Şu anda Venezüella hükümetinde sosyalist, kapitalist ve devletçi unsurlar var fakat planlandığı biçimde birbirleriyle uyumlu değiller ve birbirleriyle çalışmıyorlar
Sosyalizm yolunda ilerlemek için daha tutarlı yollar bulmamız gerekiyor. Şu anda Venezüella hükümetinde sosyalist, kapitalist ve devletçi unsurlar var fakat planlandığı biçimde birbirleriyle uyumlu değiller ve birbirleriyle çalışmıyorlar
NACLA’da daha önce yayımlanan bir makalede Profesör Gabriel Hetland, Bolivarcı Devrim’in hem şimdiki hem de önceki destekçileri için baş etmesi gittikçe zorlaşan sorusunu ele aldı: Venezüella’nın otoriterleştiği tartışmasının bir dayanağı var mı? Bolivarcı Devrim’i iftiralara ve muhalefetin düzenli gayrimeşrulaştırma ve rejim değişikliği kampanyalarına karşı 15 yıl savunduktan sonra, bu soru, hayal kırıklığını ve eldeki krizin ağırlığını yansıtıyor. Ancak mevcut konjonktür, toplumsal hareketlerin 1999’da Hugo Chávez’i iktidara getirmesinden bu yana Bolivarcı Devrim’in başlangıçtaki amaçlarından ne denli uzaklaştığını kabullenen incelikli bir analiz gerektiriyor.
Petrol fiyatları ve birden hızla yükselen şiddetin tam ortasında kalan Nicolás Maduro yönetimi, anketlerde halkın gözünde meşruluğunu kaybederken, iktidarda kalmak için daha baskıcı tedbirlere nasıl –ve neden– yöneldi? Drexel Üniversitesi profesörü ve aynı zamanda Toplumun İnşaası: Venezüella’da Radikal Demokrasi kitabının yazarı George Ciccariello-Maher, otoriterizmdense Bolivarcı sürecin “tükenişini” ve on yıldır toplumsal hareketler ile hükümet arasında var olan üretken dinamiğin zayıflamasını dert etmemiz gerektiğini ileri sürüyor.
2 Haziran 2017 tarihinde NACLA ve Jacobin Dergisi sponsorluğunda gerçekleşen panelden uyarlanan Latin Amerika’daki solun durumu tartışmasının ikinci kısmı olan aşağıdaki analizde, Hetland ve Ciccariello-Maher şu zor sorulara yanıt bulmaya çalışıyor: Bolivarcı Devrim’in önünde gidebileceği daha fazla yol var mı ve daha geniş açıdan, bir sol alternatif için açık kapı var mı? Dahası, Venezüella gelecekteki sol mücadeleler için nasıl bir miras bırakacak?
Gabriel Hetland:
On yılı aşkın bir süredir Venezüella’yı otoriter olmakla itham eden eleştiriler var. Yakın zamana kadar ya bunu destekleyecek bir şey yoktu ya da çok az vardı. Hükümet 2006’da olduğu gibi yüzde 26’lara varan farkla seçimleri art arda kolayca kazandı ve 2012’de bu oran yüzde 81 ile zirve yaptı. Bu seçim başarısının nedeni ise oldukça basit: Venezüellalılar, özellikle de halk kesimleri, yoksulluğu ve eşitsizliği önemli ölçüde azaltan politikalardan fazlasıyla faydalandılar.
Aslına bakılırsa Venezüella, Latin Amerika’da eşitliğin en çok sağlandığı ülke haline geldi. Bu takdire şayan bir başarıydı. Bolivarcı süreç bunu, ekonomik büyüme hızlanırken ve ülke çapında halkın konumu ciddi anlamda güçlenirken başardı.
Aslında Venezüella’nın otoriter olduğu iddiasının geçmişte hiçbir elle tutulur yanı olmasa da ne yazık ki bugün bir miktar var. Fakat Venezüella’nın tamamen totaliter bir rejime dönüştüğü iddiasına cevaben, hükümetin hâlâ sokak protestolarının gerçekleşmesine izin verdiğini ve seçim sisteminin işlediğini hatırlatmak isteriz.
“Tırmanan otoriterlik” olarak adlandırdığımız bir dizi hareket ben de dahil olmak üzere dünya çapında sosyalistlerce kınandı. Bu hususi değerlendirmeyi yaparken aydınlatmak istediğim birkaç nokta var.
