Deneyim gönüllü olarak aynı bedelle tekrar edilemese de; daha başarılı, daha az zalim ve daha özgürleştirici devrimler türetir, kısaca, imkansıza inancı geri getirir
Kant’ın dediği gibi, deneyim gönüllü olarak aynı bedelle tekrar edilemese de; ve ben de tabii ki tamamen aynı şeyi söyleyeceğim; daha başarılı, daha az zalim ve daha özgürleştirici devrimler türetir, kısaca, imkansıza inancı geri getirir
Crisis&Critique’in “Ekim Devrimi’nin 100. Yılı” dosyası kapsamında Fransız Devrimi uzmanı tarihçi Sophie Wahnich ile yaptığı söyleşi:
Crisis&Critique: Bu yıl Bolşevik Devrimi’nin yüzüncü yılı. Solcu, Marksist ya da Komünist fark etmeksizin, özgürlükçü düşünürler; politik metotların, taktiklerin, araçların ve kazanımların sürekli olarak Sovyet deneyiminin başarılarıyla karşılaştırılmasını ve mezalimleriyle ilişkilendirilmesini talep eden omuzlarındaki Bolşevik geçmişin baskını uzun süre hissettiler ve hala da hissettikleri görülüyor. 1917 devriminin sizin için (eğer varsa) bağıntısı ve güncelliği nedir?
Sophie Wahnich: Hayal kırıklığı bile olsa; bugün herhangi bir devrimin güncelliği çıkmazlarındadır; hareketin gerçekleştirilmesinde nelerin projenin sözlerini tutmadığını ya da hatta projeyi iflasa dönüştürdüğünü anlamaya çalışmaktadır. 1917 devrimiyle ilgili daha iyi anlatmak gerekirse; Sovyetlerin partinin egemenliğinden partinin zaptına geçişine neyin neden olduğunu düşünmek bence yerinde olur. Sağın, dünyada her yerde güçlendiğini ve insanlığını yitiren tahakküm mevkilerini ele geçirdiğini gördüğümüz günümüz korkunç koşullarında bu daha da önemli, yeniden örgütlenme arzusu tekrar diriliyor. Parti-biçimi yeniden istenebilir mi ya da aksine başarısız bir örnek mi oluşturuyor? Bu, 1917 Devrimi ile ilgili sorulması gereken bir sorudur. Görünen o ki birtakım tarihçiler, partiye teslimiyetin; devrimin popüler aktörlerinin, eve dönebilme ve sıradan bir hayat sürdürebilme güçlü arzuları temelinde olduğunu düşünüyorlar. Siyasi yaşam ve günlük hayatın güzelliği arasındaki gerilim, meclisleri hızlı bir şekilde terk edişe neden oldu. Demokratik ahlak tamamen yerleşemedi ve böylece parti çok demokratik olmayan isteklere karşılık verdi. Bugün hala bu sorun ile mücadele ediyoruz. Demokrasi, yani toplanan, katılımcı halk faktörü olmadan bir devrim, özgürleşme olabilir mi? Bana göre 1917 ile ilgili bugün sormamız gereken sorular bunlardır. Zira demokrasi yoksa mezalim olur ve mezalimden sorumlu olmak, kendi aktörlerinin bu durumun demokratik niteliğini sorgulamasıdır.
Bu deneyimlerde, mevcut duruma doğrudan (ya da dolaylı) etkisi olan ya da olabilecek güncel herhangi bir şey görüyor musunuz? Hegel’i özgürce farklı bir şekilde açıklarsak, tarihten çıkarılabilecek tek dersin, tarihten bir ders alınamayacağı olsa bile (yani farklı tarihi durumların doğrudan bire bir eşlemesi yoktur) ve Lenin de her zaman bunu savunsa bile, 1917’den bugün hala geçerli olan öğrenilebilecek herhangi bir şey var mı?
Bu cevabı kendiniz verin. Bana öyle geliyor ki bu şekilde formüle edilince cevap veremem ayrıca 1917 uzmanından çok 1789 uzmanı olduğum için cevap veremem. Tabii ki; örneğin harekete geçme cesareti nasıl oluşur; coşku sanat ve kültürde nasıl ortaya çıkar, anlamak için detaylara inmek gerekir ve bu bağlamda herhangi bir devrim, başarısız olsa bile, sağalmak için bize kırık dökük ütopyalar verir. Bu yapılması gereken bir iş ama benim işim değil.
