“Testi kırılmadan önce” yazısı 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden bir gün önce, HDP’ye destek vermekten/açıklamaktan kaçınmak için kırk dereden su getiren sola yönelik olarak yayınlanmıştı. Bugün de benzer tartışmalar 7 Haziran unutulmuşçasına tekrarlanınca, aynı içeriği tekrar etmemek için aynı başlıkla hatırlatmayı tercih ettik. Devrimci bir siyaset, yapmadıklarımızın değil, yaptıklarımızın üzerine inşa edilebilir ancak. Türkiye sosyalist […]
“Testi kırılmadan önce” yazısı 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden bir gün önce, HDP’ye destek vermekten/açıklamaktan kaçınmak için kırk dereden su getiren sola yönelik olarak yayınlanmıştı. Bugün de benzer tartışmalar 7 Haziran unutulmuşçasına tekrarlanınca, aynı içeriği tekrar etmemek için aynı başlıkla hatırlatmayı tercih ettik. Devrimci bir siyaset, yapmadıklarımızın değil, yaptıklarımızın üzerine inşa edilebilir ancak.
Türkiye sosyalist hareketinin bileşenleri birbirleri ile verimli, üretken tartışmalar veya polemikler yerine çoğu zaman eleştiri adına karalamadan öteye geçmeyen bir üslubu tercih ediyor, ne yazık ki. Bu çocuksu davranış ne eleştirinin muhataplarına ne de eleştirene bir katkı sağlıyor. Karşı tarafın düşüncelerine içermedikleri anlamları yükledikten sonra yerden yere vurmak veya tanınmaz hale getirdikten sonra mahkûm etmek eleştiri ve tartışmanın bütün yararlarını ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bu tarzın, sol çevrelerin birbirinden beklentilerinin yok denecek kadar az olmasından kaynaklanıyor olması gerçeği ise kaygı vericidir. Asıl sorun ise tartışma üslubundan çok, bir iktidar[1] mücadelesi (devrim) programı ortaya konamamasından kaynaklanmaktadır.
Şimdi, 2015 seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de aktif sandık tutumu alan bir hareketin mensubu olarak, aldığımız tutumların sınırlı bir taktik olduğunu da ortaya koyarak, seçim-rejim-sosyalistlerin karşı karşıya olduğu sorunlar üzerine tartışmalara katkıda bulunmaya çalışayım.
Baştan şu ön kabulleri ortaya koyalım. Ne sokakta elde edilemeyen önderlikler parlamento temsiliyle elde edilebilir ne gerçek mücadele zeminlerinde kurulamayan birlikler, direniş-kurtuluş cepheleri parlamenter temsillerin sağlayacağı avantajlarla kurulabilir ne de bir kürsüsü olmadığından mücadeleye faydalı olamayanlar parlamenter kürsü elde ettiklerinde faydalı olabilirler. Parlamentoya bu misyonlar yüklenemezdi, artık hiç yüklenemez.
Hiç parlamentere sahip olmadan parlamentarist olunabileceği gibi, çok sayıda parlamentere sahip olunup parlamentarizmin reddedilmesi de mümkündür. Devrimciler için parlamenter temsil başlı başına bir mücadele kulvarı olarak değil ancak kitlelerin doğrudan eylemine ve öz-örgütlerine tabi olarak değerlendirildiğinde anlamlı bir yere oturtulmuş olur.
Herhangi bir konuda olduğu gibi seçim tutumumuzu da saptarken, sadece öyle istediğimiz için değil, olayların nesnel gidişatına yani içinden geçtiğimiz tarihsel koşullara göre karar vermek zorundayız. O takdirde nasıl bir tarihsel kesitteyiz, sorusuna birkaç madde halinde özet yanıtlar verelim.
