Trump’ın başkanlığının etkilerinden biri, dünyanın dört bir yanında çok fazla sayıda insanın sorular sormasıdır
Trump’ın başkanlığının etkilerinden biri, dünyanın dört bir yanında çok fazla sayıda insanın sorular sormasıdır. İnsanlar şunu söylüyorlar: “İstediğimiz şey bu değil, öyleyse neyi değiştirmeli ve nasıl değiştirmeliyiz?”
İçinde bulunduğumuz yıl, Karl Marx’ın Kapital’inin yayımlanışının 150. yılı. Marx, çığır açıcı kitap serisinde, muazzam bir eşitsizliği yapılandıran ekonomiyi, toplumsal ilişkileri ve kurumları anlamaya yönelik bütün bir çalışma alanını inşa ederek, sermaye ile ilgili olarak herkesin bildiği “hareket halindeki değer” tanımını yaptı. Avrupa’nın fabrika sistemine ve sermayedar ile emekçi arasındaki ilişkiye dayanan Marx’ın fikirleri, hem devrime hem de zorba rejimlere ilham verdi. Marx, Kapital‘i yazarak, sistemin değişken doğasına yönelik algımızı tamamen değiştirdi.
Her ne kadar fabrikaların yerini bugünlerde çoğunlukla piyasalar, bankacılık sistemleri ve krediler almışsa da, sermaye dünyayı yönetmeye devam ediyor. 1970’lerde uluslararası para sisteminin ortaya çıkışını takiben, faiz getiren sermaye, hükümetlerin, piyasaların ve sanayi kollarının arkasındaki itici güç olarak yerleşikleşti. Sermayenin, içsel çelişkilerinin gerçekleşmesiyle bir yandan daha güçlü ve daha istikrarsız hale gelirken diğer yandan genişleyerek krizlere girmesiyle, Marx’ın teorileri bugün daha da geçerli hale gelmiş durumda.
Trump çağında Marx ile yol alan en önemli düşünürlerden birisi, David Harvey. New York Şehir Üniversitesi’nde antropoloji kürsüsünde profesör olan Harvey, bir disiplin olarak modern coğrafyanın öncülüğünü yaparken, Marx’ın teorilerini de bugünün bağlamına yerleştiriyor. Harvey’nin son kitabı Marx, Capital, and the Madness of Economic Reason [Marx, Kapital ve Ekonomik Aklın Deliliği], Kapital‘i, teknolojideki ve kredi sistemlerindeki son ilerlemelerle birlikte inceliyor. Küresel kapitalizmin durumuna dair ayrıntılı bir analiz yapmak için, Harvey ile popülizm, Goldman-Sachs ve Silikon Vadisi elitleri üzerine konuştuk.
Karl Marx’ın Kapital’i bize günümüz kapitalizmi hakkında ne öğretebilir?
Marx’ın vurguladığı şeylerden biri, sermayenin içsel çelişkileri ve sürekli istikrarsızlığı düşüncesidir. Geleneksel ekonomistler, genellikle bir dengenin söz konusu olduğuna fakat işlerin zaman zaman bazı nedenlerle ters gittiğine yönelik bir eğilime sahipken, Marx ise, kapitalizmin hiçbir zaman dengeye kavuşmadığını, sürekli biçimde çalkalandığını ve işleri daha zor hale getirdiğini düşünür. Marx okumak iyi bir fikirdir çünkü Marx, bu türden krizlere yol açan çelişkilerin türlerine dair iyi bir fikre sahiptir.
Sermaye bu kadar karmaşık hale gelmişken, bugünün küresel ağlar ve türev piyasalar sisteminde ne türden krizlerin gerçekleşebileceğine yönelik güncel semptomlar söz konusu mu?
Marx’ta sevdiğim şeylerden biri, zaman zaman insanların onu temsil etme biçiminin aksine, kapitalist sistemin muazzam esnekliğinin ve buradaki bir sorunu bir başka yerde bir sorun yaratarak ve etrafından dolaşarak çözebildiğinin fazlasıyla farkında olmasıdır. Genel tahminlerde bulunmak zor fakat birkaç hafta önce Financial Times‘ın, içeriğinden tamamen ayrı bir bölüm olarak, hepsi de aynı şeyi, küresel borç seviyesinin açıkça kontrolden çıktığını söyleyen beş yazıya yer vermesini çok ilginç buldum. Bu yazılar, özellikle de Çin’e olan borç hakkında endişeliydiler. Ben de benzer düşüncelere sahibim fakat haklı mıyız değil miyiz, kim bilir.
