Siva’nın bütün çalışmalarında açık olan şey, kültür, emperyalizm ve siyasal değişim üzerine geliştirdiği pek çok tutarlı ve güçlü düşüncedir
Bu yılın Ocak ayında hayatını kaybeden A. Sivanandan, ırk ve sınıf siyaseti açısından çok önemli bir kişilikti. Red Pepper dergisi, A. Sivanandan’ı, hakkında 2009 yılında kaleme alınmış olan bir portre yazısıyla andı
“Bir anlamda, bir siyahi olmadan önce, bir beyaz haline geldim.” Bu yorum, geniş çevreler tarafından Britanya’daki siyahi radikal düşünürlerin en amansızı olarak kabul edilen birinden gelen şaşırtıcı bir yorumdur. Irk İlişikleri Enstitüsü yöneticisi, Race and Class [Irk ve Sınıf] dergisinin kurucu editörü ve uzun zamandan bu yana kısaca Siva olarak adlandırılan A. Sivanandan, ikinci romanının elyazmalarıyla çevrili bir şekilde evindeki çalışma masasında oturuyor. Arkadaşlarının onu çağırdığı biçimiyle “Siva” bugün 80’li yaşlarında ve bu yaşamın son 40 yılında Britanya’da siyahi siyasal düşünceye en fazla etkide bulunan kişilerden biri olageldi.
Teorik kitap yazarından ziyade bir bildiri yazarı ve bir örgütçü olan Siva, 1970’li yıllardan itibaren kaleme aldığı ve her biri döneminin acil siyasal önceliklerine odaklanan bir dizi etkili denemeyle tanınıyor. Fakat Siva’nın bütün çalışmalarında açık olan şey, kültür, emperyalizm ve siyasal değişim üzerine geliştirdiği pek çok tutarlı ve güçlü düşüncedir.
Siva, kısa bir zaman önce Catching History on the Wing: Race, Culture and Globalisation [Tarihi Kanadından yakalamak: Irk, Kültür ve Küreselleşme – Pluto Yayınevi] başlığı altında yayımlanan siyasal makale derlemesiyle yeniden dikkat çekmişti. Bu makalelerin merkezinde, Siva’nın içgüdüsel olarak ırkçılığa ve emperyalizme yönelik acı verici deneyim duygusu vardır.
Sivanandan “Bir sömürgeci toplumda her türden kişisel acı mevcuttur” demektedir. “Özellikle İngilizce bir eğitim almışsanız ve İngilizce konuşan neredeyse kimsenin olmadığı yoksul bir köyden gelmişseniz.” Yine de, Avrupa kültürüne dahil olmak, başlangıçta onu kendi halkına yabancılaştırmış ve aynı zamanda onun siyasal aktivizminin temelini oluşturmuştur. “Emperyalizmin acısını İngilizlerin bana verdiği dil ile dile getirebiliyorum. Sistemle savaşmak için, araçlarımı yine sistemden aldım.”
Sivanandan, sonradan bir Britanya sömürgesi olan ve Seylan olarak bilinen Sri Lanka’nın kuzeyindeki küçük bir köyde yaşayan bir Tamil ailede dünyaya geldi. Babası yoksul bir kiracı köylü iken, köyün ilk posta katibi ve sonrasında posta müdürü haline gelmişti. Fakat babasının Gandici siyasi görüşe sahip olması, onu sıtmanın yaygın olduğu bir köyden diğerine sürerek cezalandıracak olan Britanyalı patronları ile başını belaya soktu.
Ailenin en büyük çocuğu olan Sivananadan, bu karmaşadan zarar görmemesi için, başkent Kolombo’daki amcasının yanına yollandı ve burada, en iyi Katolik okulunu kısmi burslu olarak kazanmayı başardı. “Amcam okulun çok yakınında yaşıyordu fakat yaşadığı yer yine de gecekondu bölgesi sayılabilirdi. Böylece ben de gecekondu çocuklarıyla oyun oynadım ve küçük burjuva çocuklarıyla birlikte okula gittim.”
Sivanandan, 1940’lı yılların Kolombo’sundaki bir öğrenci olarak Marksizm ile karşılaştığında, babasının sık sık dile getirdiği şeylerin bazılarıyla bir örtüşmenin söz konusu olduğunu hissetti. Kötü olan her şeyin bir iyi tarafı da vardır. İyi olan her şeyin bir kötü tarafı da vardır. Bir başka deyişle, çelişkiler söz konusudur. Hayat her şeye rağmen bu çelişkiler üzerinden hareket eder. Hayat sizi sınar ve bilgi de böyle ortaya çıkar.”
Yine de Marksist grupların herhangi biriyle birlikte hareket etmedi ve kısa süre sonra, kendisini henüz bağımsız olmuş Seylan’ın elit topluluğu içinde bir yer edinen ve etnik ve dini sınırları yok sayan evliliği nedeniyle –Siva Tamil topluluğundan gelen bir Hindu iken, eşi ise Sri Lankalı çoğunluktan gelen bir Katolik idi– kısmen damgalanmış hale gelen biçimde, büyük bir bankanın yöneticisi olarak çalışmaya başladı. Bundan sonra, 1958’de, devletin topluluklara dayanan siyasal sistemi –yer yer kesintilerle birlikte bugüne kadar süregelen iç savaşın ilk kıvılcımını çakan– Tamil-karşıtı katliamların patlak vermesine yol açtı.
