Yeni bir dünya için umutlananlar, o dünya için kendilerini de yeniledi. Gezi’ye bir kere giren hiç kimse oradan çıkarken aynı kalmadı
Gezi Direnişi Türkiye halklarının geleceği için hiçbir şey değilse, yeni bir dünyayı kurmak için umut oldu. Yeni bir dünya için umutlananlar, o dünya için kendilerini de yeniledi. Gezi’ye bir kere giren hiç kimse oradan çıkarken aynı kalmadı
Hadi güzel şeylerden konuşalım. ‘68 Mayısı 50, Gezi 5 yaşında, yine biz kazanalım.
Çapul TV’nin Gezi Parkı’ndaki stüdyosuna sırf bana sarılmaya gelen 68’li kadını anlatayım ben size mesela. Nasıl ağladık sarılırken, “Benden/bizden daha iyisini yaptın/yaptınız” dedi bana adını bilmediğim 68’li kadın. El verdi o gün. Yine biz kazanalım.
Gezi’de dinlemedik ya onların sözünü; devletin, polisin, erkeklerin, örgütlerin, cümle iktidarların. İsyan ettik hepsine. Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü reddettik de toplumsal dayanışmaya dayalı işbölümü kurduk, kolektifi, komünü yarattık, hep birlikte 68 Mayısını 2013 Haziranına taşıdık, hatta aştık ya, o haziranı da 2018 Temmuzuna taşıyalım. Hadi. Yine biz kazanalım.
Bakın size güzel şeyler anlatacağım, 2013’te not etmiştim de yayımlamaya fırsat olmamıştı. Neler yapmıştık 5 yıl önce, Gezi Parkı neydi, ne oldu, onu anlatacağım:
Gezi Parkı, Beyoğlu’ndaki Gümüşsuyu Mahallesi’nde yaklaşık 50 bin metrekarelik bir alan. Kuzeyi Elmadağ’a, güneyi Taksim Meydanı’na, doğusu Mete Caddesi’ne, batısı Tarlabaşı ve Talimhane’ye bakar.
Bir başka anlatımla ise, Gezi, 31 Mart İsyanı’nın doğduğu kışlanın üzerine inşa edilen bir park. İşçinin, emekçinin meydanıyla merdivenlerinde kesişir. Merdivenlerden bakınca, sol tarafta birinci grup kültür varlığı olarak tescil edilen ve (şimdi yeniden inşa edilmek üzere yıkılan) 1946’da temeli atılan Atatürk Kültür Merkezi, sağ tarafta Mustafa Kemal Atatürk, Sovyet askerleri, halk ve cumhuriyetin kurucu kadrolarının heykellerinin olduğu anıt vardır.
Günümüzde İstanbul’da yaşayan insanlar için Gezi Parkı, zaman zaman mini festivallerin, konserlerin yapıldığı bir yer; tinercilerin, şarapçıların, sokak insanlarının, evsizlerin evidir. İstanbullular, Taksim’den yorulduğunda yine Taksim Meydanı’ndaki bu parka sığınır. Yüksek binaların kesmediği bölümden bakarak, çayını içer, deniz manzarasını izler.
Park, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına “izin verildiğinde” meydana sığmayan emekçilerin uzun yürüyüşün ardından dinledikleri yeşillik alandır. Taksim Meydanı’nda bir “haber” varsa basın emekçilerinin konuşlandığı yüksekliktir. Merdivenleri yolcular için durak, su satıcıları için işyeridir.
Ama 30 Mayıs gecesi Gezi Parkı’nı hınca hınç dolduran büyük festivalden beri Gezi Parkı bu özelliklerinden çok, her metrekaresi için tüm Türkiye’de verilmiş mücadele ve her metrekaresinde kurulmuş 15 günlük komün yaşamla hatırlanacak.