Öncelikle, hükümet aylarca ağırdan aldıktan sonra geçen senenin Ekim ayında ansızın geri çağırma referandumunu erteledi. Geri çağırma referandumuna dair muhalefetin yaptıklarına gelince, çok fazla eleştirilecek şey var: referandum talep etmeden önce dahi aylarca beklediler, sonrasında da nasıl buna yöneldikleri yeterince açık değil. Fakat sanırım hükümetin erteleme kararının somut bir anayasal dayanağı yoktu.
Oldukça geniş çaplı hile iddiaları vardı. Ancak 1.8 milyon imzadan 57 bininin sahte olduğu iddiasını kabul etseniz dahi, bu sayı imzacılar arasında oldukça küçük bir kesim. Bir buçuk milyondan fazla insanın referandum için imza verdiği apaçık ortada olsa da hükümet referandumu askıya aldı.
İkinci ve en önemlisi, geçen Aralık’ta yapılması planlanan bölgesel seçimleri de süresiz askıya aldı. Bu gerçekten önemli bir mesele. Hugo Chavez’in meşhur laflarından biri de Venezüella’daki sürecin Sovyetler Birliği’nden farkının seçimler oluşunu söylemesiydi. Seçim sürecini tartışabilirsiniz ancak seçimler sosyalizme giden Bolivarcı yolun en büyük karakteristik özelliği. Hükümet gelecek Aralık için seçimleri yeniden takvimlendirdi, ki bence bu iyi bir adım olmakla birlikte tam tersinden karışık çünkü bana göre yeni bir kurucu meclis çağrısını bütünüyle meşrulaştırmıyor.
Üçüncüsü, birçoğunuzun bildiği gibi Mart ayı sonunda Yüksek Mahkeme’nin Ulusal Meclisi fiilen fesheden tartışmalı kararı alması. Ulusal Meclis’in eleştirecek çok şeyi var. Aldıkları kararların birkaçı kesinlikle anayasaya aykırıydı. Parmaklarını şıklatıp bir kısmı şiddet olaylarına karışmış sözde politik tutuklulara özgürlüklerini bahşetmek istediler.
Bu yüzden, bu olayın anayasaya uygun olup olmadığına dair tartışacak pek fazla bir şey yoktur. Fakat Maduro’nun kendi başsavcısı Luisa Ortega bunu anayasal bir uygulama olarak nitelendirmiştir. Özünde ben de bu eleştiriye katılıyorum. Ayrıca Maduro, kişisel olarak kabul etsin veya etmesin, Yüksek Mahkeme’yi olaydan birkaç gün sonra yaptıkları üzere bu kararı tersine çevirmesi yönünde zorlamıştır.
Dördüncüsü, Nisan ayında, 2012 ve 2013’te muhalefetin başkan adayı olan ve pek de iyi bir adam olmayan Henrique Capriles’in önümüzdeki 15 yıl boyunca seçimlere katılması biraz şüpheli ve adil dayanağı olmayan bir biçimde yasaklamıştır.
Temel olarak, yolsuzluğa buluşmakla suçlanmaktadır. Fakat yüzlerce hükümet görevlisi yolsuzluğa bulaşıp herhangi bir sonuçla karşılaşmayınca bu gerekçenin sahiciliği tartışmalıdır. Birkaç yetkili için bireysel olarak hesap verme sürecinin başlatıldığı doğrudur ancak birçoğuna bir şey yapılmamıştır.
Son olarak, Maduro’nun yeni Kurucu Meclis’i göreve çağırma biçimi, tabandaki Chavezci kesimlerde de oldukça eleştirilmiştir. İki ana eleştiriden biri Maduro’nun bu teklifi referanduma götürmemesinin ve seçimlere hile karıştırılan bölgelerdeki temsiliyetin gereksiz yere seçmenin hükümete olan sempatisini tersine çevirdiği yönündedir.
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, durumu “tırmanan otoriterlik”ten daha iyi tanımlayacak bir kelime bulamıyorum ve dürüst olmak gerekirse, bunun üstünü örtmeye çalışırsanız Sean Spicer’dan bir farkınızın kalmayacağını düşünüyorum. Fakat bu hamlelere yönelik şöyle bir tartışma da vardır: acaba otoriter olsalar bile haklılar mı?
