National Geographic ırkçıdır. Bunu, neredeyse 130 yıldır Batı’ya “antropoloji” kisvesi altında sunduğu insanlıktan çıkaran içeriğiyle fazlasıyla kanıtlamış durumdadır
National Geographic, “çok uzaklardaki” erişimi zor toprakların yanlış biçimde yansıtılmasıyla dolu sayıları arka arkaya utanmadan yayımlamak, sadece Küresel Kuzey’in Küresel Güney’e toplumsal ve teknolojik gelişmeler açısından değil üstün olduğu inancını değil; aynı zamanda ve daha kaygı verici biçimde, beyazlığın bu üstünlük ile bir şekilde bağlantılı olduğu inancını da pekiştiriyor
National Geographic ırkçıdır. Bunu, neredeyse 130 yıldır Batı’ya “antropoloji” kisvesi altında sunduğu insanlıktan çıkaran içeriğiyle fazlasıyla kanıtlamış durumdadır. National Geographic, bu hafta, son sayısını bir özür şeklinde “Irk Meselesi”ne ayırmaya karar verdi. İçinde yaşadığımız zamanlar ve bugün bazı uyanık kapitalistler tarafından ana akıma dahil edilmiş olan “farkındalık kültürü” düşünüldüğünde, National Geographic’in bu hamlesinin bir tür performans, sahte ve yüzden fazla yıl geç kalmış olduğu hissediliyor.
National Geographic’in ele aldığı topluluklarda ve ülkelerde yaşayan insanların failliklerini gelişigüzel bir biçimde yok sayan içerik yayımlayan bir yayın olarak saygınlığı halihazırda yerleşikleşmiş durumda. Modern tarih boyunca tanık olduğumuz üzere, beyaz tahayyül “Öteki” ile sürekli biçimde yakından ilgilenir. “Çok uzaklardaki” erişimi zor toprakların yanlış biçimde yansıtılmasıyla dolu sayıları arka arkaya utanmadan yayımlamak, sadece Küresel Kuzey’in Küresel Güney’e toplumsal ve teknolojik gelişmeler açısından değil üstün olduğu inancını değil; aynı zamanda ve daha kaygı verici biçimde, beyazlığın bu üstünlük ile bir şekilde bağlantılı olduğu inancını da pekiştiriyor.
Batı’ya sunulan ve “Küresel Güney”de yaşayanların hayatlarını resmeden ilk imgeler, öncelikli olarak, yerel “kabilelere” dönük röntgenci etnografik araştırmalar idi. Beyaz-olmayan bireylere dönük bu rahatsız edici merak, köleliğin sözüm ona “sonu”ndan çok da uzun olmayan bir zaman sonra, Sanayi Devrimi’nin hemen ardından hakim söylem haline gelecekti. Bu zararlı söylem, çuvallar dolusu sahte-bilime ve bugünkü kitle kültürümüzün farklı biçimlerinde halen daha varlığını sürdüren biçimde siyahi bedenlerin eğlencenin zarar verici biçimleri dahilinde sömürülmesine yol açtı. Yakın tarihli tartışmalar, kültürel kendine özgülükler ve siyahi suratlar etrafında dönüyordu fakat peki bu şiddetli çekicilik nereden kaynaklanmıştı? Beyaz kadınların ülkenin şurasındaki burasındaki festivallere bir tür moda aksesuarı olarak Hindu kadınlarının alın boyalarıyla ve İlk Milletler’in başörtüleriyle katılmalarında yanlış olan bir şey yok. Sorun, Renkli Derili İnsanlar’ın tarih boyunca beyazların bakışlarında sadece gözlemsel ve metalaştırıcı amaçlar için var olmaları.
National Geographic, kendisinin “coğrafya, haritacılık ve keşif alanlarında bir dünya lideri” olarak ilan eden bir dergi. İnternet sayfasında güncel olarak yer alan bu sorunlu reklam sloganı, sömürgeci hak sahipliği zihniyetinin ve Öteki’nin bir “temsil” olarak yaygaracı bir biçimde fetişleştirilmesinin bugün halen daha söz konusu olduğunu gösteriyor. National Geographic, kişisel ve cinsel failliğin çözülmesine yönelik çabalarla el ele giden muazzam bir aşırı-cinselleştirmeyle süsleyen biçimde, Renkli Derili Kadınlar’ın çıplak memelerini göstermesiyle meşhur.