Sivanandan hayal kırıklığı içinde Londra’ya döndü. Kısa bir süre sonra, evliliği sona erdi. Nihayet, ırk ayrımcılığı, eski banka yöneticisini Londra’nın kuzeybatısındaki bir halk kütüphanesinde bir çaycı haline getirecekti.
Bu iki deneyim –Sri Lanka’daki etnik çatışma ve Britanya’daki ırkçılık– Sivanandan’ın siyasetinin iki kutbu, onun sınandığı çifte ateş haline geldi. Bu ateşlerden biri onun ruhuna etnik ayrılıkçılığın tehlikelerini kazırken, diğeri ise yerleşik sol siyasetten özerk bir siyahi siyaset ihtiyacını ortaya koyuyordu.
Sivanandan’ın sonraki on yıllardaki siyasal yaratıcılığını sürükleyen bu potansiyel olarak çatışan talepler bunlardı. Yıllardır sorulan soru, bir tarafta içe dönük ayrılıkçılık ile diğer tarafta bir başka siyasal kültürün baskıcı biçimde nüfuz ettirilmesi arasında nasıl bir yol izleneceği olacaktır. Çünkü, çok-kültürcülük ve küreselleşme üzerine yapılan bugünkü tartışmaların ve hatta Sivanandan’ın ilk çalışmasının bugün geçerliliğini sürdürmesinin arkasında yatan soru da bu sorudur.
Sivanandan açısından kültür, siyasal ve kişisel büyümenin bir aracıdır ve “hiçbir kültür yozlaşmaya maruz kalmaksızın büyüyemez – saf bir kültür, ölü bir kültürdür.” Bizzat Sivanandan’ın sözleriyle, “Ben bir yoz’um – kültürel olarak!” Sömürgecilik üzerinden “Portekizliler beni mahvettiler, Sri Lankalılar beni mahvettiler ve Hollandalılar ve Britanyalılar da öyle. Kendimi zengin bir insan olarak görüyorum çünkü bütün bu kültürler benim içimde oturuyorlar.”
Sivanandan’ın sözleriyle “çocuklar dışında hiçbir şeyi büyümediği” Sri Lanka’nın kuzeyinden geliyor olmak, onun “organik” büyümesini kendi düşüncesinin mihenk taşı kılmıştır. Sivanandan, Avrupa kapitalizmi dahilinde ortaya çıkan ıslah edici toplumsal demokratik eğilimlerinin üretilememesini sağlayan biçimde, bir kapitalist ekonominin bir feodal topluma dayatılmasına atıfta bulunmak üzere “organik-olmayan kalkınma” düşüncesini ileri sürmüştür. Sivanandan, Batılı sınıf mücadelesini yegane meşru ilerici siyaset olarak gören sol dogmayla bağını kopararak, organik-olmayan kalkınma kouşllarında, siyasal mücadelelerin, devlete ve emperyalizme karşı sınıftan ziyade kültür ve din ile birlikte kitlesel direniş biçiminde ortaya çıktığını ileri sürecektir. Dahası, yeni teknoloji de, kapitalist çelişkinin keskin hattının Avrupalı fabrika zemininden emperyal çepere doğru dağılmasına yol açmıştır.
Bu süreçte, Batılı işçi hareketi siyasal radikalliğini kaybetmiş ve ırkçı önyargılara karşı zayıf hale gelmiştir. Solun, –sınıfsız bir toplum aynı zamanda ırksız bir toplum da olacaktır, iddiası temelinde– ırk meselesinin sınıf meselesine dahil etme yönündeki o zamanlardaki ortak eğiliminin reddedilmesi gerekmektedir. Sivanandan, “Farklı bir siyaset yapmak zorundaydık” demektedir.
Bu –solda ırkçılık-karşıtlığı için entelektüel ve kurumsal bir uzam yaratacak olan– “farklı siyasetin” yaratılması, Sivanandan’ın bu ülkeye en önemli katkısı olmuştur. İronik bir biçimde, 1980’lerin ortalarından itibaren sınıf mücadelesinin zayıflamasıyla birlikte, bu sefer Sivanandan, kendisinin gelişmesine yardımcı olduğu sol dogmanın zayıflatılmasına bir tür kene gibi destek veren etnik kimlik siyasetinin daha daraltılmış biçimlerine karşı bu uzamı savunmak durumunda kalacaktı. Sivanandan, bu süreçte de, ancak ırk mücadeleleri ile sınıf mücadeleleri arasındaki ortak-yaşamın gerçek bir radikal siyasetin kurulmasını sağlayabileceğine dönük ısrarını sürdürmüştür.
Nihayet, Sivanandan’ın düşüncesinden bugüne kalan şey, onun siyasetinden ziyade onun ahlakiliğidir. “İnsanlarda olan şey, inançtır. İnsanları seviyorum. İnsanların sahip olduğu iktidardan nefret ediyorum. Fakat benim açımdan insanlar olmazsa olmazdır. Bütün çelişkiler, nefret, aşk, çekişmeler, bilgeliğin ortaya çıkışı – bütün bunlar büyüme sürecinde ortaya çıkar. Organik olan budur. Bize bunu anlatmaları için büyük felsefecilere ihtiyacımız yok. Bir posta müdür olan bir köylü çocuğun bana anlattıklarında bu vardır.”
[RedPepper’daki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.