Bu noktada öne sürülebilecek iki tartışma var. Ben her ikisine de katılmıyorum fakat biraz tartışmamız gerek.
İlki biraz daha dikkate değer. Muhalefetin ne anayasayı ne insan haklarını ne de hayatın kendisini umursadığını gösteren yasadışı şiddet eylemlerine işaret ediyor. Muhalefet demokratik süreci ne kadar hiçe saydığını, askeri darbe, dışarıdan müdahale ve Maduro’ya istifa çağrıları yaparak gösterdi. Siyahlara, kahverengi derililere ve Chavezci gibi görünen herkese saldırdılar, hatta insanları yaktılar. İnsanları dizip baş kesme sahneleri canlandırdılar. Birçok kamu binasını ateşe verdiler.
Açık olmak gerekirse, bu davranış nefret uyandırmaktadır ve Venezüella’yı ya da Latin Amerika’yı ya da demokrasiyi önemseyen herhangi biri tarafından kınanmalı, engellenmelidir. Bu tür hareketlerin herhangi bir mazereti olamaz.
Bu tartışma bizi şuraya götürüyor: hükümet anayasaya aykırı davransa ve bir çeşit otoriterlik sergilese de eleştirmemeliyiz, çünkü tartışma konusu hamleler kuşatma altındaki bir hükümetin meşru çabaları olarak haklılaşmıştır. Bu iddianın da tamamen reddedilebileceğini düşünmüyorum. Hükümetin uzun bir süredir Demokratlarıyla, Cumhuriyetçileriyle ABD hükümetinin iki kanadı tarafından da açık bir biçimde desteklenen vahşi bir muhalefet tarafından baskı altında olduğuna dair şüphe yoktur. Hükümete kendisini savunmak için manevra alanı bırakmak mantıklıdır. Bu yüzden eylemlerdeki birtakım kısıtlamalar mantıklı. Şiddete bulaşan eylemciler hakkında kovuşturma başlatma ve tutuklama hayli hayli mantıklı.
Ne yazık ki, hükümetin başlarda tarif ettiğim eylemlerinin birçoğu, özellikle de gerçekleştikleri zaman zarfı dikkate alındığında, pek de haklı görünmüyor. Örneğin Ekim’e geri dönecek olursak, iptal edilen referandum ve yerel seçimler askıya alındığında hükümet çok daha az baskı altındaydı.
Diğer bir tartışma ise hükümetin devrimci demokrasiyle ne derecede haşır neşir olduğudur. Yani Lenin’in “proleterya diktatörlüğü” olarak tanımladığı şeyden söz ediyoruz. “Sınıf düşmanımız burjuvaların özgürlüklerini reddediyoruz çünkü anayasaya saygı göstermiyorlar ve barışçıl bir biçimde muhalefet etmiyorlar; fakat bunu destekçilerimizin sosyalizme yürüdüğü radikal bir demokrasi adına yapıyoruz” diyebilirsiniz. O halde cevaplamamız gereken soru şu: Venezüella hükümeti bunu mu yapıyor? Kesinlikle hayır.
Venezüella hükümeti, son bir senedir, hatta son birkaç senedir, ekonomiyi yönetmekte oldukça yetersiz. Bu sorunun ucu uluslararası ve yerli kapitalistlere de dayanıyor. Hükümet çokuluslu şirketlerle ülkeyi madenciliğe açmak için anlaşmalar dahi imzaladı.
Hükümet kemer sıkma politikalarını doğrudan dayatmadı, ancak kur krizini düzeltmeyerek dolaylı yoldan dayatmış oldu. Yani ülkesini, yoksulları ve halk kesimlerini ihmal etti. Bu da demek oluyor ki son hamlelerin, ne olursa olsun kendini hesap vermek zorunda hissetmeyen, iktidarda kalması gittikçe garipleşen, gittikçe anlamsızlaşan, gittikçe rağbet görmeyen hükümetin umutsuz çabalarından başka bir biçimde yorumlanması çok zordur.
Peki, Venezüella’daki sol ne yapsın? Bence şu anda öncelik, halk kesimlerinden insanları, özellikle Chavezcileri korumak. Güvenliklerine yönelik meşru endişeleri var. Chavezci gibi görünen –yani siyah, kahverengi derili ya da yoksul görünümlü– herkesin Venezüella’da normal hayatlarını sürdürürken hayatta kalma korkusu var.