(1) Direnişin kitle temeli giderek genişlemektedir. Sosyalistlerin önünde duran sorunlar ve görevler açısından, elde giderek genişleyen bir kitle temeli olduğunu saptayarak işe başlamalıyız. Özetle; 2013 Haziran’ında Gezi’den başlayıp tüm ülkeye yayılan bir kitle isyanı yaşandı ve sosyalistler bu imkanı iktidara (iktidar çatışmasına) taşıyamadılar. Birinci dalgası geriye çekilen (yenilen değil[2]) bu kendiliğinden sokak hareketi 7 Haziran 2015’te HDP’ye barajı aştırarak diktatörlüğün engellenebileceği imkanını gördü ve sokaktan sandığa yöneldi (ikinci dalga). Üçüncü dalgasını ise 2017 referandumundaki seferberlikle aynı amaçla yine sandıkta yaşadı. CHP’nin Adalet Yürüyüşü ile bu dalgalara önderlik etme ihtimali yine CHP’nin kendisi tarafından ortadan kaldırıldı. Şimdi bir dördüncü dalga ile yüz yüze olduğumuzu söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu dalgaların sokaktan sandığa yönelmesi başarılı sandık deneyimi olmayan sosyalistler açısından nahoş bir görüntü yaratmasına rağmen reel (siyasal-sosyal-kültürel) durumun ciddi devrimci olanaklar barındırdığına dair iddiamızı inatla tekrar tekrar vurgulamalıyız. Zira tarih devrimin olanaklarını ender olarak görünür şekilde sunarken çoğunlukla gizler; onu mermer blokun içinde saklı Davut’u çıkartan Michelangelo gibi, devrimci gözün görüp ortaya çıkartması lazımdır. İçinden geçtiğimiz tarihsel kesit de bu yaklaşımı gerektirmektedir.
İlk üç dalganın en belirgin özelliği, her birinin enerjisini öncekilerden alması ve giderek kitleselleşmesidir. Ayrıca ikinci ve üçüncü dalgaların, iktidar açısından ilkinden daha az tehlike yaratmadığı da ortadadır, zira 7 Haziran’dan sonra tek başına hükümet olanağını elinden alırken; 16 Nisan’da daha geniş bir kitle, diktatörlüğe hayır diyerek, iktidarını ‘yasal yollardan’ sürdürme imkanını Erdoğan’ın elinden almıştır. Artık yasal nerede başlıyor, nerede bitiyor, yasadışı nerede başlıyor, kendileri de kontrolü kaybettiler. Bugün yaşanan siyasal krizin arkasında bu durum vardır. Bu dalganın kitleleri de sandıkta kendi temsilcilerini seçmekten öte Erdoğan’ın diktatörlüğe varacağı belli olan iktidarını durdurmaya öncelik vermekteler. Yani faşist baskıların yoğunlaştığı ve başka yol-yöntemlerin henüz üretilemediği koşullarda bir direniş aracı olarak sandığı kullanmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla sandığı, formel olarak iktidar önümüze koysa da siyasal olarak kitlelerin direnme eğilimleri önümüze koymaktadır. Bu nedenle sistemin olağan akış dönemlerindeki yaklaşımlarımız bu direniş eğilimini göz ardı edecek şekilde devreye sokulursa direnen kitlelerden kopma tehlikesi gerçek bir hal alır.
(2) Solda önderlik boşluğu var. Toplam muhalefetin yüzde 75’i soldan oluşurken, temsilcileri sağa yönelerek iktidar sorununu çözmeye çalışmaktadır. Üstelik muhalefetin sol bileşimi aynı zamanda dinamik bileşeni de oluşturmaktadır. Muhalefetin yüzde 75’ini oluşturan sol bileşeninin bir politik önderliği yok! HDP küçük bir kısmını doldururken büyük kısımda boşluk var. Normalde dezavantaj oluşturan bu durum sosyalistlere önderliğe soyunma şansı/aralığı yaratmaktadır. 2013 Haziran’ından beri apaçık olan (daha öncesine girmeyelim) bu denkleme sosyalistler uygun politika ve araçlarla müdahale edemediklerinden çeşitli fırsatlar kaçırıldı. Kaçırılan fırsatlar kaçırılmamış gibi, yapılmayanı şimdi yapalım, denemez. Ancak önderliğin gereklerinin yerine getirilmesinde gösterilen basiretsizliklerin de sonucu olarak bugünden itibaren sadece düzen içi soldan değil, sağdan kimi aktörlerin de bu kitlelerin önderliğini alma ihtimali artmaktadır.