30 Mayıs’ta sabaha kadar 10 binlerce kişinin hem eğlendiği hem direnişe hazırlandığı fiili festivalden sonraki sabah Gezi Parkı’na polis yine saldırdı.
Saldırı iki gün boyunca durmadan sürdü, sonunda Gezi Parkı kazanıldı. 1 Haziran, 15 Haziran arasında, bir komün yaşam yaratıldı. Bu yüzden 15 günlük Gezi Parkı’nın fiziki tasviri bile yukarıdaki anlatımdan çok daha farklı.
O günlerde Taksim Meydanı’nda gece-gündüz azalmayan kalabalığın içinden Gezi Parkı’na doğru bakıldığında, sol tarafta AKP’nin doğayı ve kentleri talan eden çamur, inşaat ve çukurları, sağda yıkılma tehdidi altındaki AKM ve bunların ortasında kurulan yeni bir hayat görünüyordu. Merdivenlerde gazete dağıtanlar, her gün yenilenen pankartlar, dövizler yazılamalar vardı. İçeri doğru girdikçe, pankartlarda talep edilenlerin bizzat direnişçiler tarafından kurulmaya başlandığı gözleniyordu. Pankartların ağaçlara yapıştırılmamasına özen gösteriliyordu. Kimisinde şiir, kimisinde slogan yazıyordu.
Burada sokak isimlerinden biri Ceylan Önkol, bir çadırın ismi Abdullah Cömert, bir alanın adı “Pınar Selek Meydanı”ydı. Mini komün ülkede nerede olduğunun tarifi “Tek yol devrim pankartı”, “Antikapitalist mescid”, “Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası”, “Çarşı’nın çadırları”, “Devrim Market”, “Halkın dayanışma masası”, “Taksim Dayanışması kürsüsü” gibi yer adları ile yapılıyordu.
Öncelikle belirtmek gerek ki direnişçilerin pek çoğu “komün yaşam” kurma iddiasıyla işe başlamamıştı. Ama dayanışma ortamı, kimi zaman el yordamı ile kimi zaman bilinçli müdahalelerle onların bu noktaya ulaşmalarını sağladı.
Çatışmanın ardından Gezi Parkı’nı ve Taksim Meydanı’nı kazanan yüz binlerce kişinin ilk işi, gönüllüleri toparlayıp, civardaki tüm çöpleri, kullanılmış gaz bombalarını temizlemek oldu. Oluşan temizlik komitesi, 15 gün boyunca yeni gönüllülerle yenilendi. Günün belirli saatleri çöp toplama saati yapıldı. Parkın diğer sahipleri çok kısa bir süre sonra yere izmarit dahil hiçbir çöp atmamaya, gördüğü çöpü parkın her yerine bırakılmış çöp poşetlerine atmaya başladı.
Bu alışkanlık Gezi Parkı boşaltıldıktan sonra kurulan mahalle forumlarında da kendini gösterecekti. Forum alanlarına poşetler bırakılacak, çöpler buralarda toplanacak, forum bittiğinde etraf temizlenip, parklar-alanlar öyle terk edilecekti.
Gezi Parkı için ikinci en acil ihtiyaç güvenliğin sağlanması idi. Komün bunu da komiteleşme ile çözdü. Parkın etrafındaki barikatlarda, parkın kritik yerlerinde bekleyecek, herhangi bir tehlike anında park sakinlerini örgütleyecek Güvenlik Komitesi, halkı polisten korudu. Ancak bu iş de yalnızca komiteye bırakılmadı. Parka gelenler Taksim Dayanışması’nın belirttiği ihtiyaçlar listesi üzerine, baret, kask, gaz maskesi, deniz gözlüğü ve diğer savunma ihtiyaçlarını getirdi. Herkes olası bir saldırı anına karşı hazırlıklarını tamamladı. Çatışmalar sırasında öğrenilen direniş yöntemleri anlatıldı, paylaşıldı. Valinin “Çocuklarınızı parktan alın, güvenli değil” diye annelere seslenişinin ardından annelerin en güvenli yerin Gezi Parkı olduğunu söylemesinin bir nedeni bu komitelere olan güvendi. Bir nedeni de oradaki çapulcuların her birinin birbirini tanımadan her şeylerini emanet edebilecekleri bir hayatın kurulması idi.