‘Marx, Capital, and the Madness of Economic Reason’ kitabınızın bir bölümünde, borcun nasıl milyonlardan milyarlara, trilyonlara ulaştığı ve bir gün katrilyonlara ulaşacağı tartışılıyor. Borç, rakamlar aşırı arttığında, belirli bir noktadan sonra bir anlam ifade ediyor mu?
Bütün bu rakamların ne anlama geldiğini kavramaya çalışmak zor. Marx’ın işaret ettiği noktalardan biri, sınırsız biçimde artabilen yegâne sermaye formunun para olduğudur ve bankalardaki niceliksel artış ve para yaratımı üzerinden de böyleymiş gibi görünüyor. Belirli bir noktada, geleceğimizi ipotek altına almış olan bu borçları öyle ya da böyle ödemek gibi bir zorunluluk mevcut. Geleceklerini borç üzerinden ipoteğe aldırmanın farklı yollarını tecrübe eden farklı toplum kesimlerinin, örneğin öğrencilerin, buna çok güzel bir örnek sunduğunu düşünüyorum. Eğer 100 bin dolar borçlanırsanız ve mezun olursanız, bunu nasıl ödeyeceksiniz? “Bir şekilde bu borç ortadan kalkar” demek güzel fakat öğrenciler açısından ortadan kalkmıyor.
Bugün gerçekleşen hızlı toplumsal değişimlerin kapitalist sınıf mücadelesi üzerinde herhangi bir ağırlığı var mı ya da daha geniş emek sürecine dönük görme yeteneğimizi mi kaybettik?
Bence arada dolaylı bir ilişki var. Gitgide, üzerine düşünmenin çok zor olduğu emek süreçlerini anlamlı görmeye başladığımızı düşünüyorum. Zamanında metal işçileriyle tanıştık ve tamam, bu işçiler sömürüldüklerini düşünüyorlardı ve sorunları vardı fakat yaptıkları şeyden gurur duyuyorlardı ve bir tür kimliğe sahiptiler. Oysa bugün, insanlar pek tatmin edici hayatlar yaşamıyorlar. Bence olan şeylerden biri, yabancılaşmaya, çalışma sürecine, gündelik hayatın sorunlarına, siyasete yabancılaşmaya dair daha da fazla kanıta sahip olmamız. Yabancılaşmış nüfuslar, daha ziyade kaygılı biçimlerde davranıyorlar. Bu nüfusların illa ki sola ya da sağa yönelmesine de gerek yok fakat kendi huzursuzlukları nedeniyle başka şeyleri, başka insanları suçlamaya başlayabilirler. Dolayısıyla bana göre bugünkü genel durum, etrafta çok fazla yabancılaşmanın olduğu bir durumdur. Ben, bu durumun toplumsal yaşamın diğer pek çok yönünde de istikrarsızlığa yol açtığını düşünüyorum.
Temelde işleyen sınıf mücadeleleri, bize burjuvaziden popülist ve otoriter kişilikleri, özellikle Donald Trump’ı veren bir çerçeveyi nasıl sağlıyor?
Bu soruya yönelik, işler ters gittiğinde meselenin “Kim suçlu?”ya dönmesine yol açan bu ideolojik şekillenmenin söz konusu olduğundan başka basit bir yanıtım yok. Süregiden muazzam bir günah keçisi ilan etme eğilimi var ve böyle olunca da, göçmenleri, yabancı rekabetini suçlamak çok kolay; bir başka deyişle, sermayenin altında yatan sorunlar dışındaki her şeyi suçlarsınız çünkü üzerinde konuşmanıza izin verilen şeyler bunlardır.
Bunun nedeni tam olarak nedir?
Bence, medya üzerinde muazzam bir güce sahip ve toplumdaki pek çok düşünce üzerinde muazzam bir güce sahip olan sermaye sınıfının kendini korumasının uzun bir tarihi vardır. Karl Marx okuduğunuzda insanların size kızmasının nedenini hiç anlayamıyorum. Marx’a karşı, literatürde onunla ilgili her türden çılgınca ve ölçüsüz şeyler söylenmesinden gücünü alan derin köklere sahip bir uzlaşmaz karşıtlık söz konusudur.