(3) Solda inisiyatif alma problemi var. Baskın seçime düzen muhalefeti bu defa başarılı sayılabilecek yanıtlar verdi. Sosyalistler ise baskın yediler! Bir dönemin iddialı sol projeleri olarak sahne alan ve parlamenter temsili sosyalizm mücadelesinin önemli bir kaldıracı olarak tarif eden (parlamentarist değil) yasal sosyalist partilerin hiçbirinin seçime girme yeterliliğinde olmadığı ortaya çıktı. Diğer yandan genel olarak sol odaklar erken seçim açıklandığı günden bu yana rasyonel hiçbir önerme ortaya koyamadılar.[3] Oysa, kendilerine biçilen misyonlar asgari düzeyde yerine getirilebilseydi farklı taktikler de mümkündü. Sosyalistlerin, erken seçim açıklanır açıklanmaz CHP’den başlayarak solun tüm partilerine, örgütlerine, sendikalarına, bireylerine sol bir seçim ittifakı[4] önerisiyle gitmesi, öneriye olumlu yaklaşanlarla oy pusulasına ortak adlar yazılarak (diyelim ki “kardeşlik ittifakı”) bir seçim ittifakı olarak seçime müdahalesi de bir seçenek olarak değerlendirilebilirdi. Geçen dört yılda yaşanan beş seçime rağmen vakit azdı, hazırlanamadık, diyenlere (affınıza sığınarak) “Ağustos Böceği ile Karınca Masalını” hatırlatalım. Alınacak böyle bir inisiyatif, yetersizliklere vurgu yapan, özgüven eksikliğini besleyen tartışmalar yerine uzun vadeli hedeflerin tartışılmasını sağlardı. Kimin ne yapacağı belli değildi itirazlarına, marifet kimin ne yapacağını da belirleyecek bir iddiaya sahip olmalıyız, yanıtını verelim. Ama ülkesine ve halkına fransız kalan sosyalistler bu veya benzer bir inisiyatif alamadılar, operasyonlardan ve siyasal nedenlerden kaynaklı tüm olanaksızlıklarına rağmen yine HDP inisiyatif aldı ve sosyalistlere (ortak program tartışmasına hiç girilmeden) seçim ittifakına benzeyen bir alan açtı.
(4) Demokratik Kürt potansiyeli, Türkiye’nin demokratikleşmesinin anahtarı haline gelmiştir. Erdoğan’ın başkanlık sisteminin seçim ve yönetim modeli, kendisini MHP ile ittifaka mecbur ettiği gibi rakip partileri de ittifaka mecbur bıraktı. HDP’nin yüzde 10 civarındaki (engellemeler olmasa pekala daha fazla) oyu seçimin kilit partisi olmasına, Kürtlerin de kilit seçmen olmasına neden oldu. Dolayısıyla AKP-MHP koalisyonu karşıtı partiler, devre dışı kalmamak için HDP ile resmi seçim ittifakı kurmadan ‘bir biçimde’ işbirliği kurmak zorunda kaldılar. HDP barajı aşamadığında (aşması baskılarla engellendiğinde) Erdoğan parlamentoda çoğunluğu alacağı gibi, ikinci turda HDP çağırsa bile ‘küsen’ Kürtler sandığa gitmeyeceklerinden Cumhurbaşkanlığını da alacaktır. Dolayısıyla hem HDP’ye baraj aştırılmalıdır hem de Kürt seçmeninin Cumhurbaşkanlığında firesiz desteği için ‘gönlü kazanılmalıdır’. Sadece bunun hatırına bile tüm aktörler Kürt Sorunu konusunda “düzgün” bir tutum almaya çabalıyorlar, Kürt Sorununda söz söylemek sakıncalı olmaktan çıkıyor; asla demeyecekler “anadil” diyor, Demirtaş serbest bırakılsın diyor ve daha başka şeyler de denecektir. Katı olan buharlaşır; yerleşik küflenmiş ilişkiler, peşlerinde sürükledikleri eskimiş tasarımlar ve görüşlerle beraber çözülür.[5]
24 Haziran-8 Temmuz sonrası ne olacak. Ne muhalefet için ne de Erdoğan için yollar düz. İktidar kaynaklı yasal-yasadışı her türlü saldırı yaşanacak ve buna karşı direnme olanakları yaratılmaya çalışılacak. Yani siyasal kriz (elbette ki ekonomik kriz) faşizmin çeşitli versiyonları ile yönetilmeye çalışılacak.
