Yüksek perdeden konuşan Ankara’daki yöneticilerin, Almanya’nın ekonomik ambargo tehdidi karşısında çok ciddi olarak telaşlandıkları, iş dünyasında da ciddi bir tepkinin oluştuğu görüldü
Yüksek perdeden konuşan Ankara’daki yöneticilerin, Almanya’nın ekonomik ambargo tehdidi karşısında çok ciddi olarak telaşlandıkları, iş dünyasında da ciddi bir tepkinin oluştuğu görüldü. Almanya’ya karşı ileri sürebilecek ciddi bir ekonomik argümanı bulunmayan Ankara’daki iktidar gücü, çok daha ciddi bir krizle karşı karşıya kalacaktır
Bu hafta darbeci Gülen Cemaati’nin uluslararası alanda artan gücünü yazmayı düşünüyordum. Ancak Almanya’nın Ankara’daki iktidara ilk kez bu düzeyde net bir çıkış ortaya koyması ile birlikte Almanya merkezli AB ilişkilerinin geleceği hakkında çok somut veriler ortaya çıkmaya başladı ve yazımız da bunun üzerine olacak.
Almanya vatandaşlığına geçmiş olanlar dâhil olmak üzere bu ülkede yaşayan Türk ve Kürt kökenli Türkiye kökenli nüfus 4,5 milyon civarındadır. Bunların yaklaşık olarak yarısı Almanya vatandaşıdır. Almanya’daki üniversitelerde okuyan Türkiye kökenli öğrenci sayısı 60 binin üzerindedir. Almanya’da eğitimini tamamlamış ve Alman vatandaşı olup polis, avukat, hâkim, savcı ve hatta Almanya istihbaratında görevli Türkiye kökenli olan memur ve bürokrat sayısı binlerle ifade ediliyor.
Türkiye kökenlilerin kurduğu 30 milyar avro ciroya sahip şirketlerde çalışan Almanların sayısı yaklaşık 120 bindir. Almanya ekonomisinde aktif halde olan ve borsada işlem gören Türkiye kökenlilerin elinde bulunan şirket sayısı 10 civarındadır. Türkiye-Almanya arasındaki ihracat ve ithalat yıllık 35-40 milyar avro civarındadır.
Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler, ne ABD ne Rusya ilişkilerine benzer. İki devlet, aralarındaki stratejik ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan ciddi sorunları, kamuoyu önünde konuşmayı tercih etmeden daha çok politik-diplomatik ilişkiler içerisinde çözmeyi esas aldılar. İki devlet arasında yaşanan bütün politik krizlerde bu yöntem kullanıldı.
Son bir yıl içerisinde Ankara ile Berlin arasındaki ilişkilerin gelişme seyrini etkileyen temel faktörleri özetlersek; Gülen Cemaati merkezli darbe girişiminde yer aldığı iddia edilen generaller dahil olmak üzere büyükelçi, bürokrat, savcı, hakim gibi 400’e yakın kişi, Brüksel merkezli NATO ve AB kararıyla Almanya’ya iltica ettirildi ve korunmaya alındı. AKP iktidarı, AB’nin darbeci Gülen Cemaati’ni korumaya aldığı ve Erdoğan için tehlike oluşturan bu kişilerin iade edilmesi gerektiğinden ısrar ediyor. Merkel hükümeti, Temmuz 1951 Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi’ni gerekçe göstererek, bu kişilerin iade edilmeyeceğini ve hukuki bir süreç olduğunu belirterek talebi kesin bir dille reddetti.
Ankara hükümeti ise Almanya’nın burnunu sürtmek için Alman politikacılarının İncirlik’teki Alman askerlerinin ziyaretine izin vermedi. Almanya ise İncirlik üssündeki askeri gücünü Ürdün’e taşıyarak yanıt verdi. Bir bakıma şantaja boyun eğmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Ayrıca G-20’ler zirvesinde Erdoğan’a fiilen bir ambargo uyguladı ve Hamburg’daki konsolosluğa girişine dahi izin vermedi.
