerici bir muhtevaya sahip olmasın. Böyle bir durumda dahi, devrimciler böyle bir hareketi desteklemeseler bile, bu durumda ortaya çıkacak olan şoven tenkil politikasına karşı çıkmak yine devrimciliğin zorunlu ön koşuludur.
Biz bugünkü koşullarda Kürt ve Türk proletaryasının (diğer azınlık emekçileriyle birlikte) milliyet ayrımını gözetmeyen ortak örgütlenmesini savunuyoruz. Ayrı örgütlenme, ayrı mücadele ve ayrılmayı mutlaklaştıran anlayışlara karşı olduğumuz gibi ortak örgütlenmenin mutlaklaştırılmasına da karşıyız. Somut koşullar tarafından ortaya çıkabilecek bir ayrılma durumunda proletarya örgütlenmesinin ayrılığı da zorunlu bir hale gelebilir.
Bugün ülkemizde ezen ulus şovenizmine karşı mücadele büyük bir önem taşımaktadır. Şoven milli baskı politikası, oligarşinin faşist politikalarının en temel bir unsurudur. Bu nedenle anti-faşist mücadelenin güncelliği gerekçesi ile ezen ulus şovenizmine karşı mücadeleden vazgeçilemez. Faşizme karşı “ittifakları parçalamamak için” halkların özgürlüğünü savunmaktan vazgeçilemez. Faşizme karşı mücadele milli zulme karşı mücadeleden ayrılamaz.
Devrimci Yol dergilerinde Kürt sorunu konusunda ilk kapsamlı yazı “Türkiye’de Kürt Meselesi ve Devrimci Hareketin Görevleri 1-2” başlığıyla derginin Eylül ve Ekim 1977’de yayınlanan 9 ve 10. sayılarının orta sayfa yazılarıdır. Daha sonra ise Kürt sorununun ele alışına ilişkin tartışmalar Mart ve Mayıs 1978’de yayınlanan 16 ve 18. sayıların orta sayfa yazıları olarak yayınlanan “Sömürgecilik Tartışmaları Üzerine 1-2”[5] yazılarıyla sürdürülür. Bu yazılarda “Kürdistan’ın sömürge olduğu” ve ayrı devrim süreçleri ile ayrı örgütlenme tezleri eleştirilmekte, ortak örgütlenme ve ortak devrim süreci savunulmaktadır[6]. DY dergisinin 1978 Mart ayında yayınlanan 16. sayısında “Kürdistan’da Newroz Geleneği Yaşıyor” başlıklı bir yazı yayımlanmış ve yazıda Kürtçe sloganlar da kullanılmıştır[7].
1980 Ağustos ayında yayınlanan ve bir tür demokratik devrim programı içeriğinde olan “Devrimciler Ne İçin Savaşıyorlar?” broşüründe Kürt sorunu “Kürt Halkı Üzerindeki Bütün Baskılar Kaldırılarak Kürtlerin Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Kayıtsız Şartsız Sağlanmalıdır” başlıklı bölümde değerlendirilmektedir (Müftüoğlu, 1991, s. 675-677)[8]. Bu yazıda “Kürt halkı üzerindeki bütün milli baskılar kaldırılarak onlara kendi ana dilleri ile eğitim hakkı ve isterlerse ayrı bir devlet kurabilmeleri hakkı tanınmalıdır” denilmektedir. Ancak Kürt halkının çıkarının ayrı bir devlet kurmakta değil “bütün emekçi halkların kurtuluşunu sağlayacak olan devrimin gerçekleştirilmesinde” olduğu ve “… Demokratik Halk İktidarı altında halkların gönüllü ve özgür birlikteliğinin sağlanabileceği” belirtilmektedir.
Türkiye genelinde bir devrim hedefine göre şekillenmiş olan DY’nin Kürt illerindeki çalışmaları diğer bölgelerden farklı olarak Kürt ulusal dinamiğiyle daha yoğun olarak karşılaşmakta ve bölgedeki kadrolar bu duyarlılıklara uygun politika ihtiyacı duymaktadır.