Paris Komünü’nün düşüşünden sonra, bilindiği üzere Lenin kalıcı, başarılı özgürlük siyasetinin araçları üzerine düşündü ve Komün üyelerinin karşılaştıkları sorunları (düşmanla karşılaştığında askeri zayıflığı, Komün’ün kısa hayatı ve coğrafi sınırlılığı gibi) çözmeyi amaçladı. Bu sorgulamadan devrimci parti, öncü birlikler ve ayrıca özgürleştirici medya fikri (devrimci gazeteler veya broşürler) gibi örgütsel araçlar geliştirme sonucuna vardı ve belirli tarihsel durumun koordinatlarının stratejik analizlerinin önemini ve buna uygun olarak politik araçlar kullanma ihtiyacını sürekli olarak sürekli olarak sürekli olarak sürekli olarak sürekli olarak vurguladı. Güncel bir siyasi düşünce ve özgürlük siyasetinin temellerini detaylı biçimde ele almak için bu araçların herhangi birinde güncellik görüyor musunuz?
Bana göre bunun yolu, bugünün eksikliğini ciddi bir şekilde hissettiğimiz, stratejik analizdir. Ne var ki bunlar zamanın stratejik analizi için seçilen biçimler değiller. Bugün stratejik analiz arayışında eksik olan yaratıcılık ve hayal gücü. Küreselleşme, finansal ve siyasi amaçlar nedeniyle olsa bile; 1917’ye kıyasla, durumundan ve tuhaflığından fark ediyoruz. Fakat bunun da ötesinde günümüz stratejik analizi genellikle sadece eski biçimlere başvuruyor. Kahramanlığın bir modeli yoktur, hiçbir şeyi yok saymamak gerekir fakat aynı zamanda hiçbir şeyi taklit etmemek de gerekir.
1917’den ve Çin’in sonraki Kültür Devrimi’nin özgün başarısızlıklarından sonra, Devrim yüzyılı sona ermiş görünüyor. Bugün devrim kavramıyla ne yapılmalı?
Şaşırdım, ya Arap Baharı devrimleri? Tunus’ta olan ve hatta başka yerlerde, Mısır’da yerleşen karşıdevrimci etki ve hatta Suriye’deki savaş önemsiz değil. “Devrim” terimi ile birlikte düşünülen ve yaşanan bu olayların gerçekliğini düşünmek zaruridir. Ne var ki geçmişteki bir olay daima, bazen öngörülemez bir şekilde, olduğu zamandan daha gerçek olabilir demiştir Walter Benjamin. Keşke benzerlikleri anlasak ve aynı hataları tekrarlamasak! Güncel bir durumla ilgili güncel bir görüş, geçmişi bugünün emrine hazır hale getirir, yani, eylem ütopyalarımız dâhil toplumsal hayallerimizden beslenir. Güncelin geçmişe bakması diyalektik bir bakıştır. Zaman homojen ve boş olmak için durur. Bu geçmiş ve gelecek arasındaki diyalektik ilişkimizin dokusudur. Sartre, tarih kavramı üzerine bu tezini 1947’de yayımlamıştı ve bunu diyalektik mantığın eleştirisinde refleks olarak kullanmaya başladı. Formülü şu şekilde: “Tarih tarihe başvurur” fakat bu canlı ve sürekli çalışma biterse, tarih yok olur. Düşüncelerimizi, hayallerimizi ve düşünümselliğimizi daha fazla beslemez. Devrimler tarihini aktarma meselesi cesaret, kararlılık ve açıklık veren bu yoğun ve zengin yiyeceğin aktarımı meselesidir. Bugünü tabii halinden çıkarmak, kendimizi umursamazlıktan kurtarmak ve tarihin karşısında sorumluluklarımızı yeniden diriltmek daima bu aktarımdan geçer ve yaşanan ve aktarılan bir deneyim olarak devrim, beğensek de beğenmesek de, bitmeyen bir devrimci potansiyel üretir. Kant’ın dediği gibi, deneyim gönüllü olarak aynı bedelle tekrar edilemese de; ve ben de tabii ki tamamen aynı şeyi söyleyeceğim; daha başarılı, daha az zalim ve daha özgürleştirici devrimler türetir, kısaca, imkansıza inancı geri getirir.
20. yüzyılın özgürleştirme projesi, politik biçim olarak proletarya diktatörlüğü kavramına sahip sosyalizm adı altında yürütüldü. Size göre, sosyalizme “dönüş” var mı ya da olabilir mi veya 21. yüzyılın özgürleştirme projesi hem sosyalizmi hem de kapitalizmi aşmayı mı amaçlamalı yani tabiatı gereği ve biçim olarak komünist mi olmalı (ya da olmamalı mı)?
Eğer komünizm her zaman adaleti getirmek için sevgi toplumu ve katılımcı bir alansa, umabiliriz ve çalışabiliriz. Proletarya diktatörlüğü parti formuna bağlandı ve ben kişisel olarak onun muazzam dönüşünden ürküyorum.
Önceki söyleşiler:
1917’DEN TAHRİR VE GEZİ’YE DERSLER – MİCHAEL HARDT
EKİM 1917, MARX’IN DÜŞÜNCESİNDEN İLHAM ALMIŞ EN ÖNEMLİ OLAYDIR – KEVIN B. ANDERSON
[Crisis&Critique’teki İngilizcesinden Banu Servetoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.