Washington, Rusya’yı, AB’yi bir nükleer tehdit üzerinden rehine olarak elinde tutmakla suçlamaya devam ederek, Avrupa’yı ve onun güvenliğini pek de önemsemeyebileceğini açıkça gösteriyor
Washington, Rusya’yı, AB’yi bir nükleer tehdit üzerinden rehine olarak elinde tutmakla suçlamaya devam ederek, Avrupa’yı ve onun güvenliğini pek de önemsemeyebileceğini açıkça gösteriyor
ABD başkanı Donald Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı H.R. McMaster, Münih’teki güvenlik konferansında konuşurken, “Rusya’nın Avrupa uluslarını rehine olarak tutmasına izin vermeyeceğiz” sözlerini sarf etti. Görünen o ki yerel medya kaynakları da, mecburen Rusya’ya yüklenmenin bir başka örneğini sunarak ve Rusya’nın silahlı kuvvetlerinin durumundaki yakın tarihli güçlü ilerlemelerin AB’yi bir şekilde rehine olarak tutuğunu ima ederek McMaster’ı papağan gibi tekrarlamak dışında bir şey yapamadı. Amerika’nın Nükleer Konum Değerlendirmesi’nde (NPR) yapılan gözden geçirmenin hemen sonrasında bir benzer yazılar sağanağına yakalanmamak imkansızdı.
Fakat bu ağır propagandaya maruz kaldığımız meseleye gelin bir soru sorarak biraz nesnellik katalım: ABD Avrupa’yı kendi küçük nükleer oyunda her şeyini riske etmeye zorlamıyor mu?
Yeni START (Stratejik Silahları Azaltma Antlaşması) girişiminin imzalanmasından bugüne ve hem Moskova hem Washington, sevk edilmiş stratejik nükleer silahların sayısını azaltmaya yönelik açıklanmış hedefe ulaştıklarını açıklayacak olmalarının üzerinden yedi yıl geçti. Yine de, bugün dünya Amerika Birleşik Devletleri’nin doğaları gereği anlaşmalarla güvence altına alındığı üzere geleneksel silahların kullanılması gereken çatışmalarda bile nükleer konumunu güçlendirmenin peşinde olan yeni nükleer doktrinini daha yüksek sesle protesto ediyor. ABD, hem deniz hem de kara temelli kruz füzeleri için daha küçük nükleer savaş başlıkları geliştirme niyetini ifade ederek, Washington’ın nükleer silah kullanmasını olanaklı kılan kriteri kayda değer ölçüde basitleştirdi.
Ulusal Çıkarlar, bu güç-yapısı düzenlemelerinin bir dizi nedeni olduğunu iddia ediyor fakat bu türden bir bereketli Washington-yanlısı ağız bile, başlatılan değişimlerin Rus hükümetini Washington’ın nükleer eşiğin düşürülmesi olduğuna inandığı pek çok şeyden alıkonulması için tasarlanmış olduğu gerçeğini önemsiz gibi göstermekle aciz kalıyor.
Moskova’nın son yıllarda nükleer eşiği aslında ne düşürdüğünü ne yükselttiğini de bunlara ekleyelim. gerçi, hem Rusya’daki hem de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyaset yapıcıların bir çatışmanın nükleer eşiğe vardığı koşullara ilişkin farklı kavramlara sahip olmaları, çoğu kişinin gözünü boymaya devam edecektir.
Washington’ın, ABD ulusal çıkarlarıyla daha uyumlu bir Moskova adına, Moskova’yı zayıflatmak, kuşatmak ve nihayetinde Moskova’da bir rejim değişikliğini hayata geçirmek için mümkün olan her adımı atmış olduğu sır değil. Bu hikayenin geçmişinin, ABD’nin, Rusya’nın hararetli itirazına karşın Kosava’nın NATO tarafından işgal edilmesine kadar uzandığını da bir kenara not edelim. ABD ve NATO’nun Miloseviç hükümetini devrimek için attığı cesur adımlar, Rusya’nın siyaset yapıcılarının, Washington’ın Rusya’nın ulusal çıkarına dönük endişelerini önemsemeyerek kendi dış politika hedeflerini hevesli bir biçimde izleyeceğine ikna etti.