Diyarbakır’daki tüm ‘Kürt solu’ grupları, Kürdistan’daki temel siyasi sorunu ‘ulusal sorun’ olarak saptıyor ve siyasi mücadele ve örgütlenmenin ulusal sorun temelinde yürütülmesi gerektiğini savunuyorlardı. Kürdistan’da yürütülecek siyasi mücadelenin ‘özgünlüğü’ bizim için de açıktı. ‘Faşizme karşı mücadele’ ve ‘ulusal sorunun teşhiri’ her durumda somut çizgimizi oluşturacaktı. (Ferda Koç, s. 53)
1977 yılında İstanbul’da düzenlenen “Eğitim Politikalarını Protesto” mitingine Kürt illerinden katılanlar Devrimci Yol kortejinde bir arada davranmış ve Kürtçe sloganlar atmışlardır. Bu duruma bir itiraz olmamasına karşın, bölge olarak diğer yerlerden farklı bir bilinç taşıdıklarını hissetmişlerdir (Necdet Aşiroğlu, s. 145).
Orhan Keskin, Kürt ulusal sorunu ve ulusal sorunun devrimci çözümü konusunda yoğunlaşmıştır. O dönemde Devrimci Yol içinde özerk bir yapı oluşturma fikri geliştiği bölgedeki kadroların aktarımlarında görülmektedir:
Orhan da, ben de Türkiye ve Kürdistan devrimci süreçlerinin ‘ortak bir şemsiye altında ama özerk bir temelde örgütlenmesi gereken birleşik devrimci süreçler’ olduğunu düşünüyorduk. (Devrimci Yol’da yayınlanan görüşlerle kıyaslandığında ‘ayrılıkçı’ olarak nitelenebilecek olan bu yaklaşımımızın bugünden bakıldığında gerçek duruma denk düşmeyen ‘iyimser temenniler’ olduğu anlaşılıyor.) (Ferda Koç, s. 68)
Erciş örgütlenmesinde yer alan Necdet Aşiroğlu da Orhan Keskin ile yaptıkları konuşmalarda aşağıdaki fikirde buluştuklarını ifade etmektedir:
Konuya hâkim olan Kürdistanlı arkadaşların çoğunlukta olduğu kurullar oluşturulmalı ve bu kurullarda Kürt sorunu enine boyuna tartışılmalıydı. Dergide ve örgütlenmede özerk bir yapının oluşturulması gerektiğini, milliyetçiliğin önüne geçmek için mutlaka ortak örgütlenmede Kürdistanlı devrimcilerin ısrarlı olması gerektiğine yönelik düşüncelerimizi de paylaşmıştık. (Necdet Aşiroğlu, s. 146)
1979’dan itibaren bölge komitesinde ve Diyarbakır İl Komitesi’nde yer alan Ali Demiralp, “Devrimci Yol’un Kürt sorununda yeterli bir ideolojik açılım yapamadığı; merkezdeki arkadaşların bölgedeki kadroların hassasiyetlerini anlamadıkları; kadroların ve bölgenin yaratabileceği dinamizm ve zenginliği kavrayamadıkları kanısındayım” (Demiralp, s. 118) demektedir.
Orhan Keskin bölgedeki Devrimci Yol örgütünde Kürtlerin katılım düzeyini artırmak ve örgütü yerelleştirmek için çaba göstermektedir. Koç, Keskin’in Diyarbakır İl Komitesi’ni yerlileştirmek için komitede “Kürdistanlı” kadrolara yer verdiğini, ancak komitede yer alan kişilerin militan olmakla birlikte siyasi altyapıları, önderlik ve yöneticilik yetenekleri henüz gelişmemiş kadrolar olduğunu, kendilerinin endişelerini dile getirdiğinde ise “ya böyle yapacağız ya da yapamayacağız” dediğini ifade etmektedir (Ferda Koç, s. 106).