Devrimciler/sosyalistler ne yapmalı. Faşizme (diktatörlüğe) karşı mücadele bir akademik egzersiz konusu değildir. Somut eylem planı kadar, somut ittifakları da içeren bir mücadele programı gerektirir. Dahası bir ittifaklar politikası olmayan anti-faşist mücadele programı olmaz, eksiktir. Çünkü faşizme karşı mücadele, sadece sosyalistlerin derdi değildir. Tarihin de gösterdiği gibi birçok farklı kesimi bir araya getirecek, en geniş cepheyi kapsayan bir direniş hattının örülmesi hem gerekli hem de mümkündür. Bu hattın kurulmasına önderlik etmek ise kuşkusuz devrimcilerin acil görevlerindendir. Seçimler ve sandık faşizme karşı mücadelenin temel alanı değildir ancak yaşanan kitle seferberliği sandığı bu açıdan da işlevli hale getirmiştir. Sandığa dair belirsiz yaklaşımlar, seçim dönemi boyunca seçimler etrafında cereyan edeceği belli anti-faşist seferberliğin dışında kalma tehlikesi yaratmaktadır. Sandık güvenliği ve oylar çalınmadan önce okul önlerinde ve oy toplama merkezlerinde kitlesel bekleyişler faşist saldırganlık ve hilelere karşı kitlesel tepkinin ateşleyicisi olabilir.
Önermelerimizin ifadesi olarak sloganlarımızı sınayacak şey, halkı devrimci eyleme sevk edici etkisidir. Yani bu mücadeleyi kitlelere anlatacak uygun dilin kurulması da bir o kadar önemlidir. Seçim süreci boyunca ne anlatacağız kitlelere veya kitleler neyi duymak istiyorlar? “Varsa bir şekliniz semtimize bekleriz” vecizesi direnen kitlelerin tam da bizden beklentilerini ifade etmektedir: diktatörlüğü nasıl durdurabiliriz, sorusunun yanıtı! Bu yanıtı es geçerek nasıl bir ülke sorusuna verilen cevaplara kimsenin kulak asmayacağını akılda tutmakta fayda var.
Düzen içi siyaseti geçtik, sahipleri tarafından tüketilmiş, önümüzdeki dönem fonksiyonu belirsiz bir organ olan burjuva parlamentosu içi siyasete odaklanmak sosyalistlere fazla bir şey kazandırmayacağı gibi, kitlelerin doğrudan eylem potansiyelini ıskalamaya da yol açabilir. Milletvekiline sahip sosyalist gruplar, sahip olmayanlardan daha üstün ya da tersi olmayacaklardır (geçen dönemlerde bunu gördük). Faşizme karşı ortak mücadele zeminlerinin yaratılması görevine şimdiden fikri ve fiili hazırlıklar yapılmalıdır. Tekrar edelim, faşist saldırganlık ve hilelere karşı kitle seferberliğini organize etmenin üzerinde durulmalıdır.