Gereken her türlü korumayı sağlamak hayati. Muhalefeti amansız bir biçimde eleştirmekten, desteklenemeyecek şiddet içerikli ve yasadışı eylemlerini kınamaktan geri durmamalıyız.
Bence Venezüella Solu gelecek aylarda vaktinin çoğunu buna harcayacak ve harcamalı da. Fakat orta ve uzun vadede Bolivya ve Ekvador için işaret ettiklerimiz Venezüella için de geçerli. Benim gördüğüm kadarıyla önümüzde üç büyük soru var.
Birincisi, ekonomideki petrol gelirine olan yüksek derecedeki bağımlılıktan hangi uygulanabilir proje ile uzaklaşacağımız. Chavez sürekli buna dair konuşuyordu fakat devlet gelirinde önemli bir yüzde olan petrol sektörünün payı onun yönetimi zamanında çok fazla arttı. Chavez iktidara geldiğinde yüzde 67’lerde olan ithalat oranı, öldüğünde yüzde 96’lara ulaşmıştı.
İkincisi, sosyalizm yolunda ilerlemek için daha tutarlı yollar bulmamız gerekiyor. Şu anda Venezüella hükümetinde sosyalist, kapitalist ve devletçi unsurlar var fakat planlandığı biçimde birbirleriyle uyumlu değiller ve birbirleriyle çalışmıyorlar. Aksine, sosyalist unsurlar kapitalist kesimlerin yolsuzluğunu cesaretlendiriyor ya da destekliyor.
Üçüncü olarak devlet ve sermaye karşısında halkı nasıl güçlendireceğimizin ve toplumsal iktidarı nasıl geliştireceğimizin yolunu bulmalıyız. Bu da hayati bir adım.
Muhalefete katılmanın kesinlikle bir çözüm olmadığını söyleyerek bitireceğim. Fakat yakın vadede, uluslararası sol, Venezüella’nın mevcut krizi için müzakere edilmiş bir çözümü cesaretlendirmelidir çünkü bu basit gerçek yüzünden hükümet mevcut karmaşa nedeniyle suçlanmayı hak etmektedir.
Bence mevcut durumun, sonuçları gerçekten trajik olacak, kanlı, sürekli bir iç savaşa dönüşme riski var. Venezüella’da olması gereken şey, müzakere edilmiş bir çözüm için diyaloğu kolaylaştırmak; yoksa kesinlikle ABD müdahalesi değil, herhangi bir askeri çözüm değil, OAS yaptırımları değil.
Gel gör ki söylemek yapmaktan çok çok kolay.
George Ciccariello-Maher:
Ben, Sola Dönüş’ün tarihsel anlamı ve nasıl işlev gördüğü bağlamında bir tartışma yürütmek istiyorum.
1970’lerin başında önce silah zoruyla dayatarak, Latin Amerikalıların mecbur bırakıldığı saldırgan neoliberal reformları geri çektirmeyi hedefleyen bölgesel bir hareketten bahsediyoruz. Solcu liderleri iktidara taşıyan halk ayaklanmaları ile karşı karşıyaydık. İktidara gelmelerinin ardından bu liderler, sol hükümetlere kitle mücadelesi ile bağ kurma (ve dizginleme) imkanı veren bu hareketlerle çeşitli ilişkiler kurmak durumundaydılar. Fakat tüm bunlar çok da düzgün olmayan yollarla gerçekleşti.
Venezüella’daki Bolivarcı sürecin radikalliğini açıklayan şeyin toplumsal hareketlerle ilişkilerin uzun zamandır çok sıkı olması gerçeği olduğunu düşünüyorum. Fakat bu yelpaze üzerinde hareket ettiğinizde, başka ülkelerde bu ilişkilerin çok fazla çeşidini görüyoruz.
Bu yelpazenin bir ucunda, örneğin, Bolivya ve Ekvador, diğer ucunda ise sözde Sola Dönüş hükümetleri olan, toplumsal hareketlerle çok az ilişki kuran, hatta onlara muhalif olan Şili gibi yerler var.