1979 sonlarında Diyarbakır merkezli Alt Bölge Komitesi’nde, hareketin Kürt sorunu konusundaki politikalarının belirsiz ve yetersiz olduğuna ilişkin eleştiri ve tartışmalar üzerine bir yazı hazırlanması kararlaştırılır ve bu görevi Orhan Keskin, Yaşathak Aslan ile birlikte üstlenir (Ferda Koç, s. 104). Orhan Keskin bir taslak hazırlar, Yaşathak Aslan bu taslağı bir miktar değiştirir ve broşür olarak çoğaltılarak bölgede dağıtılır. Ancak Nasuh Mitap broşürün toplatılmasını ister, broşürün dağıtılmış olduğu ve toplanamayacağı cevabı üzerine, diğer bazı sorunlarla da birleştirilerek, Yaşathak Aslan’ın “burnu sürtülür” (Yaşathak Aslan, s. 120-121). Söz konusu broşürün örneği bulunamadığı için Orhan Keskin kitabında da yer almamaktadır. Ancak o süreci birlikte yaşayan ve taslak hazırlık sürecinde Orhan Keskin ile konuyu görüşen Ferda Koç’un anlattıklarını buraya almanın yararlı olacağını sanıyorum:
Orhan ‘Kürt uluslaşması’nın özgünlüğüne kafa yoruyordu. Kürdistan’ın dörde bölünmüş olmasının dört ayrı uluslaşma süreci yarattığını ve bu temel üzerinde değişik ulusal siyasallaşma süreçlerinin şekillenmekte olduğunu görüyordu. Güney Kürdistan’daki KDP ve KYB’nin sınıfsal ve politik özellikleri ile Kuzey Kürdistan’daki ‘Kürt Solu’nun özellikleri arasında belirgin farklılıklar vardı. Bu hareketler birbirlerini etkiliyorlardı ama aynı zamanda parçasını oluşturdukları ülkelerdeki siyasal süreçlere ve bunların emperyalist politikalarla ilişkisine göre de şekilleniyorlardı. Kuzey Kürdistan’da uygulanacak devrimci stratejinin Kürdistan’ın diğer parçalarındaki ulusal hareketlenmeleri de hesaba katması gerekiyordu. ‘Aksi takdirde dört ayrı Kürt ulusu ortaya çıkabilir’ diyordu. … Cezaevindeyken taslağı tamamladığını ama istediği gibi olmadığını söylemişti. … Orhan’ın ‘yayınlanan’ taslağının epey bir ‘kırpılmış’ olduğunu öğrendiğimde aslında şaşırmadım. (Koç, s. 105)
O dönemde DY bölgede özerk bir örgütlenmeye gitmediği için, bu önerinin hayata geçmesinin oluşturacağı avantaj ve dezavantajları bugün değerlendirmek pek mümkün görünmemektedir[9]. Bununla birlikte, siyasal yapının böyle özel bir bölgenin ihtiyaçlarına ve düşüncelerine daha duyarlı yaklaşması gerektiği ifade edilebilir.
DY’nin bölgedeki çalışmaları zaman içinde gelişerek, başlangıçtaki gençlik ve dışarıdan gelen memur ilişkilerinin dışına çıkmıştır. Bu gelişmede, Orhan Keskin gibi bölgenin yerlisi sayılabilecek kadroların etkisinin yanı sıra, hareketin genel gelişiminin ve bölgedeki çalışmayı güçlendirmek için dışarıdan gönderilen kadroların da payı bulunmaktadır. DY örgütlenmesinin belirli bir gelişkinlik düzeyine ulaştığı il ve ilçeler arasında Diyarbakır, Ergani, Halfeti, Tatvan, Van, Erciş, Patnos, Mardin, Kızıltepe, Nusaybin, Siirt bulunmaktadır. Bu merkezlerin bazılarında dernek, bazılarında kitabevi olarak örgütlenme merkezleri oluşturulmuştur. Faşistlerin bulunduğu yerlerde (örn. Erciş, Patnos, Nusaybin, Siirt) faşistlerin geriletilmesi gündemi temelinde örgütlenilmektedir. Ayrıca işçi talep ve örgütlenmeleri, kan davalarının çözülmesi, mera ve ürün paylaşımı anlaşmazlıklarının çözülmesi gibi faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Devrimci Yol dergisi Erciş’te 100, Patnos’ta 100, Nusaybin’de 150 adet dağıtılmaktadır. 12 Eylül darbesi öncesinde bu örgütlenmelerin bazıları (örn. Tatvan) DS ayrılığından ve kişisel ayrılıklardan etkilenerek, bazıları gerçekleştirilen eylemler sonrasında yenilen polis operasyonları sonucunda (Halfeti, Patnos, Nusaybin, Siirt) zayıflamışlardır.