Alman vatandaşı Deniz Yücel, Meşale Tolu, Ada’daki toplantıya katılan insan hakları aktivisti Peter Steudtner’in tutuklanması ve Türkiye’de faaliyet yürüten bazı Alman şirketlerinin Gülen Cemaati’yle ilişkileri olduğu iddiasıyla soruşturma sürecine dâhil edilmesi üzerine Almanya Dışişleri Gabriel iznini yarıda kesip Berlin’e döndü. Ardından da Bild gazetesinde Türkçe ve Almanca yayımlanan “Sevgili Türk hemşerilerim” diye başlayan mektubuyla Berlin-Ankara ilişkilerinin geldiği durumu özetlemiş oldu:
“Federal Hükümetin tümü adına da size bu şekilde hitap etmek istiyorum. Türkiye ile olan ilişkilerimizde şu anda yaşanan büyük zorlukları özellikle siz de hissetmektesiniz. Sizin vatanınız Almanya’dır, fakat birçoğunuz için aynı zamanda da Türkiye’dir.”
“Bu nedenle size şunu söylemek istiyorum: Almanlarla Türkler arasındaki dostluk büyük bir hazinedir. Biz Türkiye ile iyi ilişkilerimizin olması için her zaman çaba sarf ettik, çünkü Almanya ile Türkiye arasında iyi ilişkilerin sizin açınızdan da önemli olduğunu biliyoruz.”
“Fakat şu anda Türkiye’de suçsuz Alman vatandaşları tutuklanmaktadır. Alman Hükümeti olarak tepki vermeden seyirci kalmamız mümkün değildir. Vatandaşlarımızı korumak zorundayız. Bu nedenle Alman Hükümetinin Türk siyaseti karşısındaki politikaları değişecektir. İşbirliğimizi ve özellikle Türkiye’ye yapılan ekonomik yardımları yeniden gözden geçireceğiz ve Avrupa’da da net bir tutum için girişimlerde bulunacağız.”
“Şunu bilmenizi istiyoruz ki, bunların hiçbiri Türkiye’deki insanlara ve Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanlara karşı alınan önlemler değildir. ”
Birincisi, “Türkiye kökenli olup Almanya’da yaşayanlarla hiçbir sorunumuz yok” diyor. İkincisi, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarına dolaylı bir çağrı yapıyor. Tercihinizi yapın, Sizin vatanınız Almanya’dır. Bundan sonra Türkiye ile olan ilişkilere farklı bakılacaktır. Kendi konumunuzu belirleyin. Üçüncüsü, Almanlarla Türkler arasındaki ilişki köklü bir geçmişe dayanıyor. Ama AKP iktidarı bu sağlam ilişkiyi bozdu. Dördüncüsü, Türk devletine gereğinden fazla sabır gösterdik. Bu iyi niyetimiz kötüye kullanıldı. Bundan sonra süreç farklı işleyecektir. Beşincisi, Alman hükümeti Erdoğan iktidarı tarafından dikte ettirilmeye çalışılan hiçbir şantaja boyun eğmeyecektir ve gerekli yanıt verilecektir. Altıncısı, Alman Dışişleri Bakanı Gabriel’in mektubunun en can alıcı bölümünde yazılan şeydir: “Alman Hükümetinin Türk siyaseti karşısındaki politikaları değişecektir. İşbirliğimizi ve özellikle Türkiye’ye yapılan ekonomik yardımları yeniden gözden geçireceğiz ve Avrupa’da da net bir tutum için girişimlerde bulunacağız.”
Berlin hükümeti, ilk kez Ankara’ya yönelik politikalarını ve özellikle ekonomik ilişkilerini gözden geçireceklerini ve buna paralel olarak AB ile olan bağların çok net olarak değişeceğini kamuoyuna deklare etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikide bir “Almanya kendisine çekidüzen versin” ya da Dışişleri bakanı Çavuşoğlu’nun “Berlin bizim tutumumuzu en iyi bilendir” gibi üst perdeden konuşmalarının artık bir öneminin olmayacağını ve sürecin tersten işleyeceğini gösteriyor.
Merkel hükümetinin kamuoyuna yayınlamış olduğu deklarasyon, AB’nin Türkiye’ye yönelik politikalarında değişikliği çok daha derinden hissedilecektir. AB liderler zirvesinde müzakerelerin bütünüyle durdurulması kararının çıkması sürpriz olmaz. 2015-2020 yılları arasında, ciddi ekonomik bir krizle karşı karşıya olan Türkiye’ye AB tarafından verilecek karşılıksız yardım 4,5 milyar avrodur. Bu yardımın tamamen bloke edilmesi gündeme alınacak gibi görünüyor. Türkiye’yi özellikle etkileyecek olan Gümrük Birliği yasalarında belirli değişikliklerin yapılması ve AB ülkeleri patentli şirketlerin yatırımlarını sınırlandırması, hareket halindeki sermayelerini çekmeleri fiilen uygulamaya konulabilir. Referandum ile yasallaştırılan anayasa değişikliğinin uygulanması AB ile politik ilişkilerin bütünüyle sıfırlanmasına yol açacaktır. Bütün bunların AB içerisinde yaşam bulmasında özellikle Almanya’nın politik tercihi belirleyicidir.