Ben, Venezüella’da yolunda gitmeyenin ne olduğunu anlamak için Ekvador’da, hatta Bolivya’da yolunda gitmeyenin ne olduğunu anlamamız gerektiğini söylüyorum. Bence sorduğumuz sorunun tüm anlamı da burada. Otoriterlik sorusu enteresan, fakat esasen sormamız gereken şey bunun ne çeşit bir otoriterlik olduğu ve neyi başarmaya çalıştığı. Gabriel’in bunun gerçekleşmediği yönündeki düşüncelerine katılıyorum.
Fakat esas soru, [toplumsal] hareketler ve devlet arasındaki güçlü bağa ne olduğu ve bu çeşit bir ilişkinin yeniden kurulabilmesi için bir şey yapılıp yapılamayacağı.
Sanıyorum yozlaşmanın temel hikayesini hepimiz biliyoruz. Chavez öldü. Petrol fiyatları dibe vurdu. Para sistemi, hükümet tarafından bundan dört yıl önce yapılması görece daha mümkün olan ancak ne yazık ki hükümetin korumacı pragmatist taraflarınca engellenen müdahale gerçekleşmeyince krize girdi.
Tüm bunlar gerçekleşirken birçok yoksul Venezüellalının, pek çok Chavezcinin yaşam kalitesi önemli ölçüde düştü. Bu kesimler hükümeti hâlâ –en azından savunmacı bir konum alarak–destekliyor ancak on sene önce sahip oldukları zamana, enerjiye ya da savaşçı ruha sahip değiller. Sadece hükümeti korumak için değil, atağa geçmek için “istediğimiz hükümet bu, bizim istediğimiz biçimde hareket edecek hükümet bu” diyebilecekleri tüm bu özellikler neredeyse kayboldu.
Önceden değindiğimiz konularda, emtia krizinde, Venezüella petrolünde olan biten bu. Mesele Venezüella’da bir petrol ekonomisinin, petrole fazlasıyla bağımlı bir ekonominin mevcut olması. Bu Chavez’den çok önce de böyleydi – petrolün bir sonucu olarak yüzyıldır süre gelen bir hatalı gelişimden söz ediyoruz. Bu da, yiyeceğin çok az bir kısmının üretilip büyük kısmının ithal edilmesi gibi bir takım sorunlara yol açtı.
Bunu geriye döndürmek ise çok zor. Chavezcilerin sürdürülebilir bir Venezüella ulusal ekonomisi kurmaya dair bir fikri vardı ve düşe kalka bunu yapmaya çalıştılar. Fakat daha sonrasında bu vizyonun yükselen petrol fiyatlarının özendiriciliği altında ezildiğini gördük.
Petrol fiyatlarının dibe vurmasının ve yerli ürünlerin üretilmemesinin bir sonucu olarak insanların bir sonraki öğünlerinin nereden geleceğini düşündükleri bir durumla karşı karşıya kalıyorsunuz. İnsanlar kilo kaybediyorlar. Akıllara ziyan şeyler oluyor.
Bu noktada sorun, doğrudan, hareketlerin kendilerinin ne sunduğuna işaret ediyor. Özellikle komünler için konuşacak olursak, yerli insanların sadece politik hayatın doğrudan demokratikleşmesini sağlamaları değil, aynı zamanda bir araya gelerek üretimi sağlamaları bir fikirden bahsediyorum. Hükümetin yerel bir ekonomi kurup geliştirmek için bu yerel gayrete güvenmekte, sırtını yaslamakta ve yükünü paylaşmaktaki başarısızlığı, bugün yaşadığımız zayıflığın yegane sebebi.
Venezüella’da insanlar, sadece –kaynak yetersizliği, gıdayı ithal etmek zorunda olmak vs. açısından–üretici düzeyde değil, hareketlerin örgütlülüğündeki düşüş açısından da, bugün, desgaste‘den, yani politik sürecin tükenişinden, ileriye gitmek için ihtiyaç duyduğu savaşma ruhunu sürdürmedeki yetersizlikten bahsediyor.
Bunu yeniden canlandırmak oldukça zor. Bunun için çatışma, çatlama ve radikal kırılma anları olacak ve bunların bir kısmını yakın gelecekte görebiliriz.
EKVADOR: 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ VAADİ NEDEN YERİNE GETİRİLEMEDİ? – THEA N. RİOFRANCOS
BOLİVYA VE HEBA EDİLEN FIRSAT – LİNDA FARTHİNG
[Venezuelanalysis’teki İngilizce orijinalinden Deniz Özge Gürsu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.