Bölge çalışmasının merkezi durumunda olan Diyarbakır’da başlangıçta Tıp, Diş Hekimliği Fakülteleri ve Eğitim Enstitüsü’nde oluşan çalışmalar zaman içinde mahallelere yayılmıştır. Kadınlardan oluşan bir ekip ile kadın çalışması sürdürülmüştür. Orhan Keskin’in Diyarbakır’da Sümerbank lojmanları çevresinde örgütlediği ve “Sümerbank grubu” olarak tanımlanan grup Diyarbakır’da yerelleşme açısından önemli bir adım olmuştur.
Devrimci Yolcular, Diyarbakır’da ve bölgede silahlı korsan gösteriler, Newroz kutlamaları, tekelci şirketlerin temsilciliklerinin bombalanması, faşistlerin cezalandırılması, polislerin hedef alınması gibi eylemler gerçekleştirmiştir.[10] 1979-80 yıllarında sıkıyönetim şartları altında yapılan silahlı korsan gösteriler 250-500 civarında katılımla gerçekleştirilmektedir (Ferda Koç, s. 94). Diyarbakır’da kitle örgütlenmesi yanında sahte kimlik, gizli baskı işleri vb. yapacak şekilde gizli örgütlenmeler de yapılmıştır. Ayrıca örgütlenmeye gelir ve silah sağlayacak çalışmalar yapılmıştır. Devrimci Yol’un bölgedeki gizli örgütlenmesi darbe sonrasında da 1984’teki örgütsel dağılmaya kadar varlığını ve faaliyetini sürdürmüştür.[11]
Bölgedeki örgütlülükten hayatını çatışma, işkence veya kaza ile kaybedenler de bulunmaktadır. Diyarbakır’da Sümerbank grubu içinde örgütlenen Kenan Gürsey daha sonra diğer siyasal çalışmalarının yanı sıra sendikal çalışmalar ve Demokrat gazetesi muhabirliği görevlerini yürütmüştür. 12 Eylül darbesi sonrasında 1 Aralık 1980’de Mardin’de yakalanmış ve 3 Aralık tarihinde işkencede hayatını kaybetmiştir. Diyarbakır’a bölge dışından gönderilen kadrolardan, Orhan Keskin’den sonra bir süre Diyarbakır sorumlusu olarak faaliyet yürüten, Erdinç Coşkun daha sonra katıldığı kır gerillasında iken Malatya kırsalında bir kaza kurşunuyla hayatını kaybeder. Tunceli bölgesinde gerilla faaliyetinde yer alan Vahap Atılgan, geçtiği Diyarbakır’da bir çatışmada yakalanır ve 10 Ekim 1982’de işkencede öldürülür. Pol-Der’li olan ve bir süre Diyarbakır’da görev yapan İsmail Kıran darbeden bir süre sonra polislikten istifa ederek Giresun’a yerleşir. Burada bir operasyon sonrasında tutuklanır, 1983 Ocak ayında sorgulanmak için götürüldüğü Diyarbakır’da işkencede öldürülür.