Almanya basınına göre Erdoğan’ın tutuklu gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılmasına karşılık, Almanya’da iltica talebinde bulunan iki generalin iadesini istemesi tam bir skandaldır. Dünya’nın hiçbir devletinde devlet ve hükümet başkanları bu tarz bir iletişim kurmazlar, talepte bulunmazlar. Erdoğan’ın bu söyleminin bir başka ifadesi Deniz Yücel’in suçlu olmadığı, değiş-tokuş için rehin alındığını gösteriyor. Tuhaf olan diplomatik teamülleri alt-üst eden böyle bir talebin Almanya tarafından kabul edilmeyeceğinin bilinmemesidir.
Ankara’ya gerekli politik dersi veren Berlin hükümetinin ortaya koyduğu tutum, AKP iktidarının kendisine çekidüzen vermesini sağladı denebilir. Almanya Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarının üzerinden 24 saat geçmeden, hükümetin Almanya kökenli şirketlerin darbeci Gülen Cemaati’yle ilişkili sorgulanmasının bir “iletişim hatası” olduğunu açıklaması, yelkenleri indirmenin ilk adımıdır.
Yüksek perdeden konuşan Ankara’daki yöneticilerin, Almanya’nın ekonomik ambargo tehdidi karşısında çok ciddi olarak telaşlandıkları, iş dünyasında da ciddi bir tepkinin oluştuğu görüldü. Almanya’ya karşı ileri sürebilecek ciddi bir ekonomik argümanı bulunmayan Ankara’daki iktidar gücü, çok daha ciddi bir krizle karşı karşıya kalacaktır.
İncirlik ve Konya askeri üsleri, hem Almanya’nın hem de NATO’nun stratejik merkezi olmaktan çıkmaya başladı. Ayrıca Almanya’nın talebi üzerine, NATO’nun Türkiye’ye karşı bir kısım kararlar alabileceği unutulmamalıdır.
Erdoğan’ın diğer önemli bir şantaj aracı da Suriyeli göçmenlerin AB ülkelerine gönderilmesiydi. Erdoğan’ın “kapıları açarsak hepsi gelir” biçiminde yapmış olduğu tehdit artık işe yaramayacaktır. Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarında ve Ege denizinde çok ciddi önlemler alan AB’nin, Türkiye’nin göç şantajına boyun eğemeyeceklerini açıklaması da bir tesadüf değil.
Almanya vatandaşı gazetecilerin tutuklu kalmasını bir şantaj unsuru olarak kullanmasının bütün olanakları ortadan kalkmış bulunuyor. Gazetecilerin ve insan hakları savunucularının bırakılması kaçınılmaz ve hatta zorunlu hale geldi. Aynı şekilde Cumhuriyet gazetesi ağırlıklı tutuklu gazetecilerin ve HDP milletvekillerinin serbest bırakılması için çok daha fazla baskı yapılacaktır. Bir AB diplomatının, “Türkiye açıkça AB standartlarından uzaklaşıyor. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğünü yıkma çalışması devam ediyor” açıklaması bize bir fikir veriyor.
AKP iktidarının, izlediği yanlış dış politika nedeniyle, hem Almanya’da hem de AB ülkelerinde Gülen Cemaati’yle mücadeleyi çok ciddi oranda kaybettiği söylenebilir. Almanya’ya iltica eden Gülencilerin hiçbirinin, AB politikaları nedeniyle, Türkiye’ye iade edilmeyeceği de bilinmelidir.
Diplomatik ilişkileri esas alan Almanya’nın çıkışı, AKP iktidarıyla ilişkilerin krize doğru evrileceğini, mevcut iktidar değişmeden ekonomik, politik ve diplomatik ilişkilerin düzelmeyeceğini gösteriyor.
Almanya karşısında kendisine çekidüzen vermeye çalışan AKP, bütünüyle başarısız kalmış mevcut politikaları terk etmediği sürece AB merkezli uluslararası ilişkilerde kazanma şansı bulunmuyor. Politikalarda stratejik bir değişim yaşanmadığı sürece kaybeden AKP, kaybeden Türkiye’ye dönüşecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.