Kim ki Kürtler ve HDP ile arasına “mesafe koyar”; koyduğu mesafe oranında Erdoğan’a yaklaşır! Kim ki, Erdoğan rejimi uykularını kaçırdığı halde; terör, bölünme şu bu paranoyalarıyla ürkütüldüğünde, bu zokayı bir kez daha yediğinde, “beka”, “milli mesele” kavramlarını duyduğunda hazırola geçtiğinde… farkında olarak veya olmayarak Erdoğan rejiminin müttefiki haline gelir!
Ortalık tozduman.
Darbe tartışmaları almış başını gidiyor. Darbe yok, bari tartışmasından faydalanalım hesabıyla işliyor çarklar. Pehlivanları kızıştıran cazgırlara taş çıkartırcasına köpürtüyorlar tartışmayı Saray’ın borazanları. Psikolojik harp görevlileri değillerse eğer, psikolojik harpçiler tarafından kullanılan iki kadın kakara kikiri ölüm listeleri açıklıyorlar TV ekranlarından. Fatih Tezcan denen meczup sanki kan bankası kurmaya soyunmuş. Devletin makbul mafyaları sosyal medya arenasında düelloya tutuşmuş. Bahçeli’nin yardımcısı, “tek başına iktidar” tweet’i atıyor, Akşener sarayda “memleket masası” kurmaya soyunuyor.
Ne oluyor?
Her biri diğerini tetikleyip büyüten ekonomik, politik, iç ve dış krizler Saray’ı alarma geçirdi. Toplum mühendisliğinin denenmiş kirli silahlarını devreye soktular; olan bu. Toplumsal destekleri ve oy oranlarındaki erimenin, gelmekte olan ekonomik tufanla birleştiğinde önlenemez çöküşe dönüşeceğini biliyorlar. Şu anda yaptıkları bir tür “önleyici müdahale”; inisiyatif alarak baştan kurtkapanını kuruyorlar.
Bu kapana kuzular mı düşer, yoksa kurtlar kendi kapanlarına mı, göreceğiz.
Yakın tarihteki iki tecrübe kurtların iştahını kabartıyor.
Birincisi, 7 Haziran 2015-1 Kasım 2015 döneminin kanlı tecrübesi.
7 Haziran seçimlerinde AKP tek başına hükümet kuracak oy alamadı. Bir aylık koalisyon görüşmesi oyalamalarıyla zaman tüketildi. Sonra bombalar patlamaya başladı. 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta 33 sosyalist genç bombalı saldırıyla katledildi, onlarcası yaralandı.* Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Şırnak savaşı aratmayan görüntülerle yerle bir edildi. 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde barış mitingi için toplanan kalabalığın ortasında bombalar patladı, 103 insan katledildi, yüzlercesi yaralandı. 1 Kasım erken seçimlerinden yirmi gün önce gerçekleşen katliamın ardından dönemin Başbakanı Davutoğlu, “oylarımız artıyor” açıklaması yaptı. Ve 1 Kasım seçimlerinde AKP oylarını, beş ay önceki seçimlere göre on puan artırarak tek başına iktidarını korudu. İşin polisiye boyutu üzerinde durmaya gerek yok. Davalar sürüyor ve cihatçı katillerin her iki katliamda da nasıl önlerinin açıldığına dair çok sayıda delil mahkemelere yansıdı. Bizi burada ilgilendiren, bu özel harp operasyonları sonucunda toplumsal psikolojiyle nasıl oynandığı ve bunun siyasi sonuçlarının nasıl devşirildiğidir. Çok iyi bilinir ki, kaotik ortamlarda kitleler, özellikle de siyasal bakımdan geri kitleler kurtarıcı arar ve otoritenin -iktidarın- etrafında kenetlenir. Temmuz-Ekim 2015 döneminde gerçekleştirilen özel harp operasyonları tam da bu hedefe yöneldi ve başarılı da oldu; AKP oylarını on puan artırarak tek başına iktidarını korudu.
İkincisi, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesidir, Erdoğan’ın deyişiyle, “Allahın lütfu” darbesi.
Burada da işin polisiye boyutu üzerinde uzun boylu durmaya gerek yok. Fakat bazı şeyler üzerinden atlanır gibi değil. Ağustos’ta yapılacak YAŞ toplantısında, subay ve general kademesinde çok sayıda askerin tasfiye edileceğine dair haberler servis edildi Temmuz başından itibaren medyaya. Ve darbe(ciler) adeta erken doğuma zorlandı. Sonuçta bu tuzağa düştüler. Dahası Perinçek açıkça beyanat verdi, “darbeyi bir hafta önce haber verdik Erdoğan’a” diye, kimse de Perinçek’i yalanlamadı. Darbeyi iktidarın planladığını iddia etmek komplocu bir değerlendirme olur, fakat FETÖ’cülerin erken doğuma zorlanan darbesinin engellenmediği ve sonuçlarının Erdoğan için “Allahın lütfuna” dönüştüğü açıktır. Sadece FETÖ’yü değil, fırsattan istifade tüm toplumsal muhalefeti ezdiler. Yüzbinlerce tasfiye yapıldı devlet, ordu ve akademiden. HDP kriminalize edildi, hemen tüm belediyelere kayyum atandı, eş başkanlar, vekiller, belediye başkanları tutuklandı. Erdoğan, kendi tabanının kahramanı olarak yeniden kutsandı, çözülmekte olan taban yeniden şef etrafında kenetlendi. Eh, devamının nasıl geldiği biliniyor; Erdoğan’a başkanlık yolu açıldı!
Özetleyelim.
