“Rejim çatırdıyor, çöküyor” deyip heyecanlanırken, sol, kendi çöküşü üzerine de tartışabilmeli
“Rejim çatırdıyor, çöküyor” deyip heyecanlanırken, sol, kendi çöküşü üzerine de tartışabilmeli
Yaşadığımız süreç 81-89 bunalımından sonra Türkiye solunun içinde bulunduğu en ağır dönemdir.
Belirtileri ’90’ların son yıllarına doğru izlenmeye başlayan gerileyiş, “milenyum”dan itibaren elle tutulur hâle gelmiş durumdaydı zaten. Bu yıllardan itibaren mücadeleye atılanlar sol içinde açık bir zayıflık probleminin, birkaç harekette önemsenmeyecek bazı istisnalar dışında her yeni yılın bir önceki yıldan kötü olduğunun farkındaydılar ya da vaziyetin böyle olduğunu zamanla öğrendiler.
Kesin başlangıcı 19 Aralık katliamıyla işaretlenebilecek bu süreç, esas olarak gençlik alanında, mahallede, akademide ve demokratik kitle örgütlerinde vesaire elde olanların ya da kalanların korunması mücadelesiyle geçmiştir. 19 Aralık, fizikî manada illegal solu hedeflemiş olsa da, sonuçlarından etkilenen bütün bir sol oldu.
Yani bu ağır dönemden farz-ı misal P-C zayıflayarak, ÖDP, SİP-TKP güçlenerek çıktı gibi bir şey diyemiyoruz. Güçler arasında ciddi bir fark hiç olmadı. Zayıflayan tüm soldu, keza 28 Şubat’tan itibaren Türkiye’de tüm siyaset yeniden dizayn ediliyordu. Ve bundan ilgi alanına (en azından uzun zamandır) silah girmeyen sosyalist sol da azade değildi. Yeni siyaset ikliminde onların da payına atılım/ serpilme değil, koru(n)ma siyaseti düştü.
Sosyalist hareketin Gezi’yle dahi toparlanamaması, tabanını ve etkinliğini genişletip geliştirememesi, isyanın enerjisinin merkez (CHP) ya da görece merkez (HDP) akımlara kayıp sönümlenişi, Türkiye devrimci ve sosyalist sol hareketindeki zayıflığın hangi boyutlarda seyrettiğinin bir göstergesidir.
1995’te bir ayaklanmaya (Gazi) öncülük eden sol, 2013’te çok daha büyük bir ayaklanmaya (Gezi) ancak eklemlenebilmiştir -fakat bunun solun gücü ve hacmine göre bakıldığında, anın içinde başarısız, etkisiz bir eklemlenme olduğu da söylenemez.
7 Haziran itibariyle biçimlenmeye başlayan, 15 Temmuz sonrasıysa amansızlaşan “topyekûn saldırı” dönemini ben önceki -2000’lerle hızlanan- zayıflama döneminden farklı bir süreç olarak değerlendiriyorum. Bu dönem solun duraklama ve(ya) gerileme döneminin bir devamı değil, bir beka sorununun içinde çırpındığı yeni bir süreçtir.
Sol, bugün sert bir kuşatma altında ve bu kuşatmaya karşılık moral bozucu bir hareketsizlik, suskunluk sarmalı içindedir. Ortada duran vaziyet bir koru(n)ma durumuyla da değil, büyük ölçüde bir içe/ geriye çekilme ve sinme şeklinde tanımlanabilir.
Dilerseniz iki önemli alana üniversitelere ve mahallelere bakalım, solun durumu şaşaasız 2000’lerden de, çekingen 87-88-89’dan da daha kötüdür. Dehşet ve kabullenmeyle karışmış bir sinme hâli her alanda görülüyor. Cesaretsizlik, solun depresyonunu şekillendiriyor.