Üçüncü acil ihtiyaç, İstiklal Caddesi’nde, Beşiktaş’ta, Akaretler’de, Elmadağ’da, Şişli’de, Talimhane’de, Gümüşsuyu’nda ve İstanbul’un pek çok mahallesinde fiilen karşılanmaya başlamıştı: Sağlık hizmeti. Gezi Parkı’nın içinde kurulan revirlerde hem insanlar hem de hayvanlar için parasız sağlık hizmeti verildi. İstanbul Tabip Odası ve TTB’nin olağanüstü gayreti sayesinde, yaralılara ilk müdahaleleri yine sağlık çalışanları ve ilk yardım eğitimi almış gönüllüler yaptı. Parkta üç ana revir bulunuyordu. Birincisi Taksim Meydanı girişinde bulunuyor, ikincisi Orta Revir diye adlandırılıyordu, üçüncüsü Divan Otel yönündeydi. Revirlerde direnişçilere verilen ilaçlar da eczacılardan ve halktan gelen destek kolileri ile sağlandı. Parasız olarak sağlanan ilaçlar parasız olarak dağıtıldı.
Sağlıkçılar bir yandan revirleri tutarken, bir kısmı da alanı dolaşıp, sürekli sağlık hizmetine ihtiyacı olanları sormaya devam etti. Polisin Taksim Meydanı’nı boşaltmak, AKM’yi dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “paçavralardan” temizlemek için saldırı düzenlediği 11 Haziran’da Gezi Parkı’na gaz bombaları ve plastik mermiler atılırken, sağlık çalışanları onların geldiği yöne doğru koşup, yaralılara ilk müdahaleyi yapmaya çalıştı.
Revirlerin diğer sağlık kurumlarından pek çok farkı vardı. Orta Revir’de asıl işi sağlık hizmeti vermek olmayan gönüllüler gelenlere yalnızca sarılmakla görevlendirilmişti. Motivasyonun sağlık için en büyük gerekliliklerden biri olduğunu düşünen revirciler, gelenlere öncelikle sarılarak, Gezi Ruhu’nu oluşturan en önemli hislerden biri olan güven duygusunu besliyordu. Bir kısım revir gönüllüsü yalnızca etrafı toparlamak, ilaçları yerleştirmek için görev aldı. Revirlerin koordinasyonunu sağlayan daha küçük ekip, güvenli sağlık hizmeti için ne kadar ve hangi ilacın geldiğini kontrol etti, tehlikeli olabilecek ilaçların revire girişini engelledi.
Revirlerdeki işbölümü ast-üst ilişkisine göre değil, ekip ruhu ile yapıldı. Hekimler, labrantlar, hemşireler, temizlik görevlileri hep birlikte ve uyum içinde bir sağlık hizmetini kurumlaştırdı. Verilen sağlık hizmeti yalnızca Gezi’de yaşayanları değil, evlerinde kalan yurttaşları da cezbetti. Pek çok kişi, tansiyon veya şekerini ölçtürmeye, rahatsızlıkları için revire başvurmaya başladı. Revirlerde bulunan veterinerler, hem Gezi direnişinde yaralanan hayvanların muyane ve tedavisini üstlendi hem de çevredekilerin evlerinde besledikleri hayvanların tedavilerini üstlendi.
Sağlık hizmeti Gezi Komünü süresince, İstanbullular için parasız ulaşılabilir hale geldi.