1) Temmuz-Kasım 2015 arasındaki psikolojik harp operasyonlarının sonunda AKP oylarını on puan artırarak tek başına iktidarını sürdürme imkânı yakaladı.
2) 15 Temmuz 2016 “Allahın lütfu” darbesinin sonunda ise Erdoğan başkan oldu.
Son beş yılda böylesi tecrübelerden geçmiş bir toplum dikkat kesilmek zorundadır!
Yeni bir krizle yüz yüzeyiz ve yeni kumpaslar devrede. Güçlü olduklarından değil, güçsüzlüklerinden, korkularından dolayı çırpınıyorlar; kumpaslara, psikolojik harbe sarılmaları bundandır. Emek ve özgürlük güçleri, asgari ölçülerde doğru eksenlerde ve mutlaka enerjik, umutlu bir politik hat inşa edebilirlerse, memleketi zehirleyen çürüme ve kokuşmayı süpürüp atmaları işten bile değildir!
Şu anda henüz yumuşak psikolojik harp metotlarıyla süren -ki pekâlâ kan da dökebilirler- bu psiko/politik operasyonun amacı ne? Köpürtülen bu sürecin sonunda sıkıyönetim ilanını ve birkaç yıl sürecek sıkıyönetim ortamında seçimlere gitmeyi, yani “kazanma garantili” seçimlere gitmeyi hedefliyor olabilirler; yanılıp yanılmadığımızı zaman gösterecek. Bu bir olasılık, kesin olan tek şey tabanları kayıyor, kriz derinleşiyor, daha da derinleşecek ve Saray rejimi böylesi olağanüstü bir süreci “olağan” yöntemlerle karşılamaz. Son yirmi yılı aklı başında insanlar olarak yaşayan ortalama yurttaş ya da ortalama muhalif, Erdoğan rejiminin bu süreçte yapabilecekleri hakkında bir fikir oluşturmamışsa Allah selamet versin, kimseye anlatılacak bir şey yok!
Bu süreçte HDP ve CHP “ateş altında” olacak. Sosyal medya büyük engellerle karşılaşacak. Olduğu kadarıyla sosyalist ve demokrat basın kapatılma tehdidiyle yüz yüze gelecek. CHP’li belediyelere, özellikle İstanbul’a kayyum atanması bile gündeme gelebilir. HDP dokunanı, yanından geçeni yakacak bir ateşten gömlek olarak kodlanacak. Kilit mesele bu. Çünkü HDP’nin varlığı ve %13 oyu rejim tarafından devletin ve başkanının bekasının altına konmuş saatli bomba telakki ediliyor. “Millet ittifakı” parçalanmalı, ki zaten ayakta duramıyor, kimse HDP’nin yanına yaklaşamamalıdır. Bir taşta iki kuş; devletin tüm dönemler için “ideali” olan HDP ve Kürt hareketinin tasfiyesinde ne kadar yol alınsa o kadar iyi; ve ikincisi, HDP’nin gizli-açık dahil olduğu ittifak dağıtıldığında zaten başkan babanın bekası sağlanmış oluyor: Hesap bu kadar açık ve net!
Mesele geliyor dayanıyor, bu kadar kör gözüm parmağına, bu kadar açık, bayağı, paldır küldür sahnelenen oyuna halkın, muhalefetin, ezcümle bu işlerden rahatsız olan kim varsa onların düşüp düşmeyeceğine…
O halde bu yazının ve sahnelenen ortaoyununun temel sonucunu yazarak noktalayalım:
Kim ki Kürtler ve HDP ile arasına “mesafe koyar”; koyduğu mesafe oranında Erdoğan’a yaklaşır!
Kim ki, Erdoğan rejimi uykularını kaçırdığı halde; terör, bölünme şu bu paranoyalarıyla ürkütüldüğünde, bu zokayı bir kez daha yediğinde, “beka”, “milli mesele” kavramlarını duyduğunda hazırola geçtiğinde… farkında olarak veya olmayarak Erdoğan rejiminin müttefiki haline gelir!
Bir şeyi istemek yetmez, istediğini elde etmek için yürünecek yolu, yapılacak işleri de bilmek ve yapmak gerekir. Bir kez daha söyleyelim: Kürtlere ve HDP’ye sırt dönerek Saray rejimi yenilgiye uğratılamaz!
İstanbul’un Erdoğan’ın elinden alınmasında kilit rol oynayan Kürtler ve HDP, Türkiye’nin Saray rejiminden kurtarılmasında da kilit rol oynayacaktır!
Bir şartla; “Alavere dalavere Kürt Memet nöbete!” devri bitmiştir; Türkiye’nin özgürlüğünün koşulu ve gerek şartı Kürtlerin özgürlüğüdür!
“Bu şartı yerine getirmektense köle kalmayı yeğlerim” diyen, Erdoğan’dan yakınmayı kesmelidir!
Bunun mümkün olduğuna inanan -ki tek mümkün kurtuluş seçeneğidir- birlikte hayat, birlikte adalet, özgürlük, eşitlik seçeneği için bir an bile yitirmeden kolları sıvamalıdır!
* Yazının yayımlanmasının ardından beni arayan anarşist arkadaşlar beş yoldaşlarının da katledilen gençlerin arasında olduğunu, bundan söz etmememin yanlış olduğunu söylediler. Haklılar. Benden kaynaklanan bu hatayı düzeltir, Suruç’ta katledilen anarşist yoldaşlarımız Alper Sapan, Vatan Budak, Mücahit Erol, Serhat Devrim ve Mehmet Ali Barutçu‘yu saygıyla anarım. Anıları kavgamıza ışık olsun.
(Sonraki yazıda bu kurtkapanını kırmada sola düşenler ya da solun bazı kör noktaları üzerinde duracağız.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.