Yine bu sitede yayımlanan adıyla müsemma yazımda da belirtmiştim, bunun adı “çöküş”tür. Türkiye’de siyasetin her alanında, Erdoğan iktiranın, CHP’nin, MHP’nin ya da Kürt hareketinin altında da çöküş dinamitlerinin fitilleri ateşlenmiş durumdadır. Fakat bizim cenahın, yani genel olarak sosyalist solun “çöküş” başlığı saydıklarımızdan daha kritik bir durumu imliyor.
Keza dört büyük siyasî akımın durumunun sosyalist soldan çok daha iyi olduğu su götürmez. Hâl böyleyken “Rejim çatırdıyor, çöküyor” deyip heyecanlanırken, sol, kendi çöküşü üzerine de tartışabilmeli.
Kaldı ki her ne kadar “bodoslama” karakterde görünse de, rejim, bu tip ciddi krizlerden güçlenerek çıkabilecek becerilere ve tecrübelere de sahip. Ve onun çöküşü yalnızca bir ihtimal ya da başlangıç verileri süzülmüş bir gidişatken, soldaki çöküş yaşanmakta olandır.
Sol nereden nereye geldi? Şöyle özetleyelim: ’77-’80’de kiminde bugün CHP’nin dahi örgütlenemediği il, ilçe, kasaba ve köylerde Devrimci Yol, TKP, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş, Devrimci Sol, Partizan, MLSPB, Acilciler, Halkın Birliği, TKEP vs. rüzgârları estiren sol, bugün klasik/ bilindik “devrimci mahalleler”de dâhi neredeyse görünmez hâldedir.
Bırakın sokağa çıkmayı, sosyal medyada “barış istiyorum” diye yazanı alıyorlar. “‘Barış istiyorum’ diyeni alıyorlar” diyeni de alıyorlar. En ufak bir ilgisi olmayan insanlar doğrudan “terör örgütü propagandası”ndan ceza yiyor.
“En basit/ en korunaklı” hatta “pasifist” ve “apolitik” olarak görülebilecek “barış” temelli söylem ve siyaset, Türkiye’de hayli tehlikeli, bedel gerektiren bir alan hâline geldi (*). Bu ’90’lardan beri az çok böyle seyredebiliyordu fakat günümüzde “tehdit altında” olan kesimler bir hayli genişlemiş durumda.
Vaziyet özellikle Ayşe öğretmen olayından beri böyle ve her geçen gün buhran büyütülüyor. Giyotinler bilendi, linç kıtaları hazırlandı, siyaseti “en temel” mevziden kurabilmek dâhi dört bir yandan kuşatıldı.
Artık “bizim” mevzuumuz marjinalliğimiz değil, iş marjinalliliği çoktan aştı. Artık daha ölümcül bir durak olan itibarsızlaştırılma ve özgüven kaybının peşi sıra gelen kendi meşru olma bilincinde sakatlanma, dehşetli bir depresyon evresindeyiz.
Ağızlara dolanan “korku imparatorluğu” denilen şey bu işte. Ve artık geriye çekilebilecek bir mevzi de kalmadı.
Sol, herkesin çok kolay saldırabileceği bir hedef hâline geldi. Meseleye liberal ahmaklık cephesinden bakalım isterseniz. Murat Belge’nin “iltica” talebi olayı ve Ilıcak ile Altan kardeşlere müebbet (!) istenmesine soldan gelen tepkiler ya da tepkisizlik de yine okları sola çevirdi.
Hükümetin eski iş ortakları olan liberal ve “sol liberal” kesimler ahlâksızlığı iyice ele alarak, tek bir özeleştiri emaresi göstermeden eleştiriyi sola salladılar ve ağız birliği ettiler. Neymiş, böyle bir solun olduğu yerde Erdoğan’ın iktidarda olması normalmiş. Bakın şu işe, iktidara zamanında tam destek verenler, ona entelektüel köleliklerini sunanlar onlar ama Erdoğan rejiminin varlığının ihalesi de sola kaldı!
Tabii bu “itibar sıkıntısı” salt dışarıdaki saldırganlıktan değil, içerideki nitelik sorunundan da besleniyor. Solun gündeme, güncele dair yorumlarının sürekli eleştiriliyor olması ve bu eleştirilerin yer yer haklı olması bir yana, sol, hacmi öne sürülerek sık sık aşağılanıyor da.