1970’li yıllar sol içi çatışmaların ve ölümlerin oldukça yoğun olduğu bir dönemdir. Kürt illeri de bu genel sorunu çok yoğun olarak yaşayan yerlerdir. Güç gösterisi için veya çeşitli ideolojik ve politik gerekçelerle çatışmalar ve ölümler olur. SSCB yanlısı gruplarla anti-Sovyetik grupların çatışmaları yaygındır. Ayrıca PKK güçlenirken çeşitli gruplarla çatışmalara girmiş ve bu çatışmalarda çok sayıda insan ölmüştür. En büyük çaplı sol içi çatışma 1980 yılında PKK ile KUK arasındaki, iki ay içinde 150’den fazla yurtseverin öldürüldüğü çatışmalardır. Bu çatışmaların çözülmesi için oluşturulan heyette DY adına Yaşathak Aslan da yer alır. Aslan bu çatışmaların mücadeleye verdiği hasarın çok boyutlu olduğunu belirtmektedir:
Çatışmalarda bombalar, makineli tüfekler bile kullanılıyordu. Bazı ilçeler ölü kentler hâline gelmişti. Damlarda ve pencerelerde kum torbalarıyla siperler oluşturulmuştu. Bu çatışmayı o zamanlar sadece anti-faşist cephenin zayıf düşmesi açısından ele alıyorduk. Bugün ise, sosyalist hareketin gelişmesini engelleyen sosyalist demokrasi anlayışının eksikliğinin, nasıl yıkıcı bir sorun olduğunu daha iyi anlıyoruz. [12]
Bu dönemde bölgede DY’lilerin de içinde bulunduğu sol içi çatışmalar olur. Aktarılanlara göre DY’liler bu çatışmalarda savunma pozisyonundadır. 1978’de Devrimci Kurtuluşçuların saldırısı üzerine bir çatışma çıkmıştır. Yine aynı günlerde TİP’lilerin saldırıları olur. Kızıltepe’de Kurtuluşçuların, Devrimci Yolculara ait kitabevini yakmalarına karşılık misilleme eylemleri gerçekleştirilir. Bölgede en etkili grup olan DDKD’lilerle çeşitli kereler gerginlikler çıkar. Bu gerginlikler içinde en kapsamlısı 1980 ilkbaharında DDKD’nin DY’ye yönelik kampanyasıyla yaşanır ve Orhan Keskin ile arkadaşları da bu çatışmalardan birisinde polise yakalanır.
Dönemin DY kadroları, bölgede DDKD’nin zayıflayan DY’nin ise güçlenen bir yapı olması nedeniyle DDKD’nin saldırılarının gerçekleştiğini belirtmektedir. Saldırıların bir nedeni de “Türk solu” olarak tanımladıkları grupları devletle ve sömürgecilikle özdeşleştirmeleridir. Yaşathak Aslan, DDKD’nin DY için “Fatih’in, Yavuz’un, Mustafa Kemal’in piçleri Kürdistan’ı yeniden işgale çalışıyorlar vb.” şeklinde bildiriler yayımladığını belirtmektedir.[13] Sağnıç’ın görüştüğü DDKD’liler ise çatışma nedenleri arasında güçlülük psikolojisi ve DY’nin, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girmesine karşı çıkmasını (Ramazan Kahramaner, s. 185-186) gerekçe göstermektedir. Ancak görüşülen DDKD’liler DY’yi düşman olarak görmediklerini, çatışmaların lokal ve yanlış olduğunu belirtmektedir.
Orhan Keskin ve birlikte yakalandıkları arkadaşları tutuklanırlar. Orhan Keskin’in tedavisi uzar, bir süre başka cezaevine gönderildikten sonra, darbenin hemen öncesinde, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ne gönderilir. Cezaevindeki tutsakların büyük kısmı Kürt yurtsever hareketlerindendir. Azad Sağnıç kitap hakkında verdiği bir röportajda, devletin diğer Kürt örgütlerini değişik cezaevlerine dağıtmasına karşın, PKK’lileri Diyarbakır Cezaevi’ne toplaması nedeniyle burada en büyük grubu PKK’nin oluşturduğunu belirtmektedir.[14] 2 bin 500 civarında tutuklunun bulunduğu cezaevinde Devrimci Yolcuların sayısı ise 20-30 kişi civarındadır.