Geleneksel solcu hareketlerin, sermaye yaratımı çerçevesindeki stratejik ittifakların önemini her zaman kabul etmediğini yazıyorsunuz. Özellikle atıfta bulunduğunuz ittifak türleri var mı?
Bizler genelde anti-kapitalistizdir. Örneğin, eczacılık sektöründe süregiden fahiş fiyat uygulamalarına karşı mücadeleleri ele alalım. Buradaki mücadele, solun genellikle odaklandığı mücadeleler olan çalışma-temelli, fabrika-temelli klasik bir emek mücadelesi değildir. Bana göre, bu mücadeleleri bir araya getirmek bugün önemli hale gelmiştir. Solda, mutenalaştırmaya karşı, zorla tahliyelere karşı, kentsel alanlardaki bu türden toplumsal mücadeleleri çok önemli görmemeye ve bunlarla ilgili olarak “Tamam, bunlar ikincil türden mücadeleler” demeye dönük bir eğilim çokça vardır. Bana göre ise, bu mücadeleler de işyerlerinde yaşanan mücadeleler ile eşit muamele görmelidir.
Bu mücadeleleri, onları mümkün kılan fiili esas nedenden tamamen ayrı bir çerçeve dahilinde görmek…
Marx’ın, değerin üretimde yaratıldığı ve piyasada spekülasyonu gerçekleştirdiğinde ısrar etme biçimi üzerine düşünmeyi oldukça ilginç buluyorum. Değerin temellükünün önemli bir kısmı, aslında, oyunun üretim kısmından ziyade oyunun piyasaya sunma kısmında yaşanıyor. Eğer bu temellük çok önemli ve belirgin hale gelirse, ki ben bugünlerde daha da önemli hale geldiğini düşünüyorum, o zaman, piyasalaştırma alanındaki anti-kapitalist mücadelenin temel arenalarından biri olarak buna odaklanmalıyız.
Bunu biraz daha açar mısınız?
Bir koruma fonu yöneticisi gelip de bir eczacılık şirketini devraldığında ve bir hapın fiyatını 7 dolardan 750 dolara çıkardığında, değerin birilerinden gasp edildiği muazzam bir temellük söz konusu olur. George Soros, 1992 yılında Britanya Paundu üzerine bir tür yatırım kumarı oynadığında, yedi günde bir milyar dolardan fazla para kazandı. Burada çok fazla, buna soygun diyeceğim, soygun söz konusu fakat bugün bunlar hep yasal. Mesele, sistemin bugün insanların gerçekten üretken hiçbir şey yapmaksızın fiilen muazzam miktarlarda para kazanabileceği şekilde yapılandırılmış olmasıdır.
Trump’ın önceki hiçbir başkanlık yönetiminde olmadığı kadar çok sayıda yetkilisi Goldman-Sachs ile bağlantılı. Bu durum, halkın yaratılmasında sorumlu olmadığı sorunları çözmekle yükümlü olduğu günümüz kapitalizminin durumuna dair ne söylüyor?
Peki, bence Goldman-Sachs, aslında Clinton yıllarından beri, zamanla ABD Hazine Bakanlığı’nın konumunu işgal etmiş durumdadır; Goldman-Sachs’ın olmadığı sadece çok kısa bir dönem söz konusudur. Üzerine düşünmekle ilgilendiğim şeylerden biri, devlet ile finansal iktidarın, aşırı derecede güçlü olan, neyin olup neyin olmayacağına dair çok şey söyleyen ve benim devlet-finans bağı olarak adlandırdığım şeyi oluşturacak şekilde nasıl kaynaşmış olduğudur. Yine bence, bu devlet-finans bağı kısmen Goldman-Sachs ve hazineyi kontrol eden bankacılar tarafından fakat Merkez Bankası ile ittifak içinde yerleştirilmiştir. Dolayısıyla, Merkez Bankası ile Hazine’yi birbirine eklediğinizde, merkezi hattın nerede olduğuna dair oldukça iyi bir fikir edinirsiniz.