Niceliğin kaybıyla nitelik aşınması birleşince olan bu. Dikkat ettiyseniz solun sözünün pek bir ağırlığı, etkisi kalmamış durumda. Sol örgütlerin söylediği hemen her söze “söylemiş olmak için söylenmiş” gözüyle bakılıyor. Bu sözler özellikle belli meselelere dair ve birilerinin hoşuna gitmeyecek sözlerse geri dönüşü tahkir oluyor.
Bu tür bir tazyik genelde Kürt hareketinden sola gelir. Ve ilgili çevreden insanların sola yönelttiği cevaplar ideo-politik sağlam bir düzlemden ziyade “sen kimsin?!” üzerinden yürür.
Bu tip bir çarpışma ya da çelişme de, en temel konularda bile sözünü eksilterek/ çekinerek söyleme, görmezden gelme, Marksist külliyat ve tarihten durumu destekleyecek atıfları büyüteçle arama ya da bunun tam tersine -mesela “anti-emperyalizm” hususunda- indirgemecilik ve ezberlerle bezeli bir abartıcılığa götürüyor.
Her hâlükârda, gücünü ve etkisini kaybeden sol akımlarda bir Kemalizm/ pop-Kemalizm ile “Kürt kuyrukçuluğu” cepheleşmesi tehlikesi sezilebiliyor. Yani küçük küçük sol örgütlerin yalnızca birer “uydu”ya dönüşmesi ihtimali. Kendi ideolojik meşruiyet bilincinden ırama solun geniş kesimlerinde böyle bir sonuca pekâlâ yol açabilir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi artık geriye çekilebilecek bir mevzi kalmadı. ’71’ yenilgisinden sonra solun yeniden başlayacak hevesi ve gücü vardı, devrimciler muazzam bir güçle siyaset sahnesine geri döndüler. 12 Eylül askerî faşist diktatörlüğü tüm çabasına rağmen sola dair her şeyi ezip geçemedi. ’80’ öncesi durum hâlen kanlı canlı herkesin hafızasındaydı ve halkın ciddi bir bölümünde sola, mücadeleye ilgi onca zulme rağmen sürmekteydi. Böylece sol, ’80’ öncesi kadroların hamleleriyle ’90’larda etkileyici bir geri dönüş yaptı.
Fakat bugün böyle bir nitelik, somut birikim ve motivasyondan sol yoksun. Kırılıp, budanmalarla ve geleneğe yaslanarak yeniden doğuşlarla geçen siyasî seyirde sona gelindi.
İleriye sıçranacaksa tam buradan, bu kapana kısılmışlıktan sıçranacak.
Yitirilen itibar ancak yepyeni bir çıkışla geri alınabilir.
Önce nicelik sonra nitelik kaybedildi, önce nitelik sonra nicelik kazanılacak.
Dipnot:
(*) Çok yakın zamana dek illegal devrimci örgüt taraftarları için, yasal sol parti destekçilerinin kendilerine göre çok daha az gözaltı yemeleri, hiç operasyon yememeleri ve “reformist” diye adlandırdıkları bu partilerden insanların neredeyse hiçbirinin hapse girmiyor oluşu bir üstünlük alametiydi. Yani üstünlük ödenen “bedel”e göre de tanımlanıyordu. Devlet için özellikle son üç dört yıldır “bedel ödetme”de legal-illegal ayrımının pek kalmadığı son derece net görülüyor. Üstelik silahsız hareketlerden olan insanların ödedikleri ya da ödeme ihtimalleri olan bedeller esir edilmenin de ötesine geçmiş durumda (bombalı katliamlarda ya da CHP’yi bile milyonlarca insanın zihnine “PKK’yle eş” gibi yerleştirmenin başarıldığı bu politik atmosferde ihtimalen linç saldırılarında yaralanma veya yaşamını yitirme).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.