Darbe sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde saldırı hemen başlamaz, dalga dalga, yavaş yavaş gelir. Cezaevindeki tutsaklar saldırılara başlangıçta direnirler, ancak bir süre sonra başarısızlıkla sonuçlanan bir açlık grevinin ardından, idare karşısında geri adım atılır. Süreç içinde baskılar yoğunlaşır ve cezaevi büyük oranda teslim alınır. İlk dönemlerde yemek duası ve İstiklal Marşı ile başlayan yaptırımlar, idarenin zorunlu tuttuğu marşların okunmasına ve askeri eğitim yapılmasına uzanır. İdarenin yaptırımlarına uyulmasına rağmen işkence, dayak ve onur kırıcı davranışlar bütün yoğunluğuyla devam eder. Tutsakların bir kısmı direnişçi hatlarını sürdürmektedir. Direnişlerini sürdürenler koğuşlardan hücrelere alınmaktadır. Orhan Keskin ve DY’liler de direnişçi bir hattı sürdürmektedir. 1982’de Mazlum Doğan’ın Newroz’daki intihar eylemi, ardından Dörtler’in (Ferhat Kurtay ve arkadaşları) kendilerini yakması, Kemal Pir ve 3 arkadaşının ölüm orucunda ölümleri gerçekleşir. Ancak baskılar sürer. Baskılara karşı 5 Eylül 1983’te cezaevinde yeni bir direniş dalgası ve ölüm orucu başlar. Orhan Keskin de ölüm orucuna gidenlerin içindedir. Bu direniş sırasında tutsakların en çok attığı slogan “Yaşasın Ölüm” sloganı olur. 40 gün süren bu direnişin sonucunda bazı haklar kazanılır. Ancak birkaç aylık bir rahatlamadan sonra, 1984 yılbaşında idare yeniden, bu sefer “tek tip elbise” giyilmesini dayatarak, saldırıya geçer.
Yeni bir baskı dönemini kabul etmeyen tutsaklar direnişe geçer ve ölüm orucu başlar. İlk ölüm orucu ekibindeki 20 kişiden 13’ü PKK, diğerleri de cezaevindeki diğer gruplardandır. İlk ekiptekilerden birisi de Orhan Keskin’dir. Daha sonra 15’er gün arayla 20’şer kişilik iki yeni grup daha ölüm orucuna başlar. Ölüm orucu ekiplerinde yer alan diğer bir Devrimci Yolcu ise ölüm orucu sırasında tahliye edilmiştir. Önceki ölüm orucu kesin bir kazanım olmadan sonuçlandığı için bu sefer sonuna kadar gitme kararlılığı vardır. Direniş sırasında, cezaevindeki ağırlıklı gücü ve direnişin merkezini oluşturan, PKK “tek tip elbise” giymeyi kabul etmesine karşın diğer talepler için direnişe devam edilir.[15]
Ölüm orucunda yer alan Recep Maraşlı, direniş sırasında yaptıkları sohbetlerde Orhan Keskin’in Mamak cezaevindeki Devrimci Yolcuları eleştirdiğini belirtmektedir (Recep Maraşlı, s. 283):
Devrimci Yol gibi güçlü ve oldukça da yetenekli kadroları olan bir hareketin cezaevi pratiğinin bu olmaması gerektiğini savunuyordu Orhan da. ‘Ne yapıyorlar, niye böyle davranıyorlar!’ diye sık sık sıkıntısını dile getiriyordu. Orada bulunuşunun bir ifadesinin de esas Devrimci Yolculuğun cezaevlerinde de direnişçilik olduğunu göstermek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu tavrıyla bakın ‘Devrimci Yolcular da ölüm oruçlarına, açlık grevlerine katılıyorlar’ demekteydi. Yani tavrının kişisel olarak sadece devrimci Orhan Keskin’e ait değil, bu siyasete aidiyetinin de bir ifadesi olarak Devrimci Yolcu Orhan Keskin’e ait bir tercih olduğunu vurguluyordu.