Güvenlik komiteleri revirler için de işbaşındaydı. İçeride yaralılar ve sağlık çalışanları dışında kimsenin olmaması ve sağlıklı bir çalışma ortamı kurulabilmesi için güvenlik komiteleri revir girişlerinde bekledi. Ancak bu “güvenlik” alışılan asık suratlı “güvenlikçi” modeline aykırı bir imaja sahipti. Elinde megafonla, fıkralar anlatan, esprili dille halkı revirlere girmemeleri konusunda uyaran güvenlikçiler, mizahla yaratılan yeni hayatı anlatmak için verilebilecek ipuçlarından biri.
Revirlerde çalışan sağlıkçılar için dışarıdaki dünyadan farklı bir yön daha vardı. Sağlık çalışanına yönelik şiddet vakalarının her gün katlanarak arttığı Türkiye’nin içindeki minik bir adacıkta sağlıkçılar tüm polis baskısına rağmen, hasta ve yaralıların aciliyeti ve panik ortamına rağmen güvenle çalışabildi. Sağlıkçıya itibarı iade edildi. Sağlıkta şiddetin kaynağının sabırsız hastalar, beceriksiz sağlıkçılar olmadığı, neoliberal sağlık politikalarının şiddeti ürettiği örneklem kümesiyle sabitlenmiş oldu.
Direniş, Gezi Parkı’nda direnişçiler kitap okurken yapılan saldırılarla başlamıştı. Direnişçiler de parka yerleşir yerleşmez Gezi Kütüphanesi kurdu. Kaldırım taşlarından oluşturulan kütüphane, kısa sürede kitapla doldu. Kitaplar, türüne göre tasnif edildi. Arayanın istediğini bulabileceği gerçek bir kütüphane biçimine getirildi. İsteyen istediği kitabı parasız olarak temin etti. Üniversitelerdeki final dönemlerinin denk geldiği direniş sırasında üniversiteliler, kütüphanede buluştu. Sınavlara burada çalıştı.
Gezi Parkı ve diğer illerde yaratılan “çapulkent”lerde parasız eğitimin de tohumları atıldı. Eskişehir’de kurulan sokak üniversitesinin benzerleri gruplar halinde yapılan derslerle gerçekleşti.
Liselerini boykot eden, okul çıkışlarında Gezi Parkı’na giden liseliler, üniversite sınavına, kendilerini gönüllü olarak çalıştıran çapulcularla hazırlandı.
Gezi Komünü sırasında okulların tatil olmasıyla eğitim emekçileri de alanda daha fazla zaman geçirmeye başladı. Burada öğrencilerini, gençleri daha iyi tanıdıklarını ve onlarla gurur duyduklarını söyleyen öğretmenler, parasız eğitim isteyen liselilerin ve üniversitelilerin sesine ses verdi.
Gezi Parkı’na gelen, elinde tencere tencere, tepsi tepsi yemekle girdi. Mahallelerindeki tencere tava eylemlerini sürdürmek için Gezi Parkı’na gelemeyen ya evde yaptıklarını ya da satın aldığı yiyecek içecekleri Gezi Parkı’na gönderdi. Sosyal medya üzerinden örgütlenen çalışan kesim, öğle yemekleri için örgütlenip, internet siteleri vasıtasıyla parka yiyecek ulaştırdı.
Beslenme ihtiyacının karşılanması için de komiteler oluşturuldu. Bir grup yiyeceklerin çadırlara getirilmesini sağlarken, diğerleri tüm çapulculara yemek dağıttı. Parkta sabah-öğle-akşam yemekleri ya da ara öğünler için her daim çorbasından böreğine, tatlısına kadar her çeşit yiyecek bulmak mümkündü. Ama asıl önemli olan, herkesin ihtiyacı kadarını alması, kalanını paylaşması idi.
İhtiyaçlar çadırlara asılarak veya sosyal medya ile duyuruldu. Dayanışma kolilerinin içinde yalnızca gıda yoktu. Kadın pedinden gaz maskesine, kedi mamasından kitaba, telsize, barınma malzemesine pek çok şeyle dolu olan kolilerden ihtiyaç sahipleri ihtiyaçları kadar yararlandı.