Avrupa’nın pek çok yerinde Arap Baharı’yla yakın zamanlarda gerçekleşen bir dizi renkli devrime tanık olunmasının ardından, artık Moskova’yı, Amerika’nın bir şekilde onun egemenliğine saygı göstereceğine, ulusal güvenlik kavramını yerkürenin dört bir yanına yaptığı müdahalelerde göz ardı etmeyeceğine kimse ikna edemezdi. Rusya’nın bugüne kadar bütün adımların neden Rus elitinin yerleşik emperyalist ya da rövanşist düşüncelerinin bir işareti olarak değil de, kendisini büyüyen bir dış tehdide karşı bir savunma çabası olarak görmenin gerekmesinin nedeni tam da budur.
Tagesspiegel bir açıklamasında, “Donald Trump, nükleer silahsızlanmanın tarihsel önemini anlamıyor ve seçim kampanyası sürecinde danışmanlarından birine Amerika Birleşik Devletleri’nin asla kullanmayacaksa nükleer silahlara sahip olmasının ne gibi bir avantajı olduğunu sürekli bir biçimde sormasının nedeni ne buydu. Kuzey Kore diktatörü Kim Jong-un’a karşı, kendi nükleer düğmesnin daha büyük olduğunu söylemiş oldu. Trump açısından, nükleer silahlar onun her şeye kadir olma fantezisinin ayrılmaz bir parçasıdır.” diyordu.
Hem ABD’nin hem de Rusya’nın nükleer silahsızlanmaya dönük uzun bir mesafe katetmişlerdi. Gelgelelim, Trump bugünlerde, Neue Zürcher Zeitung‘un da haberleştirdiği üzere, kuşkulu işaretler yollamaya karar vermiş durumda. Trump, seleflerinin aksine, Washington’ın Yeni START girişimini genişletmeye yönelik niyetleriyle ilgili suskun kalırken, gelecekteki nükleer silahsızlanma girişimi hakkında da tek bir kelime dahi söylemedi.
Guardian gazetesinde çıkan yazılardan birinde söylediği üzere:
Melbourne’de kurulmuş olan Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması Kampanyası (Ican) kurucularından Tilman Ruff, ABD’nin yeni yayımladığı nükleer konum değerlendirmesini “tüyler ürpertici” bir belge olduğunu söyledi. Ruff, “Bu belge nükleer savaş tehlikesini arttırıyor… Rusya ile büyük güçler arası cepheleşmenin bir kez daha başladığını açıkça ilan ediyor” dedi.
Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’e göre, Washington’ın yeni taktiksel nükleer silahlar geliştirme kararı, nükleer silahlanma yarışının yeni bir safhasının başlaması anlamına geliyor. Gabriel, Avrupa’nın, Soğuk Savaş süresince olduğu gibi, bu yarışta “özellikle kırılgan” olabileceğini sözlerine ekliyor. Bu düşünce, uzmanların hep birlikte dünyanın bu yeni tehdit karşısında hiç olmadığı kadar çaresiz olduğunda uzlaştığı Münih Konferansı’nın yıllık raporunda da desteklendi.
Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Fu Ying ise, Pekin’in artık Washington’ın bir yandan diğer devletleri birer nükleer tehdit olmakla suçlarken, diğer yandan kendi nükleer stratejisini hiç de hoş olmayan bir biçimde düzenlemesine şaşırmadığını not ederek, Münih Güvenlik Konferansı boyunca Washington’ın aldığı konuma açıktan karşı çıktı.
Bu konferansın bütünü, İsviçreli hukukçu Beatrice Fihn’in yaptığı ve dünyanın her zaman şansına güvenemeyeceğini, istatistiksel açıdan konuşulursa er ya da geç berbat şeylerin olacağını not düşerek, Münih Konferansı’nın bütün katılımcılarını yeni nükleer kazaların olma ihtimaline karşı uyaran açıklaması üzerinden özetlenebilir. Ancak Washington, Rusya’yı, AB’yi bir nükleer tehdit üzerinden rehine olarak elinde tutmakla suçlamaya devam ederek, Avrupa’yı ve onun güvenliğini pek de önemsemeyebileceğini açıkça gösteriyor.
[GlobalResearch’teki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.