Kısa süre önce bir başka ölüm orucu sürecini yaşamış bulunan Orhan Keskin’in bedeni zayıf düşmüştür. Hastaneye götürülüp serum verilmesine rağmen kendisine geldiğinde serumu çıkarır. 3 Mart 1984 tarihinde, ölüm orucunun 50. gününde, Cemal Arat ile birlikte, devrim şehitleri arasına katılır. Orhan Keskin’in ölümünden önce cezaevi idaresiyle anlaşma sağlanır. Böylece Diyarbakır Cezaevi’nde 3,5 yıl süren ve 54 kişinin ölümüne yol açan yoğun baskı dönemi sona erer.
Orhan Keskin, Kürt ulusal sorunu üzerine kafa yormuş ve içinde bulunduğu Devrimci Yol hareketinin bu soruna ilişkin özgün görüş oluşturmasını sağlamaya çalışmıştır. Orhan Keskin’in “burada ne işleri var, kendi ülkelerine gitsinler” şeklinde bakan bir Kürt yurtsever hareketiyle çatışma sırasında polis tarafından yakalanmış olması acı bir olaydır. Orhan Keskin’in, zulmüyle ünlü Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde direnişçiler içerisinde yer alması ve en zor direnişlerden birisi olan ölüm orucunda hayatını kaybetmesi Türk ve Kürt halklarının faşizme karşı mücadele birliği açısından önemli bir simgedir.
Dipnotlar:
[1] Ragıp Zarakolu. Farkına Var! 17 Mart 2019. Web: https://artigercek.com/yazarlar/ragipzarakolu/farkina-var (Erişim Tarihi: 24.05.2020).
[2] Azad Sağnıç. (2018). Orhan Keskin. Bana Beyaz Bir At Getirin. (3 Baskı). İstanbul: NotaBene.
[3] “Devrimci Yol’un üzerinde çok konuşulan cezaevi pratiği” ifadesi esas olarak, Devrimci Yol’un merkez yöneticilerinin de darbe döneminde tutuklu bulunduğu, Mamak Cezaevi’nde idarenin dayattığı birçok yaptırıma uyulmuş olması nedeniyle yapılan eleştiri ve tartışmalara atıf yapmaktadır. Ek olarak Devrimci Yol Ana Davası başta olmak üzere mahkeme sorgularındaki ifadeler ve savunma çizgisi de bu pratikle birlikte anılmaktadır. Ancak değişik bölge davalarında ve değişik cezaevlerinde söz konusu pratikten daha farklı örnekler de bulunmaktadır. Bu tartışmaların ayrıntılarına girmeden kendi görüşümü, şimdilik kısaca, ifade etmeyi yararlı görüyorum: Söz konusu pratik, “devrim” iddiası olan, dönemin en büyük siyasal hareketi açısından yetersiz ve geri bir pratiktir. Kişisel zaaf ve hatalar bir yana, genel olarak kitlenin geri unsurlarını da korumaya dönük, kamuoyunda da “demokrat” bilince seslenen bir hattın ifadesidir. Bu tutum bir “teslimiyet” değildir. Ancak, söz konusu hat, Devrimci Yol geleneğinin sonraki yıllarda THKP-C geleneğine uygun bir mücadele hattı geliştirememe sorununun -tek veya en büyük etkeni değilse de- önemli bir etkenidir. Diğer etkenlerin de ayrıca ve gerektiğinde tekrar tekrar tartışılmasında yarar bulunmaktadır. THKP-C ve Devrimci Yol’da ifadesini bulan devrimci siyasal hatta en fazla yaklaşılabilen çalışma ise, anlaşıldığı kadarıyla, 1989-91 dönemindeki “Devrimciler” çalışmasıdır. Ancak bu çalışma da 1991’deki yakalanmalar, örgütlenmedeki sorunlar, kitle hareketindeki gelişememe ve geri çekilme eğilimleriyle 1991 yılının sonuna gelmeden tıkanmıştır. Bu dönem ise ayrı bir tartışma ve çalışma konusudur.
[4] Malatya, Elazığ, Dersim ve Erzincan’ın içinde bulunduğu bölge çalışması Erdinç Obuz tarafından yazılan Yüreğim Sol’madan (NotaBene Yayınları, 2019) adlı kitapta anlatılmaktadır.
[5] Devrimci Yol Belgeler (CD). Bireşim Yayınları.