Komün yaşamın yaratılmasında parasız hizmetlerin sağlanmasının payı büyük. Parasız ulaşımı da gündem etmek gerek. Gezi Parkı ulaşım için araç kullanmaya gerek olmayacak büyüklükteydi ve çoğunlukla “yürüyüş” yapılarak geliniyordu.
Ama “parasız ulaşım” fikri çapulcu komüncülerin aklına düşmüştü. Özellikle AKP mitingi için belediye otobüslerinin parasız olarak kullanılması üzerine tepki duyan pek çok kişi İstanbul’un herhangi bir yerinde bindiği otobüslerde, kendilerinin de ulaşım hakkı olduğunu söyleyerek akbil basmadı.
Komün’den sonra kurulan park forumlarında da benzeri görülecekti. Abbasağa Parkı’ndan yandaş medyayı protesto etmek için ATV-Sabah binasına yürüyen yüzlerce kişi dönüş yolunda parasız ulaşım hakkını kullanacak, otobüslere akbil basmadan binecekti.
Ayrıca bisikletleri ile eyleme gelen direnişçileri ve bir eylem biçimi olarak “pedal basma” yönteminin de yavaş yavaş yaygınlaştığını eklemek gerek. Gezi Ruhu Büyükdere Forumu’nda sürdürülecek, Kuzey Ormanları’nı savunan çapulcular defalarca bisikletli eylem yapacaktı.
Parasız kültür sanat hakkına, üretilenin doğası gereği yalnızca Gezi Parkı’na gidebilenler değil tüm Türkiye ulaşabildi. Parkta veya park için üretilen sanat eserleri parasız olarak internet ortamında da sergilendi. Tiyatro atölyelerinin, drama çalışmalarının, heykelcilik faaliyetlerinin yapıldığı parkta, pek çok grup müzik üretti, dans gösterileri yapıldı. Taksim Meydanı’na getirilen piyano ile iki gece boyunca resital gerçekleştirildi. Pankart ve dövizler karikatürlerle süslendi.
Bazı çadırlarda güneş enerjisi gibi alternatif enerji kaynakları kullanıldı. Parkta var olan elektriğin de kamulaştırılması ile enerji sorunu hiç yaşanmadı.
İhtiyaçları olan hizmetleri, yiyeceklerini, sanatı, enerjiyi bizzat üreten komüncüler, bir bostan oluşturdu. Çocuk atölyelerinde günlerce çeşitli aktiviteler yapıldı, emzirme çadırı kuruldu. Yoga saatlerinde buluşuldu, az ama nitelikli uyundu. Bulaşıklar nöbetleşe yıkandı, sokak hayvanları için pek çok köşeye mama ve su bırakıldı.
Pek çok parasız bülten de çıkaran komüncülerinin en çok paylaştığı şey “bilgi” oldu. Bilgi kamusal bilgi haline getirildi. Haber niteliği taşıyan güncel bilgilerin yanı sıra çapulcular, atölyelerde, forumlarda, derslerde pek çok konuda bildiklerini diğerleri ile paylaştı. “Ötekiler” ve direnişe dair bilinmeyen yüzlerce şeye bilenler cevap verdi. Çapulcuların “LGBT nedir?”, “Siyaset ne?”, “Orospu niye küfür?”, “TOMA ne?”, “Portakal gazı nedir?” “Talcid ne işe yarar?” “Ters kelepçe ne demek?”, “Gözaltında ne gibi haklarımız var” gibi sorularına bilenler yanıt verdi.