HDP’ye “dokunan yanar” durumuna göre değil de anti-faşist cephenin olası bileşeni olarak yaklaşılacak ise aday verilse de verilmese de oy vermeyi gerektiriyor. Çünkü çeşitli baskılarla baraj altında bırakılmaya çalışılan HDP’nin barajı aşmasıyla ancak AKP-MHP ittifakı parlamentoda çoğunluğu kaybeder, ardından ikinci turda zora düşer. Ayrıca oy oranının artmasının yaratacağı moral etki seçim sonrası değerlendirmelerin olumlu verilerinden başlıcasını oluşturacaktır (7 Haziran gibi).
Ek olarak.
Önümüzde stratejik sorunlar ve o sorunların çözüm görevleri var, ancak yürürken çözülebilecek cinsten. Sosyalistler olarak, genişleyen kitlesel-sol direniş potansiyelini iktidar mücadelesine nasıl taşıyacağız? Önümüzdeki dönemin görevlerini yerine getirebilecek nitelikte örgüt anlayışları, mücadele çizgileri, işleyişleri ve hukukları (parti, cephe, hareket vd) nasıl olacak. Devletin şiddet tekeli kırılmadan iktidar mücadelesi başarıya ulaşamayacağına göre, bu tekelin kırılmasının 21. yüzyıldaki imkanları nelerdir?
Elbette ki stratejik sorunlar seçim tartışmaları vesilesiyle çözülemezler. Ancak uzun vadeli olasılıklar ve uygun yaklaşımlar üzerine şimdiden düşünmeye başlamakta hiç olmazsa taşları buna göre döşemekte fayda var.
Siyasal koşulları biz belirleyemeyiz ancak, öngörebilir ve o koşullara karşı işlev görebilecek stratejiler belirleyebiliriz. Asıl tehlike, yanlış taktikler, yanlış adımlar atmak değildir –stratejik olmadıkça her yanlış taktik illa ki politik- örgütsel çöküşe neden olmaz- kararsızlık ve hareketsizliktir daha kötü sonuçlara neden olacak olan.
Önceki yazı: Testi kırılmadan önce – Samut Karabulut
Dipnotlar:
[1] Devrim yerine iktidar vurgusu, ‘Devrim’in gündelik iktidar çatışmalarıyla ilişkisini kuramayan yaygın ve yanlış kanaate düşmemek için tercih edildi.
[2] Yenilmemesi her zaman olumlu sonuçlar üretemeyebilir, bazen yenilgiler daha güçlü başlangıçların zemini olabilir ve Gezi deneyimi bu açıdan da değerlendirilmelidir.
[3] Sosyalistlerin ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarma önerisi gerçekçi olsaydı hayata geçerdi. Üç günlük planları da “gerçekçi ol imkansızı iste” diskuru ile ele almayacaksak eğer. Diğer yandan sosyalistleri, sonuçları parlak olmayacak sandık vesilesiyle faşizme karşı olası müttefiklerinden ayrıştırmanın ne kadar isabetli olacağı da bir soru. Önceden hazırlığı yapılmamış, sol bir birliğin ürünü olmayan böyle bir çabanın seçimler kapıya dayandıktan sonra kotarılamayacağı ortadadır.
[4] Seçim ittifakı ile daha uzun vadeli programatik, politik ittifak biçimleri birbiri ile karıştırılmamalıdır. Ayrıca ittifaklarda ne hacimsel olarak büyük olan küçük olana lütufta bulunur ne küçük büyüğün sırtından geçinir ne de küçük büyüğe tabi olur. Böyle bir kural yoktur, tamamen politik taktik meselesidir.
[5] Bütün yerleşik küflenmiş ilişkiler, peşlerinde sürükledikleri ağarmış tasavvurlarla ve görüşlerle beraber çözülür, yeni kurulanlar daha kemikleşemeden eskirler. Katı olan ve duran her şey buharlaşır, kutsal olan her şey kutsiyetinden arındırılır, insanlar en nihayet hayattaki yerlerine, karşılıklı ilişkilerine ayık gözlerle bakmak zorunda kalırlar (Komünist Manifesto, İletişim yayınları s.56)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.