[6] Bülent Uluer, DY’deki İstanbul-Ankara ayrılığını anlatırken Ankara’nın (DY’nin merkezi) Kürt sorunu konusunda İstanbul’dan daha ileride olduğunu, DY dergisindeki bir yazıda “Kürdistan’ın sömürge olduğunu ima eden” ifadeler bulunmasından dolayı kendilerinin tepki gösterdiğini (derginin İstanbul’da sattırılmadığını) söylemektedir. Bkz. Bülent Uluer Anlatıyor (4): Yol Ayrımı. Web: https://www.youtube.com/watch?v=DDmeHgmDkFk. (52-53. Dk) Yüklenme Tarihi: 18 Kasım 2017. Erişim Tarihi: 24.05.2020.
DY dergilerinde gerek İstanbul ayrılığı öncesinde, gerekse de ayrılığın gerçekleştiği dönemde Kürt sorunu konusunda yer alan yazılarda “Kürdistan’ın sömürge olduğunu ima eden” ifadeleri göremedim. Aksine, yazılar “sömürge” iddiasıyla tartışan bir içeriktedir.
[7] Melih Pekdemir. 2014. Devrimcilik Güzel Şey Be Kardeşim. (4. Basım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. s. 165
[8] Oğuzhan Müftüoğlu (Derleyen). 1991. Devrimci Yol Yazıları. İstanbul: Devrim Yayınevi. s. 675-677.
[9] Sonraki süreçte PKK’nin gelişmesinin DY açısından örnek oluşturabileceği düşüncesi tartışmalıdır. Öncelikle PKK asıl başarısını 1984 ve sonrasındaki mücadelesiyle sağlamıştır. Öte yandan PKK, kendi politikalarını yalnızca Kürt halkının ulusal ihtiyaçlarına göre oluşturabilme olanağına sahip olmasına karşın DY tüm ülkeyi gözeten politikalar üretmek durumundadır. Yine sosyalizmin 1980’lerdeki prestij kaybının (Afganistan işgali, Polonya olayları, Bulgaristan’daki milliyetçi baskılar vb.) ve sonrasında reel sosyalizmin yıkılmasının, ulusal hareketi, sosyalizm hedefiyle motive olan bir harekete göre, daha az etkilemesi doğaldır.
[10] DY çevrelerinin değerlendirme ve anılarında öz savunmayı aşan silahlı eylemler pek yer almaz. Bu açıdan bu kitaptaki Koç’un bazı eylemler ve Maraş Katliamı’nın yıldönümünde yapılan eylemlere ilişkin aktardıkları, söz konusu genel çizginin dışında yer almaktadır.
[11] Bölgede 12 Eylül darbesi sonrası yapılan çalışmalar ve ilişkilere ilişkin olarak Yaşathak Aslan’ın, bir bölümü Sağnıç’ın kitabına da alınan, “Devrimci Yol. Bir Dönem. 1980-85 Yılları. Kavgamız Bitmeyen Sevdamız” (2005. Ankara: Arayış Yayınları.) kitabına bakılabilir. Ayrıca Erdinç Obuz’un “Yüreğim Sol’madan” isimli kitabında da darbe sonrasında bölgedeki ilişki ve çalışmalara yer verilmektedir.
[12] Yaşathak Aslan. 2005. Devrimci Yol. Bir Dönem. 1980-85 Yılları. Kavgamız Bitmeyen Sevdamız. s. 32-33
[13] Yaşathak Aslan. 2005. … s. 32.
[14] “Kitabın Adını Orhan Koydu” Söyleşi: Demet Sargın. Web: https://www.birgun.net/haber/kitabin-adini-orhan-koydu-112723 (Erişim Tarihi: 30.05.2020)
[15] “Tek tip elbise” dayatması ve bununla birlikte gelen baskılara karşı Mamak ve Metris gibi diğer cezaevlerinde de direnişler, açlık grevleri ve ölüm oruçları gerçekleştirilir. Metris’teki açlık grevi ve ölüm orucunda dört devrimci hayatını kaybeder.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.