Komüne dahil olanların bir kısmı aralarına akşam iş çıkışlarında katıldı. Gündüz işte, akşam direnişte olanların Gezi Parkı’na ulaştığı saatlerden sonra park, daha da renklendi. Her meslekten insanın olduğu komün hayatta yapılacak işler, dışarıdaki kapitalist hayatta ne iş yaptığına bakılmaksızın dağıtıldı. Akşam 7’ye kadar bir şirkette yönetici olanlar 7’den sonra Gezi Parkı’nda bulaşık yıkadı, ücretsiz ev işçisi kadınlar eylem komitelerine katıldı, sanatçılar çocuklara ders verdi, milletvekilleri sıra bekledi. Televizyon izlemek için parkın içindeki bir kafede buluşuldu. Gazeteler değiş-tokuş yapılarak okundu. Kıyafetlerin bağışlandığı masadan, herkes istediğini seçip, parasız olarak giydi. Mülkiyet olmadığı için hırsızlık vakası da olmadı. Kapitalist hayata dair tek şey, parka giren işportacılardı. Her şeyin bedava olmasından yakınan işportacılar, zaman zaman Gezi ruhunu yıpratacakları anlaşıldığında parktan çıkarıldı.
Direnişin kapitalist kültüre karşı olduğunu gösteren tüm bu emarelerle, bazı forumlarda karşılaşılmaya devam edilecekti. Yoğurtçu Parkı’nda takas masası kurulacak, isteyenin istediğini getirdiği, istediğini aldığı bir dayanışma ortamı devam ettirilecekti. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde kurulan yeryüzü sofralarında halk, yemeğini diğerleriyle paylaşacak, sokak çocuklarıyla ilk defa birlikte aynı sofrada oturacaktı.
Parasız olarak temin edilen şeyler parasız olarak dağıtıldı ama elbette ki bir komün deneyimi olarak bu açıdan eksikleri var. Çapulcular kanalizasyon sistemi kurup tuvalet sorununu çözemediler, herkesin çadırına elektrik götüremediler.
Elbette komün yaşam yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasından ibaret değildi. “Ortaklaşa sahip olunan üretim araçlarıyla sahip olduklarını, tek bir emek gücüyle sarf etme” yolunda büyük adım atmış ve neredeyse “özgür” kişiler” yani “yeni insan tipi” karınlarını doyurup, sağlık sorunlarını halletmekle yaratılmadı. Dayanışmanın değiştirdiği insanlar, komiteler vasıtasıyla kendini ifade etme imkanı buldu. Hiyerarşik yapıya izin verilmeyen komiteleri kuran yüz binlerce kişilik topluluk, Gezi Komünü’nden sonra gittikleri mahallelerde de herkesin söz hakkının olduğu mahalle komiteleri kurdu.
Komitelerin kurulması, doğrudan demokrasi ortamının yaratılması için öncelikle insanlar özgürleşti. Bu nasıl mümkün oldu? Öncelikle baskı mekanizmasının olmaması sayesinde insanlar özgür iradeleri ile kendi geleceklerini kurabileceklerini yaşayarak öğrendiler. Direnişle birlikte siyasallaşan insanlar, toplumu özgürleştirdikçe, kendilerini; kendilerini özgürleştirdikçe toplumu özgürleştirmeye başladılar. Dayanışmayla kişiliklerini güçlendirip, kendilerini üretebilecekleri mecralar buldular.
İnsanlar sınırlı bir alanda dahi olsa, ilk defa kendi istedikleri gibi yaşamaya başladılar. Üstelik yarattıkları hayat, onlara, AKP’nin müdahalelerine karşı savundukları yaşam biçimlerinden de fazlasını sundu. Örneğin, alkol alabilme özgürlüğü için Gezi’de nöbet tutanlar, kan verebilmek, çatışmalara ayık katılabilmek ve nitelikli siyaset üretebilmek için alkol almadı.
Haklarını bilen bireyler, neredeyse komünal bireyler haline geldi, bireycilik neredeyse ortadan kalktı. TC devletini, sosyal medya profillerinde adının önüne TC koyacak kadar savunanların sayısının çok fazla olduğu parkta, devletin ve onun şiddetinin olmaması onları bile memnun etti.