Tanımladığınız türden bir bağ, merkezi bankacılık sisteminin ilk olarak Jeffersoncılar ve ardından Jacksoncılar tarafından düşmanca karşılanmasından başlayarak, her zaman Amerikan toplumunun etrafında mevcuttu.
ABD bu bağı resmileştirmekte geç kalmıştır denebilir. İngiltere Bankası 1694’te kuruldu ve bu anlamda, devlet-finans bağı Britanya siyasetinde fazlasıyla yerleşiktir ve böyle devam etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise az çok istikrarsız bir düzenlemeye sahip olagelmiştir; nihayet, Merkez Bankası kurulmak zorunda kaldı çünkü özel bankacılık sektörü durumu kendi başına idare edemedi.
Jeff Bezos, yakın zaman önce dünyanın en zengin insanı olarak açıklandı. Yeni bölüşüm yöntemleri altında yeni paralara sahip en zengin insanlar olma anlamında sanayi sermayedarlarının burjuvaziye hâkim olduğuna mı şahit oluyoruz?
Eğer ödünç alınmış bir parayı edinirseniz, yola koyulabilir ve hiçbir şey yapmayabilirsiniz; Marx’ın bu konudaki yorumu, burjuvazinin kapitalizm altında asla sabit olmadığı, sürekli bir yenilenmeye maruz kaldığıdır. Bana göre, burjuvanın kim olduğuna, en zengin insanların kimler olduğuna ve en güçlü şirketlerin hangileri olduğuna dair bir yenilenmeye şahit oluyoruz. 1978 yılında, bunlar General Motors, U.S. Steel ve benzerleriydi. Bugün ise, tamamen farklı bir kurulum olarak, Wal-Mart, Google ve Facebook. Bunları çalışkan şirketler olarak görmüyorum. Bence bunlar daha ziyade bir sınır hattına benziyorlar. Bu şirketler öylece oturup bizim kullanımımızdan kâr ediyorlar; Google bizimle ilgili, yapıp ettiklerimizle ilgili bütün bilgileri topluyor ve bunları birilerine satıyor. Aslında oldukça olağandışı bir durumla karşı karşıyayız; işi biz yapıyoruz ve onlar buradan değeri süzerek kullanıyorlar ve dünyadaki en zengin ve en güçlü şirketler haline geliyorlar.
Ekonomik aklın deliliğine yönelik bir çözüm, kapitalist çerçevenin içinde mi dışında mı yatıyor?
Bence bugün içinde bulunduğumuz durumun içeriden değiştirilmesi gerekiyor. Kapitalizmin fiilen dışına çıkabilmemizin hiçbir yolu yok fakat Marx’ın çelişkiler analizinin önemli hale gelmesinin de nedeni olan biçimde, içeriden yollar bulmak durumundayız. Bunlar, şeyleri içeriden değiştirmek üzere kullanabileceğimiz kaldıraçlar. Dolayısıyla, diyelim, bizi dünyanın sorunlarından kurtaracak bir devrim ya da benzer bir şeyin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Şeyleri içeriden değiştirmek için gerçekten çalışmak durumundayız.
Bu çalışma, tüketici davranışlarını değiştirmekle başlayabilir mi?
Tüketici beklentilerini değiştirmek, işin önemli bir kısmı. İnsanların etrafımızdaki sorunların rekabet yüzünden olmadığını, kapitalizmin işlediği biçimin tutarsızlığına bağlı olduğunu görmelerini sağlamalıyız. İnsanların başka meseleleri suçlamak yerine bu meselelere odaklanmasını sağlayabiliriz -her iki taraf üzerine çalışmamız gereken de pek çok alan mevcut. Benim “Tamam, bunu anlayalım ve her şey değişir” diyen bir gümüş kurşun teorim yok. İnsanları harekete geçirmek için, toplumsal ve siyasal yaşamın pek çok yönünü kat eden yaygın değişimlere bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Trump’ın başkanlığının etkilerinden biri, dünyanın dört bir yanında çok fazla sayıda insanın sorular sormasıdır. İnsanlar şunu söylüyorlar: “İstediğimiz şey bu değil, öyleyse neyi değiştirmeli ve nasıl değiştirmeliyiz?” İçinde bulunduğumuz dönem, pek çok insanın gerçek sorunlar üzerinden düşünmesine açık bir uğraktır.
20 Kasım 2017
[The Observer’daki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.