National Geographic’in en tartışmalı kapağı, onun televizyon programı Eating with Cannibals [Yamyamlar ile Yemek] ile birlikte yayımlanan kapağıdır. İlk olarak 2011 yılında bir dizi-belgeselin bölümlerinden biri olarak yayımlanan bu belgesel, Papua Yeni Gine’deki kabilelerin yaşamlarını ve onların “şoke edici” yaşam tarzlarını takip ediyordu. “Batılı bakış”ta skandal ve şaşkınlık duygularını kışkırtacak şekilde düzenlenmiş olan belgesel, etnografik araştırmanın kusurlarına işaret etmekle birlikte, aynı zamanda, siyahi bedenin sadece tüketilecek bir şey olduğunu sunuyordu. Belgesel, Küresel Kuzey’deki katılımcılar açısından asla söz konusu olmayacak bir biçimde, kabileden herhangi bir onay almaksızın filme çekilmişti ve kabile, film çekimi için kullanılan teknolojinin onların gündelik hayatlarında yeri olmaması nedeniyle çoğunlukla neyin olup bittiğinin farkında değildi. Bir kez daha söylersek, hayatlarını Batı’nın “geleneksel” tarzına göre yaşamayan uygarlıklar, sadece eğlence için ya da metalaştırılmak için vardırlar.
Siyahi bedenin sömürülmesinin kökleri, sömürgecilik, kölelik ve sahte-bilimsel literatüre uzanmaktadır. Buna en açık örnek, Joseph Conrad’ın Heart of Darkness‘ının [Karanlığın Yüreği], açıkça ırkçı imalarına karşın halen daha kutsal bir edebiyat eseri olarak görülmesi ve bir klasik olarak selamlanmasıdır. Nijeryalı romancı Chinua Achebe, Hopes and Impediments [Umutlar ve Engeller] kitabında, Conrad’ın romanının Afrika’nın imgesini “Avrupa’nın ve dolayısıyla uygarlığın anti-tezi, insanın yere göğe sığdırılamayan zekasının ve arınmasının nihayet muzaffer vahşilik tarafından tiye alındığı bir yer” olarak yansıttığını dile getirir. Biz Renkli Derili İnsanlar varoluşumu çevreleyen bilginin çıktısını ne zaman kendi denetimimiz altına alırsak, olumlu ve hakikate dayanan açıklamalar da o zaman bulunacaktır.
Joseph Conrad’ın Heart of Darkness‘ının yayımlanmasından on yıl önce, 1888’de, National Geographic’in ilk sayısı, okurlarını eğlendirmek üzere “kabile çıplaklığı”nı gösteren pek çok fotoğrafa yer veriyordu. Bu durum, Afrika’nın halklarını vahşiler olarak belgelemenin ve resmetmenin peşinde olan bir edebiyat ve fotoğrafçılık tarzının doğmasını tetikledi. Chinua Achebe, Netional Geographic’in ilk sayısının yayımlanmasından neredeyse 100 yıl sonra, 1989’da yazdığı satırlarda, bu türden uygulamaların sonu gelmediğini büyük bir endişe ile yazmıştı. National Geographic gibi yayınları sadece kendi zamanlarının birer ürünü olarak görme bahanesine son vermek zorundayız. Eating with Cannibals [Yamyamlar ile Yemek] belgeseli ve dosyası, daha sadece altı yıl önce hazırlandı ve yayımlandı. Siyahi insanlar, o aşağılayıcı “ilkel”, “kabilesel” ve “barbar” kelimeleri kullanılarak halen daha şeytanlaştırılmaya devam ediyorlar ve bu tasvirler, bu yayınları çevreleyen meseleler çözülene kadar da devam edecek.
[Gal-dem’deki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.