AKP bölmeye, düşmanlaştırmaya çalıştıkça halk kardeşleşti. Kardeşleştikçe özgürleşti. Direnişe çok farklı gelir gruplarından insanlar katıldı. Daha önce çok farklı etkinliklerde ve mekanlarda zaman geçiren yoksullar ve zenginler, Gezi Parkı’nda aynı etkinliklere katıldılar, ortak işler yaptılar, forumlarda eşitçe tartıştılar. Gezi Ruhu’ndan aldıklarını kimisi plazalarda kimisi mahallelerindeki parklarda sergiledi ve ortak sloganlarda buluştular.
Bir Kürt yurttaşı eylemdeki haliyle hiç yakından görmemiş olan binlerce Türk, onu slogan atarken, marşlar söylerken ve kendisine yemek getirirken gördü. Türkleri, halayına ortak eden Kürtler, onların yaptığı yemeği yedi, kendini ifade etme imkanı buldu. Kürtlerle Türklerin bir ağızdan attığı sloganlar, komünden sonra da yankılanacaktı. Moda sokaklarından Beşiktaş sokaklarına kadar pek çok yerde Lice için yapılan yürüyüşlerde “Yaşasın halkların kardeşliği” diyen halklar, Taksim’de yapılan eylemin en önünde HDK pankartı ve BDP’li vekilleri yürütecek, arkada Türk bayrakları ile “Diren Lice, Taksim seninle” diye slogan atacaktı.
Daha önce mezar taşlarının Gezi Parkı’nın merdivenlerinin yapımında kullanıldığı söylenen Ermeniler “Mezarlığımızı aldınız, parklarımızı alamayacaksınız” diyerek parkta direnişin bir ucundan tutmuştu. Bir diğer ucunu tutan özellikle ulusalcı Türkler, onlarla omuz omuza komün yaşamın ortağı oldu.
Direnişin dilindeki “delikanlılık” tanımı sürekli olarak değişti çünkü eril dil, LGBT bireylerle de tanışma imkanı buldu. LGBT bireyler daha önce kendileri ile diyalog kurmaktan kaçınan binlerce kişiyle sohbet etme imkanı bulduklarını anlatırken; heteroseksüeller, LGBT bireylerin barikatın en önünde olduklarını gururla anlatır oldu. LGBT Onur Haftası’nda bunun sahici bir kardeşleşme olduğu da anlaşılacaktı. Onbinlerce kişinin katıldığı Onur Yürüyüşü’nde binlerce heteroseksüel Gezi direnişçisi olacak ve hayatında ilk defa bir LGBT yürüyüşüne katıldığını ifade edeceklerdi.
Bir kısmın toplu namaz kıldığı, bir kısmın kandil simidi dağıttığı kandil gecesi, dindarlar ve olmayanlar arasında da bir dayanışma ortamı sağladı. Bir kısım namaz kılarken, bir kısım etraflarında güvenlik çemberi oluşturdu.
Bir erkek direnişçinin “İnanın burada çok açık kadınlar da var, türbanlı kadınlar da. Ama kimse hiçbirine yadırgayarak bakmıyor” diye anlattığı Gezi Parkı’ndaki kadınlar, eşitliği komün yaşamda buldu.
Neredeyse hiç taciz olayının yaşanmadığı parkta, kadınlar, eşit bir yaşam için mücadeleyi sürdürdü. Büyük oranda, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüne müdahale edebilen kadınlar, cinsiyetçi söylemi de çok aza indirmeyi başardı. Kadınların yazılamalardaki, sloganlardaki küfürleri silme eylemleri neticesinde pek çok kişide bilinç uyandıran kadınlar, daha sonra yapılan forumlarda erkeklerden “Direnişin en başında söylediğim cinsiyetçi küfürler için hepinizden özür diliyorum” cümlelerini duyacaktı. Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi “kadınlı erkekli çadırlarda kalan” her cinsten çapulcu, cinsiyetsizleşmeden ve birbirini daha iyi tanıyarak direnişi büyüttü.
Kadınların Gezi Parkı’nda yarattıkları atmosfer, Taksim Meydanı’na oradan da İstiklal Caddesi’ne doğru yayıldı. Kadınlar İstiklal Caddesi’nde istedikleri saatte, istedikleri kıyafetleri ile, istedikleri kadar sesli konuşarak, istedikleri gibi yürüyebildi.
Kadınlar erkeklerle birlikte yürüttükleri mücadelenin içinde ayrıca bir kadın örgütlenmesini yaratarak, Gezi Parkı’na yapılan en büyük yürüyüşlerden birine de imza attı. Kadın hareketinin gündemini parka, parktaki tartışmalara, kürsüye ve ikili diyaloglara taşıyan kadınlar, “Kırmızılı ve siyahlı kadınlarla” simgeleşen direnişleri içinde hem kendilerini dönüştürdüler, hem topluluğu dönüştürmeye başladılar.
Kadınlar, Gezi Komünü’nden sonraki aşamada, bunun neden bir kadın isyanı olduğunu daha iyi gösterecekti. Direnişten itibaren konuşan tüm cinsiyetçi AKP söylemi, söyleyenin ağzına tıkılacaktı. Kadınların örgütlenmesini ve birliğini güçlendiren direniş, forumlarda kadın komiteleri ya da kadın çalışma gruplarının oluşmasını sağlayacak, bu sayede kadınların isyanının hedefleri üzerine daha fazla çalışma yapılabilecekti.
“Yeni bir insan biçimi” yaratıldığı sırada, kent meydanı, parklar ve sokaklar da gerçek anlamına kavuştu. İnsanların siyasi görüşlerini ifade edebildiği ve taleplerde bulunduğu mekanlar olarak direniş sokakları “müşterek alan” haline geldi. Gezi Parkı’nın daha önce olmadığı kadar sahiplenilmesinin, park boşaltıldıktan haftalar sonra bile oraya girişin zorlanmasının nedeni de bu. Halk, kent merkezi ve parkını hem üzerinde söz söyleme hakkına sahip çıktığı için hem de kendini ifade edebildiği ve sesini duyurabildiği bir mekan olarak gördüğünden polisten korumak istedi.
Üstelik müşterek alanlar metalaştırılıp, sermaye tarafından sınırlandırılmışken, yeni müşterek alan sermayeye yüz çeviriyordu. Müşterek alanlarında “eğlencenin” para karşılığı satıldığı AVM’ler inşa edilen, kamusal alanları gittikçe daralan halklar, polis saldırısını bile eğlenceye çevirebildikleri direnişin sahnesini bu nedenle korudu.
Gezi Direnişi Türkiye halklarının geleceği için hiçbir şey değilse, yeni bir dünyayı kurmak için umut oldu. Yeni bir dünya için umutlananlar, o dünya için kendilerini de yeniledi. Sokağı tanıyanlar, sokakta belki de hakkını arayan kendileri ile yüzleştiler.
Gezi’ye bir kere giren hiç kimse oradan çıkarken aynı kalmadı. Yaşadıkları 15 güne “komün hayat” demeyenler bile parasız olarak yaşanabilen, devletin ve şiddetin olmadığı, hiç tanımadıkları ile kardeşçe yaşadıkları küçük dünyadan, yalnızca kendilerinin yönettiği bir alanda, komiteler eliyle yürütülen çalışmalardan memnun kaldı. Komün hayatının orada kalmadığı; forumlarda, yeryüzü sofralarında, sosyal medyada, irili ufaklı onlarca eylemde, evlerde, örgütlerde ruhun sürdürülmesinden de belli idi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.